Zeytinyağı-su: Mahrem-Hizmet

Bu yazı dizisinin bundan sonraki bölümlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için böyle bir yazıyı elzem gördüm.

Çünkü okuyucunun çoğu, bilmediği bambaşka bir dünyaya adım atacak.

Buna Cemaat’in kendi tabanı da dahil. 

Hatta tahminimce onların şaşkınlığı, diğer okuyuculardan fazla olacaktır. Çünkü bugüne kadar bildikleri, kendilerini vakfettikleri, uğruna bedel ödedikleri “Hizmet”ten çok başka, bambaşka bir “Hizmet”le karşılaşacaklar.

Evet, belki herkes Cemaat içerisinde bir de Mahrem Hizmetler ya da Hususî Hizmetler adı verilen ‘gri’ bir alanın olduğunu duymuştur. Biliyordur. Ancak erbabı ve ilgilisi dışında kimse bu mahrem duvarlar arkasında neler yapıldığını bilmez. 

Fakat burası bilinmeden ne bu yazı dizisinde anlatacaklarım tam olarak anlaşılabilecek ne de yıllardır olup bitenler…

****

Bugün Cemaat içerisinde yaşanan kafa karışıklıklarının en büyük nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum. 

Çünkü aslında eleştiri konusu yapılan, üzerinde konuşulan, hatta yıllardır suçlamalara neden olan meselelerin tamamı, işte bu loş bölgede yaşananlardan kaynaklı. Daima “gün ışığında” kalan ve tek işi Allah rızası için insanlık hayrına koşturmak olanlar, Cemaat’in tamamını kendileri gibi bildiklerinden ötürü, söylenenlere asla ve asla inanmamakta, hepsini birer algı operasyonu gibi kabul etmektedir.

****

Hadiseyi en baştan şöyle izah etmeye çalışayım…

Benim gördüğüm kadarıyla Hareket kabaca iki ayaktan oluşuyor. Biri normal, herkesçe bilinen, görünen, umumi efkarca beğenilen, sevilen Hizmet Hareketi

Diğeri, küçük bir azınlık dışında hiç kimsenin bilmediği, tanımadığı, meşruiyeti kendinden menkul, hikmetinden sual olunmayan ‘mahrem yapı’.

Bunu bir üçgene benzetirsek, alt kenarın bir köşesinde Hizmet Hareketi, bir köşesinde de ‘mahrem yapı’ yer alıyor. 

Normalde asla yan yana olamayacak ya da olmaması gereken bu iki kenarı anlamlı bir bütün, yani bir üçgen haline getiren ise, onları birleştiren noktanın varlığı. İşte o birleşim noktasında, yani üçgenin tepesinde, Hareket’in lideri Fethullah Gülen yer alıyor. Her ikisinin de lideri Gülen.

İşin ilginç tarafı, ‘mahrem yapı’nın en büyük muhalifi normalde Hizmet’in ilkeleri, prensipleri, öğretileri…

Ama son derece tuhaf bir şekilde ve sosyal bilimler açısından oldukça ilgi çekici bir vakıa olarak, ikisinin tek bir çatı altında olabildiğini görüyoruz.

İşte o yüzden Gülen, kendisine soru çalmakla ilgili soru yöneltildiğinde, “bunun kesinlikle haram olduğunu” söylüyor. Ki zaten başka türlüsü düşünülemez. 

İşte bu ‘düşünülemezlik’ algısını doğuran, Hizmet Hareketi’nin prensipleri. Ama buna rağmen, kamuya mümkün olan en çok sayıda kadro yerleştirebilmek için soru alıp verilebilmesini mümkün kılan ise ‘mahrem yapı’nın varlığı. 

Çünkü bu ‘hususî’ tarafın kendine göre farklı kuralları, farklı usulleri, farklı bir fıkhı, farklı öncelikleri, farklı bir söylemi var.

****

Normal, bilinen Hizmet Hareketi’nin bulunduğu köşe için A köşesi, mahrem taraf için de B köşesi diyelim. İşte Gülen’in A köşesi için va’z ettiği düsturlar, B köşesi için geçerli değil.

Gülen, A köşesi için münzevi bir din alimi olarak ve dinin özünde var olan güzel hasletlere dayalı olarak konuşuyor.

B köşesine ise daha çok bir siyasi hareketin lideri olarak…

Ama A’ya bundan bahsedemez. B ile konuştuklarını A ile konuşamaz. Çünkü izah edemez. Etse de buna A razı olmaz. Yapılanların çoğuna rıza göstermez. 

O da bunu biliyor.

Buna mukabil B’den de vazgeçemez. 

Çünkü o asli unsur.

Çünkü bir gaye-i hayali vardır ve ona B’siz ulaşılamayacağını düşünüyor.

En başta bir içtihatta bulunmuştur.

Çünkü hayr-ı kesir için şerr-i kalil kabul edilir.”

 ‘Zarar-ı âmmın def-i içün zarar-ı hâss ihtiyar olunur.’ 

Bu yüzden, B’de görev alanlar şuna inanırlar: Aslında onlar zora talip olmuşlardır. Başkaları dışarıda çeşitli hizmetler için “küheylan gibi” koştururken onlar sınır hattında, riskli bölgede, kelle koltukta bir mücadele vermektedir.

****

Geçen yıl kaleme aldığım “Cemaat eleştirileri ve gelen tepkiler üzerine…” başlıklı yazıdaki bir pasajı burada kullanmama müsaade edin: “Onlara göre bu tür yanlışlıklar, zaruret halinde mecburiyet kesbetmiş mahzurlu hallerden ibarettir ve Türkiye’nin kendine has şartlarından doğmuş bir takım kaçınılmaz tedbirlerdir. Başka türlüsü mümkün olamamıştır, olamayacaktır ve bugün de haklılığından şüphe edilmeyecek bazı istisnai kararlardır. Bunlar âvâmın baktığı yerden anlaşılamayacak, ancak adalet-i izafiye penceresinden izah edilebilecek bir ehven-i şer yumağıdır. Ne yapılmışsa doğru yapılmıştır. Düşmanın her türlü desiseye başvurduğu, her türlü şeytanî silah ile silahlandığı bir ortamda problemleri mutlak adalet ile çözmenin imkanı kabil değildir. Bu nev’iden işlerin fıkhı da farklıdır. Türkiye’de derin devletin veya diğer güç gruplarının neler yaptığına bakmadan, Cemaat’i mecbur bıraktıkları şartların kaynağını tartışmadan bu tür mahzurlu yöntemleri sorgulamak da hamâkattir, safderûnluktur ve ‘düşman’ın cephesine mühimmat taşımaktan başka bir anlamı yoktur.”

****

Ya da bir başka benzetmeyle; bir bardağın yarısı zeytinyağı, yarısı da su olacak şekilde doldurulmuş. 

Ne zeytinyağı suya karışıyor ne de su zeytinyağına. Hatta öyle ki, su, bardağın tamamını kendisi gibi su zannediyor. 

Peki Gülen, böyle bir gizli yapıya neden ihtiyaç duydu?

Doğan Avcıoğlu, zamanında neden “10 işçi kandıracağıma bir albay kandırırım daha iyi,” demişse o yüzden.

Mahrem Hizmetler’in varlık nedenini, bizzat bizim devletin kendi mimarisinde ve genetik kodlarında aramak gerekir.

Bir kere her şeyden önce devletin kendisinin bile kocaman ve derin bir ‘mahrem yapısı’ var. Anayasası, kanunları, mahkemeleri, parlamentosu, hükümeti, kurumları ve her türlü meşruiyet kaynağına rağmen bununla yetinmeyip bekâsını, ‘derin devlet’ adı verilen bir başka karanlık ve kanlı sahada arayan bir devlet bu…

Kendisini hukukun olmadığı bir bölgeye çeken, kanunlardan arındırılmış, alabildiğine keyfî ve gayrı nizami bir alanda varlığını sürdüren bir akıl…

Orada her türlü kanunsuzluğun, her türlü kirli tezgahın, faili meçhulün, cinayetin, kumpasın, provokasyonun ruhsatı var.

İster mafya, ister uyuşturucu kaçakçısı, ister din tüccarı ol, orada sana ‘vatan için’ ‘kutsal’ görevler verilir ve bunun adı, ‘devletin bekası’ olur.

****

Daha geriye gidelim, İttihatçılar’dan bu yana Türkiye’de iktidarı ele geçirmeye uğraşan her oluşum orduda etkin olma mücadelesi içinde olmuştur.

Osmanlı’nın son devrinden bu yana komitacılık, gizli cemiyetler, mason localarında örgütlenmeler, İttihatçı partiler niye olmuşsa o yüzden Gülen’in de bu alana girdiğini düşünüyorum.

Cumhuriyet’in ardından bütün farklılıkları dışlayan, onları birer tehdit olarak algılayan, despot, mütehakkim, cebrî, keyfî ve askerî bir rejim kurulunca bu hakim ideolojinin dışında kalan hemen her grup kendini gizlemek ihtiyacı hissetti.

Güya bir siyasi parti lideri olmasına rağmen TSK’da, MİT’te ve yargıda hiç de demokratik olmayan, şeffaflıktan çok uzak bir örgütlenme modeli kuran Doğu Perinçek neden ‘arkadaşlarımız, arkadaşlarımız’ deyip duruyorsa, Gülen de o sebepten böyle bir yapılanma kurmuştur zannediyorum.

Demokrasinin en meşru organları arasında olması gereken siyasi partilerin bile bir takım örtülü yapılanmalarının olduğu bir ülke burası.

Kısacası, devletimiz demokratikleşmedikçe ve gerçek anlamda bir hukuk devleti olmadıkça maalesef buna benzer gizli mücadele grupları hep var olacaktır.

****

Çünkü Gülen, ‘ya her yerdesindir ya hiç bir yerde’ düsturunca hareket ediyor. 

Hiç bir zaman sadece bir din adamı veya tek başına din alimi olmadı. Aynı zamanda bir siyasi aktör kendisi. 

Siyasi hedefleri, emirleri, hayalleri, beklentileri olan bir adam. Bunu da yine dinî gayeleri için bir araç olarak tasavvur etmiş olsa bile ‘devlet olmadan kudret olamayacağına’ inanmış bir lider.

Dini karizmasını da bu alanda çok iyi kullandı.

Ve öyle bir model kurdu ki, dünyanın dört bir yanında okul diye koşturanlarla, bürokrasiye adam diye yarışanlar asla birbirine karışmadı.

Su ile zeytinyağının aynı kapta bulunup da birbirine karışmaması gibi…

Fakat bu ‘hususî yapılanma’nın hatası, iddiasının aksine, hukuksuz yapıya son verip Türkiye’yi şeffaflığa kavuşturmak yerine o karanlığı kendisi lehine kullanmak oldu. O parazitli sahada kalmayı tercih etti. Var olan arızaları çeşitlendirdi ve ‘bizcesi’ni üretti.

Belki de doğası gereği zaten aksi mümkün değildi.

Gülen’in, B kümesi ile konuşurken, yapılan bazı hukuksuzlukları, “Cerrahlar neşteri vururken bazen şöyle genişçe vururlar ki kanserli hücreler yeniden nüksetmesin,” sözleri ile tecviz ettiği anlatılıyor. “Bu devirde Türkiye’nin meseleleri mutlak adalet ile çözülemez,” diyerek ‘adalet-i mahza’ yerine ‘adalet-i izafi’ anlayışının önünü açtığı da…

Haliyle sıfır noktasında bir milim olan sapma açısı, nihai noktaya vardığında kilometrelerce büyüklüğe ulaştı. 

Açık bırakılan kapı sonuna kadar aralandı ve orası yol geçen hanına döndü.

Ve o loş birimlerin tepelerinde görev alan bazıları, kendilerini Cemaat’in gerçek sahibi gibi görmeye başladı.

Nasıl ki ‘derin devlet’ aktörleri kendilerini ‘vatanın gerçek sahipleri’ olarak görüyorsa; ‘hükümetler gelir geçer ama biz kalıcıyız’ diyorlarsa, Cemaat’in kimi ‘hususî abiler’i de kendilerini öyle görüyorlardı. Zamanla da ‘devlet’ oldukları zehabına kapıldılar. En ölümcül hataları da bu oldu.

****

Tabiatı gereği bu mahrem yapı, en başta Cemaat’in geri kalanına karşı ‘tedbir’ uyguladı. Kendilerini en başta onlara karşı gizlediler.

Başka türlü olamazdı.

O yüzden siz yıllarca Cemaat okullarında çalışmış bir öğretmene, hayır kuruluşları için koşturmuş bir ev hanımına, abone kampanyaları için kapı kapı dolaşmış bir öğrenciye, okullar için bağışta bulunmuş bir esnafa, “Cemaat içerisindeki bazı birimler, kendilerine göre seçtikleri kimi isimlere sınav sorularını vermiş,” dediğinizde, nasırına basılmış gibi feveran ediyor.

Veya Cemaat içinde, ‘menfi hizmetler’ diye bir olgunun varlığından bahsettiğinizde size müfteri muamelesi yapıyor.

Sahte delil üretilmesi, bürokraside tasfiyeler için gerektiğinde kumpasa başvurulması gibi suçlar, bu insanların dünyasına o kadar uzak ki, kendi içinde bulundukları camia ile bunları kesinlikle yan yana getiremiyorlar. Bağdaştıramıyorlar. Dolayısıyla çok keskin tepkiler veriyorlar.

Tıpkı su ile zeytinyağı gibi…

Ama onlar bardağın tamamının su ile dolu olduğunu zannediyorlar.

“Şu kadar yıldır içinde bulunduğum camiada gördüklerime, okuduklarıma, dinlediklerime, yaşadıklarıma, tanıdıklarıma mı inanayım, sana mı? Hocamızın hayatı, konuşmaları, eserleri ortada. Bunlara değil de senin anlattığın saçmalıklara mı inanmamı bekliyorsun?” diyorlar.

****

İşte bu, ‘mahrem yapı’nın en büyük başarısı.

O ayrışmayı o kadar güzel becermiş, kendini o kadar güzel gizlemiş ki, Schopenhauer‘in kirpileri gibi soğukta bile yan yana gelemiyorlar.

Bu aslında, geçmişte Cemaat’e yakın kurumlarda görev yapıp da bugün bazı eleştiri getirenlere yöneltilen, “Daha önce niye bunları anlatmadın da şimdi bir aydınlanma yaşamış gibi konuşuyorsun? Bunları daha önce niye söylemiyordun? Küpünü doldururken iyiydi de şimdi Hizmet kaybedince mi ötmeye başladın?” şeklindeki soruların da cevabı.

Dediğim gibi, o hususi yapı, en büyük tedbiri kendi tabanına uyguladı.

Hemen hemen her şey, 15 Temmuz’dan sonra ortaya çıkmaya başladı.

O yüzden, kendi bireysel gazetecilik serüvenime başlarken daha yolun başında, “Bilmek ve bilmemek” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. O yazıya, “Şuna inanırım; bilmek ile bilmemek arasına kainat sığar. Bir şeyi bilmiyor olabilirsiniz. Ayıp değildir. En fazla öğrenmemenin utancını yaşarsınız. Fakat biliyorsanız… Artık sizin için dünya, bir an öncesine göre başka bir yerdir.” cümleleri ile giriş yapmıştım.

Kendi adıma konuşayım; 15 yıl Zaman gazetesinde çalışmış biri olarak, bugün bildiklerimin yüzde birini 15 Temmuz’dan önce bilmiyordum. Vallahi de bilmiyordum, billahi de…

****

Aslında Cemaat içerisinde binlerce insan aynı durumda.

Bugün şaşkınlık içinde, olan biteni anlamaya çalışıyorlar.

Eğer bu ayrımı yapmazsanız, sanki karşınızda homojen bir camia varmış, düsturlar yekpare imiş, liderin tek bir boyutu varmış gibi bakarsanız, işin içinden çıkamazsınız.

Lütfen bundan sonra yazacaklarıma A kümesinin penceresinden bakmayın. Eğer Cemaat gönüllüsü iseniz ve bu küme içinde yer alıyorsanız, üstünüze alınmayın. Konunun sizinle alakası yok. 

Her neyden söz edeceksem, B gezegeninde yaşananlardan söz edeceğim.

Hoş, siz isteseniz de zeytinyağı ile su birbirine karışmaz zaten.

Ne kadar karıştırırsanız karıştırın…

-DEVAM EDECEK-

ahmetdonmez.net\\\\\\\'e Patreon ile destek olun..
Become a patron at Patreon!

99 YORUMLAR

  1. Ben cemaatin inanç boyutunda bir çelişkisine dikkat çekmek istiyorum.
    Hatırlayalım;
    Cemaat ”sebepleri perdedar-ı dest-i kudret” yani Allahın kudret elinin perdesi olarak görür.
    Sebeplerin yani görünürde insanların yaptıklarının hakiki tesiri yoktur.

    Yapılan fiiller Allaha duadır. Her şeyi aslında Allah yaratır.
    Gülenin tabiriyle ”yapan O’ydu, eden O’ydu” denir.

    Yaratanın, yapan edenin aslında Allah olduğunu, insanın çabalarının fiili dua olmak dışında hiç bir tesiri olmadığını cemaat ve Gülen çok iyi bilir. Bu aslında tevhidin özüdür.

    Celalettin Harzemşah örnek verilir; savaşa giderken ”sen muzaffer olacaksın” diyenlere ”bizim vazifemiz savaşmaktır(fiili dua, kazanıp kazanmayacağımız Allahın bileceği iştir), Allahın vazifesine karışamayız” der.

    Peki Allaha bu kadar inanan ve güvenen, yaptığı işlerin aslında tesirsiz, sadece fiili dua olduğuna inanan biri, sebeplere taparcasına, Allaha güvensizlik işmam edercesine neden gayrı meşru yollara, tartışmasız günah olan fiillere girişir?

    Meşru sebeplerle dua edince (yani meşru dairede iş yapınca) Allah duaları duymuyor mu ki çirkin işlere giriliyor?

    Devlet içinde her türlü rezil yola baş vuran kanun kural tanımayan klikler var diye, Allaha inanan bir insan aynı rezil yöntemlere baş vurabilir mi?

    Bir örnekle açayım; devletin meşru polisi, mafya ile mücadele ederken, mafya pis yöntemler kullanıyor o zaman biz de kullanırız diyebilir mi? Diyemez, çünkü devleti ve polisi meşru yapan hukuk içinde mücadele vermesidir. Ayrıca devletin ve milletin gücü polisin yanındadır.

    Şimdi örneği tebliğ vazifesi yapan, Allahın has kullarına uygulayalım. Allahın tebliğ ile görevlendirdiği kulları, şeytanlar en pis işleri yapıyor biz de yaparız diye, diye pis sebeplere baş vurabilir mi?

    Allahın meleklerin gücü bu has kulların arkasında değil mi? Gerektiğinde Allah mucizeler kerametler bile yaratarak kullarına yardımcı olmuyor mu? Devletin gücünün polisin arkasında olması gibi Allahın gücü ”kutsilerin” arkasında değil mi?

    Adi aciz insanların bile kurduğu devlet sisteminde meşru görevliler pis işlere karışamazken, kainatın sahibi Allahın kulları, sebeplerin sahibi Allahın kulları pis işlere nasıl tevessül edebilir?
    Tesir-i hakiki elinde olan Allah meşru yollar ile dua edince duymuyor mu?

    Peygamberimiz Mekke’de, ” bu müşrikler açıktan söylersek bize hayat hakkı vermez, meşru yollarla onlarla baş edemeyiz, Kabenin anahtarlarını gizlice ele geçirelim, gizlenelim, onlardan görünelim, ekonomiyi ele geçirelim, yalan(pardon tevil) ile kendimizi gizleyelim” mi dedi?

    Cemaat baştan itikadi olarak yanlış bir metot ile yanlış bir yola girmiştir. Gizlenmeyi, kandırarak gücü ele geçirmeyi yöntem edinmiştir. Ve kendi A kümesinin bile nefretini kazanmıştır. Hiç bir peygamber böyle yüz kızartıcı yöntem kullanmaz.

    Cemaatin hedefi açıktır, İslamı hayata hayat kılmak ve nihai olarak Şeriatı getirmektir.
    Bu hedef İman-hayat-şeriat şeklinde risalei nurlarda açıkça belirtilmiştir.

    Neden şeriatı getirmek istediğini açıkça söylemezsin? Allahın düzeni utanılacak bir şey mi ki korkuyorsun? Peygamberler korktular mı? Gerekirse işkencelere göğüs germediler mi, gerekirse hicret etmediler mi?(bunları kendi fikrim olarak değil, inandığı şeylerin hilafını söyleyen çelişkisini göstermek için yazıyorum)

    Arkanda Allahın gücü ve kanunları yok mu? Aciz bir devletin polisi bile mafyaya karşı gayrı meşru yola girmiyor, zaruret tedbir demiyor hukukun dışına çıkmıyor, sen, arkanda Allah ve melekler, bütün kainatın gücü varken, Allahın ve insan vicdanının haram kıldığı iğrenç metotları nasıl kullanırsın?

    Zaruret deyip haram kapısını açınca, tevil deyip yalanı meşrulaştırılınca, devletin gayrı meşru işlere giren elemanlarının zıvanadan çıkması ve devleti bir suç şebekesine dönüştürmesi gibi, Gülen de cemaati, kutsiler yerine bir suç şebekesine dönüştürmüştür.

    • Zaruret fıkıhta çok çok istisna bir durumdur, binde bir ya gerekir ya gerekmez. Zaruret diyerek yalan ve gayrı meşru yollar bir metot haline getirilemez.
      Hele hele tebliğ gibi asli bir unsur bunlara kurban edilemez. Nübüvvetin, varsa, en büyük günahı yalandır. Gülen ”tevil” diyerek yalanı o kadar rahat bir metot haline getirdi ki, ömrünü ona adayan bağlıları bile illallah dedi nefret etti.

    • Güzel kardeşim bu hizmette tepedeki ihanet şebekesinin “ki en başta kalbi put dolu kukla kafalı o zat ilk sırada” din derdi yok iktidar derdi (20 yaşinda beri kendi ifadesi biliyorsunuz)var hala bunu anlamamış olman şaşırtıcı.Biz ayak takımının çok şükür böyle bir din ahlak derdi var.Tepedekilerin “Ahlaksız İcraatlarını” dini kavramlarla açıklamaya çalışıpta dini kavramları kirletme size nacizane tavsiyem. Bunlar için söylenecek tek söz var;Yaşasın Zalimler İçin CEHENNEM. Gerisi israf’ı kelam .

  2. Zaruret fıkıhta çok çok istisna bir durumdur, binde bir ya gerekir ya gerekmez. Zaruret diyerek yalan ve gayrı meşru yollar bir metot haline getirilemez.
    Hele hele tebliğ gibi asli bir unsur bunlara kurban edilemez. Nübüvvetin, varsa, en büyük günahı yalandır. Gülen ”tevil” diyerek yalanı o kadar rahat bir metot haline getirdi ki, ömrünü ona adayan bağlıları bile illallah dedi nefret etti.

  3. Merak etmeyin Ahmet bey A gezegeni dediğiniz o safiyane takım Prof.Dr.Elvan Aktaşın deyimiyle “Küresel 15 Temmuz” olunca ancak uyanacak çünkü B grubu dediğiniz mahrem yapıda zerre miktar milim değişiklik yok.Aynı hücre tipi yapı ,Türkiye’den kaçıp gelen ve Türkiyede binlercesi hapiste olan arkadaşlarını darbe yapmaya bizzat ve telefonla arayıp teşvik eden ,sonra da onları orada yüzüstü bırakıp kaçan ve teşvik ettikleri insanların hapse girmesine sebebiyet veren ve çoluk çocuk tüm hizmet insanının ırzına geçen bu sivil mahrem imamcıklar vasıtasıyla koca koca TSK Kurmayların tepesinde hala abilik yapıyorlar. Buna tüm TSK kademesindeki uzman erinden assubayına ve subayından kurmay subayına ve tabi ki kaçabilen general rütbesindekileride dahil edin.Güya aynı gizlilik ve tedbir ile sanki bir paralel TSK burada varmış ta yarın öbür gün Türkiyede görev alacaklarmış gibide buna inanıyorlar. O yüzden bu hücre tipi yapının sivil yapı ile irtibata geçmeleri hala yasak ta ki mahrem abilere ve onlarında en baştaki oyun kurucusu zatın iznine kadar.Ve bunlar hala gelişmiş ülkelerin gelişmiş demokrasilerindeki imkanlar ile yaşarken demokrasiden zerre miktar nasipsiz bir şekilde hala Türkiye’de darbe olurda düzelir rüyalarıyla yatıp kalkıyorlar. Bence siz ilk başta bu mahrem yapıyı ikna edinde bu güzel safiyane A grubu insanları bu mahrem yapı nedeniyle bir kez daha bir Global 15 Temmuz yaşamasın.İkna olurlarmı? Zannederim asla. Çünkü asıl ikna edilmesi gereken bu kadar bela ve musibeti Allah rızası ile cilalanmış kişisel hırsları nedeniyle milyonları zora sokan ve bu TSK mensuplarının akıllarını kiralayan o oyun kurucu zat ikna ola…Ki o ancak buna Ahirette ikna olacak gibi.

  4. Türkiye gerceklerini yazmak bu kadar sig ve basit olmamaliydi.
    Kime kumpas kuruldu ?
    Kimler bos iddialarla bürokrasiden tasfiye edildi ?
    Saglam delillerin olmadan sirf 2-3 iddianame okuyunca aydinlanmis gibisin 🙂
    O ; bugünü, yarini, 1 yil sonrasini, 10 yil sonrasini degil, bir ulusun/Milletin kaybolmus genlerini tamir icin, yüzyillarin kodlarini planlayacak kadar ileri görüslüdür. Arka sokaklarin sinmis, fakir ve en önemlisi hor görülmüs muhafazakar gencligini ülke yönetimine ortak ettigi icin anlasilmak istenmiyor. Özellikle medya ve sömürücü siyasi sirtlanlar sayesinde her 10 yilda bir öcü olarak lanse ediliyor. Onu anlayabilen insan sayisi cok cok azdir.

  5. Ahmet B merhabalar yazi dizilerinizi ilgiyle okuyorum cok tesekkur ederim ,ben bir linguistik yani filoloji uzmaniyim .Cemaat adim adim 15 temmuza nasil suruklendi ifadesi butun bir cemaati ,yani esnaf ,ogretmen ev,hanim masum suclu herkesi icine aldigi icin cok cidd kul hakkkna giriyor malasef .Elestiri ve tavsiylere aciksaniz ,Cematten bazilari veya bazi kesim adim adim 15 Temmuza nasil suruklendi olsa .Cok acitici bir baslik .Anlayisiniz icin cok tesekkur ederim .

  6. Bir mesele ancak bu kadar net ve duru anlatilabilirdi. Atesden gömlek giydiginizin farkinda olarak bu yola cikmis olmaniz ayrica takdire şayan. Niyetinizin herhangi bir güce yanasmak olmadigi, aksine sadece gercegin ve cok gec kalinmis bir gerekliligin pesinde oldugu cok acik. Umarim cani yanmis kitleler sagduyularini kaybetmeden size kulak verirler. Yoksa herkes bu kaybetme sarmalinda beyhude yorulmaya devam edecek…

  7. İnşaallah B kümesinde bulunan kişilerle yani asker polis bürokratik kadrolarla detaylı şekilde görüşmüssünüzdür. Zira bu serinin devamı mahrem veya hususi kişilerle görüşme araştırma yapma ile doğru bir sonuca varamaz. Çünkü benzetmede yaptığınız üçgen bence B kümesi içindedir var. Bunu çok iyi değerlendirmek çok iyi analiz etmek gerekiyor.

  8. Aslında üçgenin üst kenarındaki asıl güçten bahsetmemişsiniz.. Dış güç , ABD, CİA vesaire , hocanın ipleri kimin elinde, çünkü hocanın o mahrem yapıyı dizayn edecek, devasa bir örgütlenme, devasa bir mali güce erişme, yurtdışı ve yurtiçi girişimleri tek başına ve sadece dini bilgilerine veya yolunu izlediği Saidi nursi (kürdi) nin de tıpkı zamanının emrinde olduğu ingiliz derin yapıları gibi bir güçten destek almadan veya onların piyonu olmadan mahrem yapıyı kurması ne kadar olası ??? Burada sanki fetullah hareketini aklama veya en azından bir kısmını masum gösterme çabası var gibi. Unutulmasın ki, bu yapılanma ile ilgili ortaya atılan gerçekler 15 temmuz ile birlikte ortaya dökülmedi. Bizler 1978 den itibaren ışık evlerinde, 1980 li yıllarda MEB de, EGM de, ve dahi siyasi parti içlerinde neler yaptıklarını, 1990 larda polis okullarında neler olduğunu duyduk , okuduk, yaşadık , gördük.. 2000 li yıllarda zirve yapan hizmet hareketi katılımı sizin anlattığınız gibi görünmüyor , aslında o hareket içinde herkes her şeyin farkıda ve bilincinde idi…. Bir nevi OPUS DEİ örgütlenmesi gibi gladyonun bir uzantısı olarak görmek gerek… Saygılar

  9. 6 yıl 3 ay hapis cezası aldığım dosyada itirafçı olanlar da hiç kötü şeyler anlatmadılar. Sohbet, Kuran… Kendilerince hakikati anlattılar. Bu onların beyanının cezama dayanak olmasını engellemedi.

  10. Çok güzel tespitler…
    Bir iki şerh koyma ihtiyacı hissediyorum:
    Tabandaki iki grubun bu kadar izole olduğundan hâlâ çok emin değilim. Evet, A köşesinin uçları ile B köşesinin uçları birbirinden bu kadar kopuk olabilir. Fakat zannederdim bu iki grubun da kesiştiği gri alanlar var.
    Bir de, yazınızda adaleti izafiye ile şahsi kemalatından feragat etmek birbirine karışmış. Bunlar farklı şeyler. Adaleti izafiye başkası hakkındadır ve evet örtülü bir zulümdür. Şahsi kemalatından feragat etmek ise adı üstünde şahsidir ve bence saygı değerdir.

  11. Ahmet Bey
    Ben Turkiyedeyim
    Soylediklerinizin cogu dogru olabilir ama soylenmeli mi esas mesele bu
    Oncelikle
    B grubu olmasaydi bu hizmet istenildigi an tasviye edilebilirdi.
    Tabi B grubu hatalar yapmis olabilir, cunku burasi Ortadogu, gunduz vakti sokakta adam kaciriyorlar, hirsizlik aleni, torpilsiz bekci bile olamiyorsunuz, dinamikleri farkli, demokrasi ve seffaflikla da derin yapi kuramassiniz
    4.5 yildir A grubundaki onbinlerce insan bebekli kadin hapiste, yani zalimlerde zerre insaf yok
    oz elestirileriniz bu insanlara zulmedenlerin kendilerini hakli gormelerine ve iddialarina destek oluyorsa vebali büyük olur
    Neden Ergenekon vb. Derin orgutlerin adamlari ozelestiri diye ifsaatta bulunmuyorlar hic dusundunuz mu
    Cunku aninda temizlerler adami.
    Bence ifsaatlarinizda bunlari düşünün…
    Icerdeki bebekli kadinlari nasıl çıkaracağız
    Zalimleri ifşa edelim
    Vucudun hasta iken yaptıgı gibi
    Enerjinizi yaşatmaya harcayin lutfen…

  12. Merhaba Ahmet Bey,
    Seriyi ilgiyle okuyorum.
    Yazıda, “Dolayısıyla çok keskin tepkiler veriyorlar.” demişsiniz…
    “Su-zeytinyağı” metaforu kullanmışsınız. (bence yanlış!)
    Bana sanki kendinize yazıyorsunuz gibi geldi. (bence genelde öyle olur zaten!)
    ****
    İnsan kendisine kızar. Eğer içinde bir taraf olanı biteni görmüyor olsaydı “keskin tepki” vermezdi. Güler geçerdi. İçindeki bir taraf, söyleneni bildiğinden, diğer taraf onu bastırmak için “keskin tepki” veriir.
    Siz de biliyordunuz yapılan haksızlıkları. Bir tarafınız bundan rahatsızdı. Ama duymadınız o tarafı. Duymamayı tercih ettiniz.
    Özetle “Su ve zeytinyağı” metaforu sizi rahatlatıyorsa ne ala. Ama içinizdeki bir yan böyle olmadığını “gene” biliyor. Kızmayın ona. Umarım bununla da bir gün yüzleşirsiniz.
    Yanlış yapmak sorun değil. Yanlış yapmayan öğrenmez. Öğrenmeyen değişmez. Değişmeyen yaşamaz. Eğer değer sisteminiz kul hakkına geçmemekse, ben “üçüncü göz” olarak söyleyeyim size. Siz(ler) bunu yaptınız ve değer sisteminize ters düştünüz. Bundan sonra yapmazsı(a)nız, rahat edersiniz.
    Sevgiler

    • Bugüne kadar ailemden başka kimseye bahsetmediğim, bahsetmeyi de düşünmediğim bazı dehşet bilgileri, beni tanıyan insanların okuma ihtimaline rağmen buraya ulu orta yazacak olmamın tek bir sebebi var. Hocalarının ruhları cezbeye getiren vaazlarını dinleyerek toz pembe hülyalara bürünmüş; Samanyolu izleyip, Zaman okuyarak olaylara sadece kendi cephelerinden bakmaya şartlandırılmış; fakat şu an olan bitenlere bir anlam veremeyen, sizin tabirinizle üçgenin A köşesindeki insanlara bizzat başımdan geçen olayları anlatarak yaşadıkları mağduriyetlerin kökeninde geçmişte aldıkları bedduaların payının olduğunu gözlerine sokarcasına göstermektir.
      2009-2010’lu yıllarda çalıştığım devlet okulundaki Fethullahçı öğretmenlerle ters düşme durumu oldu. Başka bir cemaat olsa en fazla selamı sabahı keserlerdi, o kadar. Fakat bunlar bana baskı uygulamaya başladılar. Boyun eğmeyince, üçgenin B köşesi diye tabir ettiğiniz yapıyı da harekete geçirdiler ve birlikte topyekun baskı yapmaya başladılar. O güne kadar bunları sempati duyulası eğitim gönüllüsü, yaşatmak için yaşayan insanlardan ibaret zannediyordum ta ki A’nın harekete geçirdiği B’nin korkunç yüzüyle karşılaşana kadar. Böyle bir dünyadan haberim yoktu, şoka girmiştim. Konu fiiliyata dökülmediği, henüz psikolojik baskı, korkutma, sindirme, tehdit aşamasında olduğu halde yılı aşkın bir süre o kadar yoğun baskı altında kaldım ki (birilerinin baskı uygulayarak kafanızı uzun süre suyun içinde tuttuğunu var sayın) direncim kırıldı. Görünüşte insandılar fakat kişisel duygularını bir kenara bırakmış, kendilerine gelen talimatlarla robotlaşmış bir halleri vardı. Ölüm orucuna başlamaya karar verdim.
      Henüz üç yaşlarında çocuğu olan hayat dolu Anadolu insanı birisi nasıl eşini ve çocuğunu bir kenara bırakıp yaşama zevkini kaybetmiş bir vaziyette ölüm orucuna karar verir. A artı B’nin korkunç yüzünü varın siz anlayın. Benim bu noktaya geldiğimi fark ettiler, baskıyı devam ettirmekle birlikte biraz azalttılar ve ben ölüm orucunun kıyılarında yaşamaya devam ettim. 2013’te o şehirden ayrılınca büyük oranda rahatladım fakat psikolojik etkileri hala devam ediyor. O dönemde gücüm olsaydı asla affetmez ben de onların kafalarını suyun içine daldırırdım. Ülkemizde Fetö’nün baskısına maruz kalmış insanların kinlenmiş şekilde onların üzerine gitmesini gayet iyi anlıyorum. Benim gücüm yetmediği için ‘Allahım onların boyunlarını devir.’ diye beddua etmiştim. Bedduamdaki niyazım ülkedeki tüm Fethullahçıları değil bana saldıran ekibi kapsıyordu. Sonraki yıllarda gördüm ki bunlar çok sayıda insanın bedduasını almışlar.
      Örneğin çocukluğundan beri risale kökenli polis akrabamla uğraşmışlar, o akrabamın ‘Bunları assalar acımam.’ sözünü kulaklarımla duydum. Çocuğumun öğretmeninin ailesi E. Coşan Efendi grubunun sohbetlerine giden mütedeyyin insanlardı. Askeri okulda okuyan oğluna, ‘Ya bizim sohbetlere gelirsin ya seni atarız.’ demişler. Uydurma bir kalp rahatsızlığı raporuyla atıldığında ailesi şok geçirdi, kinlendiler, beddualar ettiler. Bunlar tek bir insanın sağında solunda gerçekleşmiş olaylar, ülke geneliyle çarpın, ortaya müthiş rakamlar çıkar. Muhtemelen en güçlü bedduayı, ‘Kim haksızsa ocaklarına ateşler salınsın.’ diyerek hocaları yaptı.
      Onlar beni ölüm orucunun kıyısında yaşatırken faturayı kız kardeşime kestim. Kız kardeşim o şehirde yaşamıyordu ve olan bitenden haberi bile yoktu. Onlarla organik bir bağı da yoktu. Sırf onlara sempati duyuyor diye kardeşlik bağımı kopardım. Annemin bir özelliği var, bazı ailevi konular rüyasında ona ayan olur, bu da ayan olmuş. Kız kardeşimle kol kemiklerimiz bitişik vaziyette yürüyormuşuz, kol kemiklerimiz birbirinden ayrılmış, farklı yollara gitmişiz. Annemin, ‘Aman yavrularım ayrılmayın.’ inlemeleri faydasız kalmış. Annem de beddua etti, ‘Buna sebep olanlar ateşlerde yansın.’ dedi. Bu olaydan sonra annem kanserin ağır bir türüne yakalandı, ağır tedaviler gördü. Kansere yakalanmasında yaşadığı üzüntünün etkisi ne kadar oldu bilemiyorum. Şu an aynı şehirdeyiz, çocuklarım halasını tanımıyorlar, hiçbir iletişimim yok. Mübarek gecelerde göz yaşı döküp dualar ettiğini duydum fakat Fethullahçılara kısas uygulayan ben robotlaştığım için tesir etmiyor.
      Anlatacaklarım bitti. Fakat ilk ve son defa konuşmuşken bir iki konuya daha değineyim. Asr-ı Saadet döneminden beri genel olarak mümin-kafir ayrımı vardır. Bunlarda ise keskin bir şekilde Fethullahçı olan ve olmayan ayrımı var. Fethullahçı değilse isterse mümin, beş vakit namazlı olsun onun pek bir kıymeti harbiyesi yok. Cemaatleri az çok tanırım, birbirlerini sevmeyenler, ters düşenler olur. Fakat tespit ettiğim bu özellik Fetö’de olduğu kadar hiçbirinde bu kadar keskin bir şekilde yok.

      Son bir konu, kırk beş civarında birinci dereceden kuzenim var. Az bir kısmı Fetöcülükten ihraç veya hapis veya kaçak yollardan ülkeyi terk etti. Çoğunluğu Fetö’ye ters bakıyor, kimisi kin besliyor. Bu durumun birçok sülalede yaşandığı malum. Allah korusun farzı muhal ülkemiz savaşa girecek olsa Fetö’nün düşmana destek vereceği şüphesini duyarım ki şu an savaş yok ama ülkemizin düşmanlarıyla iş birliği yaptıklarına dair somut haberler yayınlanıyor. Ey Fethullahçılar, bu ülkede kardeşleriniz, kuzenleriniz yaşıyor. Siz sütten çıkmış ak kaşık değilsiniz. Bunu bilesiniz diye sırrımı ulu orta yazdım.
      Bu siteyi bilmiyordum, son günlerde çıkan haber ulusal basında yayınlanınca haberdar oldum. Bu nasıl bir hoca ki binlerce kişinin sesini, videosunu kaydettirmiş, uçan kuştan malumatı oluyor fakat burnunun dibindeki adamının mal varlığından haberi yok!

      • Evet bende o baskılara dayanamayıp ölüm orucu ile kendimi öldürdüm. Şu an ahiretten yazıyorum. Rumuzum hayalet sevgili, örgütün b yüzü de burdalar seni soruyolar. Ölmedi mi daha o müptezel diyolar :))
        Yazmadan önce düşündüğün olur mu?

        • 2009-2013 yılları arası günlük tutmuştum, her şey kayda geçti, yaşadıklarım tamamen doğru, rumuzumdaki adın doğru olduğu gibi. Fakat yazımın son paragrafları kişisel yorumlarım, yorumlarımda hata olabilir.

        • 2009-2013 yılları arası günlük tutuyordum, her şey kayda geçti, yaşadıklarım doğru, rumuzumdaki adın doğru olduğu gibi. Fakat yazımın son paragrafları kişisel yorumlarım, orada hata olabilir.

  13. Yazılanlardan daha dehşet verici olanlar yapılan yorumlar aslında.
    Yorumlar:
    1-yalan, iftira.
    2-hakkım haram olsun.
    3-bu cemaatciler zaten haindi.
    4-bu derin devletle başka türlü başedilemezdi.

    • 2009-2013 yılları arası günlük tuttum, her şey kayda geçti, yaşadıklarım gerçek, rumuzumdaki adın gerçek olduğu gibi. Fakat yazımın son paragrafları kişisel yorumlarım, orada hata olabilir.

      • 2009-2013 yılları arası yazdığım hatta kısmen 2014’e sarkan günlüğüme baktım. Şarampole yuvarlandıklarını yazmışım. 15 Temmuz 2016’dan çok önceki bir tarihte bunların şarampole yuvarlanacaklarını görmüşüm. Esasen Risale kökenli birisiyim, Fethullahçı yapılanmada görev almışlığım yok. 2009’da bulunduğum şehirde beni sohbetlerine davet ettiler, iki defa gittim, tavırlarından rahatsız oldum ve gitmek istemediğimi bildirdim. Bunun üzerine beni ölüm orucuna sürükleyecek şiddetli bir baskıya maruz kaldım. Bugünlerde TRT’de yayınlanan Mahrem adlı dizide askeri öğrencilere de yoğun baskı uygulandığını görüyoruz. Yaşadıklarımı günlüğüme yazdım. Günlüğümün birkaç paragrafını buraya aktarayım ki bunların 15 Temmuz’da şarampole yuvarlanmaları daha iyi anlaşılsın:

        “Bir kişiyi ya da grubu hedef aldıklarında bütün güçleriyle taarruza geçiyorlar. ne yasa ne anayasa ne şeri hukuk ne cemaat prensipleri hiçbir şey dinlemiyorlar. Haberlerden, yazarlardan takip edebildiğim kadarıyla bu durum ülke genelinde yaygınlaşmış vaziyette ve tiksinti yaratıyor.”

        “Fethullahçıları eskiden sofu dindar zannederdim, kişisel yaka paçadan sonra anladım ki bunlarda ne hukuk var ne şeriat hukuku, ne kanun ne kural hiçbir şey yok. acaba ben mi yanılıyorum diye defalarca gözlemledim, sonuç aynı, bunlar için her şey mübah. rahatlıkla dün dündür, bugün bugündür politikası yapmaktan kaçınmıyorlar. bu durum bazı insanların fethullahçılıktan tiksinmesine neden oluyor.”

        “Bunlar hedefteki kişileri sinsice izliyorlar, bilgi, belge vesaire topluyorlar. bunları yaparken hukuk mukuk dinlemiyorlar. ne devletin hukukunu dinliyorlar ne dinin emirlerini dikkate alıyorlar. hem de yasaları uygulaması gereken insanlar cemaatin çıkarları adına yasaları çiğniyorlar, yeter ki ağabeylerden emir gelsin. Hedefteki insanlara tehdit, şantaj, yıldırma, sindirme vesaire psikolojik harekat uyguluyorlar, gerekirse işi iftira derecesine vardırıyorlar. Resmi ve sivil kişiler birlikte hareket ediyorlar, hücuma kalkındığında topyekun kalkıyorlar. bunları bizzat yaşadığım için çok iyi biliyorum.”

        “fethullahçılığın şarampole yuvarlandığı gayet açık.”

        • Bu mesajı Fethullah Gülen’e yazıyorum. Önüne koyarlar da okur mu bilmiyorum. En azından siteyi takip edenler okur. 2010 ilkbaharında akşam namazına gideyim dedim. Akşam namazına gelenin az olduğu malum, 8-9 tane yaşlıca cemaat var. Farzı cemaatle kıldıktan sonra sıcaktan bunaldığım için sünneti caminin arka bölmesinde kılayım dedim. Camilerin çoğunda avludan içeri girince avluyla ana mescit arasında kalan, bazen bir tarafında imam odası bulunan ara bölme olur. Hatta bazı camilerde namaz aralarında ana mescidi kilitlerler, ara bölme açık bırakılır, namaz kılmak isteyen orada kılar. Hızlı adımlarla arka bölmeye gidince bir de ne göreyim. Resmi kıyafetli bir polis orada diz üstü oturuyor. Yüce Rabbimin hikmetine bak. Polisin dibine kadar gittim, yanı başında namaza durdum. Adam telaşlandı, iki elini kaldırıp dua eder gibi yapmaya başladı. Yahu bu neyin duası. Biz içeride imamla farzı kılarken bize katılmadı, sünneti kılmadı. Ayetel Kürsi okunup tesbihat da yapılmadı. Tabii ben durumu çok iyi anladım. Adamın abdesti yok, o nedenle namaza iştirak etmeye veya ferdi kılmaya çekindi. Ben camiye bazen, akşam namazına nadiren giderdim. Nasıl bir takip sistemleri var ki benim o anda camide olduğumu tespit etmişler, derhal polis sevketmişler. Ben camiye girerken polis yoktu, farzı kılarken adam camiye girivermiş. Amaç psikolojik yıpratma. (Daha başka mekanlarda da üzerime polis saldılar.) Ey Fethullah Gülen, senin baban cami imamıymış. İmamların görevi gereği abdestini alır, camide namaz kıldırır, caminin temizliği ve güvenliği için gerekli çalışmaları yaparmış herhalde. Sen de resmi memuriyetin dolayısıyla camilerde görev almışsın. Senin yetiştirdiğin ve belki de sınav sorularını verip puanı yetmediği halde polis yaptığın bu moloz kafa şakirdin abdestsiz cami baskını yapıyor. Ben bu olayı hemen o gün günlüğüme yazmıştım. Günlüğüme yazdıklarımı e posta adresime kaydediyordum. Sizin bu işlerden anlayan bilişim görevlilerinizden biri e postama giriyor, günlüğüme yazdıklarımı kopyalayıp benim üzerime gelmekle görevlendirilmiş kişilere iletiyordu. Yani günlüğüme yazdıklarımdan anında cemaatin haberi oluyordu. Abdestsiz cami baskınını günlüğüme yazdığımda senin için ağır bir kelime kullanmıştım. O kelimeyi buraya yazmayacağım, sitenin kurallarına uymaz. Arşivinizde günlüğüm duruyordur, oradan bakabilirsin.
          Ahmet Dönmez Bey’in kurduğu bu site cemaati farklı açılardan irdelemeye olanak veriyor. Sitenin amacına uygun olarak, yaşadıklarımdan yola çıkarak maddeler halinde somut bilgi vermek istiyorum:
          1. Görev yaptığım ilköğretim okulunda eski sisteme uygun olarak ilk ve ortaokul bir aradaydı. İlkokul 4. sınıfın dersine giren Şükrü adlı bir öğretmen vardı. Soyadını bir türlü hatırlayamadım, keşke günlüğüme ad ve soyadları not etseymişim, bir gün eski defterleri tekrar karıştıracağım aklıma gelmemişti. Bu adam mühendislik fakültesini bitirmiş, ilkokul sınıf öğretmeni olarak atanmış. Mehmet Sağlam’ın bakanlığı döneminde 1996 yılında eğitimle ilgisi olmayan bölümlerden bir defaya mahsus 50 bin tane ilkokul öğretmeni alınmıştı. O nesilden hala çalışan öğretmenler var. Ben de 1996 yılında İngilizce öğretmeni olarak atandım. Muhakkak bu da o dönem atanmıştır. Bu adamın yaşı 45’i geçkindi, bekardı, annesiyle kalıyormuş. Ciddi ölçüde psikiyatrik sorunları varmış, her gün hap yutuyordu. Bazen haplar yetersiz kalıyordu, yüzü bir tuhaf oluyordu. Kardeşinin Rusya veya Ukrayna tarafında firması varmış. Firmanın, dolayısıyla da kardeşinin cemaatle bağlantısı varmış. Tatillerde yurt dışına gidip kardeşinin firmasında çalışıyormuş.

          O sınıfın İngilizce dersine girdiğim için biliyorum, sınıftaki masasının üstünde çok sayıda mühendislik kitabı olurdu. Ders esnasında kendi kitaplarına gömülürmüş, öğrenciler ise okulun avlusunda oynadıkları oyunları sınıfın içinde oynarlarmış, Şükrü Hoca aldırmazmış bile. Derslerin çoğu böyle geçermiş. Ertesi yıl kural gereği 1. sınıfı okutması gerekiyordu. Okul idaresine ayak diredi. ‘Bana 1. sınıfı vermeyin, ben yapamam’ dedi. Okul idaresi yine de verdi. Sonra ne mi oldu? Şükrü Hoca sınıfa gitmedi, öğrencileri öğretmenler odasına çağırdı. Bunu her gün yapınca öğretmenler rahatsız oldu, veliler isyan etti. Okul idaresi Şükrü Hocayı o sınıftan alıp başka bir sınıfa vermek zorunda kaldı. Böyle bir rezalet olabilir mi? Böyle bir adamı cemaate ait okulda çalıştırırlar mıydı? Bu adam devlet okullarında yıllarca nasıl öğretmenlik yaptı? Yıl 2008-2010 arası, okul Mersin Akdeniz İstiklal İlköğretim Okulu. (Sonradan yeni sistemde İstiklal İlkokulu olmuş.) O yıllarda orada görev yapanları bulup sorabilirler Şükrü Hocayı. Şükrü denen adam bir gün öğretmenler odasındaki bilgisayara çırılçıplak kadın fotoğrafı yüklemiş, okuldaki diğer fethullahçılar buna çok kızdılar, bilgisayarı bozdular. Bilgisayarın kasası ve ekranı olduğu yerde durmaya devam etti fakat bozdukları için okulun öğretmenleri kullanamadı. Halbuki öğretmenlerin işine yarıyordu o bilgisayar.

          İşte burada farkettiğim onlara ait bir özelliği vurgulamak istiyorum. Cemaat eğer imkanı varsa pis işlerinde taşeron kullanıyor. Bazısı maşa der, ben taşeron diyeceğim. Bu taşeron bir kişilik şahıs da olabilir, grup da olabilir. Hedef haline geldiğimde Şükrü’yü üzerime saldırttılar. Onun yüzünden benim de yazdığım mesajlarım sertleşti. Sohbetlerine davete layık görülen müspet insan grubundayken bir anda bir an önce bertaraf edilmesi gereken süper menfi gruba dahil edildim ve dört bir koldan saldırıya maruz kaldım. Toz pembe bir dünyada yaşarken bir anda ne olup bittiğini anlayamadan ölüm orucu noktasına getirildim. Taşeron olarak kullandıkları Şükrü Hoca olmasa işler bu noktaya gelmezdi diye düşünüyorum.

          2. Beni sohbete davet eden kişi okulun müdür yardımcısıydı. Anladığım kadarıyla yaşlıca olduğu gibi cemaatte diğer öğretmenlerden daha kıdemliydi. Okuldaki fethullahçılar onu Menzilci olarak tanıtıyorlardı. Anladığım kadarıyla bazı fethullahçılar kendi cemaat kimliklerini gizleyip diğer cemaatlerin sohbetlerine de katılıyorlarmış. Oralarda neler olup bittiğine dair bilgi toplayıp takip altında tuttuklarını tahmin ediyorum.

          3. Okuldaki fethullahçılar bazen kendi hocaefendilerinin aleyhinde laf söylüyorlar, Atatürkçü gibi görünmeye çalışıyorlardı. Her şehirde böyle yaptıklarını sanmıyorum. Şehrine göre değişiyordur.

          4. Yaka paçadan önceki dönemde bir gün okulun avlusunda müdür yardımcısıyla karşılaştık. Fakir öğrencilerin okul aidatı adına az miktarda parayı okula bağışlamak istediğimi söyledim. Parayı aldı, ‘ Okulun işleri nasıl olsa yürür, cemaatin projeleri para bekliyor’ türü hızlıca bir şeyler söyleyerek yanımdan ayrıldı. Dediklerini tam anlayamadım, yalan olmasın anladığım kadarıyla o para okulun değil cemaatin kasasına gitti.

          5. Bunlar hasım olarak gördükleri kişinin karnının yumuşak tarafını tespit etmeye çalışıyorlar. Tespit edebilirlerse sürekli o noktayı yumrukluyorlar. Muhtemelen bende dişe dokunur bir şey bulamadılar, bu nedenle üst katımıza bekar dişi yerleştirip işe yarar malzeme çıkartmaya çalışmış olabilirler. O bayanın kimliği henüz bilinmediği için kesin bir şey söyleyemiyorum. Fakat bir defasında günlüğümü yazıp e posta adresime yüklediğimde, yazdıklarıma fena kızmış olacaklar ki o gece rüyamda simsiyah akrebin evimin mutfağında öfkeden çıldırmış vaziyette kendini duvardan duvara fırlattığını gördüm ve korkuyla uyandım. Bu gördüğümü de yazıp e postama yükledim çünkü onlar e postamı okuyor, ona göre hareket tarzlarını şekillendiriyorlardı. Mutfak demek ekmek demek, demek ki bunlar ekmeğime bile göz koydular. Şimdi ne oldu, onların çoğu kendi ekmeklerinden oldular. Rüyayla amel olmaz ama kız kardeşimle yollarımızın ayrılacağına dair annemin gördüğü rüya doğru çıkmıştı, bunu ilk yazımda anlatmıştım.

          6. Evimi dinlediklerinden eminim. Bunu devletin imkanlarını kullanarak yapıyorlardır. Devletin imkanlarını devletin düşmanlarını değil kendi hasımlarını takip etmek için kullanıyorlar.

          Bundan sonra ne olur? Ta 1986’lı yıllarda Risale grubuyla tanıştığım için biliyorum, o zamanlar müthiş bir ihlas, müthiş bir safiyet içeren bir dünya vardı. Bu anlatılmaz ancak yaşanarak anlaşılır nasıl bir şey olduğu. Fethullahçılık dairesinde kesinlikle görev almadım, tahminimi söylüyorum. Bazıları kendi kişisel safiyetlerinin sonucu olarak orada benim Risale grubunda gördüğüme benzer bir dünya gördüler, kendilerini kaptırdılar. Herkesi kendileri gibi zannettiler fakat Şükrü Hoca örneğinde olduğu gibi maşa olmaya müsait berbat insanlar çıktı, Allah rızasından ziyade maaş için, çalınan sorulardan faydalanmak için, icabında ticari menfaatler için, cemaatin kendi kurumlarında iş için ve daha başka niyetlerle katılanlarla cemaati genişlettiler. Cemaat genişledikçe insanları mümin ve mümin olmayan değil de fethullahçı ve fethullahçı olmayan diye ayırmaya başladılar. Muhafazakar iktidarı devirmeye kalktılar. Muhafazakar iktidarı destekleyen milyonlarca namaz kılan insanı, yüzbinlerce ehli kamili, onbinlerce evliyaullahı karşılarına aldılar ve bunun cezası olarak müthiş bir tokat yediler. Şu an cemaate yönelik müthiş bir öfke var, cemaat tarafı ise bir gecede değişen dünya karşısında şaşkın ve sarsılmış vaziyette. Bana göre bu nesil asla bir araya gelemez. Fakat şu olur:

          Şimdiki gençlik 1985’lerin perişan Türkiyesini, 1980 öncesi kaosu bilmiyor. Ne kadar anlatsan anlamazlar, umursamazlar bile. Bundan 30-40 sene sonraki nesil, yani bizim çocuklarımız ve torunlarımız bugün yaşanan kaosları bilmeyecekler, kendi alemlerinde olacaklar. Allah vere ki aziz üstadın ‘Şu istikbal inkılabı içinde en gür sada İslam’ın sadası olacaktır’ müjdesi gerçekleşmeye yüz tutsun, bunun yaklaştığını fark eden o zamanın imanlı nesli omuz omuza verip bunun için çabalasınlar. Böyle olur mu bilemem, benim ki sadece müspet bir temenni.

          Yaşanmış gerçeklerden yola çıkarak irdeleme adına yayınlayabilirsiniz.

          • KHK’lı polis kendini yakarak intihar etmiş. Allah rahmet eylesin. Acaba abdestsiz cami baskını yapan bu polis miydi? Bu değilse bile ruh ikizidir. Rahmetlinin üç çocuğu varmış. Benim de üç çocuğum var. İlk çocuğumla ikincisinin arasında 10 yaş fark var. Sülale çevremiz hep merak etmiştir, neden 10 yıl diye ağzımızı aradılar. İlk defa açıklıyorum. Fethullahçıların sivil ve resmi kanadı beklenmedik bir kabus olarak üzerime çökünce ya intihar türü bir iş başıma gelecekti ya başka bir musibet. Rabbim korudu çok şükür fakat etkileri hala devam ediyor.

          • Mesleğimin yirmi beşinci yılı dolayısıyla hazırladığım yazıya bakılırsa fethullahçıların yoğun baskısı altında olduğum dönemde bile Rabbimin ihsanı olarak çalışmalarımı aksatmamışım. Fethullahçılar taşeron olarak kullandıkları Şükrü hocayı koruyup kollarken beni sindirmeye çalışıyorlardı. Bir önceki yazıya bakıp Şükrü hocayı hatırlayabilirsiniz.
            25. YIL
            Değerli arkadaşlar, öğretmenler günümüz kutlu olsun. 1996 – 2021, bu yıl 25. yılımı tamamladım. Dile kolay, çeyrek asır. Bana bu kapıyı açan Rabbime hamd ederken duygularımı sizinle paylaşmama izin verin lütfen.
            Odtü’yü dört yılda bitirmiş, Odtü ve Gazi Üniversitesi’nde iki yüksek lisansı birlikte yürütüyordum. Birinci yılı bitirmiş tez aşamasına geçmiştim. Hedefim gayet netti, doktora yapıp akademisyen olmak. O yıllara kadar kendi yağında kavrulup gitmiş küçük hatta minik esnaf olan babam 5 Nisan ekonomik kriziyle sarsılmış ve akabinde artık tamamen iflas etmişti. Çoğu günler cebinde on lirası bile olmamasının yanı sıra ailesini tokluktan açlığa düşürmenin depresyonunu yaşıyordu. O yıllarda yüz binlerce belki milyon tane aile benzer durumdaydı.
            Diğer mezunlarımız çoğunlukla özel sektörü tercih ederken boş gün ve saatleri sayesinde yüksek lisans ve doktoramı yaparım ümidiyle o güne kadar aklımın ucundan bile geçmeyen İngilizce öğretmenliğine başvurdum. O yıllarda İngilizce öğretmeni kıtlığı vardı, bakanlık İngilizce eğitim yapan üniversitelerin farklı bölüm mezunlarını öğretmenliğe kabul ediyordu.
            Eğitim fakültesinde öğrencilik yapanlar elbette öğretmenlikle ilgili idealler, hedefler beslemişlerdir iç dünyalarında. İlgisiz bir fakülte mezunu olarak maaşından ve boş vakitlerinden yararlanmaktan başka bir amacım yoktu. Soğuk duygularla başladım mesleğe.
            Ankara Mamak’ın yoksul bir semtinde ortaokulda çalışırken duygularım değişti. Çoğu Yozgat, Çankırı gibi çevre illerden gelmiş, zor şartlarda tutunmaya çalışırken ekonomik krizin etkisiyle daha da sarsılmış aileler vardı. Öğrencilerime içim ısındı. Zamanla öğretmenliğin yanı sıra ailenin üyesi gibi olmaya başladım. Eğitimleriyle yakından ilgileniyordum. Ruhum, beynim mesleğimle tamamen dolduğu için akademik hayallerim uçup gitti. Gazi Üniversitesi’ndeki yüksek lisansı bırakmıştım zaten, Odtü’de tezli statüde başladığım yüksek lisanstan da atılma noktasına gelmiştim ki önceden harcadığım emekleri göz önünde bulunduran hocalarım tezsize çevirip diploma almamı sağladılar.
            Mamak’ta çalıştığım iki ortaokulu anlatırsam roman olur. Sonuca gelirsek, altmış metrekarelik derme çatma gecekondusunda (şimdilerde öyle gecekondular kalmadı) akşam çayında beni utanarak ağırlayan öğrencim şu anda üniversitenin hazırlık sınıflarında İngilizce hocalığı yapıyor. Biri kimya yüksek mühendisi olmuş, araştırıp izimi bulmuş, ‘Hocam Ankara’ya gelirseniz sizi evimde ağırlamak isterim’ diye mesaj atıyor. Ve daha başkaları…
            İl değiştirdim. Sonraki okullarımın hiçbirinde ailenin üyesi olmayı gerektiren bir durum olmadı. Yüksek tempoya alışmıştım, kendimi kültürel çalışmalara verdim. 11 yıl boyunca hemen hemen her teneffüs okulun kütüphanesini açıp öğrencilerin kitap alıp vermesini sağladım. Okulun birinde kütüphane bodrum kattaydı, merdivenlerdeki koşturmaca ve telaşı tahmin edebilirsiniz. Birkaç yıl da kısmen ilgilenebildim kütüphaneyle.
            Aslında çocukluğumdan beri kitaplara merakım vardı. Her kitaptan bir şeyler aldım fakat ortaokul yıllarında okuduğum Risale-i Nur adlı eserler hiç abartmıyorum kişiliğimi yeniden şekillendirdi. İhlas, fedakarlık gibi değerleri aşıladı, ders başarım arttı, durağan ruhuma hareketlilik getirdi, beni bugünlere taşıdı. Henüz lise 1’de öğrenciyken yaz tatilinde çalışıp kazandığım parayla sınıfıma kitaplık yaptırıp içini kitaplarla doldurma girişimim olmuştu. Bu hatıram mezun olduktan çok sonra lisenin dergisinde yayımlandı.
            Ortaokul öğrencilerimin proje-performans ödevlerini okul dergisi olarak yayımlamaya karar verdim, sonra içerik daha da gelişti. İki yıl, iki sayı çıkardım. Okulun tek İngilizce öğretmeniydim, haftada 28-30 saat ders ve kütüphane yeterince yoruyordu. Her sayı için aylarca gece yarılarına kadar çalıştım, bazı haftalar sabahladım. O aylar öğretmenlikte en zorlandığım, ezildiğim dönemler oldu.
            İngilizce okul dergisi projem yeni açılan bir dersanenin ilgisini çekti, adını şehre duyurma amaçlı sponsor oldu. O yıllarda yüksek maliyetinden dolayı sadece iki puanlı lise renkli dergi çıkarabiliyordu, diğer tüm okullarınki siyah beyazdı. Zaten şehrimizde renkli baskı yapabilen matbaa da yoktu. Dergimi Ankara’da, anlaşmalı oldukları matbaaya bastırdılar.
            Açılmış ve artık adını yeterince duyurmuş olan dersane ikinci sayıyı bastırma konusunda gönülsüzdü. Sene boyunca haftada üç saat ücretsiz derse girerek dergimin ikinci sayısının da renkli çıkmasını sağladım. Devlet ortaokullarında nadir bir durum olan İngilizce okul dergilerimi yazıcıda tarattım, dileyen meslektaşlarıma gönderiyorum.
            Çalıştığım bir lisenin edebiyat öğretmenleri sınıflar arası münazara yarışması düzenlemişti. Öğrencilerin ve izleyicilerin yaşadığı heyecan ilgimi çekti. Sonraki yıllarda görev aldığım okulların birçoğunda Türkçe münazara yarışması düzenledim. Bunlardan bazısı yerel Tv ve gazetelerde haber oldu. Çok sayıda sınıfı münazaraya hazırlamak, turu geçenleri yeni konularla yeni turlara ve finale hazırlamak çok zahmetli fakat sonradan yorgunluk unutuluyor, geriye güzel anılar kalıyor.
            İngilizce dergiden sonraki yıllarda branşımla ilgili yürüttüğüm en önemli çalışma İngilizce hikaye kitaplığım oldu. Eskiden internetten kitap satın alıp kapımıza getirtme lüksümüz yoktu. Gittiğim şehirlerde kitapçıları tek tek dolaşır, öğrencilerin seviyesine uygun gördüğüm İngilizce hikaye kitaplarını satın alırdım. Devlet okullarında takdirlik, teşekkürlük ve daha alt düzeydeki öğrenciler genelde aynı sınıfta toplanıyor, ortalama düzeye göre ders anlatmak zorunda kalabiliyoruz. Başarılı öğrencilere İngilizce hikaye kitabı veriyordum. Öğrenciler bilmedikleri kelimelerle ilgili evde sözlük çalışması yapıyor ve tüm kitabı yanımda sözlü olarak çeviriyorlardı. Kitabında başarılı olan bir sonraki kitabı almaya hak kazanıyordu. Basit düzeyden başlayıp zora doğru gidiyorduk. Yedi ayda 46 tane kitap bitiren öğrencilerim oldu. Çok sayıda öğrencim bu sistemden faydalandığı için bir eğitim yılında yüzlerce kitap dinlemiş oluyordum. Okulun açık olduğu her gün yapılan, hem öğretmen hem öğrenciler açısından büyük sabır ve emek gerektiren bir çalışma bu.
            Salgın başlamadan önce bu okulda da İngilizce hikaye kitabı okutuyordum. Her hafta düzenli olarak öğle aralarında ve bazen okul çıkışlarında yaptığımız çalışmayı sizler de görüyordunuz. O öğrenciler 5. sınıftayken üç tane İngilizce öğretmeni değiştirmiş, ücretli öğretmen de girmiş. Sınıf rehber öğretmeni ve velinin beyanına göre İngilizceden soğumuş, denemelerde net sayıları bazen 3’e kadar düşmüş. Araya yaz tatili de girince ilkokul düzeyine düşmüşlerdi. Uyguladığım sistemle netleri yükseldi fakat aniden patlak veren salgın nedeniyle mart ortasında çalışmamız sonlandı.
            Bir ara Yozgat’a 110 km uzaklıkta Tokat sınırında bir kasabada çalıştım. Buradan bir şey çıkmaz demedim, bazı diğer çalışmaların yanı sıra İngilizce hikaye kitaplığı sistemimi uyguladım. Kasabada dersane, etüt merkezi, okul kursu gibi imkanların hiçbiri yoktu. Birleştirilmiş köy sınıfından servisle gelen 2,3,4 ve 5. sınıflarda hiç İngilizce görmemiş bir öğrencim müfredata özel hazırlanmış hikaye kitapları sayesinde İngilizcenin mantığını çözdü, kendisi de İngilizce öğretmeni oldu ve mezun olduğu kasabaya atandı. İki yıllık çiçeği burnunda İngilizce öğretmenimiz hayırlı çıktı, kasabanın çocuklarına şimdi de o yoğun bir şekilde İngilizce hikaye kitapları okutuyor.
            Bir okulda münazara izlediğimi, beğendiğimi diğer birçok okulumda uyguladığımı yazmıştım. Yozgat’ın kasabasında beraber çalıştığımız çok değerli ve yetenekli stajyer İngilizce öğretmeni kitaplık çalışmamı beğenmiş, ben oradan ayrıldıktan sonra uygulamaya devam etmişti. Onun devam etmesi sayesinde kasabadan bir öğrencimizin İngilizce öğretmeni olmasını sağladık. Mesleğimizde güzel örneklerin paylaşılması yeni güzel çalışmalara kapı aralıyor.
            O kasabada organ bağışı haftası nedeniyle cami imamıyla sağlık ocağındaki hemşireyi okula davet etmiş, öğrencilere dini ve tıbbi açılardan açıklama yapmalarını sağlamıştım. Bilgilendirme CD’si hazırlayıp öğretmenlere dağıtmıştım. Okulumun birinde ise TEMA Vakfı ile iletişime geçip yıl boyu etkinlikler düzenlemiştim.
            Edindiğim tecrübeler neticesinde bazı projeler geliştirip milli eğitim müdürlüklerine ve bakanlığa yolladığım oldu. Bunlardan biri şehirlere yabancı diller merkezi kurulmasıyla yani branşımla ilgili. Diğeri velileri çocuklarının eğitimiyle ilgili daha fazla bilinçlendirmeyi amaçlayan bir proje, bu yıl uyguladığım sistemle alakalı.
            Arada mesleki prensiplerimden bahsedeyim. Öğretmen zili çaldığında kalkıp sınıfa doğru adımlamaya özen gösterdim. Kırk dakikalık dersi kuyumcunun kırk gramlık bileziğine benzetiyorum. Mazeretsiz geç kalmalarda isterse bir dakika olsun, mahşerde hesabının sorulacağını düşünüyorum, bileziğin bir gramının bile hesabı sorulacağı gibi. Fakat nöbetçi olduğum günler bile hiçbir öğretmenin hareket tarzına karışmadım.
            Ücretli gayrı resmi etüt veya özel ders vermedim. Kadrolu öğretmen tüm mesleki enerjisini okuluna, öğrencilerine harcamalıdır. Artan vakti varsa ve mesleğinde kullanmak istiyorsa hedefi kendi okulu ve öğrencileri olmalıdır. Yukarıda zikrettiğim gibi yapılacak, bir ucundan tutulacak çok iş var. Büyük devlet olmanın yolu yeni nesli zihnen ve ruhen donanımlı yetiştirmekten geçiyor.
            Bu yıl için çok önceden, yaz tatilinin başından planlama yapmış ve müdür beyle paylaşmıştım. Fikir ve ideallerimizin bire bir uyuştuğu muhterem hocamın ihmali yüzünden istediğim sınıfları alamadım. Verilen sınıflarda kafamdaki projeyi uygulamaya koydum. 28 saat ders yükümün yanında haftada 8-10 saatimi projeme ayırdım. Haftada 6 gün 60 saat ders gören üstüne bir de serviste vakit harcayan 5. sınıf öğrencilerimin yoğunluğuna rağmen öğrenci ve velilerin büyük teveccühüyle karşılaştım. Salgında uzun süre ara vermiş olmanın sarsıntısını veliler de hissediyor elbette. ‘Hocam ilkokula giden kardeşi var, o da iştahlandı, İngilizce çalışıyor’, ‘Hocam, bu yaşımdan sonra ben de İngilizceye heveslendim’ gibi mesajların haddi hesabı yok. Tüm mesajlar telefonumda duruyor. Meslek hayatım boyunca bu kadar kısa zamanda bu kadar hızlı ilerlemeyi hiç görmedim. Bu yıl sınav yapıp öğrenci seçmemizin de bunda etkisi oldu. Fakat beş hafta sonra projeyi sonlandırdık. İngilizce çalışmaların hafızlığın önüne geçmesinden korkuldu, dörtte biri yatılı kalan öğrenciler de projeye yeterince dahil olamadılar zaten. Planlama yaptığım sınıflar bana verilseydi hala devam ediyor olacaktık. Müdür beyin 25 yıllık tecrübesi olan bir öğretmeni dinlemesi gerekirdi.
            Otuzlu yaşlardaki sporcular performanslarının zirvesindeyken ellili yaşlarında -dinç görünseler de- ancak bireysel idman yapabildikleri gibi benim yaşım da elliye dayandı. Genç görünsem de eski takatim yok artık. Kütüphane, münazara gibi branş dışı çalışmaları bıraktım. İyi ki diyorum mesleki gençlik yıllarımı dolu dolu, doya doya yaşamışım. Çalışmalarını erteleyenler belli bir yaştan sonra isteseler de yapamayacak duruma düşebilirler.
            Proje okulumdaki ve ülkemizin dört bir yanındaki öğretmenlerin birbirinden güzel çalışmalarını görüyor, denizde bir damla olduğumun farkına varıyorum. Şans eseri bu güzel meslekle tanıştım, sizlerle çalışmak çok güzeldi.

          • O döneme ait ilginç bir olayı anlatacağım. Bana uygulanan baskıyı artırma kararı alındığını tahmin ediyorum. O gece daha önce hiç yaşamadığım bir şekilde sabaha kadar yoğun baskı altında tutuldum. Ön planda taşeronları Şükrü Hoca vardı. Bu baskı yaka paça türü bir mücadeleye dönüştü. Telefonumun alarmıyla uyandım, sabah namazımı kılıp tekrar yattım. Yoğun baskı devam etti. Sonunda sırıtan bir iblis belirdi. Bu dünyada her varlığın resmi çizilebilir fakat ibliste o kadar derin bir çirkinlik ve iğrençlik var ki ne en usta ressamlar çizebilir ne de gelecek yüzyılların daha da gelişmiş teknolojik çizim ve animasyon programları. O gün telaşlı bir şekilde okula biraz erken gittim, Şükrü Hocayı görür görmez yaka paça olacağımızı bildirdim. E posta mesajımda ise daha ayrıntılı bir şekilde yazdım. Fakat bir şey değişmedi, fethullahçılar bir karar aldığı zaman uygulamaktan çekinmiyorlardı.

            Doğa üstü denebilecek bu olayı bu dünyada anlatmanın bir anlamı yok. Sözü 15 Temmuz’a getirmek için bahsetmeye karar verdim. O gün de bir karar alınmış ve uygulamaya konulmuş. Ortalık toz duman olduğuna göre bu olayda da sırıtan iblisler ortaya çıkmıştır her halde. Benim olayda kişisel bir sarsılma ve öz kardeşimle bile bağları koparmayla bireysel bir sonuç ortaya çıktı, 15 Temmuz’da ise milyonlarca insanı etkileyen devasa bir çarpışma var.

            İlahiyat alanında pek bilgim yok, merak ediyorum “Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar” ayet-i kerimesi ülkemiz için ne anlam taşıyor? Devirmeye çalıştıkları muhafazakar hükümet bakanlardan, milletvekillerinden ibaret değil ki. Onları destekleyen, onlara gönül vermiş milyonlarca namaz kılan, yüz binlerce ehl-i kamil, on binlerce veli misal zat var. Onların dillerinden düşürmedikleri ve benim de çok etkilendiğim Bediüzzaman Hazretleri’nin “Dahilde kılıç çekilmez (siyasi, toplumsal mücadeleyi değil silahlı mücadeleyi kastediyor)…Ahmet’i Mehmet’e kırdırmayın” sözünü nasıl yorumladılar acaba?

            Belki de eski sovyet bloku gibi aşırı merkeziyetçi bir yapı var; yerele ait gelişmeleri, hissiyatı önemsemeden tepeden inmeci emirlerle işleri yürütüyorlardı. Eğer yerel hissiyatı takip etselerdi 15 Temmuz’un çok öncesinde onlara yönelik müthiş bir tiksinti birikimi olduğunu anlarlardı.

            Bir de en küçük bir problemde işlerini polis camialarına havale etme özelliği vardı galiba ki bana da defalarca polis yönlendirip sindirme hareketi yaptılar. Polis camiası doğaları itibariyle şefkat, merhamet hislerini geri plana atarlar. Bir huy haline getirdikleri bu özelliğin sonucu 15 Temmuz’da işi subaylarına havale ettiklerini, onların bomba ve mermi yağdırarak pes ettirmeye çalıştıklarını fakat ters teptiğini gördük, benim bireysel yaka paçamda ters teptiği gibi.

            Acaba hata yaptıkları kanısını mı taşıyorlar yoksa elimize fırsat geçerse doksan milyon insanın yaşadığı bu ülkede Allah korusun yine aynısını yaparız mı diyorlar?

  14. Hayatımda bu kadar birbiri ile ters düşen, yalan ateşinde pişirlmiş iftira sossu ile zehirlenmış bir yazı okumadım.
    sayın yazar aslında o gurupların birisi doğrudur! Doğru olan sapkın gurup, bu günlerde ortaya cıkan AKP belediyelerinden dışarıya sığınmacı olarak yeşıl passportlu AKP markalı memurlar, 2003 den bu tarafa cemaatı içine yerleştırılmışlerin hepsi son ortaya çıkmış yöntemle gõnderilen kepçeler, buna casus demek daha uygun olur.
    Ha unutmadan yazayım, bu son senelerde AKP belediyeleri tarafından yeşil pasaportla gönderilenler biz cemaatdeniz diye iltica ettiklerinide bir zahmet yazı verin. 15 temmuz Allahın bir Lütfu olduğunun’ da altini çizmeyide untmayın.

  15. Sevgi Akarçeşme ile yaptığınız röportajların tamamını izledim ve büyük bir merakla yazı dizinizi okumaya başladım ama hayalkırıklığı yaşadım. Röportajlarda sizi çok hakkaniyetli görmüştüm ama yazdıklarınıza bakınca aynı kişinin kalemi değil gibi sanki.

    Öncelikle “menfi hizmet” = “mahrem hizmet” diye bişey yok. Soru çalma, adam kayırma, birilerinin kariyerine kumpas kurma vs. hizmetin tamamında vicdan sahibi olmayan insanların vazife sahibi olduğu yerlerde karşılaşılan şeyler. “Mahrem hizmet” diye sadece asker-polis hizmetleri kastedilirken diğer tarafta bir bakanlıkta alt seviyeli bir memur olmak bile aynı mahremiyet kurallarına tâbi. Hatta “mahrem” diye bilinen yapılardaki insanlar sıradan bir kurumda sıradan bir şubede çalışan bir mühendise göre mahremiyet konusunda daha laubaliler. Ayrıca taban dediğiniz şey ney anlamadım. “Mahrem hizmetlerde” bulunan birisi hizmetin tabanında olamaz mı? Vicdanıyla buralarda bulunmuş insanları zan altında bırakmaya hakkınız yok.

    Yazılarınızı okumaya devam edeceğim çünkü bilmek istediğim pek çok şeye cevaplar var yazılarınızda ama bu kadar yıl bu hizmetin içinde bulunmuş birisi olarak sapla samanı nasıl bu kadar karıştırıyorsunuz hayret ettim. Sadece “mahrem hizmetlere” yakıştırdığınız pek çok şeyin hizmetin bütün sahalarına yansıyan esintileri mevcut ve bu konuda herkesin öncelikle vicdanına karşı hesap vermesi gerek.

  16. Şu ayeti yakın zamanda gördüm: Kullarıma söyle sözün en güzelini söylesinler, yoksa şeytan aralarına girer. Kuşkusuz şeytan insanların apaçık düşmanıdır. İsra Suresi 53. Ayet

    Demek ki Şükrü Hoca öncülüğünde gece boyunca baskı altında tutulmam neticesinde sırıtan iblisin çıkışı Kuran ayetinde işaret edildiği gibi zorbalığın doğal sonucuymuş.

    Bundan cesaret alarak biraz daha yazmaya karar verdim. Fethullahçılar biraz mistik insanlar olarak bilinir. Camide abdestsiz olarak yakalandıklarında bunu kendilerinin haksız olduklarına manevi bir işaret kabul edip bana yaptıkları baskıyı sonlandırmalarını beklerdim. Tam tersine daha da artırılar. O yılın sonbaharında cami olayını tekrar gündeme getirip hocalarının bir parça (….) olduğunun en yüce makam tarafından tasdik edileceğine dair mesaj hazırlamıştım. Mesajı henüz e posta adresime yüklemeden evimin salonunda oturuyordum. O zamanlar iki buçuk yaşında olan oğlum kitaplıktan bir kitap çekip aldı, bana uzatarak “Baba oku” dedi. Rastgele bir sayfasını açtım, aklımda kaldığı kadarıyla şunlar yazıyordu: Peygamberimiz (SAV) mescidinde namaz kıldırırken ayetleri karıştırmış. Selam verdikten sonra cemaate dönmüş, kızarak “Sizden bazılarınıza ne oluyor ki abdestsiz namaza geliyorsunuz?” demiş. Abdestsiz kişilerin varlığı O’nun bile motivasyonunu olumsuz etkilemiş. Allah-u Ekber. Bu olayı önceden hazırladığım mesaja ekleyip gönderdim. Bunu en üst makamdan uyarı kabul etmelerini beklerdim.

    O yıl Mersin Akdeniz ilçesinden Erdemli ilçesine geçiş yapmıştım. Annem ziyaretime geldi. O gece rüyasında eli tüfekli adamların tüfeklerini bana doğrultmuş vaziyette olduğunu, benim son derece sıkıntılı olduğumu görmüş. ( Mersin’deyken de kız kardeşimle kol kemiklerimizin ve yollarımızın ayrıldığını görmüştü.) Halbuki annemin olan bitenden hiç bir haberi yoktu. Yaşadıklarımı kimseye anlatmıyordum, eşime bile bir şey söylemiyordum. Buna rağmen bunların anneme rüyasında ayan olması ilginç bir durum. Erdemli’deyken ölüm orucu kararı almıştım, çizgiden döndüm. Bu yoğun baskıların sonucunda hala kız kardeşimi affedemiyorum. Sıradan bir öğretmene eli tüfekli adamları yönlendirmenin karşılığı olmalı.

    15 Temmuz’da aynısını yaptılar. Şimdi namlunun ucu onlara dönünce sertliğin sertlikle cevaplandığını gördüler.

    Fethullahçıların bir özelliğini daha fark ettim o yıllarda. Saldırı emri verildiğinde robotlaşmış olarak üzerime geliyorlardı, kız kardeşimle yollarımın ayrıldığını bildikleri halde verdikleri zararı düzeltme konusunda kıllarını kıpırdatmıyorlardı. İnsan olan kendine çeki düzen verir, bunların hiç öyle bir dertleri yoktu. Annem hala hayatta, rüyasında gördüklerini unutmuş değil. Ben de yaşadıklarımı unutmuş değilim.

    • Yaşadıklarımı parça parça mesajlar halinde anlatmıştım, kronolojik olarak sıralamak istiyorum:
      2009 sonbaharı: Fethullahçıların baskısının başlaması.

      2010 sömestr tatili: Annemin kız kardeşimle kol kemiklerimizin ayrıldığını görmesi.

      2010 Mart ayı: Gece boyu yoğun baskı sonucu iblisin sırıtışını görmem.

      2010 Nisan: Üniformalı polisin camide abdestsiz yakalanması.

      2010 yazı: Erdemli ilçesine geçiş yapmam.

      2010 sonbaharı: Oğlumun uzattığı kitapta peygamberimizin kızması.

      2011 ilkbaharı: Annemin rüyasında eli tüfekli adamları görmesi.

      2011 ilkbaharı: Baskıların devam etmesi sonucu ölüm orucu kararı almam.

      Ahmet Dönmez Bey’in sitesi olmasaydı bunlar ortalığa dökülmeyecekti. İnşallah yazdıklarım Fethullahçıların olaylara farklı açılardan bakmalarına, empati yapmalarına vesile olur.

      • Başkalarına akıl dağıtanları pek sevmem, burada da öyle bir niyetim yok. Fakat parçalanmış bir aile var, konunun tarafı olarak yazıyorum.

        1.Risale-i Nur konusunda uzman değilim, az buçuk okumuşluğum var. Bediüzzaman Hazretlerinin ‘Dahilde kılıç kullanılmaz’ şeklinde kesin düsturu var, masumların zarar göreceğini yazıyor. Ömrü boyunca müsbet hareketi tavsiye etmiş, talebelerine vasiyet etmiş. Üstadın düsturlarını el üstünde tuttuğunuzu iddia eden sizler neden hayati önem taşıyan bu düsturu uygulamadınız? İşinize gelen kısımları alıp işinize gelmeyen kısımları attınız mı? Üstad uyuyun, gevşeyin dememiş, hayatı mücadeleyle geçmiş fakat dahilde silah kullanımına onay vermemiş. Üstad belki de İslam tarihinde dahildeki çatışmaların olumsuz sonuçlarını görüp bu sonuca varmış olabilir. Hz. Ali Efendimizle Hz. Aişe annemizin birbirine kılıç çekmesiyle başlayan ve tarih boyunca farklı coğrafyalarda devam eden iç savaşlar var.
        2. Üstadın yaşayan talebeleri ortak karar alıp bir temsilciyi veya temsilci grubunu hocanızla görüşmek üzere Amerika’ya göndermek istemişler fakat randevu alamamışlar diye duymuştum. Diyalog, hoşgörü perdesi altında ilerlediniz fakat gerçekteki uygulamanız müslümanları fethullahçı olan/olmayan şeklinde kategorize etmekmiş ki fethullahçı olarak görmediğiniz üstadın talebelerine bir randevuyu çok gördünüz. Türkiye’deki cemaatlerin ezici çoğunluğu size ters bakıyorsa onları değil kendinizi ayıplayın çünkü zamanında onları adam yerine koymadınız.
        3.Cemaat 15 Temmuz’a sürüklendi, tuzağa düşürüldü gibi yayınlar yapıyorsunuz fakat işin aslı öyle değil. En küçük sorunu bile polislerinize, eli silahlı adamlarınıza havale etmekten çekinmiyordunuz. Ben bunu bizzat yaşadım, o dönemdeki toplumsal olaylarda bunu net olarak gözlemledim. Silahlı güçlerinizi harekete geçirmeye çok iştahlıydınız, 15 Temmuz bunun yansıması ve zirve noktasıydı. Üzerime elli tane öğretmen çullansaydı bile o iblis sırıtmazdı, kız kardeşimle bu kadar uzun süre muhtemelen ömür boyu yollarımı ayırmazdım. Abdestsiz polisinizi, eli tüfekli adamlarınızı benim gibi sıradan bir öğretmenin üzerine gönderdiğiniz için ve hatanızda ısrar ettiğiniz için o iblis sırıttı. Az kalsın daha büyük zararlar olacaktı, oğlum yetim büyüyecekti, Allah korudu. Oğlum büyüdü, fen lisesinde okuyor aynı zamanda okul döneminde Kur’an kursunda yatılı kalıyor. Yatılılıkta dördüncü yılına girdi muhtemelen üniversitede de yatılı kalacak. Siz böyle bir aileye kılıç çektiniz, 15 Temmuz’da böyle bir millete silah doğrulttunuz. Depremden sonra başka bir şehirde aylarca kaldık. Yolları bilmediğim için telefonumun sesli navigasyon haritasını kullanıyordum. Yanlış yollara saparsam gitmek istediğim rota hakkında yeni haritalandırma yapıyordu. Siz çıkmaz sokağa saptınız, geri vitese takmaktan başka çareniz yok. Yeni rotanızda kesinlikle dahilde kılıç kullanımı olmasın. Hocanızın değil üstadın sözünü dinleyin. Muhtemelen hocanız da üstadın düsturunu çiğnediği için pişmanlık duyuyordur. Ahmet Dönmez Bey, hocanızın ‘Benim yüzümden oldu’ türü sözlerle pişmanlığını ifade ettiğini söylüyor. Cesur ve araştırmacı gazeteciliğinden dolayı Ahmet Bey’i tebrik ediyorum.

        • Lisans ve yüksek lisansımı Odtü’de yaptığımı yazmıştım. Oğlum ise fen lisesinin yanı sıra bilim sanat merkezinde eğitim alıyor ve çeşitli dallarda şehrimizin en çok ödül alan öğrencisi oldu. Facebook sayfamda benim ve oğlumun çalışmaları ayrıntılarıyla yer alıyor. Böyle bir giriş yapma nedenim aklı başında bir aile olduğumuzu, aklıma yattığı için aşağıda yazacaklarımı sizinle paylaştığımı bilmeniz için.

          Yakın zamanda İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağına dair bir bilgi var. Bu bilgi fethullahçılıkla ilgisi, bağı olmayan bir kaynaktan geldi. Bu bilgiyi 2010’lu yıllarda e posta adresimde yazmıştım. Mersin ekibiniz bunu teyit edecektir, yazdıklarım arşivinizde mevcutsa oradan da teyidi yapılabilir. 170 ülkede örgütlendiğinize göre sizde de bu yönde bir bilgi olduğunu düşündüğüm için bu bilgiyi sizinle paylaşıyorum, küçük bir grup olsanız paylaşmazdım. Eğer bizdeki bilgi yanlışsa sizdeki bilgi de yanlış demektir, eğer sizdeki bilgi doğruysa bizdeki bilgi de doğru demektir. Bu işin vakti hakkında nokta atışı bir tarih yok, şimdilerin bebelerinin orta yaş dönemine denk gelebilir. Zaten bu anlık gerçekleşecek bir şey değil yıllara yayılan bir süreç olacaktır.

          O dönem gerçekleşir mi, yaşı elliyi yeni geçmiş biri olarak o yılları görür müyüm bilmiyorum. Hani sizin bu ülkede adam yerine koymadığınız milyonlarca namaz kılan, yüz binlerce ehl-i kamil, on binlerce evliya misül insan var ya, eğer o iş gerçekleşirse ilk başta onlar bu işin birer ucundan tutacaklardır. Aslında onlar zamanında size güvendiler çocuklarını, torunlarını sizin okullarınıza gönderdiler, gazetenize abone oldular, televizyon kanalınızı izlediler, Türkçe olimpiyatlarınızı alkışladılar, kurban derilerini verdiler, diğer ülkelerdeki okullarınız için parasal yardımda bulundular, adak kurbanlarını oralara gönderdiler (meğer sembolik bir iki kurban kesip paraları başka yerlere aktarıyormuşsunuz). Anadolu müslümanı size hakikaten güvendi, zaten sizin tamamınız bu Anadolu müslümanlarının çocuklarısınız, başka bir milletin çocukları değilsiniz. Hoşgörü, diyalog, siyaset üstülük gibi prensiplerle çıktığınız yolda sonra ne oldu? Birden bire siyasileştiniz, siyasetin dar kalıpları içine girdiniz daha da kötüsü önceki prensiplerinizi çöpe atıp kılıca sarıldınız. Bu millet dehşete düştü (kişisel vakamda ben de dehşete düştüm). Nefsi müdafaa için üzerinize çullandılar, silah tutan ellerinizi kelepçelediler ki birilerine zarar vermeyesiniz. Yahu siz bu vatanın evladıyken nasıl oldu da kendi vatanınıza, kardeşinize, bacınıza, amcanıza, kuzeninize kılıç çektiniz? Siz kafayı yemiş olmalısınız, bunun başka bir açıklaması olamaz. Az kalsın bana da kafayı yedirecektiniz de yaşamı seven bir insanı ölüm orucuna sürükleyecektiniz.

          O büyük günü görebilecek olanlara vasiyetim demeyeyim de tavsiyem var. Sizin ellerinizi kelepçeleyenlerle karşılaşırsanız eğer yaşı sizden büyükse ve ehl-i namazsa ellerini öpün, siz bize güvenmiştiniz biz bu güveni suistimal ettik, ‘Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı güçlü ve onurludurlar’ ayet-i kerimesine muhalif davrandık, kafirlere göstereceğimiz şiddeti bin yıldır İslamiyetin bayraktarlığını yapan bu millete gösterdik, üstadın ‘Dahilde kılıç kullanılmaz’ düsturunu ıskaladık, meğer yolumuzu rotamızı şaşırmışız, siz nefsi müdafaa adına bizleri enselediniz deyiniz.

          Kişisel mücadelemin en kalıcı sonucu kız kardeşimle yollarımı ayırmak oldu. Eğer sizde vicdan varsa taşeron olarak kullandığınız Şükrü Hocayı bana yollayın, kendimce bir ceza belirleyeyim bu iş çözülsün. Sizde vicdan yoksa kusura bakmayın vicdansıza benden de vicdan beklemeyin. Size bir yıl süre veriyorum aksi halde kız kardeşimle yollarım asla birleşmez, bunun vebalini toprağın altında daha şiddetli çektirirler.

          • Yıl:1919, K.Maraşlı kadınların kıyafetine ilişilir, onların yardımına koşan Sütçü İmam silahını düşmana doğrultur ve ateşler, kadınları kurtarır.

            Yıl:1999’lar, aradan seksen yıl geçmiştir. Düşman topraklarımızdan kovulmuş, şehir yeniden bizimdir(!) Köyden şehre göç dalgasına uymamış olan halam ayağında göçmeni, başında yazmasıyla köyündeki evinde yaşamaktadır. Oğlu astsubay olunca hastalandığı zamanlar K.Maraş’taki mini askeri hastaneye gitmektedir. Kendi anlatımına göre her gidişinde başını açması istenir, açmaz. Hemşire midir, sekreter midir amirlerinden bu yönde talimat aldığı için olsa gerek halamın başını zorla açar, halam tekrar örter; tekrar açar, tekrar örter. Her gidişinde bu olay defalarca tekrarlanır. İşin ilginci Sütçü İmam olayının olduğu yerle halamın başının zorla açıldığı yer aynı semtte, arası 200-300 metre mesafededir.

            Şimdi ise başörtülü subaylarımız var. Seçimlerde oy kullanmaya gitmek haricinde siyaset alanında adım atmamış, siyasete ilgi duymamış biriyim. Kazanımlardan dolayı ülkedeki muhafazakarların desteğiyle muhafazakar parti hala iktidarda. Eskiden Hindistan’daki kast sisteminden beter bir şekilde bu ülkenin müslümanları ikinci sınıf yaratıklar gibi muamele görüyordu. Tabii bunda ilimden-bilimden uzaklaşmış, dinini bile doğru dürüst öğrenememiş toplumumuzun da payı var. Muhafazakar iktidar döneminde bu durum değişti, muhafazakar topluma güven geldi, kendilerini nispeten geliştirdiler. Sonra iki çizgi arasında ölümcül bir savaş başladı. Fethullahçılıktan da siyasetten de uzak durduğum için bu savaşta yaşananların iç yüzünü taraflar kadar bilemem. Bildiğim şu ki fethullahçılar baskın gelseydi diğer tarafı tasfiye ederlerdi ama güçleri yetmedi, kendileri tasfiye oldu.

            Kuzenimin biri risale kökenli polisti, bunun yolunu kesmişler, onlarla yumruklaşmış. Öncesinde ve sonrasında da bununla uğraşmışlar. 2012 yılında dayanamayıp Erdoğan’a mektup yazmış, bunlar zıvanadan çıktı, ne zaman müdahale edeceksiniz diye. Cevap gelmemiş. O dönemlerde özellikle askeri okullarda işkenceler uygulanıyormuş, bunlar sonradan dizi haline getirildi. İktidar onların feryatlarına da kulak tıkamış. Sorusu çalınmadık sınav kalmamış, iktidardakiler o dönemde sessiz kalıp işlem yapmamışlar. Daha başka usulsüzlükler de görmezden gelinmiş. Ta ki 17-25 Aralık’ta işin ucu iktidara dokununca iş değişti. Demek istediğim şu ki daha önceki yıllardaki olayların üzerine hakkaniyetli bir şekilde gidilseydi fethullahçılar bu kadar pervasızlaşamazlardı. Sessiz kalındıkça pervasızlaştılar. İktidar bu noktada hatalı.

            Diğer konu, fethullahçılara övgüler düzüldü hatta siyasilerden hem çocuklarını hem torunlarını bunların okullarına gönderenler olmuş. Masum Anadolu insanı bu tabloya bakarak çocuklarını onlara emanet ettiler, güvenli yer olduğunu düşündüler. Şimdi çocukları ya hapiste ya yurt dışında. Siyasetçilerin çocuğuna, kardeşine, damadına, gelinine iltimaslı davranıldığına gariban Anadolu ailelerinin yakınlarına farklı davranıldığına dair söylentiler var.

            İktidarın ihmali, kusuru olsa da kabahatin büyüğünün fethullahçılarda olduğunu düşünüyorum. Yukarıda 22 Temmuz 2021’de attığım mesaja bakın, yaşadıklarımın geneline bakın, fethullahçıların kendilerinden olmayanları gerekirse hileler yaparak tasfiye etmeye kararlı olduğu anlaşılacaktır. Yüce Allah insana (ve diğer canlılara) tehlike anında kendini savunma refleksi vermiş. Ağır silahlı özel harekatçılar cumhurbaşkanının etrafını sarmışsa, Allah’ın izniyle o kuşatma yarılıp kurtulunmuşsa, o cumhurbaşkanının kuşatmayı yapanlara dünyayı dar etme hakkı doğar. Eğer onların hocaları ağır silahlarla kuşatılsaydı, canlarını feda edip hocalarını kurtarmaya çalışırlar ve kuşatmayı yapanları parça parça ederlerdi.

            Halbuki halamın yazmasına el uzatanlarla mücadele ederken bir ara güç birliği yapmışlardı, o güç birliğinden halkımız kârlı çıkmıştı. Eğer yeryüzü ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olunacaksa bu ancak güç birliğiyle hedefe odaklanarak olur. 170 ülkede örgütlenmişlerse bunun nedeni ticaret vesaire yapıp ceplerini doldurmak değildir zannımca.

            Yukarıdaki bir yazımda belirtmiştim, bu nesil artık bir araya gelmez, benim kız kardeşimle bile yollarımı ayırdığım gibi. Yeni neslin dahilde kılıç kullanmamasını dilerim, bunun çok acı sonuçları oluyor.

  17. Fethullahçıların eli silahlı kanadından çok bahsettim biraz da sivil kanadından bahsedeyim. (Eli silahlı kanat deyince çeşitli yerlerde polislerini karşıma çıkardılar; camide, kitapçıda vesaire. Eli tüfekli adam görmedim, onu annem rüya aleminde görmüş. Polislerinin beni yakından takip edip ablukaya almaları o şekilde ayan olmuştur.)

    45 civarında kuzenim var. Fethullahçı olan bir kuzenim diğer kuzenlerimin yanında HDP’ye oy verdiğini söylemiş, kuzenlerim bunu hoş karşılamamışlar. HDP’ye oy vermek normal bir durum değil zaten de bir de bunu ulu orta kuzenlerin yanında ilan etmek hiç hoş olmamış. İktidarı karşına aldın diyelim iktidarı destekleyen geniş halk kitlesini niye karşına alıyorsun, milletin sinir uçlarıyla oynuyorsun? O amca oğlu şimdi ailesiyle Almanya’da. Depremde meşhur Ebrar sitesinde on gün enkaz altında kalan annesinin enkazının başında bekleyemedi, cenazesine katılamadı, enkazdan 67. saatte çıkartılan ve ruhen çöküntü yaşayan amcamı teselli edemiyor. (Rahmetli annesi o saatte teheccüd kılıyormuş, cesedini seccadenin üstünde buldular, mekanı cennet olsun inşallah.)

    Belediye otobüsünde ayakta yolculuk ederken önümdeki koltukta oturan yaşlıca insanların yüksek sesle yaptıkları sohbet hala aklımda. Aynen şunları söyledi:” 20 yıllık cami arkadaşım beni aradı, HDP’ye oy vereceğini benim de oraya oy vermemi istedi. Tüylerim diken diken oldu, derhal telefonu kapattım. Benden nasıl böyle bir şey isteyebilir, HDP’ye oy verilir mi? Kurban derimi onlara verdiğim gibi arabayı oğluma verip kurbanda onlara yardım etmesini istemiştim, yazıklar olsun.”

    Eşimin bir amcası İstanbul’da oturuyor, köydeki çiftçiliği bırakmış ömürleri fabrika işçiliğiyle geçen insanlar. Üst katında fethullahçıların dersanesinde veya ona benzer bir yerde çalışan bir aile varmış. Çaya gelmek istediklerini söylemişler. Belediye seçimlerinde CHP’ye oy vermeleri yönünde açık ve net biçimde propaganda yapmışlar. Hanımın amcası onlarla selamı kesmiş. Biz CHP’ye oy verecek adamlar mıyız diye sinirli bir şekilde anlattı bunları.

    Bunlar benim duyduklarım, ülke genelinde on binlerce benzer vaka yaşanmıştır. Fethullahçılar siyaset üstülük iddiasıyla yola çıktılar ama dibine kadar siyasete battılar.

    Siyaset bir kenara futbolu anlayamadım. Ailedeki çocukları da sayarsak on milyonlarca Fenerbahçe taraftarı var (biz değiliz, zaten lig futbolunu takip etmiyoruz). Ülkede daha büyük sorunlar varken şike gibi geçmişte bir çok takımın fırsat buldukça yaptığı nispeten ayrıntı bir konuda Fenerbahçe’nin üzerine gidip on milyonlarca insanı karşılarına almakla neyi amaçlamış olabilirler? Güç gösterisi filan mıydı acaba?

    • Yazılarıma genel başlık koyacak olsaydım Ahmet Dönmez Bey’den esinlenerek “Fethullahçılar adım adım kendilerini nasıl Anadolu halkından soğuttular” başlığını uygun görürdüm. Güncel siyasete bulaşmaları ve silaha sarılmaları tiksinti ve öfkeye neden oldu. Oğlumu ilkokula yazdırırken diğer tüm öğretmen arkadaşlarım A şahsını tercih ettiler. Fakat azıcık olsun fethullahçılara sempatisi filan var mıdır, ucundan da olsa fethullahçılığa bulaşmış mıdır acaba diye tedirgindim. O esnada R şahsının oğlunun düzmece kalp raporuyla subay okulundan atıldığını, ailecek fethullahçılara kin beslediklerini öğrendim. Oğlumu gönül rahatlığıyla o öğretmenin sınıfına yazdırdım. İlk yazımda onlardan bahsetmiştim, ailecek Esad Coşan Hoca grubuna bağlılarmış.

      Bu ülkede yaşayan sıradan bir vatandaş olarak başımdan geçenleri yazdım ki fethullahçılar kendilerine duyulan öfkenin durduk yere olmadığını, ettiklerini bulduklarını anlasınlar istiyorum. Aynı zamanda yeni neslin aynı hatalara düşmemeleri noktasında geleceğe de sesleniyorum. Bu nesil böyle gidecek bari yeni nesil yaşananlardan ders alsın.

      • Bugüne kadar siyasetle hiç işim olmadı. Evimde TV olmayınca ailemi gündelik siyasetten uzak tutmayı başarıyorum. Yıllarca yaşadığım şehirlerde bile parti binalarının nerede olduğu hiç dikkatimi çekmemiştir. Fethullahçıların hışmına uğramış birisi olmama rağmen onların iktidarla ters düşme sürecini de o dönem ayrıntılı takip etmemiştim.

        Bilinçli bir araştırma olarak değil de medyada ara ara denk geldiğim bilgi kırıntılarını kafamda toparladım, burada yazmaya karar verdim. Şu anki nesil için değil, fethullahçıların çocukları, torunları bunları belki okur, olaylara farklı açıdan bakma fırsatı bulurlar diye yazacağım.

        Bu dünyada tertemiz yerler olduğu gibi çirkef yerler de var. Erdoğan’ın gençliği temiz yerlerde geçmiş. Eşi kapalı, ağır başlı biri. Başörtüsü sorununun devam ettiği yıllarda kızını örtülü olarak İstanbul’un imam hatip okullarında okutamayınca Karadeniz’de bir şehrin ilçesinde idaresini tanıdığı bir imam hatipe, gurbete göndermiş. Yine aynı sebeplerden dolayı yurt dışına gönderip eğitim aldırmak zorunda kalmış. Torununun biri ortaokulda hafız oldu. Ben öğretmenim, önceki yıllarda K.Maraş’ta hafızlık eğitimi veren ortaokulda bir süre çalıştığım için biliyorum okul dersleriyle birlikte hafız olmayı başarmak çok zorlayıcı bir süreç. İstese şaşaalı kolejlerin birinde eğitim görebilirdi ama hafızlık okulunu tercih etmişler. İHA-SİHA’ları geliştiren damadının yüzünde meymenet var. Şu anki hali itibariyle Hz. Peygamber görünse o delikanlının alnından öper gibime geliyor. Sizin Mersin ekibiniz beni doğru tanımışsa kimsenin önünde eğilip bükülmediğimi, düşüncem neyse dosdoğru söylediğimi bilmeleri lazım. Burada yazdıklarım siyasi amaçlı değil bilgi kırıntılarını kafamda bir araya getirip yazdım.

        Bir kitapta okumuştum, Fethullah Gülen ana doğumu itibariyle 19 yaşlarındayken İsmet İnönü Erzurum’a gelmiş, Gülen onun elini öpmüş, bu hatırasını bizzat kendisi anlatmış. Ezanı tanrı uludur diye okutan, Kuran kurslarına ezici baskı uygulayan bir adamın elini öp, en zor dönemde bile başını açmayan, neslini hafızlık okulunda okutan bir ailenin üzerine ağır silahlı özel harekatçıları gönder.

        Siyaset zorlu iş, halkın sahabelerden ve tabiinden oluştuğu bir dönemde Hz. Ali Efendimiz bile aciz kalmış dönemin siyasetine hakim olmaktan. Siyasette mükemmel olmak mümkün değil. Siyasetçileri eleştiren insanlara bakıyorum çoğu kendi konumlarında pek bir başarı gösterememişler, önce sen bulunduğun konumda bir şeyler ortaya koy diyesi geliyor insanın. Gelişmiş ülkeler nasıl bilemem de bizim ülkede ağzı olan rastgele konuşur. Aynı zamanda her halk kendi çıkarlarını iyi bilir, daha yetkin bir parti bulsalar tuttuğu takımı değiştirmez ama partisini değiştirir. Yirmi yıldan fazladır aynı parti iktidardaysa mevcutlar içinde daha yetkini bulunamadığı içindir, mükemmel olduğu için değil. Bir tek birey olarak biz kendimiz mükemmel olabiliyor muyuz, çocuğumuzu mükemmel yetiştirebiliyor muyuz ki on milyonların yer aldığı partiler mükemmel olabilsin. Bediüzzaman Hazretleri var olanlar içerisinde nispeten daha iyi olanı desteklemek zorunda kalmış, o da biliyordu o partinin mükemmel olmadığını.

        Kafamı koparsalar doğruları söylemekten çekinmem. Erdoğan öncelikle ülkeyi bu bölgenin lideri haline getirme azmi içerisinde gibi. Fethullahçılar ise 170 ülkede örgütlenerek daha küresel gayeleri varmış gibi izlenim bıraktılar Anadolu halkının desteğini aldıkları dönemde. Dar kadroyla yetinmeye kalktılar; daha önce dile getirdiğim milyonlarca namaz kılan, yüz binlerce ehli kamil, on binlerce evliya misül insanı yanlarına değil karşılarına alınca balon patladı.

        Yaşadıklarım gerçek, yorumlarımda hatam olabilir işin iç yüzünü bilmediğim noktalar olabilir, sonuçta üstte neler yaşandığını bilmeyen sıradan vatandaşım. Niyetim Ahmet Dönmez Bey’in sitesi durduğu sürece benim yazılarım da dursun, okuyanlar özellikle de çarpışmalar yaşandığında henüz günahsız sabı olan yeni nesil olaylara farklı açılardan bakabilsinler. Nihai karar yine kendilerine ait olacak.

        Son sözü üstada bırakalım: Evet, ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada İslam’ın sadası olacaktır.

        (Aslında bu söz Bediüzzaman’a ait değil, üstad kendisinden daha üst konumdaki birilerinden naklediyor bu müjdeyi. Bu müjdenin gerçekte kimlere ait olduğunu öğrenmek isteyen internette küçük bir araştırma yapsın.)

        • Aslında bugün yazmayacaktım. Hatta son yazımda son sözü üstada bıraktıktan sonra bir daha hiç yazmayacaktım. Bugün Ahmet Dönmez Bey’in videosunu izlerken altındaki bazı yorumlar dikkatimi çekti. Yazı dizime vesile olduğu için ara ara Ahmet Dönmez Bey’in çalışmalarına bakıyorum. İki yorumu gelecek nesillere aktarma amacıyla buraya alıntılamaya karar verdim.

          Yorumun biri şöyle: “…Bu anlattıklarınızı derinden yaşayan biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ben zaten uzun süredir hiçbir yerdeyim. Türkiye’de iken de hiçbir yerdeydim şimdi de hiçbir yerdeyim, birgün Türkiye’ye dönersem de hiçbir yerde olacağım. Cemaat benim evimdi ve 15 Temmuz’la beraber evim yıkıldı! Evsiz, barksız, vatansız kaldım. bana sorsanız senin dünyanı kim kararttı Tayyip Erdoğan iktidarı mı diye, size hayır derim. Hayır benim dünyamı ‘abi’ dediğim adamlar kararttı. Tayyip Erdoğan siyaseten yapması gerekeni yaptı, ama benim abilerim ahlaken yapması gerekeni yapmadı. Yani ortada işini iyi yapmayan birileri varsa onlar iktidar cenahı değil ‘abiler’ cenahı.”

          Yukarıdaki yorumda ve daha önce karşılaştığım yorumlarda genelde hocalarını es geçip suçu abilerine attıklarını görüyorum. Onlara tavsiyem hocalarının meşhur bedduasını unutmasınlar, “Kim haksızsa ocaklarına ateşler salınsın” bedduasını. Bu bedduanın tutmuş olma ihtimalini göz önünde bulundursunlar. Tüm planlamaların hocaları tarafından yapıldığını düşünmeleri gerekir.

          Bir başka yorum şöyle:”…Senin su ve zeytinyağı benzetmeni hiç unutmuyorum. Mahalleden yana mı olmak yoksa haklıdan yana mı olmak ikileminde senin tavırlarının haklıdan yana olmaktan yana kullandığını gözlemliyorum. Yolun ve bahtın açık olsun.”
          Bu yorumun da “Kim haksızsa ocaklarına ateşler salınsın” ifadesiyle örtüştüğünü düşünüyorum.

          Bir hatırlatma yapayım. 30 Eylül 2023 tarihli mesajımdaki İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağına dair iddianın kaynağı Bediüzzaman Hazretleri değil, yaşayan bir kaynak. Zaten o dönemde henüz uzay çalışmaları başlamamıştı. Üstadın müjdesiyle örtüştüğü için paylaştım. O büyük gün gerçekleşecekse aman ha yine dahilde kılıca sarılıp enerjinizi ve bu milletin enerjisini mahvetmeyin. O büyük günde uğraşılacak yeterince harici hedef olacaktır zaten.

          • 2009’da başlayan, fethullahçılara hissiyatımı iletmek için kullandığım e posta mesajlarımdan birine, “Yüce Allah’tan niyaz ediyorum ki benim mesajlarım çook uzun yıllar tazeliğini korusun…” diye yazmışım. Aradan yıllar geçti, ana medyada Ahmet Dönmez Bey’in çalışmalarına yapılan atıflara rastladım. Siteyi buldum, yazı dizisindeki zeytinyağı ve su bölümünü görünce ilk defa buraya içimi dökmeye karar verdim. Sonra mesajlarımın devamı geldi. Daha sonrasında yeni nesli olan biten hakkında bilgilendirip sağlıklı düşünmelerine yardımcı olma amacıyla yazdım.

            Yüce Allah duayı veya bedduayı kabul edecekse vesileleri karşımıza çıkarıyor.

  18. 6 Kasım 2023 tarihli mesajımda yeni nesle anlatmak istediğim konuyu Risale-i Nur’da buldum. Yeni nesil hocalarını değil asrın sahibi olan üstadı dinlesin, o hıyaneti devam ettirmesin, kalb-i İslamı ağlatmasın diye aktarıyorum. Şöyle diyor üstad:

    Cay-ı Teessüf Bir Halet-i İçtimaiye ve Kalb-i İslamı Ağlatacak Müthiş Bir Maraz-ı Hayat-ı İçtimai
    “Harici düşmanların zuhur ve tehacümünde dahili adavetleri unutmak ve bırakmak” olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu Cemaat-ı İslamiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken cüzi adavetleri unutmayıp düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı İçtimaiye-i İslamiyeye bir hıyanettir.

    • Madem mesajlarım ileriki yıllarda da okunacak, fethullahçıların bana yaşattıklarından birini daha yazacağım. Bu yazdıklarım o dönemde Mersin ekibi tarafından okundu, muhtemelen arşivlerinde mevcuttur. İleriki yıllarda okunacağını bilmediğim için noktalama işaretlerine dikkat etmemiştim:

      “2009 un temmuzunda maraşta ben,hanım ve 14 aylık oğlumuzla çarşıya indik.kitapçının önünden geçerken şöyle bir uğrayalım dedik ve içeri girdik. Biz girdikten dört beş dakika sonra resmi kıyafetli bir amca geldi,etrafımızda bir süre dolandı.halbuki o tarihte henüz mesajlar başlamamıştı.Hem ailecek,kucağımızda bir bebekle gitmişiz,biz onlara ne yapacağız.k………(argo)”

      İşlerimizi halletmek için eşim ve 14 aylık oğlumla çarşıya inmişiz, önünden geçerken NT kitapçısına uğramışız, beni görünce polis çağırmışlar. Aradan yıllar geçti, oğlum 10 yaşındayken 15 Temmuz’u lanetleyen bir animasyon yaptı.

      25 Eylül 2023 tarihli mesajımda bahsettiğim gibi fethullahçılığın 15 Temmuz’a sürüklenmesi, tuzağa düşürülmesi gibi bir durum yok. Silahlı güçlerini dahilde hoyratça kullanmak mayalarında vardı zaten. 15 Temmuz’un yıldönümlerinde yayınlanan belgesellerden de anlıyoruz ki fethullahçılıkta sivil ve resmi kanat iç içe geçmiş vaziyette. Dolayısıyla Ahmet Dönmez Bey’in zeytinyağı ve su ayrımı pek söz konusu değil. Belki cemaate yeni katılıp kuluçka dönemini yaşayanların veya sempati düzeyinde kalanların veya esnaf gibi bazı meslek gruplarının haberi yoktu. Ama çoğu iç içeydi. Mersin’de hem öğretmenler hem polisler eşgüdüm halinde üzerime geldiler.

      Hoşgörü, diyalog sloganıyla yola çıktılar, halka açık sivil alan olan kitapçılarına girmemizden bile rahatsız oldular. Ben de anne-baba bir öz kız kardeşimi onbeş yıldır yakınıma bile yaklaştırmıyorum. (Şükrü Hocanızı bana göndermenizi bekliyorum.)

      Bir zaman size hayranlıkla bakan Anadolu halkı şimdi sizi tükürüp atmışsa suçu kendinizde arayın. Onlar değil siz değiştiniz.

      Önümüzdeki yarım ömürlük sürede gerçekleşmesi beklenen İslamiyetin yeryüzünde ve uzayda hakim sada olacağı haberini, bunun herhangi bir cemaat eliyle değil ancak geniş bir ittihad-ı İslamla olacağını yeni nesil fethullahçılara aşılayın ki onlar da sizin akıbetinize uğramasınlar.

      • 10 Ekim 2023 tarihli mesajımda iktidarın da kusuru olduğunu, örneğin polis kuzenimin uyarı mektubunu dikkate almadıklarını yazmıştım. Diğer yandan Yusuf Kaplan gibi yazarlar övgüler düzmeye devam etmiş. Yusuf Kaplan’ın 17 Kasım 2013 tarihli yazısı şöyle:

        “Türkiye’de çarpık bir eğitim sistemi var. Bu çarpıklığın en önemli göstergelerinden biri dershane sistemi, hiç şüphesiz.
        Fakat Türkiye”nin eğitim sistemi, göründüğünden daha sorunlu, daha derin problemlerle maluldür.
        ARŞİMET NOKTASI DA, MEDENİYET UFKU DA YOK
        Eğitim faslında öncelikli olarak dikkat çekilmesi gereken yakıcı nokta şurası galiba: Türkiye”deki eğitim sistemi, dünyada ancak üçüncü sınıf ülkelerde gözlenebilecek ölçüde sömürgeci bir eğitim sistemidir.
        Totaliter bir eğitim sistemidir, her şeyden önce. Daha ilkokuldan itibaren çocuklarımızı çağdışı Kemalist ideolojiyle endoktrine eden, çocuklarımızın beyinlerini yıkayan, körpe zihinlerini modern hurafelerle iğdiş eden anakronik ve arkaik bir eğitim sistemidir Türk eğitim sistemi.
        Eğitim sistemimizin muhkem bir Arşimet noktası da, kanatlandırıcı bir kültürel ufku ve çapı da yok. Her bakımdan metamorfoz yemiş bir eğitim sistemi var karşımızda.
        Türk eğitim sistemi, çocuklarımıza bir medeniyet ufku, bir tarih bilinci, bir eleştiri yeteneği kazandırmıyor. Aksine, çocuklarımızın medeniyet ufkuyla, tarih bilinciyle ve eleştirel yetilerle donanmasının önüne devâsâ duvarlar örüyor.
        Dolayısıyla çocuklarımıza özgüven kazandıracak, kişilik kazandıracak, çap kazandıracak, ufuk kazandıracak yaratıcı ruhtan yoksundur eğitim sistemimiz.
        Eğitim sistemimizin yaptığı tek şey, genç kuşakların zihinlerini tarumar etmek, özgüvenlerini yerle bir etmek, kültürel kimliklerini darmadağın etmektir.
        Böyle bir eğitim sistemi, ancak sömürgecilerin pençesinde yüzyıllarca inleyen, kişilikleri, kültürleri, özgüvenleri yerle bir edilen ülkelerde görülebilir.
        DERSHANELERİN HAYATÎ SOSYO KÜLTÜREL ROLÜ
        İşte tam bu noktada bizatihî dershane sisteminin varlığı, en parlak eğitimcilerin dershaneleri tercih etmesi, Türkiye”de resmî eğitim sisteminin iflas ettiğinin, işlemediğinin en önemli göstergesidir.
        Fakat cemaat”e bağlı dershanelerin Türkiye”deki eğitim sisteminin yerine getirmeyi başaramadığı çok hayatî bir sosyo-kültürel fonksiyonu gözdolduracak bir şekilde yerine getirdiğini görüyoruz: Her şeyi çözücü, bütün kültürel değerlerimizi yerle bir edici, neo-liberal postmodern kültürün bütün dünyayı olduğu gibi Türkiye”yi de kasıp kavurduğu bir zaman diliminde, dershaneler, bu çözücü, yıkıcı, kişiliksizleştirici postmodern kültürün önünde hiç de gözardı edilemeyecek bir bariyer işlevi görüyor.
        Dershaneler, yığınla tartışılabilecek yönleri, sorunları ve açmazları olmasına rağmen Türkiye”deki sömürgeci eğitim sisteminin yapamadığı bir şeyi büyük bir başarıyla yapmayı başarıyor: Çocuklarımızı kelimenin tam anlamıyla “pislik”ten koruyor.
        Minimum düzeyde de olsa, ekmek gibi, su gibi ihtiyaç hissettiğimiz ahlâkî niteliklerle donatıyor çocuklarımızı.
        DERSHANELERİN İŞLEYİŞ MANTIĞI
        Burada dershanelerin işleyiş mantığı çok önemli bir rol görüyor: Çocukları nedeniyle yolu FEM dershanelerinden geçen bütün anne babaların açıkça tanık oldukları gibi, bu dershanelerin yöneticileri, eğitimcileri, çocuklarla dershane dışında da, bizzat evlerine, ailelerine düzenli ziyaretler yaparak daha niteliksel / kalitatif bir şekilde ilgileniyorlar çocuklarla.
        Sömürgeci Türk eğitim sisteminde yapılması bile hayal edilemeyecek kadar hayatî bir çalışmayı bu dershaneler hayata geçirmeyi başarıyorlar böylelikle.
        Dahası, bu dershaneler, seküler toplum kesimleri tarafından da takdir edilen eğitim kurumlarıdır. Çünkü bu kurumlarda sadece üniversiteye hazırlanmıyor çocuklar; aynı zamanda hayata da hazırlanıyorlar: Minimum düzeyde de olsa “pisliğe bulaşmaktan” kurtarılıyor, belli temel ahlâkî özellikler kazandırılıyor çocuklarımıza.
        O yüzden seküler kesimler de, bu dershaneleri, sadece üniversiteye iyi hazırlamalarından ötürü değil, çocuklarının eroine, uyuşturucuya, her türlü kötü alışkanlıklara, tehlikeli ideolojik, cinsel yönelimlere yönelmelerini önleyen sosyo-kültürel eğitim anlayışı ve uygulaması açısından da takdir ediyorlar.
        DERSHANELERİ DEĞİL, OKULLARI KAPATIN!
        Bence eğer kapatılması gereken eğitim kurumları varsa, bunlar öncelikle resmî eğitim kurumları, devletin okullarıdır, dershaneler değil.
        Böylesine kritik bir zaman diliminde, çocuklarımızın İslâm”la ilişkilerinin sıfırlandığı bir yokoluş zamanında çocuklarımızın kişiliğini, kimliğini, ahlâkını koruyan bir kalkan işlevi gören bu dershaneleri kapatmak bence cinayettir, kendi ayağımıza kurşun sıkmaktır.
        O yüzden dershanelerin önünün tıkayan, sonuçta dershaneleri kapatmanın eşiğine varan bu yanlış karardan derhal dönülmelidir, diyorum.
        Ve dershaneleri kapatacağınıza, çoktan iflas eden, çocuklarımızın zihnini körleştiren, entelektüel melekelerini iğdiş eden, eleştirel melekelerini yok eden okulları kapatın, çağrısı yapıyorum!”

        Yusuf Kaplan iyi niyetli bir insan, gayretli bir müslüman, bunda şüphe yok. Fakat 17-25 Aralık operasyonunun hemen öncesinde bile fethullahçıları samimi bir şekilde övmüş. O yıllarda siyasilerden, gazeteci ve yazarlardan, birçok kesimden övgüler yağıyordu. K.Maraş’taki akrabalarımdan, çevreden biliyorum çocuklarını oralara gönderen anne babalar seçimlerde oyunu muhafazakar iktidardan yana kullanan iyi niyetli insanlardı. Sıradan bir vatandaş olarak ellerinde istihbari bilgi yoktu ki işin sonunun böyle olacağını bilsinler. Tam tersine ellerinde her tür istihbari bilgi olan yönetimdekiler bile övgü yağdırıyordu. Güvenli bir yer olduğunu düşündükleri için çocuklarını fethullahçılara teslim ettiler. Tuttuğu futbol takımını değiştiremeyen insan psikolojisi cemaatini, sohbet ortamını da kolayca değiştiremiyor. Tepede yaşanan kavgada kimin haklı olduğunu alt tabaka vatandaş ilk etapta anlayamıyor.

        Yusuf Kaplan’ın yazılarına güvenen anne babalar şimdi kan ağlıyor. Çocukları işinden oldu, hapislere düştü, yurt dışına kaçtılar. Yusuf Kaplan’ın şöyle demesi beklenir:”O anne babaları ben yönlendirdim. Hata ettim. Sebep olan yapan gibidir kaidesi gereğince ben de suçluyum. Onlara verilen cezanın misli bana da verilsin, ben de zindanlarda yatayım.” Yusuf Kaplan bunu söyleyebilirse mahşerin kahramanı olacaktır. Söyleyemiyorsa o anne babaların elleri onun yakasında olacaktır.

        10 Ekim 2023 tarihli mesajımda belirttiğim gibi iktidarın hatası, kusuru varsa da kabahatin büyüğü fethullahçılara ait. Onların zulmünü bizzat yaşayan, ayrıntılarıyla buraya aktaran bir insan olarak onları temize çıkarma gibi bir amaç gütmem mümkün değil. Geleceğin nesli olan biteni tek taraflı öğrenmesin, yaşananlardan ders alsın diye yazıyorum bunları.

        • Bir numune veya bir tüp kan alınıp tahlile yollanır, tahlil sonucu tüm bünye hakkında bilimsel sonuç verir. Yaşadıklarım fethullahçılığın bünyesi hakkında net bilgi veriyor. Benim gece boyunca yoğun baskı altında tutulmam, sabah namazını kılıp geri yattığımda aynı yoğun baskının devam etmesiyle 15 Temmuz gecesi sabaha kadar ülkemizin fethullahçıların yoğun saldırısına maruz kalması paralellik gösteriyor. Benim gecemin sonu iblisin sırıtışıyla sonuçlanmışsa 15 Temmuz’un sonu da aynı sonuçlanmıştır.

          Fethullahçıların hoşgörü, diyalog, yaşatmak için yaşamak gibi iddialarının çok çabuk değişebildiğini, ayın parlak yüzünün arkasında daha önce tespit edilemeyen karanlık yüzü olduğunu ben 2010’larda farkettim, Anadolu halkı 15 Temmuz’da farketti. (Bilimsel olarak biz ayın hep aynı yüzünü görebiliyoruz.)

          Bunların sivil hareket olmadığını, en küçük bir sorunda silahlı güçlerini harekete geçirdiklerini bireysel olarak farkettim, toplumumuz 15 Temmuz’da farketti. Daha başka benzerlikler de var.

          Fethullahçılığı biraz daha irdelemek istiyorum. Mersin’deki okulumda Latif isimli bir hizmetli vardı. Asgari ücret o zamanlar 800 lira civarındaydı, Latif’e 600 lira veriyorlardı, resmi kaydı yoktu, sigortasını da yatırmıyorlardı. Latif tek hizmetli olarak çalışıyordu. İki binadan oluşan okulumuz büyükçeydi, işleri çoktu. Birçok okulda çalışmış bir öğretmen olarak samimi söylüyorum adamcağıza neredeyse iki hizmetlinin yapacağı işi yaptırıyorlardı. Latif buraya gel, Latif şuraya git, Latif aşağı, Latif yukarı…emirler yağdırıyorlardı. Eziyet için değil de tek hizmetli olunca işler yetişmiyordu. Okulun müdür yardımcısı fethullahçıydı, fethullahçı öğretmen de çoktu o okulda. Latif’in çektikleri umurlarında bile değildi. Latif çaresizdi çünkü çoluk çocuk sahibiydi, aile besliyordu, yaşadığı Akdeniz ilçesinde yoksulluk diz boyuydu, iş yoktu. Okulun işini bıraksa tümden aç kalacaktı. Normal şartlarda sigortasının yapılması gerekiyordu ve 800 lira almalıydı. Hatta iki hizmetli kadar çalıştırdıkları için daha fazlasını almalıydı. Büyük bir hak kaybı vardı, birikmiş hak kaybı vardı.

          2009’un sonbaharında fethullahçılar bana baskı yapmaya başlamışlardı. Boyun eğecek bir tip olmadığım için bu işin sonunun kötü biteceğini anlamıştım. 2010 yılı şubat ayında onlara bir teklifte bulundum. İki yoksulun adını verdim, sadaka belayı def eder bu yoksullara yardım edin, bu iş tatlılıkla sonuçlanır dedim. Bunların hepsi e postam aracılığıyla kayda geçti, Mersin ekibi tarafından okundu. Fethullahçılar bu önerimi umursamadılar, daha yoğun saldırıya geçtiler.

          Sonrasında yetersiz beslenmeden ve fazla çalışmadan dolayı Latif’in vücudu iflas etti, bitkin halde hastaneye kaldırdılar. Hastanede ne kadar kaldı tam hatırlamıyorum ama bir hafta kadar kalmış olabilir. Sonrasında evinde yattı. Latif hastanede yatarken okulumuzun fethullahçı öğretmeni Latif’in hanımını evine çağırmış, evini temizletmiş, cüzi bir para vermiş, böylece tümden aç kalan Latif’in ailesine güya destek olmuş. Halbuki Latif’in alacağı çoktu, sigorta yapılmaması, 600 lira alması, iki kat çalıştırılması sonucunda epey alacağı birikmişti. Fethullahçı müdür yardımcısı ve çok sayıda fethullahçı öğretmen buna göz yummuşlardı. Benim söylediğim destek ona verilseydi hem hakkı ödenmiş olacaktı, hem yetersiz beslenmeden dolayı hastaneye düşmeyecekti hem de bizim yaka paça tatlıya bağlanacaktı, şu an Ahmet Dönmez Bey’in sitesinde yazı yazmıyor olacaktım. Şu an bazı fethullahçılar işini kaybetmişse ve eşlerinden temizliğe giden varsa Latif’in hanımını hatırlasınlar. Bir zamanlar Latif’in hanımı da onların evini temizlemişti, alacaklı oldukları halde alacakları verilmemişti.

          İşin diğer yönü, diyelim ki fethullahçılar ülkeyi ve dünyayı kendi görüşleri doğrultusunda hizaya sokma niyetiyle örgütlendiler. Önce kendi çalıştıkları okulu düzeltmeleri gerekmez miydi, Latif’in sigortasını yaptırıp maaşını tam vermeleri, ilave mesai yaptırıyorlarsa ilave para vermeleri gerekmez miydi? Sen kendi okulunu düzeltmeden nasıl dünyayı düzelteceksin? Aynı okuldaki Şükrü hocanın yaptıklarını yukarıdaki mesajımda anlatmıştım. Fethullahçıların taşeronluğunu kabul ettiği için ona ses çıkarmıyorlar, sahip çıkıyorlardı. Şükrü hoca tam maaş alıyor, emeklilik ödeneği de yatıyordu elbette.

          İsmini verdiğim diğer yoksul K.Maraş’ta bir kapıcıydı. O dönemde doğalgazın yaygınlaşmasıyla kömürlü kaloriferlerin çoğu bireysel doğalgaz kombisine dönüştüğü için kapıcılar işten çıkarılıyordu. Üç çocuk besleyen adamcağız işten çıkarılınca perişan oldu, aile içi huzursuzlukları başladı diye duyuyordum. Fethullahçılar yardım işine burun kıvırdıkları için o adamın ailevi sorunları arttı. Sonrasında öğrendim ki adam hapse düşmüş. Yardım eli uzatılsa belki hapse düşmeyecekti.

          Diğer bir konu, kız kardeşimle aramın bozulması tamamen fethullahçıların baskısı sonucu oldu. Bunu bildikleri halde bozdukları işi düzeltmek için kıllarını kıpırdatmadılar. Hadi 15 Temmuz’dan sonra kendi başlarının çaresine düştüler diyelim, 15 Temmuz öncesi de hiçbir şey yapmadılar. Annemin, “Buna sebep olanlar ateşlerde yansınlar” bedduası er geç onları bulacaktır, kurtuluşları olmayacak.

          Bir alta bir mesaj daha yazacağım.

          • Üstad Bediüzzaman Hazretleri yaşarken şahsına yönelik teveccühleri reddettiği gibi vefatından sonra mezar yerinin bilinmemesini niyet, dua ve vasiyet etmiş. Böyle bir şey olabilir mi, normal bir ölüm yaşayan insanın mezar yeri nasıl bilinmez, hele hele tabutu binlerce insanın eşliğinde taşınmışsa? Üstadın niyet, dua ve vasiyetini bizzat Yüce Allah kabul etmiş olmalı ki mezar yeri şu an bilinmiyor.

            Üstadın “Dahilde kılıç kullanılmaz” net düsturunu yukarıda nakletmiştim. Yine üstadın “Bu dehşetli tahrip edicilere karşı ancak ve ancak hakikat-i Kur’aniye etrafında ittihad-ı İslam dayanabilir” sözünü buraya alayım. Fethullahçılar, nurcular, şucular, bucular dayanabilir demiyor, ittihad-ı İslam dayanabilir diyor. Ülke içinde az çok bir ittihad oldu, 28 Şubat’a o şekilde dayanabildiler. Fethullahçılar bu ittihada ilk başta destek verseler de sonrasında köstek oldular. Muhafazakar halk tercihini ittihad yapanlardan yana kullandı.

            Demek ki dünya genelinde bir ittihad olsa daha büyük kazanımlar elde edilecek. Fethullahçıların yeni nesli yaşananlardan ders alsın, bu halkın ve İslam dünyasının köstek olanları onaylamayacağını bilsin. Hem ülke içinde hem dünya genelinde ittihad fırsatları doğarsa ittihadın içinde yer alsınlar, kendilerine gösterilen yere otursunlar. Dünyadaki gelişmeler sonucunda oluşacak ittihadın ayak sesleri yeni nesilde yankılanacaktır.

            Mesajlarımın bu kadar uzayacağı hiç aklıma gelmemişti. Yaşadıklarım yeni nesile ışık tutsun, aynı hatalar tekrarlanmasın niyetiyle yazdım. Aziz üstadın niyetini kabul eden Yüce Rabbimiz bu aciz kulunun niyetini de kabul eder inşallah.

  19. Madem ki mesajlarımı yeni nesil hatırına uzattım, tüm öngörüleri doğru çıkan Bediüzzaman Hazretlerinin yeni neslin eğitimi hakkındaki görüşlerini buraya almakta fayda var.

    “Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir iman dersi alamazsa sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslamiyet ve imanın erkanlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-i müslim birisinin İslamiyeti kabul etmesi derecesinde zor oluyor, yabani düşer…Ahirette de onlara (anne-babasına) şefaatçi değil, belki davacı olur: ‘Neden imanımı terbiye-i İslamiye ile kurtarmadınız?’ ”

    Bir İslam alimi olan üstad eserlerini tamamen Kur’an ayetleri ve hadisler doğrultusunda yazmıştır, kıyamete kadar geçerliliğini koruyacaktır. Yeni neslin yetişmesinde üstadın eserlerinden ve prensiplerinden faydalanmak gerekir.

  20. Fethullahçılık kapalı bir kutuydu, Ahmet Dönmez Bey’in çalışmaları sayesinde kutunun içi biraz aydınlandı. Osman Şimşek adlı mollanın olan biteni kutunun içinden tasdik etmesi müthiş oldu. Yaşadıklarımı yazmamla ben de bir damlacık olsun katkı sağladım. Kaba tabirle hocalarının takkesi düştü, keli göründü. Bilmiyorum doğru mu, bir görüşe göre Amerika’ya yerleşen hocaları orada derin ilişkiler içerisine girdi; ABD ve İsrail’e şirin görünmek yani takiyyesini uluslar arası arenaya taşımak adına Türkiye’deki muhafazakar iktidara savaş açtı. Fakat Yüce Allah’ın rızasını değil de ABD-İsrail’in rızasını gözettiği için şiddetli bir tokat yedi. İktidarın attığı tokatın küçüğü, Anadolu halkının ki tokatın büyüğü oldu. İktidarlar gelip geçicidir, siyaset değişkendir fakat Anadolu halkı kalıcıdır. Anadolu halkı bunu asla unutmayacaktır. Böyle bir durumda kıyamete kadar onlara yüz verilmeyecektir, güven duyulmayacaktır.

    Fakat diğer yandan İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağına dair bir bilgi var. Bu bilgi fethullahçı bir kaynaktan gelse kesinlikle inanmazdım. Fethullahçı olmayan bir kaynaktan gelmesi beni ikna ediyor. Yanılması mümkün olan fakat yalan söylemesi mümkün olmayan bir kaynak. 2010’larda e posta mesajlarımda o kaynaktan bahsetmiştim. Yazdığım her şeyin doğru çıktığını Mersin-Erdemli ekibi bilir. Yakın zamanda iktidarın da haberi oldu, elbette onlar da bu bilginin doğruluğunu irdeliyorlardır. Bu iş ortalama 40 yıl içinde olacaktır, daha öncesinde büyük belirtileri çıkacaktır. Bu ancak ittihad-ı İslam’la olabilir. Bu ittihada dahil olmak isteyen herkese görev düşecektir. Eğer gerçekten tarihin akışı o yönde ilerlerse fethullahçılara tavsiyem hocalık, büyüklük, ağabeylik taslamadan ittihadın küçük bir kardeşi olacaklarına dair o dönemde güven aşılasınlar, belki o zaman geçmiş günahları görmezden gelinir, ittihadda yer bulurlar. Bu iş sadece ve sadece gelen haberin doğruluğuna bağlı. Eğer İslamiyet yeryüzünün hakimi olamayacaksa fethullahçıların bu topraklarda barınması ebediyen mümkün olmayacaktır.

    Bu sıralar Ahmet Dönmez Bey fethullahçılığın geleceğine dair videolara başladı, o nedenle bu mesajı yazdım. Geçmişte fethullahçıların gazabına uğramış, ölümden dönmüş birisi olarak bu yazılarım başıma yeni belalar açabilir. Kaynağa güveniyorum ki yazıyorum, yoksa bu konulara hiç girmezdim.

    • 25 Eylül 2023 tarihli mesajımda, cemaat 15 Temmuz’a sürüklendi, tuzağa düşürüldü gibi yayınlar yapıldığını, işin aslının öyle olmadığını, silahlı güçlerini harekete geçirmeye önceden beri çok iştahlı olduklarını, 15 Temmuz’un bunun yansıması ve zirve noktası olduğunu yazmıştım. Gülen’in Ebuseleme adlı yeğeni her şeyi ifşa etmiş. Darbenin Fethullah Gülen’in önderliğinde Pensilvanya’da planlandığını, buna kendisinin bizzat şahit olduğunu söylemiş. Siz hem iktidara, hem devlete, hem millete, hem de üstadın ‘Dahilde kılıç kullanılmaz’ düsturuna darbe yaptınız. 15 Temmuz genel kalkışmanızdı, benim olayımda olduğu gibi yerelde de belki on binlerce operasyonda silahlı güçlerinizi ileri sürdünüz. Dahilde silah kullanmanın bedeli elbette ağır olacaktı, oldu da. Siz ve yeni nesliniz bu yaşananlardan ders almalısınız. Mesajlarımı bu kadar uzatma nedenim, siz kendinizi ve benim ailemi yaktınız, bari yeni nesliniz sizin yolunuzdan gitmesin, yanlış ve aşağılayıcı bir benzetme olmasın ama fareli köyün kavalcısına koşulsuz uymasınlar diye.

      • 22 Temmuz 2021 tarihli mesajım tekrar okunsun lütfen. Ahmet Dönmez Bey’in Ebuseleme’yle yaptığı röportajı dinledim. Anlatılanlar beni doğruluyor. Henüz anlatmadığı çok daha fena şeyler varmış. İşin ilginci 15 Temmuz’da yedikleri tokattan ders almamış olacaklar ki iğrenç yöntemlerine 15 Temmuz’dan sonra da tüm hızlarıyla devam etmişler. Bunlar iftira değil, Ebuseleme’nin beyanları. Demek ki bunlar fethullahçılığın geninde var.

        İşin diğer yönü, ben üç beş fethullahçı öğretmenden başkasını tanımadım, fethullahçılıkta görev almadım, buna rağmen yaşadığım olaylardan ve toplumdaki gelişmelerden fethullahçıların ayının karanlık yüzünün farkına varabilmişsem fethullahçı yapılanmanın değişik kademelerinde görev alanlar neden farkına varamadı? Farkına vardılar da sessiz mi kaldılar? Liderimiz en iyisini bilir mi dediler?

        İnsanları fethullahçı olan ve fethullahçı olmayan diye keskin bir şekilde ayırdıklarını, fethullahçı olmayanı adamdan saymadıklarını gözlemlediğimi yazmıştım. Ebuseleme’nin anlattıklarından anladığım kadarıyla tüm kadrolara kendi adamlarını yerleştirip başkalarına hiçbir hak tanımamaya programlanmış bunlar. Bu gözlemim de doğru çıktı.

        Diğer bir konu, Şiilerde olsun Sünnilerde olsun 750-800’lü yıllardan bu yana mehdi beklentisi olmuş. Bin yıldan fazla bir süre geçmiş, mehdiyet o kadar istismar edilmiş ki faydası 1 ise zararı 1 milyon olmuş. Mehdiliğini iddia edenlerin veya mehdiliği ilan edilenlerin haddi hesabı yok. Tarihte yaşanan çok facialar var. İşi kurtarıcıya havale edip tembelleşme durumları da olmuş. Fethullahçılarda da böyle bir inanç vardı da o nedenle sorgusuz sualsiz tabi mi oldular acaba? Mehdiyet inancının son kurbanları onlar mı oldu? Bir sonraki kurban kim olacak? Risale kökenli olduğum için biliyorum maalesef Bediüzzaman Hazretlerinin yolunu takip edenlerde de benzer inanç var ama çok şükür ki üstad dahilde kılıç çekmeye veya kendi kişiliğine yönlendirmemiş, Risale-i Nur’daki prensiplere yönlendirmiş.

        Mehdiliğin faydasının 1 ise zararının 1 milyon olmasından dolayı bu kavram literatürden tümden çıkarılmalı. Sözlüklerden, lügat ve kamuslardan silinip atılmalı. Yoksa pıtrak gibi yeni mehdiler türeyecek, kimi tembel müslümanlarımız işi kurtarıcıya havale edip kendi keyfine bakmaya devam edecek.

        ABD bir süre yeryüzünün ve onu çevreleyen uzayın hakim sadası oldu. Başkanların biri gitti biri geldi. Şu an başlarında 82 yaşında bunama belirtileri yoğunlaşan Biden var. Ülkede adam kıtlığı varmış gibi ilerleyen yaşına ve hastalıklarına rağmen başkanlığa tekrar aday gösterildi. Rakibi de ondan çok iyi değil. Toplumsal ve ekonomik yapı kaya gibi sağlamsa, bilime önem veriliyorsa, eyaletler arası iç ittihat sağlanmışsa, meclis yoluyla istişareler yapılıyorsa… demek ki önemli olan bu faktörler, bunlar sağlandıktan sonra baştakinin çok bir önemi yok, yeryüzüne de hakim olursun, uzaya da.

        Bizim medeniyetimizin farkı şu ki İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olduğu dönemde iç ittihat sağlanacak, dünya ve ahiret, din ve bilim, ruh ve beden arasında denge kurulacaktır. Başkanlık koltuğunda da birbiri ardına insanlar gelip geçecektir, ABD’den farklı olarak bizim başkanlar dünya ve ahiret, din ve bilim, ruh ve beden arasında denge kurabilmiş insanlardan seçilecektir. Kimse kurtarıcı beklemesin, herkes kendi işini, mesleğini en mükemmel şekilde yapmaya çalışsın.

        • Ebuseleme’nin açıklamaları büyük yankı uyandırmış. 30 yıllık cemaatçiler bile hayal kırıklığı yaşadıklarını söylüyorlarmış. Halbuki Ebuseleme cemaatin karar mekanizmasında yer almıyor ve tesadüfen şahit olduğu birkaç olayı anlatıyor. Anlattıkları muhtemelen yaptıklarının binde biri bile değildir.

          Onların gücün zirvesinde olduğu bir dönemde ‘Fethullahçılığın şarampole yuvarlandığı gayet açık’ diye yazdım ve sonrasında gerçekten şarampole yuvarlandılar. Bunu durduk yere yazmadım, bunların gerçek yüzünün farklı olduğunu ve Anadolu halkının dokusuyla uyuşmayacaklarını anladığım için yazdım.

          Birisi çok önceden net bir iddiada bulunmuşsa ve doğru çıkmışsa onun diğer iddialarını da dikkate almakta fayda var. İddiam şu: Yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sadanın fethullahçılık olacağını düşünen fethullahçılar varsa yanılıyorlar. Ne fethullahçılık ne de başka bir grubun ona gücü yetmez. Fethullahçılar tabanlarına seçilmiş cemaat palavraları aşılamasınlar, yeni hayal kırıklıkları yaşarlar. Üstad ‘ancak ve ancak’ diyerek, pekiştire pekiştire, vurgu yaparak söylemiş ki başka bir yolu olmadığı anlaşılsın. Yeryüzü ve onu çevreleyen uzayda hakim sada İslamiyet olacak ve bu da ‘ancak ve ancak ittihad-ı İslam’ ile olacak. Kaynağa dayanarak söylüyorum, önümüzdeki kırk yıl içinde olacak Allah’ın izniyle.

          4 Eylül 2022 tarihli mesajıma bakılırsa, hamasi nutuklar atmadan herkes bulunduğu konumun, mesleğin hakkını vererek çalışırsa geleceğin inşasında üzerimize düşeni yapmış oluruz.

          • 21 Nisan 2024 tarihli mesajımda ‘hocalarının takkesi düştü, keli göründü’ ifadesini kullanmıştım. Bunu yazdığımda henüz Ebuseleme’nin ifşaları başlamamıştı. Ebuseleme son videosunda eliyle başındaki takkeyi düşürüyor; takkenin düştüğü, gerçek yüzün ortaya çıktığı mesajını veriyor.

            İki ihtimal var, ya benim buraya yazdığım yorumları okuyor, yazdıklarımın doğruluğuna inanıyor, takkeyi düşürerek benim yorumuma atıf yaptı; ya da ‘hocalarının takkesi düştü, keli göründü’ diye yazmamdan sonra böyle bir video yayınlaması sadece bir tesadüf.

            Ben onları dışarıdan gözlemleyen birisiyim, Ebuseleme içeriden gözlemleyen birisi. Farklı mekanlarda yaşayan her ikimizin aynı sonuca varması tespitlerimizin güvenirliğini güçlendiriyor.

            Diğer bir konu, Ebuseleme’nin gözlemlerine göre lüks arabalar konvoy gibi birbiri ardına Pensilvanya’daki malikaneye sürekli girip çıkıyormuş, sanki toplantı üstüne toplantı yapıyor havası veriyorlarmış, fakat yıllardır hiçbir problemi çözemedikleri gibi cağ kebabı yemekten yanakları tontişleşmiş, kalça bölgeleri yanaklarına oranla daha da genişlemiş, etleri bıldır bıldırmış. Ebuseleme’nin bu açıklaması, kızkardeşimle kol kemiklerimizin ve yollarımızın kendilerinden dolayı ayrılmasına rağmen çözüm için kıllarını bile kıpırdatmayıp sanki hiçbir şey olmamış gibi günlük hayatlarına devam etmelerini aklıma getirdi. Yani tepedekileri nasılsa yereldekileri de aynı bunların.

            Diğer bir konu, ülkemizi iç savaşın eşiğine getirmelerinden ve soru hırsızlığı gibi birçok usulsüzlüklerinin ortaya çıkmasından dolayı halkın büyük bir bölümü haklı olarak fethullahçılara hakaret ediyor, aşağılıyor. Bu ülkenin halkı olarak bu onların hakkı. Fakat nüfusumuzun yüzde doksan dokuzu elhamdülillah müslümanken, hayatını Kur’an-ı Kerim’in emrettiği gibi yaşamayanlar varsa onlar yaratıcımız Yüce Allah’a asi olmalarından dolayı mahşerde derecesine/derekesine göre bin kat, yüz bin kat hakaretlere, aşağılanmalara maruz kalacaklar, dünyaya geri dönüp durumlarını düzeltme şansı da verilmeyecek. Allah muhafaza.

  21. Üstad, Eski Said döneminde, “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut batılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hatta benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”

    Yeni Said döneminde de benzer şeyler söylemiş üstad. Müthiş, değil mi? Vahiyle beslenen peygamberler hariç tüm liderlere, önderlere uygulanabilecek bir düstur.

    Acaba Ebuseleme bunu mu yapıyor? Gıybetleri ve bedduaları arkasına takıp, reddedip hocasına, öz amcasına ve bıldır bıldır etli ağabeylerine mi yolluyor?

    Üstad buna cevaz vermişse diğer fethullahçıların da aynısını yapması gerekmez mi? Bunu 15 Temmuz’un çok öncesinden itibaren mi yapmaları gerekirdi?

    Gelecek nesillere ders olsun, kimseye körü körüne bağlanmasınlar, mihenge vursunlar. Mihengten kasıt Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in yaşamı elbette.

    • e postama kelimesi kelimesine aynı olmasa da mealen şunları yazmıştım: “İslamiyetin yeryüzüne hakim olması fethullahçılar eliyle olacaksa bu medeniyet ‘katır soylu’ olacaktır çünkü dünya fethullahçıların huy, mizaç haline gelen yöntem ve tekniklerini kaldıramaz, büyük bir tiksinti oluşur, böyle bir medeniyetin devam etme şansı olmaz, kısa sürede silip atarlar bunları yeryüzünden” demiştim. Dünya aşamasına geçemeden daha Türkiye aşamasında katır soylu oldular, silinip atıldılar.

      22 Temmuz 2021’de bahsettiğim yöntem ve tekniklerin tekleme, istisnai veya nadiren görülen durumlar değil topyekun cemaat politikası haline geldiğini gözlemlemiştim. Başlangıç dönemlerindeki prensiplerini güçlü oldukları dönemlerinde terk ettiklerini fark etmiştim. O yıllarda, iktidar yanlısı olan iki akrabama fethullahçıların yaptıklarından biraz bahsedecek oldum. Biri, “Onlardan kimseye zarar gelmez” demişti, diğeri “Sen bir psikiyatriste görün” demişti. Yaşadıklarımı, derdimi kimseye anlatamayacağımı anlamıştım. Sonraki süreçte o iki akrabam fethullahçılara ateş püskürmeye başladılar ve halen de öyleler. Fethullahçılar benimle bizzat uğraşmış olmasalardı o dönem muhtemelen ben de onları zararsız insanlar olarak görecektim. Madem ki gözlemim doğru çıktı, bunların çalışmaları katır soylu kaldı, öyleyse hocalarına ‘Katır Hoca’ ünvanını vermenin sakıncası yoktur herhalde. Hakaret kastım yok katır, soyu devam etmeyen bir varlıktır; sonraki nesiller bu hocanın yöntem ve tekniklerini devam ettirmesinler yeni krizlere, iç savaşlara yol açmasınlar diye bu ünvanı kullanacağım. Benim sülalemde işten atılan, hapse düşen, yurt dışına kaçan akrabalarım var, onların anne babalarının nasıl kan ağladığını biliyorum, aynısı başkalarının başına gelmemeli.

      Diğer bir konu, Ebuseleme 2018’de animasyon hazırlamış. Animasyonda Fethullah Gülen’in, yeni ünvanıyla Katır Hoca’nın belinin sağında risale kitabı varmış, elindeki ışıklı yay ile kötülükleri yok ediyormuş. Daha eski bir tarihte olsa neyse de 15 Temmuz’dan iki sene sonra çizilen bu animasyonda risalenin konu edilmesi biraz cahillik gibi geliyor bana. Çünkü üstadın prensibi net, mücadele yürütünüz fakat dahilde silah kullanmayınız, masumlar zarar görür, Ahmet’i Mehmet’e kırdırırsınız diyor. Bunlar tank, top, F16 ne varsa kullandılar; darbe uzasa daha fazlasını kullanacaklardı. Diğer birçok uygulamaları da üstadla uyuşmuyor. Hatta kendi prensiplerini bile çiğnediler. Mesela partiler üstüyüz deyip sonrasında on binlerce kapıyı çalıp CHP, HDP gibi partilere oy istemeleri bunlardan bir tanesi. Yüz binlerce fethullahçı var, onlardan ne kadarı dinini yaşıyor, risaleleri iç dünyasında kullanıyor bilemem fakat yukarıdan emir geldiği anda bireysel dünyalarını, kişisel prensiplerini bir kenara bırakıp robotlaştıkları herkesin malumu. Bazen duyuyorum, filan fethullahçı karıncaya bile zarar vermez diyorduk, meğer öyle değillermiş, deniyor.

      Bazıları benim önceden suskun kalıp şimdilerde konuştuğumu zannedebilir. Öyle birisi değilim. Resmisiyle, siviliyle üzerime minik bir ordu olarak geldiklerinde onlar baskının dozunu artırtıkça ben de üslubumu sertleştirmiştim. Hocalarına büyük harflerle (….) demiştim. Annemi üzmelerinden dolayı hocalarının annesine sinkaflı selamımı sansürlemeden yazmıştım. Kimsesi olmayan sıradan bir öğretmenim; iktidarla, siyasetle de hiçbir bağım yok.

      Önümüzdeki kırk yıl hareketli geçecekse, dünyadaki büyük güçlerin yıkılması sonucu İslam gücü ortaya çıkacaksa, bu ancak ve ancak ittihad-ı İslam’la olacaksa yeni nesiller bu yönde yetiştirilmeli. Katır Hoca’nın yöntem ve teknikleri bu gelişmelere uygun değil.

      • Bazı fethullahçılar kendilerinin öğretmen, doktor, memur, hemşire vesaire olduklarını, ellerine silah almadıklarını evlerinde silah bulunmadığını, silahlı örgüt üyeliği tanımına uymadıklarını iddia ediyorlarmış. İşin aslı öyle değil. Okulumdaki fethullahçı öğretmenler de bellerinde silahla gezmiyorlardı muhtemelen evlerinde de silah yoktu. Fakat anneme ayan olan eli tüfekli adamları onlar üzerime yönlendirmişlerdi ki benim hiç silahım olmadı, silahsız gariban bir öğretmene tüfek doğrulttular. Abdestsiz polislerini onlar camiye göndermişti. K.Maraş’taki kitapçıları elinde, belinde silahla gezmiyordu, muhtemelen kitap mağazası kasasında da silah yoktu fakat kitapçılarına hoşlanmadıkları biri geldiğinde bir mesajla silahlı adamlarını kitapçıya getirtebiliyorlardı. Subaylardan sorumlu sivil abileri varmış, bu abiler devlette öğretmen, doktor, akademisyen, memur vesaire olarak çalışıyorlarmış. Silahsızlarmış ve muhtemelen evlerinde de silah bulundurmuyorlarmış fakat 15 Temmuz gecesi subayları harekete geçiren onlarmış. Yukarıda saydıklarım kendilerinin silahsız insanlar olduklarını dolayısıyla silahlı örgüt üyeliğiyle suçlanamayacaklarını iddia etseler ne kadar inandırıcı olurlar? Eli silahlı elemanlarıyla işbirliği içinde hareket etmeleri, onları sivil fethullahçıların yönlendirmesi nedeniyle tüm fethullahçılar silahlı örgüt üyesidir. İlla ki bellerinde, evlerinde silah bulundurmaları şart değil. Fethullahçılar kendilerine emanet edilen silahı, tankı, topu, F16’yı yanlış kullanmalarından dolayı askeriye, polisiye gibi kurumlardan uzak tutulmalılar, sivil imamların onları yönlendirdiği dikkate alınarak kamu kurumlarında görev almaları da engellenmeliler. Anadolu halkı onlara güzel bir fırsat verdi, bu fırsatı değerlendiremediler. Fethullahçılar Anadolu’dan ümitlerini kesmeliler çünkü Anadolu halkı onlara geçit vermez. Tek çocuğumun yetim kalması pahasına onlara boyun eğmedim; şimdi üç çocuğum var, üç çocuğumun yetim kalması pahasına onlara boyun eğmem, Anadolu halkı da boyun eğmez. Doğru bir benzetme mi bilmiyorum, İran’ın mezhepsel farklılığı ayrı bir durum, İslam dünyası içinde azınlık olmalarına rağmen iç savaşları körükleyip müslüman olmayan devletlerin sebep olduğu ölümlerden daha fazla ölüme sebep olmaları ayrı bir durum. Anadolu nüfusunun yüzde 1’i bile olmayan fethullahçıların azınlıkta olmalarına rağmen ülkeyi iç savaşa sürüklemeleri mecazi benzetme olarak İranlaşma anlamına gelir mi, bilemiyorum.

        Daha önce üzerinde durduğum gibi fethullahçı olmayan her şeyi dümdüz etmeye odaklanmışlardı. Üstad, “Sen mesleğini ve efkârını hak bildiğin vakit, ‘Mesleğim haktır veya daha güzeldir’ demeye hakkın var. Fakat ‘Yalnız hak benim mesleğimdir’ demeye hakkın yoktur.” diyor. Fethullahçılar hocalarından başkasını dinlemiyorlar. İtibar edecekleri ikinci kişi Bediüzzaman Hazretleri. Eğer yanlış yaptıklarını düşünüyorlarsa Risale-i Nur’daki prensiplerle kendi uygulamalarını karşılaştırsınlar, nerelerde hata yaptıklarını göreceklerdir. ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkelerdeki yapılanmalarını bilemem fakat Anadolu topraklarında fethullahçı yapılanma yeni sıkıntılara sebep olabilir. Şahsi görüşüm hocaları Katır Hoca ilan edilmeli, üstadın prensiplerine yönlendirilmeliler. İnsanlar nurcu olsun demiyorum, böyle bir şey herkes için mümkün değil. Aynı safiyeti taşıyan başka yollar da var. Üstad bu işi nurculuk yüklenecek demiyor, ittihad-ı İslam diyor. Herkesin olumlu davranışları hoşgörüyle değerlendirilmeli, dahilde silah kullanmaya meyilli yapılanmalar en başında bertaraf edilmeli.

        Sıradan bir öğretmenim. Değerledirmelerim hatalı olabilir, gereksiz veya yersiz olabilir. Yaşadıklarımdan yola çıkarak iç dünyamın sesini dışa yansıttım. Hatam varsa Allah affetsin.

        • 4 Şubat 2024 tarihli mesajımda Yusuf Kaplan’dan bahsetmiştim. Bugün (14 Temmuz 2024) yeni bir köşe yazısı yazmış. Şu cümleleri dikkatimi çekti: “Burada bu genç kuşakları suçlamıyorum. Çok saçma olur bu. Zehir gibi çocuklar bu kuşaklar. Devleti, hükümeti ve ailelerini suçluyorum.” Suçlanacaklar arasına kendisini katmamış.

          Yusuf Kaplan’ın zeytinyağı ve su gibi gizli yapılanması, gizli fikirleri yok fakat zeytinyağı gibi kendini üste çıkarma, zeytinyağı gibi sıyrılma özelliği var galiba. Geçmişte fethullahçıları öve öve göklere çıkaranların şimdi sıyrıldığı, geride kan ağlayan anne babalar bıraktıkları gibi.

          • Beni tanıyanlar hiçbir art niyet taşımayan, evden okula okuldan eve hayat süren, çocuklarıyla vakit geçirmeyi seven bir insan olduğumu bilirler. Analizlerimin doğru olup olmadığını bilmiyorum, yorumlarımda hatalarım olabilir. Belki şimdiki nesilden beğenmeyenler olacak ama belki 40 yıl sonraki nesil isabetli düşündüğümün farkına varacak. Twitter, instagram türü hesaplarım yok, Ahmet Dönmez Bey’in sitesi olmasaydı başka hiçbir yerde yazmazdım.

            Kişisel yorumuma göre fethullahçılarda İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağına dair bir bilgi olmalı. Tabanlarının 170 ülkeye yayılmasında güçlü bir motivasyon gerekir, yoksa eski dönemlerinde karın tokluğuna gidip yayılamazlardı. Dünyadaki büyük güçlere karşı bunu açıktan söyleyemedikleri için çeyrek ağızla, takiyyeler yaparak hareket ettiler, aksi takdirde ezerler. Fakat onların amacı yeryüzünü fethullahçı renge boyamak ve hocalarını kainat imamı ilan etmekti. 22Temmuz 2021 tarihli mesajımda bahsettiğim gibi fethullahçıların müslümanlık anlayışının ne kadar sahih olacağı bir muamma.

            Başka bir cenahta ise İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı, yeryüzünün ittihad-ı İslam rengiyle boyanacağı, onların hocalarının Katır Hoca olarak tarihe gömülüp üzerine beton döküleceği, şahıslara olağanüstü vasıflar yüklenmemesi gerektiği, ittihada ve şahs-ı maneviye önem verilmesi gerekildiği, güncel siyaseti de aşacak bir ittihadın yaklaştığına dair bir bilgi var. Şu ana kadar yaşananlar ikinci cenahı haklı çıkardı, bundan sonra da çıkaracaktır.

            Fethullahçılardan yüzbinlercesi perişan olmuşsa bu onların kendi suçu. Hocaları rotayı yanlış çizmiş, robotik köyün kavalcısı gibi batağa sürükledi, onlar da sorgusuz sualsiz robotlaşmış vaziyette ona uydular. İktidarın eksiklerini gösterip kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Alakası yok, iktidarda A partisi değil de B partisi olsaydı hatta Z partisine kadar herhangi bir parti iktidarda olsaydı bahaneler bulup onları da devirmeye çalışacaklardı. Çünkü bunlar fethullahçı olmayan her şeyi dümdüz etmeye odaklanmış robotlar. 15 Temmuz’dan sonra iktidar sertleşmişse, denge bozulmuşsa bu fethullahçıların suçu. Bana tüfek doğrulttular, refleks olarak tepki gösterdim, sertleştim. İktidara ve millete tank, top, F16 ile müdahale etmeye kalktılar, haklı olarak refleks gösterip sertleştiler. “Medenilere galebe ikna iledir” demiş üstad. Hem bu iktidarın sağladığı dar kapsamlı ittihadın bile 28 Şubat sürecini kişiler ve zihin bazında tarümar ettiği göz önünde bulundurulmalı.

            Ahmet Dönmez Bey bunun farkına varmalı, başta hangi iktidar olursa olsun gözünün üstünde kaşın var deyip bunlar onu da devirmeye yelteneceklerdi.

            Fethullahçıların yeni nesli aynı hataya düşmesin, Katır Hoca’nın ardına düşmesin, ittihad-ı İslam yaklaşıyor, o ittihadda yer bulmaya çalışsınlar. Mesela diğer ülkelerdeki yapılanmalarını ittihad-ı İslama göre revize etsinler.

  22. Kitaplar güzeldir. Otobiyografi-anı kitapları ayrı bir güzeldir. Bireyin yaşadıklarını anlatıyor gibi gözükürken aslında o dönemin toplumu hakkında bilgiler verir. 10 Ekim 2023 tarihli mesajımda halamın başına gelenler dönem hakkında bilgiler veriyor. Vakıf, dernek, cemaat nedir hiç bilmez, ben çocukken ziyaretine gittiğim mütevazi köy evinde kıt kanaat oturmaya devam ediyor. Bugüne kadar hiçbir olağanüstülük yaşamadı, yaşasa bilirdik, köylüler bilirdi. Sadece bir defa ilginç bir şey oldu. Kayseri’de görev yapan astsubay oğlu, 2012 yılı içerisinde sabah mesaiye başladığında tabancasını boş zannedip elinde oynarken ateş alır, mermi kafasına isabet eder. Aynı gün halam sabah namazına kalkar, bir süre oyalandıktan sonra tekrar uzanır. Uykuya yarı dalmışken oğlunun kafasından dehşetli bir ateş çıktığını görür, ‘Ahhmeeeet’ diye inler. Durumun vehametine binaen kötü haber köye tez ulaşır. Halam ve kocası şoka girmesinler diye bacağından yaralandığını söylerler. Halam, “Siz beni kandırıyorsunuz, bacağından değil kafasından yaralandı, kafasından ateş çıktığını gördüm” der. İşin ilginci gece rüyasında değil, tam da olayın meydana geldiği sabah saatlerinde görmüştür.

    Hayatında hiçbir olağanüstülük yaşamamış halamın sadece bir defa böyle bir şey yaşamasından hangi dersleri çıkarabiliriz? Annelik bağının çok güçlü olduğunu söyleyebiliriz, kocası böyle bir şey görmedi. Ben de fethullahçıların baskısı altındayken babama değil anneme ayan olmuştu yaşadıklarım.

    Sıradan insanların bile hayatlarının her döneminde olmasa da aşırı sıkıntılı dönemlerde bazı şeyleri görebildikleri sonucunu çıkarabiliriz. Örneğin benim annem diğer zamanlarda yaşadığım şeyleri böyle net bir şekilde göremedi.

    Halam 75 yaşlarında oğlu 45’ine yakın, ikisi de hayattayken bu bilginin teyidi yapılabilir. Yıllarca fizik tedavi görmesine rağmen sol koluyla, sol bacağı hafif felçli kaldı.

    Acaba ateistler ve benzerleri K.Maraş’ın köyünde yaşayan halamın, Kayseri’deki oğlunun başına geleni aynı dakikalarda görmesini nasıl açıklayacaklar? Benim başıma gelenlerin başka bir şehirde yaşayan ve hiçbir şeyden haberi olmayan anneme rüyasında ayan olmasını nasıl açıklayacaklar?

    Bunlar bireysel ve nispeten önemsiz şeyler. Eğer gerçekten İslamiyet yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olursa bunun 2010’lu yıllarda haber verildiği bilinsin, sadece gözümle gördüğüme inanırım diyenler bundan ders alıp imani konulara kalpleri yumuşasın.

    Tarihe not düşme adına buraya yazıyorum.

    • İyi bir eğitim aldım, meslek hayatım somut projelerle geçti. Çocuklarımın da iyi eğitim almasını sağlıyorum. Bu yıl anaokulunda bilimsel bir eğitim alan kızımın aynı zamanda Kur’an okumasını öğrenip hatim yapması gibi çift kanatlı çocuklar yetiştirmeye çalışıyorum. Dini hassasiyetim olmakla birlikte gaybi habermiş, kerametmiş, hurafelermiş, mehdiyetmiş…bunlara uzak duran bir insanım. Fakat İslamiyet hükümranlığının bir aslan gibi yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağına, İslam’ın en gür sada olacağına dair bilginin kaynağı beni ikna etmişti.

      2010’lu yıllarda e postama yazdıklarımı tek bir kelime bile değiştirmeden aynen aktarıyorum: “Batı bilimde, edebiyat ve sanat türlerinde, akla hayale gelmedik birçok konuda çok önde gidiyor, bazı büyüklü küçüklü uzak doğu ülkeleri de bazı alanlarda çok geliştiler. Ama İslam dünyasında hiçbir gelişme olmadığı gibi millet birbirini boğazlamakla meşgul. kargaşanın olmadığı İslam ülkesi çok az. arapların petrol, doğalgaz gibi yeraltı zenginlikleri var ama bunları yatırıma dönüştüremiyorlar, paralarının çoğunu batı bankalarında tutuyorlar. arslanın kükremesine az bir zaman kaldı iç karışıklıkların artması haricinde hala bir kıpırdama yok. halbuki batı medeniyeti 400-500 yıllık bir birikimin ürünü, bugünden yarına medeniyet kurulmaz. anladığım kadarıyla batı bir ara tökezleyiverince, batıyla uzak doğu arasındaki kargaşadan İslam dünyası birlik oluşturup bir anda aradan sıyrılıp bir çeşit süper güç haline gelecek. arslanın tek kükreyişi bu ani çıkışı temsil ediyor olabilir. dolayısıyla İslam dünyası yüzyılların birikimiyle basamak basamak çıkmak yerine bir anda batı ağırlıklı tüm insanlığa ait olan ortak mirasa konmuş hayırlı evlat vazifesi görecek. bu mirasta batının emeği büyük olduğu için batıyı dışlamayacak, ona da yanı başında yer gösterecek, koalisyonuna dahil edecek.”

      Kişisel yorumum hatalı olabilir, kafaları yanlış yorumlarla bulandırmak istemem, belki süreç farklı işleyecektir, bilemiyorum. Olur ya önümüzdeki kırk yıl hareketli geçer, dünyadaki büyük güçler büyük çöküşler yaşar, buna dair bilgilerin 2010’lu yıllarda kayda geçirildiği bilinsin diye buraya aktarıyorum.

  23. Burada yazdıklarım yaşadıklarımın özeti niteliğinde. Kilitli bir hesapta daha ayrıntılı yazıyorum. Eskiden e posta hesabımı fethullahçıların okuduğu gibi kilitli hesabımı iktidarın ilgili birimleri okuyor. Bir ara bana yüklenmeye kalktılar. Benim kimseye zararım olmadığını, bana bulaşırlarsa fethullahçı polisin camide Yüce Allah’ın huzurunda, yanı başımda abdestsiz olarak çökmüş vaziyette kaldığını, kendilerinin de benzer akıbete uğrayacağını yazdım.

    Bana inanmamış olacaklar ki, bundan 25 gün kadar önce resmi sıfat taşıyan bir amir başkanlığında benimle ilgili toplantı yaptıkları, biraz yüzeysel değerlendirmeler yaptıkları, menfi karar aldıkları bana rüyamda ayan oldu. Birkaç gün sonra rüyamda yılanlar gece boyunca ekipler halinde beni rahatsız etti. Başka bir gün eşimi (dolayısıyla çocuklarımı) gözü yaşlı bırakacak, gece karanlığını andıran sert bir operasyona maruz kalacağım, ailemizi parçalayacakları rüyamda ayan oldu. Bunları tarihleriyle yazınca muhtemelen şaşırdılar, bir miktar koktular da. Çünkü hangi tarihte toplantı yaptıklarını, hangi tarihte yılanlık planladıklarını kendileri çok iyi biliyordu. Yüce Allah’ın yardımıyla rüyamda bana bildirilmesiyle o sert operasyon iptal oldu ama hala benimle uğraşacakları kesin.

    Onlar fethullahçılarla kol kola iken fethullahçıların ağır baskısına maruz kalan benim. Buna rağmen yukarıda yer alan mesajlarımda Tayyip Erdoğan, ailesi ve partisi hakkında olumlu şeyler yazdım hatta damadının alnından öpüleceğini belirttim. Ahmet Dönmez Bey’in sitesinde yazdıklarımın tamamının arkasındayım, görüşlerim dönemden döneme değişecek değil.

    Onları uyarıyorum ki bana operasyon yapmak, ailemi parçalamakla ellerine ne geçeceğini iyi hesaplasınlar. Ellerine hiçbir şey geçmeyecek. Fakat yılanların eşlerinin ve çocuklarının gözü yaşlı bırakılacağını, af niyazlarının cevapsız bırakılacağını unutmasınlar.

    İktidarın benimle uğraşma sebeplerinden biri belki de en önemlisi İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağına dair bir bilgiyi aktarmış olmam. İktidar, bu bilgi doğruysa onu ben sahipleneyim, doğru değilse böyle yanlış bilgilerin önünü keseyim diye düşünüyor olmalı. Fethullahçıların baskısı döneminde burada sadece bazılarını anlattığım ilahi yardımlar olması, iktidarın baskısı döneminde ise yaptıkları toplantının tarihini, neler konuşulduğunu, yılanca planlarını ayrıntılarıyla yazmış olmam İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisini güçlendirici etki yaptı. Bunu onlar da kabul ediyor olmalılar.

    O iş herhangi bir cemaat, tarikat, iktidar eliyle olamayacak kadar büyük bir iş. Çok geniş bir ittihad-ı İslam’a işaret ediyor. Yüce Allah’ın izniyle dünyada büyük güçler çökerken bu tarafta büyük, samimi, ihlaslı ittifaklar kurulacak. Fethullahçıların abdestsizleriyle, iktidarın yılanları utanacaklar. Onlara tavsiyem ileri gitmesinler, aksi takdirde başlarına iş açarlar.

  24. Sırf konunun daha iyi anlaşılması adına ilginç bir örnek vermek istiyorum. Her yönüyle üstün meziyetlere sahip bir bayan vardır. Anneler kendilerinin de bayan olması itibariyle bu üstün meziyetlerin farkındadır, o kızı kendi oğullarına almak için yarış halindedirler. Fakat işin tabiatı gereği o kızı oğluna alma, kendisine gelin yapma sevinci sadece bir anneye nasip olacaktır. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olması meselesinde ise öyle bir durum yok. O iş tüm ümmet-i Muhammed’in ortak sevinci olacaktır. Bu konu siyaset üstü, cemaatler üstü, hepsini aşan bir konu. Bunu kilitli hesabımdan iktidara anlatmaya çalıştım, kader-i İlahi’nin hükmü bu yönde, bu hükme karşı gelmeyin dedim ama dinlemediler, suçüstü yakalanmış yılanlar durumuna düştüler. Bunun şahidi iktidarın kendisi. İnşallah bundan ders alırlar, kaderin hükmüne karşı gelmeye çalışmazlar. Aksi takdirde fethullahçıların camide abdestsiz yakalandığı halde (bunun şahidi Mersin ekibi) geri adım atmamaları üzerine daha fazla rezilliğe maruz kaldıkları gibi iktidarda daha fazla rezilliğe maruz kalır. Siyasetin değişkenliği itibariyle güçlerini kaybettikleri dönemde bu rezillikleri yüz milyonlarca insana duyurulur.

    Bu bilgi bana 2009 yılında geldi. E posta mesajlarım yoluyla fethullahçılarla iletişim halinde olduğum bir döneme denk geldiği için bu bilgiyi onlara ilettim. Onlar bu bilgiyi önemsemediler. Yakın zamanda iktidarın haberi oldu. Onlar işi önemsemiş olmalı ki iktidarla bir sorunum olmadığı halde sırf bu bilgiden dolayı üzerime yılanları yolladılar. Gördüğüm kadarıyla bazı elemanları epey zorbalaşmış, güçlerine fazla güvenir hale gelmişler. Fethullahçıların yıkılıp gitmesinden ders alsınlar da güçlerine fazla güvenmesinler. Eşleri ve çocukları gözü yaşlı bırakılır, çaresiz kalırlar. İktidarın daha ileri gittiğini görünce 15 yıldır görüşmediğim kız kardeşimle geçen hafta görüştüm, arada bir görüşecek olsam da hep bir miktar soğukluk duyacağım maalesef, samimi günlerimiz tam olarak geri gelmeyecek. Beni sıkı sıkı inceledikleri için iktidar da biliyor kız kardeşimle uzun yıllardır görüşmediğimi. Kinimi öz bacıma değil elin oğlu yılanlara yöneltmeye karar verdim. Tüm bu gelişmeleri kilitli hesabımdan o yılanlara ilettim.

    Suçüstü yakalanmaları hakikaten onlarda şok etkisi yaptı, şu an karmaşık duygular yaşıyorlar. Acaba böyle bir haberi getiren insana çatmakla ilahi gazabı üzerimize mi çektik, verdiği haber doğru çıkarsa rezil olacağız diye telaşlanıyorlar. Bu adam muhafazakar iktidarı hala destekliyor, biz ise onun ailesini gözü yaşlı bırakacaktık, ettiğimizi bulacak mıyız diye çekiniyorlar. Ne yaşarlarsa yaşasınlar ama bana bir daha bulaşmasınlar çünkü onlarla uğraşılacak. Okulumda da benimle uğraşacak adamlar ayarlayabilirler ki bunu biliyorum, fethullahçılar da hem okul içinde hem okul dışında benimle uğraşıyordu, şimdiden uyarıyorum ki bu işe bulaşan herkesle uğraşılacak, bulaşmayanla uğraşılmayacak. Kendi hesapları yüzünden okulumdaki masum insanları sıkıntıya sokmasınlar, göz yaşları sel olur. Aslında iktidara biat etseydim maddi manevi beni ihya etmeye hazırlardı, fedakar bir öğretmenlik geçmişim olduğunu biliyorlar. Fakat ben bu işe siyasilerin vegüncel siyasetin bulaşmasını istemedim. Başka yol bulamayınca sertliği tercih etmek zorunda kaldılar ama çıkmaz sokağa girdiler. Bazı bağlar koptu, bundan dolayı pişmanlar.

    2009’dan bu yana bu bilgiyi günlük hayatıma yansıtmadım, kendi işime gücüme baktım. Ailemin, sülalemin, meslektaşlarımın, arkadaşlarımın haberi olmadı. Bundan sonra da bahsetmeyi düşünmüyorum. Allah kalbimi biliyor, Ahmet Dönmez Bey’in sitesine yazarken amacım sadece fethullahçıların bana yaşattıklarını yazmaktı. Sonra laf lafı açtı, günlük hayatta kimseye içimi dökmediğim için psikolojik olarak içimi buraya dökme ihtiyacı hissettim, İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olması bilgisi de buraya döküldü.
    Bu bilgi ilk geldiğinde kafamda acaba soruları vardı. Bu nedenle bazı yıllar zihnimin gerilerine atmıştım bunu. Fethullahçıların en güçlü oldukları dönemde ilahi yardımların benden yana olması, iktidarın koskoca devlet gücünü kullanmasına rağmen yılanlıkta suçüstü yakalanıp vicdanen rahatsız olması ve buraya yazmadığım, iktidarın bildiği bazı destekleyici unsurlar beni ikna etti.

    Minicik bir yanılma payı bırakmakla birlikte yüzde 99 ihtimalle söylüyorum ki bu iş gerçekleşecek. Bu bilginin içinde yalan yok, hile yok, menfaat yok, kişisel hesaplar yok, siyasi planlar yok, iktidarın menfaati yok, fethullahçıların sinsiliği yok, herhangi bir grubun öne çıkarılması durumu yok, mehdiyet saçmalıkları yok (şahıs yerine ittihat, şahs-ı manevi, şura, bilimsellik… var), sağ gösterip sol vurma yok, akıllara gelebilecek herhangi bir soru işareti yok.

    İnanmayan varsa elbette inanmayabilir. Konunun içeriği hakkında bilgim olmasaydı ben de inanmazdım. Bence inanmayanlar aklı başında insanlar, onları tebrik ediyorum. Fakaaat, önümüzdeki on yıllarda dünyanın güç dengesi değişip İslam aleminin birlik halinde diğer tüm güçlere baskın gelme süreci gözle görülür hale gelirse akıllara benim mesajlarım gelsin. Fethullahçıların ve dönemin iktidarının boyun eğdiremediği, önünde rezil oldukları bir adam böyle bir bilgiyi paylaşmıştı desinler. Bu iş olacaksa ancak ve ancak birlik ve beraberlikle olabilir, üstadın ancak ve ancak ittihad-ı İslam dediği gibi.

  25. K.Maraş’ta ani ve dehşetli bir musibetin çıkacağı, insanların dehşetli bir korku ve telaş içinde şehirden kaçışacağı görülür. Bu musibete dair bilgi biri Whatsapp’tan diğeri başka bir sosyal medyadan olmak üzere iki ayrı yerde yazıya dökülür ve kayıt altına alınır. İki tane de sözlü bilgilendirme yapılır. Dehşetli musibet beklenmektedir ama musibetin ne olduğu bilinmemektedir. 6 Şubat’ta bu dehşetli musibetin deprem olduğu ortaya çıkar. Bu musibetin önceden görüldüğüne dair ikisi yazılı, ikisi sözlü dört adet delil iktidara iletilir. Whatsapp ve diğer sosyal medya mesajı silinmeden durduğu için iktidar bu bilgileri kontrol etmiştir ve devletin arşivine geçirmiştir elbette.

    Bazı detaylardan dolayı 2023 seçimlerinde muhafazakar iktidarın aleyhinde kullanılabilir endişesiyle bu bilgi ulu orta açıklanmamıştır. Muhafazakar iktidarın olumlu icraatlarının olumsuz icraatlarına ağır bastığı düşünülmekte; muhalif partilere, fethullahçılara, diğer muhalif gruplara kara propaganda malzemesi olması istenmemektedir. Böyle bilgiler kalbi temiz kişilere ayan olur, onlar da böyle şeyleri çirkefliklere alet etmezler. Kötü kalp, kötü niyet olsaydı bangır bangır bağırılır, silinmemiş dolayısıyla teknik olarak inkarı mümkün olmayan yazılı mesajlar herkese ilan edilirdi.

    Önümüzde daha başka seçimler olduğu için bu bilginin detayları açıklanmayacak, siyasete müdahale ediliyor durumuna düşülmeyecektir. İleriki yıllarda muhafazakar iktidar kendi eceliyle siyaset sahnesinden çekilip seçimlere müdahale etme riski ortadan kalktıktan sonra bu bilginin ilginç detayları açıklanacaktır. Bu musibetin iktidarın yılanları ve o yılanların gözü yaşlı bıraktığı insanların bedduaları yüzünden gelmiş olma ihtimali üzerinde durulmaktadır. Bu sadece bir ihtimalden ibaret, bu ihtimalin doğru olup olmadığı bilinemez, varsayımlarla fikir yürütmek doğru olmayabilir. Farklı ihtimaller içerisinde böyle bir ihtimalin de olduğu o dönemde iktidara iletilmiştir zaten. Tüm gerçekler mahşerde ortaya çıkacak, herkes hak ettiği muameleye uğrayacaktır. Son peygamberden sonraki ahir zamanda yaşadığımıza göre kıyamet ve mahşer yaklaşıyor demektir.

    İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisini 2009 yılında veren kaynakla K.Maraş’ta dehşetli musibetin çıkacağı bilgisini veren kaynak aynı. Musibet bilgisi doğru çıktığına göre diğer bilgi de doğru çıkabilir.

  26. Depremde evimiz ağır hasar aldığı için il değiştirmiştik, geçen yıl başka bir şehirde çalışıyordum. Orada da hafiften imalı tehditvari davranışları hissetsem de ciddi bir durum yoktu. Ciddi bir tavır olsa derhal rüyama yansıyor zaten. Hayatımız olağan akışı içinde devam ediyordu. Evimiz henüz inşa edilmese de bu yıl K.Maraş’a dönme kararı aldık. Oradaki okulumdan ilişiğimi kestiğim günün gecesinde yani temmuz ayının ilk günlerinde K.Maraş’ın iş bilmez idarecileri yüzünden evimin zarara uğrayacağı, benim müthiş bir kızgınlık yaşayacağımı gördüm. Buradan şunu anlıyorum ki K.Maraş ekibi benim için hazırlıklıymış zaten. K.Maraş’a taşınır taşınmaz bunu belli eden hareketlere giriştiler. Bir ay önce de düğmeye bastılar. Yüce Allah’ın onların toplantısını, planlarını, yılanlıklarını üst üste üç rüyada göstermesi ve benim bunları onlara iletmemle planları akim kaldı. Fakat okulumdaki davranışlarından biliyorum ki benimle uğraşmaya kararlılar.

    İlk çocuğumdan on buçuk yıl aradan sonra doğmuş üç ve altı yaşlarında iki çocuğum daha var. Kimseye zararı olmayan, evden okula okuldan eve gidip gelen birisiyim. Geçmişte fethullahçıların baskısı yüzünden hayattan kopma noktasına gelmiş birisiyim. Bunların bu kini nereden kaynaklanıyor acaba. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisini aktarmışsam bunun kötü bir yanı yok. Oğlum Kur’an kursunda yatılı kalıyor, bunun kötü bir yanı yok. Ben düzenli olarak risale sohbetlerine gidiyordum, hafta sonları oğlumu da götürüyordum, bunun kötü bir yanı yok. (Artık sohbetlere gitmiyoruz, gitmeyeceğiz çünkü risale grubu bu yılanlarla iletişim halindeydi.) Üstadın ehven-ü şer kaidesine uyup seçimlerde muhafazakar çoğunluğa uygun hareket ediyorduk, bunun kötü bir yanı yok. Ahmet Dönmez Bey’in sitesine yazdıklarımda fethullahçıları ve Katır Hoca’yı yerden yere vuruyorum, bunun onlara zararı yok. Ve daha bunlar gibi birçok konunun kötü bir yanı yoktu.

    Yılanlardan sonra işler değişti. Bunun hesabı benimle uğraşanlardan sorulacak, onlar muhtemelen dar bir gruptur. Bu işin ucu daha yukarılara dayanıyorsa, ki zannetmiyorum yerel bir grup olduğunu düşünüyorum, oradan da hesap sorulacak. 28 Şubat bin yıl sürecek diyenler şimdi nerede? Kılıcının her tarafı keskin fethullahçılar şimdi nerede? Bugünün kudretli iktidarı yarın nerelerde olacak? Ben dahilde silah kullanılmasına karşıyım, o teröre girer, 15 Temmuz’a girer, öyle şeylere karşıyım fakat bu yılanlarla anladıkları dilden konuşacağım. Deprem rüyasından burada bahsetme niyetim yoktu, yılanların diliyle konuşmaya başlama adına burada bahsettim. Yakın bir gelecekte hakikaten İslamiyet yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacaksa ki bunun detaylarının çoğunu iktidarla paylaştım, o yıllarda mesajlarımı yüzbinlerce insana okutmak nasip olacak, geçmiş iktidarın yılanlarına ve onların akıbetlerine yer ayıracağım. Adamlar durduk yerde dost kaybettiler, düşmanlığın ne olduğunu öğrenecekler. Önceki şehrimden ilişiğimi kestiğim gün bana müthiş kızgınlık yaşatacaklarını görmüştüm hakikaten müthiş kızgınım, bir rüyam daha doğru çıktı.

  27. Filan filan bilgileri iktidara ilettim, iktidarın haberi var türü şeyler yazıyorum ya, bunları bir şahıs aracıyla iletme gibi bir durum yok, benim kimseyle en küçük bir iletişimim yok. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisinden dolayı devletin ilgili mekanizmalarının radarına girdim. Ben kilitli hesabımdan çeşitli konularda görüşlerimi, gördüklerimi, hayatımdan kesitleri yazıyordum, onlar da okuyorlardı. Öyle olumsuz, can sıkıcı şeyler de yazmıyordum. Yazdıklarımı aklı başında adamlar okuyor zannediyordum meğer yılanlar okuyormuş. Kilitli hesabımdan yazmayı bıraktım, belki önemli gelişmeler olacaktı, artık yazmayacağım. Yazarsam buraya yazacağım ki herkesin haberi olsun.

    Daha ilk haftalardan okuldaki adamları aracılığıyla benimle uğraşmaya başladılar. Okul müdürü sıradan bir işi usulsüz bir şekilde yaparak beni sıkıştırmaya çalışıyor. Bir başkası ki benimle uğraşmayı yönlendiren o, seni seviyoruz Atilla Hocam diyor. Hadi ordan, daha bir ay önce yılanlar yola çıkmıştı, eşim ve çocuklarım gözü yaşlı bırakılacaktı, planları akim kalınca yüzlerini tatlılaştırmaya çalışıyorlar. Her iki dönemin baskısına maruz kalmış birisi olarak söylüyorum, iktidarın yılanları fethullahçılardan daha vahşi çıktı. Okuldaki elemanlarıyla uğraşmaları da daha iğrenç şekillerde oluyor. Bu nedenle onlara kızgınlığım fethullahçılarınkinden daha fazla olacak. Ben hocanın anasına sinkaflı küfrü sansürsüz yazmıştım, buna rağmen bana dokunmadılar; Tayyip Erdoğan ve ailesi hakkında olumlu şeyler yazdığım halde benim ocağımı söndürecekti bunlar.

    O yılanlar ve okulumdakiler geleceği hesap ederek hareket etsinler, onlara yazık olacağı şimdiden belli oldu bile. Okulda yeni kumpaslar olursa buraya yazacağımı bilsinler, tüm dünyanın ve gelecek neslin öğreneceğini bilsinler, ona göre hareket etsinler.

    Hep kötülüklerden bahsetmeyelim. Kısmet olursa yarın Teknofest için Adana’ya gideceğiz. Hz. Peygamber’in alından öpeceği, benim gibilerin ayaklarından öpeceği çalışmaları göreceğiz inşallah. İslamiyet yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacaksa bu çalışmalar o işin çekirdeklerinden bazılarını oluşturacak. O dönemde, dersini almış ağzı yanmış fethullahçıların çocukları ve torunlarıyla Bayraktarların çocukları ve torunları omuz omuza verip İsrail ve benzeri düşmanlara galip gelecekler. Fethullahçıların çocukları ve torunları geçmişten ders alıp yanlış rotalara sapmayıp dış ülkelerdeki bağlantılarını İslamiyet yolunda kullanacaklardır. Burası fethullahçıların okuduğu bir site olduğu için onların çocuklarından ve torunlarından bahsediyorum.

    Şahıslar bazında 30-40 yıl sonra kimlerin iktidarda olacağı bilinmiyor ama fethullahçıların bu ülkenin kaderine hakim olamayacağı kesin, Anadolu halkı onlara prim vermeyecektir; yaşları itibariyle Tayyip Erdoğan ve elemanlarının olmayacağı da kesin. Muhafazakar kadroların hakim olacağı kesin çünkü İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı net bir şekilde görüldü. Kader-i İlahi bunu takdir buyurdu, kesin olarak gerçekleşecek inşallah. Bu iş şuna buna nasip olsun diye kimse kimsenin ayağını kaydırmaya çalışmasın, bu iş tüm ümmet-i Muhammed’in ortak meselesi. İktidarın benimle uğraşma sebebi bu bilginin onlardan birine değil bize gelmiş olması. Halbuki biz ve onlar biriz. Maalesef araya yılanlar girdi, mesafe açıyorlar. Ayak kaydırmaya çalışanın her iki cihanda ayağı kayar Allah muhafaza.

  28. Üstadın 1907’lerde henüz 30 yaşındayken İstanbul’a gelmesinin tek bir nedeni vardı. Doğu illerinde sadece din ilimlerinin okutulduğunu halkın çağın gerisinde kaldığını fark etmiş, din ilimleriyle fen bilimlerinin bir arada okutulacağı büyük bir üniversite kurularak çift kanatlı nesiller yetişmesini istiyordu. Bildiğim kadarıyla El Ezher sadece din ilimleri eğitimi veriyordu, üstadın vizyonu daha genişti, fen bilimleri ile din ilimleri aynı çatı altında okutulmalıydı. Batı dünyasının gelişmesi karşısında o bölge insanının hala orta çağı yaşadığını, aranın çok açıldığını, arayı kapamak için zihinsel dönüşüm taraftarıydı.

    Kendisi kimsesiz genç bir birey olduğu halde devletin başı olan Abdulhamid Han’a ulaşmaya çalıştı. Bürokratlar bir kese altın verip memleketine geri dönmesini istedi. Israr edince önce akıl hastanesine sonra zindana gönderdiler. Bu yaptıklarından dolayı o bürokratların ellerine bir şey geçmedi. Onlar tarihin mezaristanında yatarken üstadın ruhaniyatı devam ediyor, saygı görüyor. Sonradan Mehmet Reşat’a ve cumhuriyetin ilk kadrolarına da bu fikrini iletmiş fakat uygulamaya geçmek nasip olmamıştır.

    Teknofest’i gezerken aklıma üstadın bu mücadelesi geldi. Hamasetle, üfürükçü tarzı din anlayışıyla ancak kendimizi kandırırız. Bilimsellik ile iman bir arada yürümeli. Acaba üstad Teknofest’i gezseydi mutlu olur muydu? Bunu soruya dökmek bile anlamsız elbette. Zaten biliyordum da Teknofest’i gezerken denizde bir damla olduğumu büyük işlerin on binlerce, yüz binlerce, milyonlarca insanın emeklerinin yekunuyla olduğunu bir kez daha fark ettim. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olmasının da ancak yüz milyonların tek yürek olmasıyla gerçekleşeceğini düşündüm.

    Benim gibi geniş ve ılımlı düşünen, mesleğinin ilk 25 yılı itibariyle somut projeler üreten birisinin üzerine yılanlar göndermekle neyi amaçladılar acaba? Bana rüyamda yansıyan onların yani o ekibin iş bilmez insanlar olduklarıydı. Bu işi düzeltmek isteyecekler fakat daha kötü hale getireceklerdir. Onlara tavsiyem kesinlikle kendileri düzeltmek için uğraşmasınlar, 2025-2026 eğitim yılında uygulanmasını istediğim küçücük öneriyi dikkate alsınlar gerekirse sayın cumhurbaşkanımızı devreye soksunlar. Olur ya Büyük İslam Hükümranlığı iddiası doğru çıkar, bu dönemin bürokratları hakkında olumsuz şeyler düşünür geleceğin gençleri.

  29. Rüya aleminde ve gerçek alemde bize ihsan olunan ilahi yardımlardan bazıları şunlar:
    1.Sıkıntılı bir dönemde evliyanın büyüklerinden bir zat şefkat ve tebessümle kucakladı.
    2.Tehlikeli bir yola girecekken tabiinin en büyüğü uyarıda bulundu.
    3.Evliliğimizi iki ehl-i beyt destekledi.
    4.Hastanede baygın halde yatarken sahabe efendilerimizden önemli bir müjde geldi.
    5.Fethullahçı polis camide Yüce Allah’ın huzurunda abdestsiz olarak yanı başımda çökmüş olarak kaldı.
    6.Bir vesileyle kitaplıktan rastgele bir kitap alıp rastgele bir sayfasını açtığımızda Hz. Peygamberin camiye abdestsiz gelenleri azarladığına dair rivayet çıktı.
    7.İktidarın elemanlarının hakkımızda yüzeysel toplantı yapıp menfi karar aldıkları, yılanların ekip halinde hakkımızda haince planlar yaptığı, eşimi ve çocuklarımı gözü yaşlı bırakacak gece karanlığını andıran sert bir operasyona maruz kalacağımız ayan oldu. (Biz kurtulduk çok şükür ama o kıt beyinliler acaba kaç kişi hakkında yüzeysel değerlendirmeler yapıp aileleri gözü yaşlı bırakmıştır.)
    8.Ve daha başka ilahi yardımlar.
    Bazılarını yaşayalı yirmi sene olduğu halde günlük hayatta bunları eşim hariç kimseye anlatmadım. Mesela babam hiçbirini bilmez, annem sadece bir tanesini bilir. Ulu orta rüya anlatanları sevmem, icraatlarına projelerine bakarım. Rüyalar sahte olabilir, sadık olmayan rüya grubundan olabilir, tabiri yanlış çıkabilir vesaire ama icraatler sahte olamaz. Çok şükür benim somut çalışmalarım çok oldu. Lisans ve yüksek lisansından mezun olduğum üniversiteden sonra daha iyi yerlere gelebilecekken hırs yapmayıp öğretmenlikle yetinmiş olmam benim makam, iktidar, şöhret, maddiyat peşinde koşmadığımın delillerinden. Ankara’dakiler imtihana tabi tutulacaklar, gerçekten samimi müslüman insanlar olarak bize saygı mı gösterecekler yoksa iktidar hırsıyla bizimle uğraşacaklar mı?
    Kimseye anlatmadığım bu inayetleri İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisinden dolayı kendimi, ailemi tanıtma adına kilitli hesabımdan ayrıntılarıyla anlattım. Üstad da bazı inayetleri istemeye istemeye anlatmış. İktidarın elemanları ilahi inayet altında olduğumuzu bile bile bize yılanlık yapmaya kalktılar ve tarihe adi yılanlar olarak geçmeyi hak ettiler. İktidarın itibarını da zedelediler.

    Zamanında fethullahçılara da bunları e postamdan yazmıştım. Buna rağmen hainliklerine devam edince camide abdestsiz yakalanıp Hz Peygamberin azarlamasına maruz kalmışlardı. İşin ilginci bunlara rağmen geri adım atmayıp baskılarına devam etmişlerdi. Sonunda yıkılıp gittiler. Bakalım iktidarın elemanlarının akılları başlarına gelecek mi yoksa onlar da fethullahçılar gibi baskılarına devam edip yeni rezillikler mi yaşayacaklar? Siyaset değişkendir, gün gelir ayakları kayar giderler.

    Yukarıdaki maddelerde yazdığım kişiler elbette Tayyip Erdoğan’dan çok daha büyük insanlar. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan bile bizimle uğraşmaya kalksa onun da yanı başımızda çöküp kalacağına garanti veriyorum. Çünkü İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olması gibi çok büyük bir olayı aktarmak bize nasip oldu.

    Fakat bizim Tayyip Erdoğan’la, muhafazakar iktidarla alıp veremediğimiz bir durum yok. Yukarıda saydığım büyüklerimiz bu topraklarda 28 Şubatçıları değil muhafazakar iktidarları görmek isteyeceği gibi biz de aynısını istiyoruz. Seçimlerde ehven-i şer olarak muhafazakar çoğunluğa uyuyoruz. Bizim aktardığımız olay 30-40 yıl sonra gerçekleşeceği için şu anki iktidarı hedef alma gibi bir durum olamaz.

    Şunu bilsinler ki kader-i İlahi bu işin siyaset üstü, siyaset dışı ilerlemesini istiyor. Kilitli hesabımdan bunu defalarca yazdığım halde yılanlar ailemi parçalayıp bu işi kendileri dizayn etmeye kalktılar. Kader-i İlahi onları tarihe adi yılanlar olarak geçirecek. Artık kilitli hesabıma değil buraya yazıyorum ki başkaları da bundan ders alsınlar müdahale etmeye kalkmasınlar, başlarına çok büyük işler açarlar. Su akacak yolunu bulacaktır. Bu iş şahıslara bağlı bir iş değil, tüm ümmet-i Muhammed’in ortak meselesi ve sevinci olacak. 30-40 yıl sonra bu topraklarda muhafazakar iktidarlar olacağı kesin ama şahıslar bazında belirli isimler şimdiden bilinemez elbette. İsimler önemsiz, Ahmet olmaz da Mehmet olur, şahısların hiçbir önemi yok, önemli olan şahs-ı manevi, yüz milyonların kalbinin bir atması.

  30. ORTAOKULLARDA REHBERLİK SAATİ
    Bundan 10 yıl öncesine kadar ortaokullarda haftada 30 ders yapılıyordu. Haftada 1 ders rehberlik saati olarak belirlenmişti. Sonradan ortaokullarda ders saati 35’e çıkarılmasına rağmen rehberlik saati kaldırıldı. Bu derste dönüşümlü olarak bir hafta sınıf rehberliği yapılırken diğer hafta kulüp çalışması yapılmaktaydı.

    Sınıf rehber öğretmeni eşliğinde sınıfın sorunlarının konuşulması, sınıf başkanı seçimi, oturma düzeninin planlanması, sınıf nöbetçilerinin belirlenmesi, proje ödevlerinin dağıtılması, sınıf başarı düzeyinin değerlendirilmesi…gibi sınıfla ilgili çok sayıda konular görüşülüp öğrencilere rehberlik yapılıyordu. Dersin kaldırılmasıyla birlikte bu çalışmaları yapmak için branş öğretmenleri kendi derslerini kullanmak zorunda kaldılar. Örneğin okulun İngilizce öğretmeni aynı zamanda 5/A sınıf rehber öğretmeni olduğunu düşünelim. Kendisine ayrılan derslerde hem ders anlatmak hem de 5/A sınıfının tüm rehberlik işlerini yerine getirmek zorunda bırakılmıştır.

    Eskiden ilkokul 5. sınıftan sonra ortaokula gidiliyordu sonradan 4+4+4 sistemi gereği ilkokul 4. sınıfı bitiren dokuz buçuk, on yaşındaki öğrenciler daha küçük yaşlarda ortaokula gitmeye başladılar. İlkokul sınıf öğretmenleri dört yıl boyunca anne şefkati gibi öğrencilerin her şeyiyle ilgilenmekte, veliyle sürekli iletişim halinde olmakta iken ortaokullarda her derse farklı branş öğretmeni girdiği ve her branş öğretmeni çok sayıda sınıfa girdiği için öğrencilerle sadece ders bazında ilgilenmekte, ilkokul sınıf öğretmeninin gösterdiği kapsayıcı ilgiyi gösterememektedir. Ortaokullarda haftada bir ders rehberlik olması ilkokuldan küçük yaştan gelen öğrencilerin uyumunu kolaylaştıracaktır.

    Şu anda fen liselerinin 9,10,11 ve 12. sınıflarında haftada bir saat rehberlik var. Halbuki fen lisesi öğrencileri en az problem yaşayan grubu oluşturuyor. Bazen rehberlik saatini etüt gibi ders amaçlı kullandıkları da duyuluyor. En az problemli öğrenci grubuna dört yıl boyunca rehberlik saati konulmuşsa onlardan çok daha fazla ihtiyacı olan ilkokuldan küçük yaşta ortaokula geçmiş öğrencilerin rehberlik saatine kavuşturulmasına öncelik verilmelidir.
    Rehberlik saatinin dönüşümlü kullanıldığını söylemiştim. Diğer hafta danışman öğretmen/öğretmenler eşliğinde kulüp öğrencileri belirlenen bir sınıfta toplanıyorlardı. Farklı sınıflardan aynı kulübe üye öğrencilerin bir araya gelmesi güzel bir kaynaşma sağlıyordu. Kulüp çalışmalarının planlanması ve takibi, öğrencileri kulübün amaçları hakkında bilgilendirip yönlendirme, pano ve diğer etkinlikler için öğrenci seçimi…gibi çok sayıda çalışma yapılıyordu. Öğrenciler iki haftada bir yapılan bu dersi çok seviyorlar, kulüple ilgili çalışmaları coşkuyla yapıyorlardı. Hangi kulüpte olduklarını ve hangi çalışmaları yaptıklarını arkadaşlarına gururla anlatıyorlar, bunlar tatlı anılar olarak ileriki yıllara taşınıyordu. Hatta eve geldiklerinde anne, babalarına “Ben Yeşilay Kulübü’nü seçtim, şu çalışmaları yapıyoruz’ şeklinde bilgi verdiklerini duyuyorduk. Bu vesileyle ülke genelinde belki on binlerce etkinlik düzenleniyor, kulüp panoları güncelleniyordu.

    Rehberlik dersinin kaldırılması sonucunda öğrencilerin bir araya geleceği saat bulunamaz oldu. Teneffüs saatinde yapılacak olsa kısacık sürede bu mümkün olmamaktadır. Öğle arasında yapılacak olsa, ikili eğitim yapılan okullarda öğle arası zaten yok. Öğle arası olan okullarda bile öğrenci ve öğretmenlerin dinlenme ve beslenme saatinde kulüp toplantısı yapılamamaktadır. Rehberlik saatinin kaldırılması kulüp çalışmalarını yüzde doksanlar oranında bitirmiştir. Öğrenciler sembolik olarak bir kulübe üye olmaktalar fakat kulübün amacı ve işleyişi hakkında bilgi sahibi olmadan, etkinlik yapmadan yılı bitirmekteler. Artık öğrencilerden “Şu kulübün üyesiyim, şu çalışmaları yapıyoruz” coşkulu sözlerini duyamıyoruz.

    Sınıf rehberliğinde zaten öğrenciler toplu halde olduğu için branş dersi feda edilerek sınıfın sorunları kısmen görüşülebilmektedir. Fakat farklı sınıflardaki kulüp öğrencilerini bir araya getirecek saat belirlenmediği için rehberlik saatinin kaldırılması kulüp etkinliklerini temelden etkilemiştir.

    Sadece sekizinci sınıflarda rehberlik saati uygulaması devam etmektedir. Fakat bu ders kulüp çalışmalarını içermemekte, daha çok LGS’ye yönelik rehberlik yapılmaktadır.
    Haftada 30 ders olan yıllarda rehberlik ve kulüp çalışmalarına saat ayrılırken haftada 35 derse yükseltilip rehberlik ve kulüp çalışmalarına saat ayrılmaması ülke genelinde birçok etkinliğin planlanıp yapılmasına engel olmuştur. Bakanlığımızın konuyu tekrar değerlendirmesi uygun olacaktır.

    • Mesleğimin ilk 25 yılı dolu dolu geçti. Yaptığım çalışmaları 4 Eylül 2022 tarihli mesajımda anlattım. Fakat beni aşan, sadece bakanlığın devreye girmesiyle yapılabilecek uygulamalar var. Ortaokullardaki dönüşümlü rehberlik saatinin kaldırılmasının olumsuz etkisini üzülerek gözlemledim. Bunu bakanlığa ilettim ama bir sonuç alamadım.

      İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olması bilgisi ortaya çıkınca iktidarın radarına girdim. İktidarın benden bazı istekleri olduğunu biliyorum. Kilitli hesabım aracılığıyla onlara öneride bulundum. Kendim için bir şey istemediğimi, ortaokullarda dönüşümlü rehberlik saati uygulamasını yeniden getirmeleri halinde onların bazı isteklerini yerine getireceğimi söyledim.

      Zamanında fethullahçılara da ismini verdiğim iki yoksulla ilgilenmeleri halinde belaların def olacağını ilettiğimi, onların bunu önemsemeyip üzerime gelmeye devam ettiklerini, sonuç itibariyle rezil olduklarını yazdım. Eğer iktidar dönüşümlü rehberlik saatini uygulamaya koyarsa bazı konuların onların istediği gibi olacağını, bu isteğimi yerine getirmeyip zorbalıkla üzerime gelerek bu işi çözmeye çalışmaları halinde fethullahçıların akıbetine uğrayacaklarını, rezil olacaklarını hem de risale grubuyla da bağlarımızı koparacaklarını yazdım. Benim bu vatan için çarpan yüreğimi dinlemeyip üzerime yılanlar göndererek, ailemi parçalayarak bu işi çözmeye çalıştılar. Rezil oldular, tarihe yılanlar olarak geçtiler hem de risale grubuyla bağlarımızı kopardılar.

      Bu işi onarmanın yolu 2025-2026 eğitim yılında dönüşümlü rehberlik saatinin yeniden uygulamaya konulmasıdır. Sadece rehberlik saati konulursa bu yetersiz olur, mutlaka bir hafta rehberlik bir hafta eğitsel kulüp çalışması şeklinde olmalıdır. Eskiden çarşamba günü son saat bu derse ayrılıyordu böylece kulüp çalışması için diğer sınıflardan öğrenciler aynı saatte bir sınıfta toplanabiliyordu. O güzel uygulama tekrar gelirse rehberlik ihtiyacı giderilmiş olacak, eğitsel kulüp etkinlikleri eski yoğun günlerine dönecektir. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli öğrencileri etiknliklerle yetiştirmeyi hedefliyorsa dönüşümlü rehberlik saati bu yönde bir fırsat oluşturacaktır.

      Bu yazımı okuyanlar arasında çocuğu ortaokula gidenler varsa ve o uygulamanın faydasına inanıyorlarsa yukarıdaki yazımı bakanlığa göndererek bu işe destek olabilirler. Belki üzerime gelen yılanların da ortaokula giden çocukları vardır, onlar benim ocağımı söndüreceklerdi ben ise onların çocuklarının mutluluğu için uğraşıyorum.

      • Sayın cumhurbaşkanımızın yetişme tarzını çok beğeniyorum. Bunu yalakalık olarak söylemiyorum, ben de etkinliklerle büyümüş birisi olarak söylüyorum. Öğrencilik dönemlerinde sadece ve hep derse odaklanmamış. Aşağıdaki yazımın benzerini kilitli hesabımda da yazmıştım.

        Sporla özellikle futbolla profesyonel olarak ilgilenmiş, sağlam kafanın sağlam vücutta olacağını göstermiş.

        Münazara yarışmalarında sınıfını ve okulunu temsil etmiş, bir fikri savunmayı karşı fikri çürütmeyi öğrenmiş, fikir kurgusu yapmayı öğrenmiş, hitabetini geliştirmiş.

        Çok sayıda konferans türü etkinliklere katılmış, merhum Necip Fazıl’ın sahnede takdimini yapmış. İnsana ufuk ve ideal kazandırıcı ortamlarda bulunmuş.

        İmam Hatip’te okuyarak ruhunu yeşertici derslere girmiş, Kur’an-ı Kerim kıraatini geliştirmiş, Anadolu halkının dini olan İslamiyet hakkında bilgisini pekiştirmiş.

        Muhtemelen maneviyat büyüklerinin sohbetlerinde de bulunmuştur.

        Hitabetle birlikte şiir okuma yeteneğini geliştirmiş, muhtemelen bazı yazılar da kaleme almıştır.

        Parti gençlik kollarında görev alarak idealler uğruna organize çalışmalar yürütmeyi öğrenmiş, geniş çevrelerle temas kurarak kişisel iletişimini geliştirmiş.

        Muhtemelen bilmediğimiz daha başka sosyal yönleri de vardır. Sadece ve sadece derse odaklansaydı geniş halk kitlelerini etkileyecek, ülkenin en uzun süre iktidarda kalan partisini organize edip liderliğini üstlenecek rakipsiz bir insan olamazdı. Demek ki her şey dersten ibaret değil.

        Peki Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı döneminde eğitim sistemimiz ne durumda? Maalesef öğrenciler okul, etüt merkezi, ödev, yardımcı kaynaklar, deneme sınavı…sarmalında boğulup gidiyor.

        Sayın cumhurbaşkanımızdan ricam ortaokullarda rehberlik ve eğitsel kulüp çalışmaları için eskiden ayrılan, 10 yıl önce kaldırılan saati ortaokul öğrencilerine tekrar hediye etsin. Haftada 30 saat ders varken uygulanıyordu, ders saati 35’e çıktı (hatta imam hatip ortaokullarında 36 saat) ama bu güzel uygulama kaldırıldı. Kuru bilgiyle donatılan öğrenciler hem çocukluğunu mutsuz yaşar hem de gelecek hayatlarında toplumsal problemlere neden olurlar.

        Davul da onda tokmak da onda, bu öneriyi rahatlıkla gerçekleştirebilir.

  31. Fethullahçıların hocası mülaane denen bir beddua yapmış, “Kim haksızsa ocaklarına ateşler salınsın” demişti. Yaşadıklarımdan, gözlemlediklerimden yola çıkarak, onların yoğun baskısına maruz kalmış “Allah’ım onların boyunlarını devir” bedduasını yapmış birisi olarak ben onların haksız olduğunu biliyordum zaten. Hatta mülaane bedduası yapılmadan önce fethullahçılığın şarampole yuvarlandığını e postama yazmıştım.
    O dönem fethullahçılığın baskısı nedeniyle hayattan kopma noktasına geldiğimde fethullahçılarla iktidar kol kolaydı. Şimdilerde ise iktidarın yılanları benimle uğraşıyor, az kalsın gece karanlığını andıran sert bir operasyonla eşimi ve çocuklarımı gözü yaşlı bırakacaklardı. Yüce Allah’ın rüyamda bildirmesi, benim onlara iletmemle akim kaldı. Önceki kadar sert olmasa da hala benimle uğraşacaklarına dair davranışları var.

    Madem mülaane bedduaları tutuyor ben de net bir mülaane yapacağım.

    Allah’ım ben fethullahçıların yoğun baskısına maruzken bu iktidar onlarla kol kola vaziyetteydi. Şimdi de bu iktidarın ciddi baskılarına maruz kalıyorum, az kalsın ocağımı söndüreceklerdi. Allah’ım fethullahçıların baskısına maruz kaldığım ve beni hayattan kopma noktasına getirdikleri bilgisi yalansa, bir musibet beklendiğine dair depremden önce rüya görüldüğü ve bununla ilgili mesajların iktidara iletildiği bilgisi yalansa, yukarıdaki mesajımda belirttiğim bana yapılan ilahi yardımlar bilgisi yalansa, 25. Yıl yazımda belirttiğim çalışmalarım yalansa, ortaokullarda rehberlik saati gibi meselelerde bu milletin evlatlarının iyiliğini düşündüğüm yalansa, İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı şeklinde yorumlanan bir bilginin geldiği yalansa beni ve çocuklarımı kahru perişan eyle, son nefesimize kadar sürüm sürüm süründür, yeryüzünde aman verme; yukarıda verilen bilgiler doğruysa benimle uğraşmayı somut hale getirenleri, o planlamaları yapanları, uygulamaya koyanları, bunlardan haberi olup sessiz kalanları, onları o mevkilere getirip bunlar yanlış yapıyorlar mı diye denetlemeyenleri, onların iş bilmez insanlar olduğu bana ayan olduğu halde onları hala o koltuklarda tutanları, eğer Ankara’da iş birlikçileri varsa onları ve bunların çoluk çocuğunu kahru perişan eyle, son nefeslerine kadar sürüm sürüm süründür, yeryüzünde aman verme Allah’ım. Amin, amin, amin.

    Mülaane bedduasına neden çocukları katıyorsun derlerse onların operasyonunda çocuklarım da etkilenecekti, etkilenecektir. Çocukları sürünürse dolaylı olarak torunları da etkilenecektir. Bu beddua benimle uğraşmaları halinde geçerli olacak, benimle uğraşmayı bırakırlarsa geçerli olmayacak. Planlarını aktif olarak uygulamaya geçirmeyip psikolojik hareket olarak uğraşırlarsa onların geleceğinde de aynıyla mukabelede bulunulacaktır.

    Ben olsam İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı şeklinde mübarek bir bilgiyi aktarmak nasip olan, birlik beraberlik mesajları veren birisiyle uğraşmazdım. Geçmişte uğraşanların hali 9 Ekim 2024 tarihli mesajımda mevcut. Bu defa daha kötü akıbetlere maruz kalacaklardır, çünkü yaptıkları yılanlıklar fethullahçıları da geçmeye başladı.

    • O bedduanın adı mübaheleymiş galiba. Adı önemli değil, içeriği önemli.O bedduamdan sadece yılanlar değil okulumdaki uzantıları da nasiplerini alacaktır. Daha ilk haftalardan mobbinge başlamışlardı. Yılanlar şimdilik deliklerine dönseler de okuldakilerle aynı ortamda bulunmaya devam ediyoruz. İğrenç insanlar. Özlerinde iyilik olsa da yandaş olmak için can atmanın neticesinde bu hale gelmişler. Kendilerini kurtarmak için kumpas türü hazırlıkları var gibi. Buraya yazayım ki, ben demiştim diyebileyim. Bu tür çalışmaları onların vebalini artırmaktan başka bir işe yaramayacak. Bedduam gereği onların çocukları mobbinge uğrayacaklardır. Beni bertaraf etseler, o tarihlerde yaşamasam bile bedduam tutacak adresini bulacaktır.

      Şunu belirteyim ki milyonlarca namaz kılanın, yüz binlerce ehl-i kamilin, on binlerce evliyamisül insanın toplandığı, muhafazakarların ittifak yapıp önemli başarılar elde ettiği bir zemini tümden kötüleyecek değilim. Üstad Hazretleri şahıs bazında zarara uğransa bile milletin genelinin selameti için muhafazakar oluşumların desteklenmesi gerektiğini söylüyor. Yani birkaç pire için yorganı yakmayın demek istiyor. Üstad, D partililer ona ve talebelerine zulmetseler bile şeflik rejimine karşı milletin selameti adına o dönemin ılımlı oluşumu olan D partiyi destekleyeceğini, talebelerini de o yönde tembihleyeceğini belirtmiş, fakat işi parti yandaşlığı düzeyine getirmemiş. Şu an seçim olsa biz yukarıda bahsettiğim ittifaktan yana tavır alırız fakat işi yandaşlığa dönüştürmeyiz. Biz oyumuzdan sorumluyuz, yandaşlıktan değil. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisini aktaran birisi olarak üstadın ölçüsünün makul geldiğini belirteyim.

      Fakat bireysel zarara uğramışsam bunun intikamını en acı şekilde ilgili bireylerden alırım, alacağım. Benim çocuklarımı gözü yaşlı bırakacaklardı, onların çocuklarına da bunlar yaşatılacak. Ki üstada zarar verenlerin çoğunun çok acı sonuçları olmuş. Bunun için üstad olmaya gerek yok, mazlumların duası tutar diyor rivayetler, tutacaktır. Hem paketlenip götürüleceğime dair eylül başındaki sadık rüyalarım hem okul içindeki mobbinglerden dolayı geçenlerde az kalsın felç geçiriyor gibi oldum. Daha fethullahçıların travmasını atlatamamışken bunların yılanlıkları fethullahçıları da geçti. Bazı şeyler olur biter, orada kalır. Bazı şeyler ise travma sonrası stres denen ve uzun yıllar devam eden kaygılara neden olur. Uzun yılların cezası da uzun yıllar onları inim inim inletmektir. Yandaşlığını yaptıkları kişiler o yıllarda olmayacaktır.

      Diğer ildeki okulumdan ilişik kestiğim günün gecesi K.Maraş’ın iş bilmez idarecileri yüzünden zarara uğrayacağım ve müthiş kızacağım bana ayan olmuştu, bunu kilitli hesabımdan onlara iletmiştim. İletmeme rağmen bunlar gerçekleşti. Çok eski yılların birinde de hoşlanmadığım bir şeyin başıma geleceğini görmüştüm, istemediğim halde başıma gelmişti. Demek ki sadık rüyalara yansıyan şeyler gerçekleşiyor.

      Öyleyse İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisi de gerçekleşecektir inşallah. O gün birlik beraberlik günü olacaktır ama yılanlar ile okul içindeki uzantıları o gün teşhir edilecektir, işte bunlar o büyük günün bilgisini getiren adama bunları reva görmüştü denecek. Fethullahçıların yaptığının faturasını kız kardeşime kesmiştim, bunların faturasını elin oğlu yılanlara ve okulumdaki uzantılarına ödeteceğim. Şimdi kulaklarına masal gibi gelse de gerçeği görecekler.

  32. Kimseye faydası olmayan, iki tarafı da zarara uğratan hiç istemediğim bu kavgayı ben başlatmadım. Ağustos sonunda benimle ilgili toplantı yapıp, beni yüzeysel değerlendirip hakkımda menfi karar veren resmi sıfatlı kişi başlattı. Ki zaten daha temmuz başında bunların iş bilmezliği yüzünden zarara uğrayacağım bana ayan olmuştu, benden yana K.Maraş’a gelirken içimde iktidara karşı en küçük bir olumsuz duygu yoktu.

    Bana göre iktidar daha büyük zarara uğradı. Bir açıdan bana faydası oldu, İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisini nakleden kişinin boş bir adam olmadığı, önceden beri çok sayıda ilahi yardımlara mazhar olduğu, bu kavgada da yılanların planları iletilerek yardım olunduğu ortaya çıktı. Bu şahsım adına değil ümmet-i Muhammed adına sevindirici bir durum çünkü 30-40 yıl sonrasının Büyük İslam Hükümranlığı’nın hemen hemen kesin olduğu anlaşılmış oldu. Bizim neslin ömrü kavgalarla geçti, geçmeye de devam ediyor. Bizden hemen sonraki nesil ise kavgaları ikinci plana atıp ittihada, şuraya, şahs-ı maneviye ve bilimsel davranmaya önem verecek, bunun neticesinde zaten zayıflamış olan düşmanı alt edecektir Yüce Allah’ın izniyle. İşin içinde mehdiyet filan yok, o kavramı herkes kafasından silsin; belirli bir grup, cemaat vesaire de yok, bununla ilgili ikna edici açıklamaları kilitli hesabımda yaptım. Yüz milyonların emeği, birlikteliği var.

    Fakat iktidarın bizimle uğraşacağına dair sinyaller devam ediyor. Hayırdır inşallah dün geceki rüyamda arabamın bagajında bazı yiyecek nimetleri varmış. Eşim ile üç ve altı yaşlarındaki iki kızım arabanın bagaj tarafında nimetlerle uğraşıyormuş, ben ise arabanın kaput tarafındaydım. Orta boylu siyah erkek bir ayı bagajdaki nimetlerden faydalanmak istedi. Ailem bunu olumlu karşılamadı. Ayı kızdı, beni gözüne kestirememiş olacak ki eşimi kovalamaya başladı, eşim korkuyla tabana kuvvet kaçmaya başladı, ayı da peşinden gitti. Üç ve altı yaşındaki iki kızım da korkuya kapılıp bir odaya saklandılar. Hayırdır inşallah rüya tabirlerine baktım, ayı için namert insana işaret eder diyor. Rüyada ayı görmek münafık, ahmak, düşünceden yoksun düşmanla yorumlanır diyor. Dost ve yardımcı görülen birisinin aslında kötü niyetli olması ve zarar vermesidir diyor. Dün akşam eşim çok uzun süredir konuşmadığı bir yerle onların isteği üzerine telefonla konuşmuştu. Bize iyiliği dokunmuş çok temiz insanlar, onlardan yana hiçbir şüphemiz yok ama iktidarın kendi amaçları için onları bize yönlendirme ihtimali çok güçlü.

    Ben bunu şöyle yorumluyorum, iktidarın elemanları benimle baş edemeyince eşime yöneldi. Ama bunu da usulüne uygun yapmayıp yüzlerine gözlerine bulaştıracaklar. İktidara tavsiyem bizimle uğraşmayı bıraksınlar, battıkça batarlar verdikleri zararın çok daha fazlasına uğrarlar. Üzerimize gele gele bizi ciddi ciddi kendilerine hasım yaparlar. Bugünü değil geleceği düşünüp hareket etsinler.

  33. Buradaki ilk mesajımı 20 Mart 2021’de yazdım. Fethullahçıları diğer birçok insan gibi 2009’larda yaşatmak için yaşayan insanlar zannederken gerçek yüzlerinin farkına vardım. İnsanları fethullahçı olan ve olmayan diye ikiye ayırdıklarını, kendilerinden olmayanlara hayat hakkı tanımadıklarını fark ettim. İçimde onlara karşı önce kızgınlık sonra tarifi imkansız bir kin beslemeye başladım. O dönemde gördüğüm iblisin sırıtışı bu kini yansıtıyor olmalı.

    Son bir buçuk aydır sürecin benzerini iktidarın kadrolarıyla yaşıyorum. Bu iş yavaş yavaş kine, husumete dönüşüyor. Buradan açık ve net bir şekilde ilan ediyorum, bana veya aileme karşı yeni bir hareket gerçekleşirse artık kin besleyeceğim. Bu dünya değişken, hele hele ülkemiz çok değişken yarın ne olacağını bilemezler. Onlarla iletişim halinde olan risale grubuyla tüm bağlarımızı koparmamıza neden oldular, onlara husumet beslememize de kendileri sebep olacaklar. Muhafazakar tabana saygım sonsuz fakat kadrolarla ilgili -tamamını kastetmiyorum- ciddi sıkıntılar görüyorum.

    Bu mesajım yerini buldu mu, bulmadı mı elbette okul dışı ve içi hamlelerinden ortaya çıkacaktır. Karara vardığım zaman geri dönüşüm olmayacak.

  34. Uzun süredir eşimle görüşmeyen insanların dün akşam telefonla görüşmeleri, dün gece ayı vakasından eşimin ve çocuklarımın olumsuz etkilendiğini görmüş olmam, son bir buçuk ay içinde yaşadıklarımı yeniden değerlendirdim. Bunların iğrenç ötesi insanlar oldukları kanaatine vardım.

    Benim içim dışım birdir, açık ve net bir şekilde söylüyorum, artık iktidarın hasmıyım. Fethullahçılara duyduğum kinin eş değerini iktidara duyuyorum.

    O dönemde yani 2011 ilkbaharında annem Erdemli’ye ziyaretimize geldiğinde rüyasında eli tüfekli adamların tüfeklerini bana doğrultmuş olduklarını, benim ise son derece sıkıntılı halde olduğumu görmüştü. Öyle bir dönemde bile çekinmemiş hocanın anasına sinkaflı küfrü sansürsüz yazmıştım.

    Şu an hem okul içinde hem okul dışında çevrelenmiş durumdayım. Böyle bir ortamda bile açıkça söylüyorum ki iktidar benim hasmımdır, elime güç geçecek olursa onları inim inim inleteceğim. Bu dünyada güç yetiremezsem öbür dünyada bana tanınan imkan ölçüsünde intikamımı alacağım.

    Çocuklarıma da vasiyet bırakacağım, güç yetirirlerse hiçbirine acımasınlar.

  35. Allah’ım boyunlarını devir diye beddua ettiğimde ülkedeki bütün fethullahçıları değil benimle uğraşan ekibi kastetmiştim. Ülke genelinde böylelermiş ki tümden nefrete boğulup acı sona ulaştılar.

    12 Ekim tarihli bedduam da benimle uğraşanlar ve buna sessiz kalanlarla ilgili. Ülke genelinde acı sonları olur mu onu ben bilemem, ilm-i İlahi karar verecek. İçlerinde pırlanta insanlar da vardır inşallah onlar zarar görmez. Fakat görüp de sessiz kalanlar bu bedduadan nasibini alacaktır, onların acı sonunda da sessiz kalınacaktır.

    Bunlar hala anlayamadılar onların planlarının rüyalar yoluyla bize iletildiğini.

  36. Fethullahçılar sadece benimle uğraşmıştı eşimle uğraşmamıştı. Öyle görünüyor ki iktidar, ortaokul mezunu bir köylü kızı olan, İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisinden habersiz olan eşimle de uğraşmak istiyor. Ben bu konudan günlük hayatta bahsetmiyorum ve eşimin kilitli hesabımı okuma gibi bir şansı yok.

    İki yıldır bizimle uğraşacakları sinyalleri geliyor hafiften tehdit ediyorlardı. Mesela geçen yıl görevli olduğum ilin ilçesinde risale sohbetine gittiğimde ortamda az kişi bulunmasına rağmen üç gardiyanın hazır bulunduğu oluyordu. Ben ise onların bu kadar adileşmesine içimden gülümsüyordum. Onlar harekete geçmediği için ben de renk vermiyor, sohbetlere devam ediyordum. K.Maraş’ta harekete geçecekleri ayan olunca taşındıktan sonra hiç sohbete gitmedim.

    Onlara biat etsem veya yurt dışındaki bir görevi kabul etsem bana dokunmayacakları sinyali vermelerine rağmen ben kendim için bir şey istemedim. Ortaokullarda dönüşümlü rehberlik saati konusu gibi öğrencilerin menfaatine bir konuyu hallederlerse onların bazı isteklerinin yerine geleceğini kilitli hesabımdan yazdım. Bu güzel yolu uygulamak yerine kestirmeden beni paketleyerek bu işi halletmek istediler. Ağustos sonu ve eylül başındaki hareketlenmeleri bana ayan olup onlara iletince şaşırdılar, sert operasyonu iptal ettiler ama başka operasyon sinyali de verdiler. Şunu bilsinler ki her sıkıntılı dönemimde kudret-i İlahi beni koruyup kolladı, fethullahçılar gibi abdestsizleri ise rezil etti. Kilitli hesabımda yazmayı bırakıp buraya yazmaya başlayınca onlar da rezil oldular.

    Ahmak ayı rüyasını iki şekilde yorumluyorum. İki yorum da kötü ve art niyet içeriyor, ben en kötüsünü yazayım. Bunların yaptıkları Yüce Allah’ın yardımıyla ortaya dökülmesinden sonra bu işin arkasında kudret-i İlahinin olduğunu anlayıp ders alıp geri çekileceklerine daha kızmış, daha gözü dönmüş vaziyette yeni planlar yapmaya başlamış olmalılar. Beni bertaraf ettikten sonra eşimi kendi yandaşlarından birisiyle evlendirip, üç ve altı yaşındaki kızlarıma üvey baba getirip, naklettiğim İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olması bilgisini kontrol altında tutmak istediler. Rüyamda oğlum yoktu çünkü o yatılı kalıyor, muhtemelen üniversitede de yatılı kalacağı için evden uzakta olacak, üvey babadan doğrudan etkilenmeyecekti. Arabanın bagajındaki nimetler benden arta kalacak emekli maaşı gibi şeyler olabilir. Eşimin şiddetli tepki göstermesi böyle bir şeyi istemediği anlamına gelir. Ayının onu kovalaması bu konuda iktidarın ısrarını yansıtıyor olmalı. Bu olayın ormanlık alanda, tenha bir yerde olması bizim kimseyle irtibatı olmayan kimsesiz insanlar olduğumuza işaret ediyor. İki kızımın çok korkması onların da üvey baba istememesi anlamına geliyor. Eşim ve ayı uzaklaşıp gözden kaybolduğu için ben de kızlarımın yanında onlara destek olmaya çalışıyordum, bu ise biyolojik baba olarak onlara moral vermeye çalışacağım anlamına gelir. Bende korku yoktu çünkü bunun ahmakça bir hareket olduğunu anlamıştım, ayıya zavallı gözüyle bakıyordum. İki ayak üstünde duran bu ayının gerçekte bir insanı temsil ettiği aşikardı. İç alemi dışına yansımış bir insandı.

    İşin içinde İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olması gibi müthiş bir bilgi olunca, onların foyalarını Ahmet Dönmez Bey’in sitesinde yazınca kızgınlıkla böyle planlar yapmış olabilirler. Halbuki bu bilgi tüm ümmet-i Muhammed’i şefkatle kucaklayacak bir gelişme olacak. Bunlar iktidar hırsıyla hareket edip işleri berbat ediyorlar. Hırsla hareket ettikleri için maksatlarının aksiyle tokat yiyeceklerdir. Ben hırs yapmadım, arkadaşlarım akademisyen olurken en alt kademe öğretmenlikle yetindim, bana İslamiyetin şanlı geleceğiyle ilgili bilgiyi aktarma şerefi ihsan edildi. Onlara tavsiyem hırsı bıraksınlar, kader-i İlahiye boyun eğsinler, kendi işlerine güçlerine odaklansınlar.

    Eğer bana gerçekten böyle bir bilgi gelmeseydi bu kadar tehlikeyi göze alır mıydım, ailemi hele hele üç ve altı yaşındaki kızlarımı tehlikeye atar mıydım, bu kadar yıpranmayı üstlenir miydim, fethullahçıların travmasından daha yeni yeni kurtuluyorken bir de iktidarın daha şiddetli baskısına niye maruz kalayım ki? Böyle bir bilgi var. Bu bilginin siyaset dışı, siyaset üstü yürümesini istiyorum. Sadık bilgi mi, orası meçhuldü ama fethullahçıların ve iktidarın baskılarında ilahi yardımlara nail olmam bunun sadıklığını güçlendiriyor. Önümüzdeki on yılların dünyadaki gelişmeleri de bunu güçlendirecek inşallah. Böyle mübarek bir bilgiyi aktaran adam hakkında bir buçuk aydır haince planlar yapılmasını kader-i İlahi affetmeyecek, onlar hakkındaki akıbeti hazırlayacaktır. Önceden beri planlar yapılıyordu da harekete geçilmemişti.

    Tabiri var mıdır, varsa nedir bilmiyorum ama ayı rüyasını gerçekten gördüm. Hatta eşimi arayan aileye mesaj olarak rüyamı anlattım. Bugün de ben onları telefonla arayarak ağızlarını yokladım.

    Eğer bu rüyam iktidarın bizimle ilgili haince planlarıyla ilgiliyse bu konuda da beddua edeceğim. Önceki bedduamda onların eşlerini anmamıştım.

    Allah’ım bana gösterilen ayı rüyası iktidarın hain planlarını yansıtıyorsa bunu onların yanına bırakma Allah’ım. Vesileler yarat, onların ayaklarını kaydır, eşlerini ve kızlarını savunmasız bırak, namert erkekleri onlara musallat et Allah’ım, musallat et Allah’ım, musallat et Allah’ım. Amin, amin, amin.

    Bu yazımı okuyanlardan ricam olacak, bu duama amin diyerek bana destek olsunlar ama şartlı amin desinler. Yani gerçekten iktidarın adamları böyle bir plan yapmışsa bedduam gerçekleşsin, öyle bir durum yoksa gerçekleşmesin şeklinde amin desinler. Eğer benim başıma aşırı stresten dolayı hastalık vesaire musibet gelir de iktidar ailemle ilgili planlar yaparsa onları lanetlere boğup engellesinler. Mazlumların ortak bedduaları arş-ı İlahiye daha güçlü ulaşacaktır.

    İktidara tavsiyem benimle uğraşmayı kesin ve kesin olarak bıraksınlar. Benim kimseye zararım yok. Bir buçuk aydır yaptıklarından dolayı beddualara maruz kaldılar, bedduanın tutmasından korksunlar. 28 Şubat’ın bin yıl süreceğini zannedenlerin, fethullahçıların akıbetini göz önünde bulundursunlar. Sadece dünyada değil mahşerde de bu bedduaların dehşetli yansımalarından korksunlar. Onlarla iletişim halinde oldukları halde yılanları, planları engellemeyen risale grubu da tokat yedi. Daha doğrusu şu an tokat yemiş değiller, İslamiyet hakikaten hakim sada olursa bunu erken bir tarihte nakletmenin nasip olduğu kişiye yapılanlar akıllarına gelecek ve tokat yedikleri ortaya çıkacak. Eğer o iş gerçekleşmezse ben tokat yemiş olacağım. Önümüzdeki on yıllarda işler netleşmeye başlayacaktır.

  37. Ayı rüyasını iki şekilde yorumladığımı, yorumların birinin üvey baba gibi bir plan olabileceğini yazmıştım. Diğer yorumuma göre ise eşimi kendi saflarına çekmeye çalışmak, satın almaya çalışmak, bizden olup kocan aleyhinde hareket edersen seni rahat ettiririz gibi vaatlerde bulunmak; bunu başaramadıkları takdirde böyle yapmazsan sana sıkıntı veririz, kızlarını elinden alırız, şöyle yaparız böyle yaparız diyerek yoğun baskı ve tehdit uygulama niyetleri olup bunu planlama aşamasına geçmeleri ve onların planlarının rüyama yansıması gibi bir durum olabilir. Bu da mantıklı bir tabir. Rüyada ayı görmek dost ve yardımcı görünen birisinin aslında kötü niyetli olması ve zarar vermesi, münafık, ahmak deniyordu. Uzun süredir eşimle görüşmeyen birilerinin tam da o akşam eşime güya hal hatır sorma bahanesiyle eşimin ağzını yoklaması tesadüf olamaz. O aile temiz bir aile, bize faydası dokunmuş bir aile fakat iktidar hayranı bir aile olması düşündürücü geliyor insana. Güya eşime gerçek niyetlerini gizleyip dostça yaklaşıp telkinde bulunma, bunu başaramazlarsa baskı ve tehdit yoluyla işi halletmeye çalışma niyetinde olmalılar. Önceden beri bana kızgınlardı da Ahmet Dönmez Bey’in sitesine yazmaya başlayıp foyalarını ortaya koyduktan sonra çıldırmış olabilirler. Yüce Allah daha önce onları hain yılanlar şeklinde göstermişti şimdi ise ahmak ayı şeklinde gösterdi. Böyle insanlar mahşerde hesaba çekilirken de o esnada iç dünyaları yansıtılacakmış galiba yani yılan ve ayı oldukları herkesin önünde ortaya konacakmış.

    Aslında bu planları yeni değil, bir buçuk yıldır çeşitli seçenekler üzerinde duruyorlardı zaten. Beni yurt dışına çıkarma gibi, beni paketleyip zindanlara atma gibi, maddi açıdan zor durumda bırakıp onlara muhtaç etme gibi, oğlumun kaldığı yeri değiştirmeye zorlama gibi, çocuklarımıza el koyma tehdidiyle iş yaptırmaya çalışma gibi seçenekleri olduğunu ima ediyorlardı zaten. Bu yılın ağustosu sonunda düğmeye basıldı, aynı anda kudret-i İlahinin koruması devreye girdi, onların iç yüzü bana gösterildi. Bunu onlara iletince şaşırıp büyük operasyonu durdursalar da baskıya devam ettiler. Onların yaptıklarını Ahmet Dönmez Bey’in sitesinde anlatacağımı tahmin etmiyorlardı, buraya yazmaya başlayınca bir şaşkınlık daha yaşadılar. Şaşkınlıkları biraz geçince yeniden planlara koyuldular, en son ahmak ayı durumuna düşünce bir daha afalladılar. Bakalım ne zaman duracaklar. Durmazlarsa yeni rezillikler onları bekliyor.

    Aslında muhafazakar iktidar benimle uğraşmakla bir dostuyla uğraşmış oluyor. Nedenini açıklayayım: Bunlar yüzde 52 ile kıl payı iktidar oldular. Diyelim ki önümüzdeki seçimde veya daha sonraki seçimde dış devletlerin aşındırıcı etkileri, ekonomik sebepler ve başka sebeplerin üst üste gelmesiyle iktidarı kaybettiklerini varsayalım. Yeni gelen iktidar 30 yılın hıncıyla muhafazakar kadroların ve yandaş sülalelerin üzerine gidecektir. Genç nesillerin vurdumduymazlığı da eklenince karamsarlığa kapılma gibi durumlar olabilir. O dönemde akıllarına ben geleceğim. Fethullahçıların ve iktidarın boyun eğdiremediği bir adam vardı, 30-40 yıl sonra İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağını bunun ise ancak muhafazakar iktidarlarla gerçekleşeceğini söylüyordu, demek ki muhafazakar kesimin destekledikleri adaylar iktidarı kaybetmiş olsa da bu geçici bir kayıp olacakmış, ileride yeniden muhafazakar kadrolar iş başı yapıp Büyük İslam Hükümranlığı’na yürünecekmiş diyerek bir zamanlar yılanlık, ayılık yaptıkları kişinin getirdiği haberden cesaret alacaklardır. Böyle olur mu bilemem, bu sadece bir varsayımdan ibaret, belki muhafazakar kadrolar her seçimi kazanacaktır.
    Fakat ilerideki on yıllarda hakikaten İslam dünyasında kıpırdanma olursa bazılarının içine kaygı düşecektir. Okul içinde ve dışında benimle uğraşanlar, yılanlar, ayılar, dost görünüp münafıklık yapanlar, acaba diyecekler bizi ve çocuklarımızı yakalayacak olan bedduanın vakti yaklaşıyor mu diye telaşa düşecekler. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olması demek olağan üstü bir güç demektir. Şu anki iktidarın gücü gelecekteki gücün yanında devede kulak kalacak. İşte o zaman bazı kulaklar fena çekilecek. Bu işin şakası yok. Daha fethullahçıların travmasını atlatamamışken iktidarın travmasına maruz kaldım. Birkaç gün önce bir kutu coraspin aldım, sıkıntıdan felç olacağım diye. Bunun karşılığı olacak elbette, affedilmeyecekler. Bedduam er geç tutacaktır. Sadece bana yüklenenler değil bunlara sessiz kalanlar da bedduama dahil, onlar ve çocukları da cezalarını bulacaklar ve o zaman onlara yapılanlara sessiz kalınacak.

    Uzun süredir bizi çok yakından izliyorlar, bazıları ayağımın sürçmesini bekliyor olabilir. Onların bilmediği bir şey var, kudret-i İlahi de onları çok yakından izliyor, beni düşürmeyi planladıkları kuyulara onlar düşecektir Yüce Allah’ın dilemesiyle.

  38. 12 Ekim’de beddua ettim. Frene basacakları yerde 14 Ekim’de ayı rüyasını gördüm. O rüyadan sonra ipler tamamen koptu. Bedduam gereği ya biz inim inim inleyeceğiz ya da onlar ve çocukları. Hüküm kesinleşti ama kimin tarafına musibet yağacağı ileride ortaya çıkacak.

    Fethullahçılarla yaşadıklarımın birebir aynısını hatta daha iğrencini yaşıyorum. Onlar eşimi hedef almamışlardı, benim üzerime de bu kadar somut gelmemişlerdi. Camide abdestsiz yakalanma, abdestsizlerin Hz. Peygamber tarafından azarlanması gibi çok sayıda ilahi ikazlara aldırmayıp hala benimle uğraşmaya devam etmişlerdi. Şimdi de bunlar yılanlıkları ayan olması, planlarının ayan olması gibi açık işaretlere rağmen uğraşmaya devam ettiler. Ahmak ayı vakasına sebep oldular.

    Okul içindekiler, okul dışındakiler, sessiz kalanlar arada bir o bedduamı okusunlar da başlarına gelebilecek muhtemel musibetleri hatırlasınlar. Onlar eşime baskı yapma planı yapmışlarsa onların ve oğullarının eşlerine de baskı yapılacak. Çocukları elinizden alırız türü tehditler hazırlamışlarsa onların ve gelinlerinin çocuklarına aynısı yapılacak.

    Bu tür imaları epeydir yapıyorlardı zaten. Kendi başlarına gelecek Allah’ın izniyle. Oğlumun Türkiye birincilikleri, il birincilikleri var. Fethullahçıların baskısı yüzünden on buçuk yıl aradan sonra doğan kızım bu yıl ilkokula başladı. Okulun ilk günü akşamı öğretmeni, “Sınıftaki bütün çocuklardan daha iyiydi. Hayran kaldım. Çok iyi yetiştirmişsiniz.” şeklinde mesaj attı. Daha ana sınıfındayken Kur’an’ı hatim etmek nasip oldu elhamdülillah.

    Mazlumların bedduası zaten tutar da, İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı gibi mübarek bir bilgiyi aktarmak ihsan edilen adama yapılanlardan dolayı edilen beddua ayrı bir önem kazanacaktır.

  39. İnanmadığım bir şeyi asla yazmam. Üstadın kurşuna dizilmek pahasına Rus Başkumandanı’nın önünde ayağa kalkmaması gibi gözükaralık var bende. Bunları kilitli hesabımda da yazmıştım, Tayyip Erdoğan’ın yetişme tarzını beğendiğim gibi bir müminlik hali görüyorum. Din ve maneviyat alanında milletin önünü açmaya çalıştığı aşikar. Aynı zamanda mert bir insan, Filistin gibi konularda tarafını net bir şekilde belli ediyor, gücü yetmiyor o ayrı mesele. İktidarla fethullahçılar arasındaki kavgada iktidarın ihmali kusuru olsa da haksız olan tarafın fethullahçılar olduğunu yukarıdaki mesajlarımda yazdım. Bu cümlelerim biat zannedilmesin siyasetle işim olmadı, olmayacak.

    Fakat üzerime gönderilen insanlar için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Temmuz başında K.Maraş’ın idarecilerinin iş bilmezliği yüzünden evimin zarara uğrayacağı gösterildi bana. Bunun ayrıntılarını kilitli hesabımda yazdım. K.Maraş’a geldiğimde kendi halimde bir insanken, kilitli hesabımdan iktidarı sessiz sakin bilgilendiriyorken K.Maraş’ın iş bilmez idarecileri yüzünden çileden çıktım, artık Ahmet Dönmez Bey’in sitesinde yazıyorum ve tehditler savuruyorum. Temmuz başındaki rüyam aynen çıktı. İç alemimin huzuru kaçtı, belki buraya yazdıklarım yüzünden iptal edilmiş operasyonlar tekrar aktif hale gelecek, ailem zarar görecek. Bunların sebebi son bir buçuk aydır iş bilmez bir şekilde üzerime gelen K.Maraş’ın makam sahibi insanları. Eylül başında onları yılanlar olarak hain planlar hazırlar şekilde gördüm. 14 Ekim’de hemen yanı başında ben olduğum halde benimle boğuşmaktan çekinip eşimi gözüne kestiren kalleş, münafık, kancık ruhlu ayı şeklinde gördüm. Aynı şeyler Tayyip Erdoğan’ın başına gelse o da çileden çıkardı. Onun çileden çıkacağı işleri şimdi onun adamları bana yapıyor. Kusura bakmasın, o bu ülkenin cumhurbaşkanıysa ben de bu ülkenin öğretmeniyim yani bir açıdan ikimiz de kamu görevlisi olma açısından eşitiz. Benim fazlam var, İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olması bilgisi sadece bana ihsan edildi. Bu bilgi başka kimsede yok. Bazı din adamları, tarikat şeyhleri hadis-i şeriflerden, geçmiş büyüklerin sözlerinden yola çıkarak çıkarımlar yapmaya çalışıyorlar, bir kısmı sadece temenni olarak söylüyor, bir kısım cahil halk tabakası kafadan sallıyor. Net bir bilgisi olan kimse yok, olsa duyulurdu. Net bilgi ihsan edilen sadece ben varım. Bunun önemli bir kısmını kilitli hesabımda açıkladım. 30-40 yıl sonra İslamiyet yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacak, karşısında hiçbir güç duramayacak, ‘karşısında’ yer alan her şey çaresizlik içinde tir tir titreyecek. Bu cenahta yer alanlar ise bu sahneyi tüyleri diken diken olmuş vaziyette ürpererek izleyecekler. Bu bilgi yüzde 99.9 sadık bilgi ve bu bilgi 2009’da sadece bana ihsan edildi. Ben bu bilgiyi herhangi bir çıkar için kullanmadım, o yıllar fethullahçılara e posta üzerinden mesajlar attığım yıllar olduğu için e postama yazdım birkaç defa. Yakın zamanda da iktidarın bilgisi oldu.

    Ben bu bilgiyi gizleseydim mutlu mesut aile ve meslek hayatıma devam ediyor olacaktım. Ümmet-i Muhammed’in sevinmesi adına dar dairede açıkladım. Tahmin ettiğim gibi baskılara maruz kaldım fakat baskıların bu kadar artacağını açıkçası beklemiyordum.

    Kader-i İlahi şöyle işliyor olabilir. Biz bu bilgiyi bu kulumuza ihsan ettik, bu bilgi olmasaydı sakin hayatına devam edecekti, bu bilgi yüzünden başı belaya girdi. Biz de onu koruyoruz, Ağustos sonundaki toplantıyı, eylül başındaki yılanların planlarını ona bildirdik, bu sayede kurtulmasını sağladık, geçmiş hayatında da ilahi yardımlarımızı zaman zaman göndermiştik deniyor olabilir. Bilemiyorum, bunlar varsayım, işin aslı mahşerde ortaya çıkacak ama hakikaten sıkıntılı dönemlerde ilahi yardımlara nail oldum.

    Az önceki meseleye yeniden gelelim. Kilitli hesabım yerine Ahmet Dönmez Bey’in sitesinde yazmaya başlamışsam, tehditler savurmaya başlamışsam bunun sebebi üzerime gelen iş bilmez idareciler. Temmuz başında bu bana gösterildi, bunu kilitli hesabımda yazdım, hemen sonrasında benimle ilgili toplantı yapılıp bu süreç başlatıldı ve bugünlere geldik. Bunun hepsi kilitli hesabımda var, orada yazdıklarım ellerinde duruyor. Rüyama göre iş bilmezliği onlar yapacaktı, zarara uğrayan bendim. Şu an zarara uğrayan ben olsam da kader-i İlahi, şöyle şöyle olacak diye onlara bildirdiğim halde başıma gelen bu işleri affetmeyecektir, zamanı geldiğinde hesabını çok zorlu bir şekilde soracaktır.

    Okul içinde ve dışında benimle uğraşılmaması, rüyama yansıyan önemli bir bilgi olmaması şartıyla buraya bir süre yazmayacağım. Ama hala aynı kafada devam ederlerse, başıma ne gelirse gelsin onların yaptıklarını yazmaktan çekinmem. Benimle ilgili tüm planlarını iptal etsinler, bizi rahat bıraksınlar. Aslında kilitli hesabımda bunu da yazmıştım, hareketsiz kalın daha çok batarsınız demiştim, fethullahçıların beni dinlemediği gibi onlar da beni dinlemediler, daha çok battılar. Bu yazdıklarımın hepsi kilitli hesabımda duruyor.

    İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisini sahiplenmeye çalışmasınlar. O bilgi tüm ümmet-i Muhammed’e ait. Kader-i İlahi dileseydi yandaş bir aileye nasip ederdi ama etmedi, buna saygı göstersinler. Fethullahçıların ezdiği bir aileye nasip oldu, onlar da buna saygı göstersinler. Zaten o iş bugünün neslinin işi değil, 30-40 yıl sonrasının yeni neslinin meselesi.

    Herhalde anlamışlardır, benimle uğraştıkça bir sonucu varamayacaklarını, işlerin sarpa saracağını. Nihayetinde başlarına daha büyük işler açılacağını düşünüp dursunlar artık. Benimle uğraşan ekipler tarihe iş bilmezler, yılanlar, erkek kılığında dolaşan kancıklar olarak geçecekler. Gelecekte güç dengeleri değişir, onlar yüzünden mert, masum insanlar da zarar görür. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisi ihsan edilen kişi olarak kimsenin zarar görmesini istemiyorum. Ama beni sıkıntıya sokarlarsa kader-i İlahi bunun intikamını alacaktır.

    İyilik yapıyormuş gibi de yaklaşmasınlar. Çünkü ayının tabiri iyilik yapıyormuş gibi yaklaşan ahmaktı.

  40. 26 Ağustos 2024 tarihli mesajıma bakıldığında sonuç hakkında bilgi sahibi olduğum, süreç hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığım sadece tahminlerde bulunduğum anlaşılacaktır.

    12 Ekim 2024 tarihli iddialı bedduam akıllarından çıkmasın, son bir buçuk aylık süreç dahil.

  41. K.Maraş’a taşınmamızla birlikte daha önce olmayan bir otomobil minik apartmanımızın önüne park etmeye başlamış. Bazen gün içinde hareket ettirilse de apartman önünde durup park yerimizi işgal ediyordu. Ahmet Dönmez Bey’in sitesine yazmaya başladığım 24 Eylül 2024 tarihinde ortadan kayboldu. Bu siteye yazmam onları korkutmuş olmalı. 15-16 gün görünmedi o araba. Baktılar ki yazmaya devam ediyorum, o araba yeniden geldi. Artık hareket etmeden günlerdir bekliyor. Ben bunu şöyle algılıyorum, biz pusuya yattık, bekliyoruz. Yoksa ne işi olsun o arabanın minik apartmanımızın önünde.

    Aslında yazmayı bırakacaktım ama onların bu mesajından dolayı o otomobil çekilene kadar yazmaya devam edeceğim. Park yerimizi işgal ediyor zaten.

    Madem onlar pusudayız mesajı veriyorlar, eğer bunların husumetlisi varsa onlar da bunlara karşı pusuda beklesinler. Kader-i İlahi buna cevaz verecektir.

    İş bilmez adamlara kötü bir haberim olacak. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olduğu dönemde iş bilmezlere kadro verilmeyecektir. İşini iyi yapana laf olmayacaktır elbette ama iş bilmezler ebter olacaktır.

  42. 28 Şubatçılarla ters düşsem bundan onur duyardım. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisini taşıyan birisi olarak muhafazakar iktidarla ters düşmeyi hiç istemezdim. Bir bürokratla ters düşülebilir, bir uygulamanın daha iyi bir örneği dile getirilip öneride bulunulabilir, bunlar farklı bir durum, bunlar muhalif olmak değildir. Muhalif olmak zıt anlayıştaki siyasi yapıların peşinden gitmektir. Yukarıdaki mesajlarımdan birinde fethullahçıların bir zamanlar CHP, HDP gibi partilere oy istemek için kapı kapı dolaştığını, akrabalarımızın buna tepki gösterdiğini yazmıştım. Biz de o akrabalarımızla aynı hissiyatı paylaşan bir aileyiz.

    Benim iktidarla ters düşme gibi bir durumum olmadı, siyasi bir yönüm olmadığını onlar da biliyorlar. Tam tersine iktidar benimle ters düştü. Acaba neden? Bunun birden çok nedeni var gibi:
    1.Benimle ilgili bilgi havuzu vardır, bu bilgi havuzunda çok sayıda ham bilgi vardır. Onlar bu bilgileri yanlış değerlendirmiş olabilir. İnsanlar melek değildir, onların da hataları olabilir, mahşerde yüzde 51’i garantileyen cenneti hak ediyor. Çok şükür benim fedakarlıklarla geçen bir hayatım oldu. Oğlum 10 yaşına gelene kadar otomobile binemedi çünkü arabamız yoktu. (Nişanlandığım sene aldığım ilk arabamı düğünden on gün sonra satmak zorunda kaldım, ikinciyi alayım diyene kadar on yıl geçti.) Yıllarca kapıcı dairelerinde yaşadık. 25. Yıl yazım fedakarlık örnekleri içeriyor. Fedakar insanlarda bile kusur ararsan bulursun ama bir de bakmışın bulduğun kusurun beş katı sende varmış ve bu kusurların faturası önüne konmuş.
    2.Beni fethullahçı zannetmiş olabilirler. Ben fethullahçı yapılanmada kesinlikle görev almadım. Üç beş tane öğretmenden başka fethullahçı tanımadım. Milyonlarca insanın sempatiyle baktığı zamanlar eğitimle ilgili konularda sempati duymuşluğum oldu ama onların faaliyetlerine katılmadım. 25. Yıl yazımı okuyan ilahiyatçı hafız okul müdürüm, “Ben fethullahçılarla çok mücadele ettim. Onlar görev yaptığı okula bir şeyler katmaktan ziyade kendi cemaatlerine katkı sağlamak için sürekli hareket halindelerdi. 25. Yıl yazısındaki çalışmalar hep okul için yapılmış çalışmalar, bu çalışmalar fethullahçılık içermiyor” demişti. Zaten 2009’dan itibaren benimle ölümcül bir mücadeleye giriştiler, iblisi sırıtacak derecede kin besler hale getirdiler beni. Öyle bir kin ki olaylardan habersiz kız kardeşim bile nasibini aldı bu kinden. Çocuklarımın tek bir saniyesi bile fethullahçılık içermeyecek şekilde yetiştiriyorum. Babalarına zulmedenlerin çocuklarına el uzatma hakkı yok. (Aynı durum hışmına uğradığım iktidar için de geçerli, bana zulmedenin çocuklarımla işi olamayacak, hakkımı haram ederim çocuklarıma.)
    3.Yandaş olmadığım için düşman olduğumu zannetmiş olabilirler. Bütün hayatımızı, günlük aktivitelerimizi iktidara göre şekillendirmek gibi bir mecburiyet yok. Üst düzey bürokrat, milletvekili, parti kolları vesaire buralarda yer alanlar partiyi temsil ettiği için davranışlarını elbette parti kıstaslarına göre şekillendirebilirler. Ama sıradan halk özgürdür.
    4.Bazı insanlar dışarıdan göründüğü gibi değildir. Dışarıdan bakınca sert mizaçlı zannedilen birinin iç dünyası bal gibi tatlı çıkabiliyor, sorumluluk sahibi zannedilen biri sizi yarı yolda bırakabiliyor. Dünyada iyi bilinen bazı insanların mahşerde kötü çıkacağı, kötü bilinen bazılarının iyi çıkacağı rivayet ediliyor. İktidar beni dışarıdan değerlendirmiş olmalı.
    5.Özel bir konu olacak ama evleneceğim kız önceden bana gösterildi, bazı davranış kusurları olacağı bildirildi. Nişanlıyken en az otuz defa bunu eşime anlattım. Evlendikten sonra o kusurlar ortaya çıktı. İktidar dıştan bakınca bazı kusurların bana ait olduğunu zannetmiştir. Eşimi ehl-i beytin iki büyüğü takdim ettiği için onların yanılması mümkün değil. Zaten yıllar geçtikçe o kusurlar düzeliyor. Bunun ayrıntıları kilitli hesabımda var.
    Yukarıdaki maddelerin hiçbiri mazeret değil. Çünkü kilitli hesabımdan kendimi o kadar ayrıntılı anlattım ki, birçok ince ayrıntılara girdim, onları buraya yazmam mümkün değil. O kadar ayrıntıya rağmen hala beni menfi zanneden olmuşsa onun okuduğunu anlama yeteneğinden şüphe ederim. Fethullahçılardan boşalan kadrolara kendi emin adamlarını yerleştirmek için hareket ederken okuduğunu anlayamayacak düzeyde kişiler de bulunabilir. Zaten bu yönde medyada, halk arasında söylentiler var, liyakate değil sadakate önem veriliyor diyenler var. Ki temmuz başındaki rüyamda benimle uğraşan kişiler iş bilmez idareciler olarak ayan oldu bana.
    Zaten ben İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olması bilgisini bugünün güncel siyasetinden uzak tutmak istiyordum ve de tutuyordum, iktidarın hışmı da onlardan uzak tutmamıza katkı sağlayacaktır. Neden bugünün siyasetinden uzak tutuyorsun denilirse, bu iş bugünün işi değil 30-40 yıl sonrasının işi. O dönemde de muhafazakar iktidarlar olacaktır, o dönemin muhafazakar iktidarları daha geniş kesimleri bir araya getirecek kudrete de sahip olacaktır. Neler gelişecek bilemiyorum ama İslam ülkeleri arasındaki iş birliği artacaktır. Bendeki bilgi benim neslime ait değil bizden sonraki nesle ait. Bende emanet olan bu bilgiyi bugünün siyasetine bulaştırmak istemiyorum. İlahi hüküm de bu yönde olmalı ki bu bilgi yandaş olmayan ama muhalif de olmayan birine nasip oldu. Bu konuda kararımız kesin, İlahi hüküm bu kararımızı destekleyecektir. Hükme karşı çıkan kendini rezil edecektir.
    Mesajları bu kadar uzun yazma nedenim kendimi ortaya koymak değil, Büyük İslam Hükümranlığı gibi önemli bir konuda bilgilendirme yapmak. Öyle bir bilgi gelmeseydi bu kadar uzatmazdım.
    O iş gerçekten gerçekleşirse neden bu kadar uzattığım anlaşılacaktır. Eğer gerçekleşmeyecekse ilahiyat alanında ilerlemiş kişilerin hadis-i şeriflerden, büyüklerin sözlerinden çıkarım yaparak beklediği müjdeli günler için daha kaç yüzyıl beklenecek? Ben gerçekleşeceğini düşünüyorum, bu kadar çok ilahi yardımın başka bir açıklaması olamaz.

    O iş gerçekleşirse bize yüklenen fethullahçılar ve iktidar utanacak.

  43. Fethullahçıların baskısının şiddetini kimse anlayamaz. O kadar şiddetliydi ki sabah uyandığım andan gece uyuyana kadar günümün her bir saniyesi ciddi azap içinde geçiyordu. Sadece uyuduğum saatlerde biraz rahatlıyordum, uyanıkken aldığım her nefes benim için travma vesilesi oluyordu. Okul içinde ve dışında kurdukları baskı, camide şurada burada sürekli resmilerini karşıma çıkarmaları vesaire. Halbuki kimseye zararı olmayan kendi halinde bir aileydik. Travma o dereceye vardı ki yemeği içmeyi tamamen bırakıp ölüm orucuna karar verdim. Kıyıdan döndüm ama uyandığımdan yattığım ana kadar aynı şiddette azabı yaşamaya devam ettim. Psikiyatride bu halin bir adı vardır mutlaka, uzmanına sorsunlar. 2009-2013 arası şiddetli geçti, sonra biraz azalsa da uzun yıllar devam etti. O dönemde bazılarına halimi anlatacak oldum inanmadılar, onlardan kimseye zarar gelmez dediler.
    2009-2013 arasında yine bunlar iktidardaydı, ben azap çekerken onlar makam koltuklarında oturmuş, görevliler etrafında pervane, altlarında makam arabaları, istedikleri her şey önlerindeydi. Fethullahçılarla da kol kola idiler. Şimdi de bu iktidar benim üzerimde baskı kurmaya çalışıyor, bunu kabul edemem. Şiddetli mücadele dönemleri günahlara kefaretmiş, varsa geçmiş günahlarım fethullahçıların çektirdiği azaplarla akıp gitmiştir inşallah. Ki ben kendini mesleğine vermiş, evden okula okuldan eve yaşayan bir insanım, öyle başkalarına zarar verme gibi durumlarım da olmadı, büyük günah türü vukuatlarım da yok çok şükür.
    Hayatımın hiçbir döneminde siyasi yönüm olmadı. Siyaseti, siyasetçileri hedef alma durumum olmadı. Bizim evde siyaset konuşulmaz, hiçbir yerde siyasi konuları açmam.
    Bu yılın ağustos sonunda hakkımda toplantı yapıldığı, yılanların ekipler halinde benimle uğraştığı, sert bir operasyonun geldiği ayan oldu. Bunu bildirmeme rağmen baskıları devam etti. Hem okul içinde hem evimle okulum arasındaki birkaç yüz metrelik mesafede bana baskı kurdular. Üst makamlarda oturanlar bunu sorsunlar, bu adamın eviyle okulu arasındaki birkaç yüz metrelik mesafede adamlarınızla, arabalarınızla hazır bulundunuz mu, çeşitli davranışlar içerisine girdiniz mi diye sorsunlar. Fethullahçılar dönemindeki gibi yoğun azap çekmiyorum ama huzursuzluk halim var, içim rahat değil. Yılanlar deliklerine dönse bile zayıf anımda tekrar çıkabilirler endişesi var. Beni endişeli bir hayat yaşamaya mahkum ettiler, bunun misli onların başına gelecektir. Geçen yılki okulumda, evimde öyle bir durum yaşamıyordum. Küçük tehditvari hareketleri vardı ama önemsemiyordum, beni endişeye sevk etmiyordu. K.Maraş’ta harekete geçmeleri, işin içine resmilerin girmesi işi değiştirdi.
    Baktım ki devam ediyorlar, kilitli hesabım yerine Ahmet Dönmez Bey’in sitesinde yazmaya başladım. O günden itibaren ev ile okul arasındaki yoldan çekildiler. İktidarın üst makamlarına sesleniyorum, fethullahçıların ağır baskısı benim pek de ciddi olmayan kusurlarımı silip götürmüştür, günahlarıma kefaret olmuştur. Siz henüz bireysel olarak ağır baskılara maruz kalmadınız, fetöyle mücadelede devletin gücünü, personelini kullandığınız için siz doğrudan ter dökmediniz. Ben ise fethullahçılarla doğrudan, arada devlet gücü, personeli olmadan çıplak ellerimle mücadele ettim. Benim mücadelemin değeri sizinkinden daha büyük. Sizin günahlarınızın kefareti tamamlanmamış olabilir, iktidarı bıraktıktan sonra günahlarınızın kefareti sizi bekliyor olabilir. Benim yaşadığım sabah uyandığım andan gece yattığım ana kadar her nefes alışımda çektiğim azap sizi bekliyor olabilir. Ben bunları çektim, sıramı savdım baskı yapacak adam arıyorsanız başka kapıya gidin. Yüce Allah’ın huzurunda fethullahçıların yanı başımda çöküp kaldıkları gibi siz de çöküp kalırsınız. Ki son bir buçuk ayda yaşananlar değerlendirildiğinde benzer bir manzara ortaya çıkıyor, ümmet-i Muhammed adına güzel bir haber getiren bir adamın yanı başındaki yılanlar, hainler, ahmak ayı durumuna düştünüz. Bunun geleceğe yansıması da olacak, verdiğim haber doğru çıkarsa gelecek nesiller sizi kötü anacak. Daha sonra bunun mahşeri de olacak. Siz rahat koltuklarda oturup fethullahçılarla kol kola iken bu kulum ağır baskılara maruz kalıyordu, onlardan kurtuldu bu defa da rüyasına iş bilmez olarak yansıyan idarecilerinizin baskısına maruz kaldı. Bu kulum yeterince çekip geldi, siz dünyada yeterince çekmeden geldiniz buraya, şimdi çekin burada denebilir.

    Baskıyı devam ettirirler mi, bırakırlar mı bilemem ama benim kimseye boyun eğmeyeceğim kesin. Boşuna uğraşırlar, hiçbir sonuç alamazlar yaptıkları yılanlıklarla kalırlar, gün gelir fatura önlerine konur. İlahi yardımlara nail olduğu açıkça belli olan bu ailenin duasını alsınlar diyemeyeceğim çünkü duamızın değeri yoktur belki. Ama en azından bu ailenin lanetini almasınlar, belli mi olur lanet tutar. Şu an kısmen lanetimizi aldılar. Biz muhafazakar iktidarlarların önemini bilenlerdeniz, rakip tarafın 28 Şubat zihniyetinde olduğunun farkındayız. İktidar da bizden kimseye zarar gelmeyeceğinin farkında olsun. Buraya yazmaktan başka bir tepki verdiğim yok, onların düğmeye basması bizi bu noktaya getirdi. Endişem uzun yıllar devam ederse aynısı onların başına gelecektir. Yılanlara güven olmaz çünkü.

  44. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olması bilgisi doğru çıkarsa veya büyük belirtileri apaçık ortaya çıkıp bu işin gerçekleşeceği kesinleşirse bir ressamla temasa geçip iki tane tablo yaptıracağım.

    Tablonun birinde ihtişamlı bir cami ortamı, ben namazda kıyamdayım, bitişik denecek kadar dibimde resmi kıyafetli bir polis, biraz aşağı doğru çökmüş vaziyette oturur halde. Bu tabloyu arka cepheden çizdireceğim, yani yüzlerimiz değil sırtımız görünecek. Çökmüş vaziyetteki adamın sırtına fethullahçılığı temsil eden bir işaret koyulmalı.

    Diğer tabloda yarı ormanlık tenha bir yer çizilmeli. Etrafta ekipler halinde yönleri bana dönük hain suratlı yılanlar, kıt beyinli oldukları suratlarına yansımış adamlar; iki ayak üzerinde duran, yüzü erkek insanı andıran orta boylu ahmak suratlı bir ayı. Ayıya dansçıların giydiği modelde mini etek giydirilmiş olmalı, erkek görünümlü olduğu halde aslında kancık olduğu vurgulanmalı. Bunların arasında beni çizdireceğim, elimde İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisini içeren bir işaret olabilir veya uzayla yeryüzünün kesişimi bir ufku gösteriyor olabilirim. Kenarda bir yerlerde bu sahneye müdahale etmek yerine sessizce izlemeyi tercih eden, aşağılanmış bir ifade taşıyan küçük bir topluluk da eklenebilir. Yeni saldırılar olursa onları temsilen yeni mahluklar da eklenecek, tablodaki dolayısıyla tarihteki yerlerini alacaklardır.

    Bunlar yaşanmış gerçekler, bunların usta bir ressam eliyle tabloya dökülmesinde sakınca olmayacaktır. Haşa kendimi dev aynasında gördüğüm zannedilmesin, yüz milyonlardan bir damlacığım, zamanı geldiğinde kuruyup gideceğim benden kat kat üstün insanlar çok var. Fakat ne zaman baskıya uğrasam böyle olağanüstü durumlara nail oldum. Ve yeryüzünde kimseye nasip olmayan bir bilgi nasip oldu. Geleceğin nesline bu günlere nasıl gelindiğini tablolar eşliğinde anlatacağım.

  45. Olur ya, o günlere ömrüm yetişmezse bu iki tabloyu vasiyet ediyorum. O bilginin gerçekleşmesi halinde usta bir ressama çizdirilsin hatta en güzelini çizeni bulmak için yarışma düzenlensin. O bilginin gerçekleşmesi halinde bu bilgiyi erken bir tarihte veren kişi olarak benim anıma bu yapılsın. Gelecek nesillere bu tablolar eşliğinde bilgilendirme yapılsın. O bilgi doğru çıkmazsa vasiyetim değersiz kalacak, uygulanmayacaktır zaten.

  46. Bugün öğleden sonra ‘Katır Hoca ölmüş’ ile başlayan, fethullahçıları eleştiren devamında yılanları da anan bir mesaj yazmıştım. Şimdi baktım, o yazımı göremedim. Ahmet Dönmez Bey mi sildi acaba? Bundan iki yıl önce fethullahçılarda kadın kullanımına dair bir mesaj yazmıştım, mesaj o gün boyunca vardı ertesi gün baktığımda silinmişti. Onu da Ahmet Dönmez Bey silmiş olmalı, kendisi hatırlayacaktır bunu.

    Ahmet Dönmez Bey, ben o mesajımı hakaret olsun diye yazmadım, bir gerçeği ifade etmek için yazdım. Fethullah Gülen’in üstada aykırı olarak dahilde kılıç çekip facialara neden olması, üstadın ‘ancak ve ancak ittihad-ı İslam’ demesine rağmen fethullahçıların ‘ancak ve ancak fethullahçılık’ anlayışıyla hareket etmesinin sonuçları ortada. Bir daha böyle şeyler yaşanmasın, başkaları da o yola sapmasın diye ona o ünvanı layık gördüm. Belki de bazıları aynı kafada devam etmek istiyor.

    Şunu da bilin ki İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisi ihsan edilen ailenin fethullahçılıkla hiçbir bağı yok hatta tüm samimiyetimle söylüyorum o ailenin hanımının ve çocuklarının hayatının tek bir saniyesi bile fethullahçılık içermiyor. Aynı zamanda yandaş olmayan bir aileyiz. Bu şunu gösteriyor ki fethullahçılar bu işi kendileri yapacaklarını zannetmesinler, ittihad-ı İslam içerisinde bu işin gerçekleşeceğini bilsinler. Bu bilgi diğer gruplar için de geçerli.

  47. K.Maraş’taki üst akıl bir buçuk yıldır planlar yapıyordu, ayını tam hatırlamıyorum ama 2023 yılındayken de beni paketlemek üzere harekete geçmek üzere olduklarına dair rüyama yansıyan gelişmeler olmuştu, planları olgunlaşmamış olacak ki teşebbüse geçmemişlerdi. Yani K.Maraş’taki birilerinin epeydir bana husumeti var, elindeki devlet gücünü kullanarak bana yönelik planlar yapıyorlardı.

    Temmuz başında diğer ilden ilişiğimi kestiğim gün idarecilerin iş bilmezliği yüzünden evimin zarara uğrayacağı bana ayan olmuştu zaten. Ağustos sonunda düğmeye bastılar, eylül başında planlamalara başladılar, bunlar bana ayan oldu. Yanlış benzetme olmasın, Yusuf Aleyhisselam’ın olayında üçüncü kişiler konuyu soruştururken gömleğin arkadan mı yoksa önden mi yırtıldığını araştırmışlar. Bizim olayda da üçüncü kişiler şunu araştırabilirler, siz gerçekten ağustos sonunda düğmeye basıp eylül başında planlamalara başladınız mı ve bu adam rüyasında bunları gördüğünü size iletti mi? Belirtilen tarihlerde gerçekten düğmeye basılıp hazırlıklara başlanmışsa ben haklıyım, böyle bir toplantı ve yılanca hazırlıklar yoksa onlar haklıdır.

    Elbette ki daha üst kademedeki üçüncü kişiler bunu araştırdılar ve yanlış benzetme olmasın Yusuf Aleyhisselam’ın haklı çıktığı gibi benim haklı olduğumu anladılar. Burası kesin çünkü onlara sert mesajlar atan bir devlet memuruna şimdiye çoktan çökmüşlerdi, benim haklı olduğumu bildikleri için geri adım attılar. Yanlış benzetme olmasın Yusuf Aleyhisselam haklı olduğu halde zindana düşmüştü, benim öyle bir duruma düşme niyetim yok. Yanlış benzetme olmasın Yusuf Aleyhisselam öz kardeşlerini affetmişti, bunlar elin oğlu olduğu için affedilmeyecekler, çocukları da zarar görecek.

    K.Maraş’taki üst akıl gömleğin ilk düğmesini yanlış ilikledi, bunun ceremesini alt kademedekiler çekiyor. Okulumdaki bazı tuhaflıkları yazayım.
    1. İdareciler ve öğretmenlerden az sayıda bazıları benimle uğraşıyordu, başarısız olunca kendilerini nispeten geri plana çekmek istemiş olacaklar ki bir öğrencinin babasını devreye soktular. O adamın arkasında onların olduğunu biliyorum, fatura onlara kesilir.
    2.Okulumuza birkaç hafta önce ücretli bayan temizlikçiler geldi. Öğle namazı için çatı katındaki mescide çıktım, ücretli bayan hizmetli orada yatıyordu, ben hemen geri döndüm, o da kalktı hemen telefonunu alıp bir şeyler yapmaya başladı. Ondan sonra bir daha mescide çıkmadım. Okul idarecilerinden birinin odasında kılmaya başlamıştım, o da onlardan olunca muhtemelen artık onun odasına da girmeyeceğim, evde kaza edeceğim, ne olur ne olmaz üst akıldan emir gelir bir kumpas kurulur.
    3. Öğrencilerin tamamının inip çıktığı merdiven var. Diğer ücretli temizlikçi telefonunu merdivenlerin kenarındaki peteğin üstüne koymuş kendisi iç koridordaki bir sınıfa gitmiş. Benim nöbetimin olduğu gün de benzerini yapmıştı. Belki de telefonu kaybedip beni sıkıştıracaklar. Dediğim gibi yükü kendi üstlerinden atmak için taşeronlara yöneldiler.
    4.Çıkış zili 15.20’de çaldı. Okulumuz zemin artı iki kat olduğu için en üst kattakilerin inmesi vakit alıyor. Buna rağmen idareci 15.25’te okulun kapısını kilitleyiverdi. İçeride kalan öğretmen vardı, kapıyı tekrar açtı ve o çıkınca hemen kilitledi. İçeride başka öğretmenin olduğu anlaşıldı, kapıyı tekrar açtı ve hemen geri kilitledi. Buna sebep olarak temizlikçi kadının korkmasını gösterdi. Yahu orası okul, orada öğretmenler ve ilkokul öğrencileri var. Böyle bir sebepten dolayı kapı hemen kilitlenir mi? Öğleden sonra gelen grup ilkokul 1. ve 2. sınıflar yani 6-7 yaşındaki çocuklar. Onlardan biri içeride kalsa onun psikolojisi bozulmayacak mı? Belki de nöbetimin ikinci katta olduğu bir gün kapıyı hemen kilitleyecekler ve güya korkuları olan temizlikçi bayanlardan biri kumpas gereği çığlıklar atacak, Yusuf Aleyhisselam’ın durumuna düşürecekler. Kapı kilitleme olayını ve diğer iddialarımı kameradan tespit edebilirler. Üst akıl da izliyordur ve onlara aferin veriyordur. Eşimle de aramı açıp eşimi güya saflarına çekecekler. Eşimle konuştum, bunlar beni paketleyecekti, seni ve çocukları gözü yaşlı bırakacaklardı, ailemizi parçalayacaklardı dedim, risale grubunu bırakma gibi bazı delillerimi sundum. İkna oldu, her şart altında benimle olacağını söyledi. Evlenene kadar köyde yaşamış, hiçbir ideolojisi olmayan birisi benim eşim. Bunlar beni zindanlara atsalar bile eşime müdahale edemeyecekler, eşim benim talimatlarımı uygulayacak. Kancık üst akıl boşuna eşim üzerinden planlamalar yapmasın. Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemenin cezasını bize çektirmesinler, başlarında patlar, çocuklarının da zarar göreceği bedduam gereği malum zaten.

    4. Okula sipariş edilen malzemelerin kontrol edilip teslim alındığına dair bir buçuk ay önce öğretmenlerden sadece bana ve kızımın öğretmenine imza attırdılar. Fakat malzemelerin bir kısmı hala gelmedi. Demek ki bir kumpasın hazırlıklarının tamamlanması için bekliyorlar. İtiraz ettim, müdür bağırarak, elini bilgisayara götürür gibi yaparak müfettiş çağırırım türü şeyler söyledi. Çağırmasını söyledim, çağırmadı. Çünkü kendisi de biliyor üst aklın planları gereği imza attırıldığını. Üst aklın kendisini koruyacağını zannediyor. Halbuki bedduam gereği onun çocukları da hayat boyu sıkıntı çekecek. Ben bir şey yapacak değilim, bedduamı yaptım, üst akıldan daha üst olan kudret-i İlahiye gönderdim. Kalabalık okulumuzdaki o kadar öğretmen içerisinde imza attırılan diğer kişinin kızımın öğretmeni olması tesadüf değil. Kızımın öğretmenine zarar verecek değiller, uydurma bir soruşturmayla onu daha iyi bir okula gönderip kızımı iktidar yandaşı olan bir öğretmene verip, kızım aracılığıyla ailemize ve eşime ulaşma, bu aileyi kendi kafalarına göre dizayn etme niyetleri var. Daha başka kumpas kokan davranışları da var, yazmaktan yoruldum. Başka zaman yazarım inşallah. Yeni yönlendirdikleri kişiler iki numaralı resim tablosuna ortalıkta dolaşan farecikler olarak eklensin lütfen.

    Bunlar kumpasçılıkta fethullahçıları geçtiler, işin bana bakan yönüyle söylüyorum. Boşuna uğraşmasınlar, daha çok zarara uğrarlar, asla affedilmezler, çocukları zarar göreceği için torunları da etkilenir, 28 Şubatçılardan beter olurlar. Yandaş olmasam da iktiadara sempatim vardı, bunları yaşadıktan sonra azar azar lanetlemeye başladım. Komple lanetleyemem çünkü içlerinde iyileri de çok.

  48. Saat 17.20 olacaktı, orada hata olmuş, diğer yaşadıklarım doğru. Kameralardan tespit edilebilir veya idarecilerin kendisine sorulabilir. Zaten bu konularla ilgili whatsapp yazışmalarımız mevcut. Okul personelinden bazıları bu işlerin içinde, ücretli hizmetli kadınların ne kadarı içinde bilemem. Önem verilen konularda devletin ilgili birimlerinin çevreleme amaçlı personel yerleştirdiği bilinen bir gerçek.

    Kilitli hesabımdan bana kötülükle yaklaşırlarsa neler olacağını yazmıştım, şimdi onlar oluyor. İyilikle yaklaşma yöntemini de yazmıştım. Bunlar kötülüğü tercih ettiler. Tercihlerinin sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklar. Kudretlerine fazla güvenen fethullahçıların benim yanımda ve ülke genelinde düştükleri durumdan örnekler vermiştim, dinlemediler. Bize bir şey olmaz diye düşünmesinler, öyle bir olur ki feleklerini şaşarlar.

    Erdemli’den döndükten sonra 2013-2023 arasında K.Maraş’ta üç ayrı okulda çalıştım, bana yönelik planlar olmadı. Geçen yıl çalıştığım ilin ilçesindeki okulumda da bana yönelik tepki yoktu hatta ellerinden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Risale sohbetinde ve dış ortamda hafif tehditkar davranışlar vardı ama endişelendirecek düzeyde değildi. Temmuz başında oradan ilişiğimi kestiğim günün gecesinde gördüğüm gibi idare kademesi benimle uğraşmaya ben gelmeden karar vermiş zaten. Bunu onlara ilettim, kilitli hesabımdan uyarıda bulunmaya devam ettim ama önemsemediler. Gelecekte onların af niyazları önemsenmezse şaşırmasınlar. Küçük bir idari grup bana kafayı takmış, devletin muazzam gücünü kendi amaçları için kullanıp beni paketleyeceklerdi. Kilitli hesabımda yazdıklarım birer birer gerçekleşiyor, gelecekte daha müthişleri gerçekleşecektir.

    Yol yakınken frene basın diyorum, tam tersine yeni kılıklarla karşıma çıkıyorlar. Arkada onların olduğu aşikar olduğu halde bunları yapıyorlar. Kendileri bilirler, bedduam onları ve çocuklarını yakalayacaktır, buna gönülden inanıyorum çünkü gönülden beddua ettim. Ordum, emniyetim, yargım, personelim vesairem yok, bedduadan başka seçeneğim yok. Bedduam tutacaktır, ülkeyi değil dünyayı onlara dar edecektir.

  49. Bir konuyu açıklığa kavuşturayım. Geçen yılki farklı ilin ilçesindeki okulumdakiler bana yardımcı olmaya çalışmışlarsa onları bedduama niye dahil edeyim, hiç çalışmadığım illerdeki insanları niye bedduama dahil edeyim? Öyle bir durumda bedduam tutmaz hatta bana döner, ben ve ailem yanarız. Benim bedduam benimle uğraşanları ve sessiz kalanları kapsıyor.

    Okulda haftalarca teneffüslerde mobbinge uğramışsam, benimle ilgili tuhaf düzenlemeler yapmışlarsa, okulumla evim arasındaki birkaç yüz metrelik mesafede çeşitli araçlarla, kişilerle değişik davranışlar içine girmişlerse, temmuz başında iş bilmez idareciler yüzünden zarara uğrayacağım ayan olmuşsa, ağustos sonu ve eylül başında haince ve çok sert toplantı ve planlamalar yapılmışsa, iç huzurum kaçmışsa, yılanlarla kancık ayıyla uğraşmak zorunda kalmışsam, risale grubuyla bağım kopmuşsa, önümüzdeki yılları tedirginlikle geçireceksem, eczaneden coraspin almışsam, kendimin yanı sıra eşim ve çocuklarımla uğraşılacağına dair sinyaller almışsam…benim de şiddetli beddua etme hakkım var, inanıyorum ki bedduam tutacaktır. Benimle uğraşmayanlar telaşlanmasınlar. Ben cani ruhlu bir insan değilim. Öyle olsam sıkıntılı dönemlerimde ilahi yardımlara mazhar olmazdım, İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisi yeryüzünde sadece bize ihsan edilmezdi.

    Bir açıdan iyi oldu, 30-40 yıl sonra gerçekleşecek bu emaneti günümüzün güncel siyasetinden uzak tutmak istiyordum, bu iş siyasetin dar kalıplarına sıkışmamalı diye düşünüyordum, bana yüklenenler bu konuda bilmeden bana yardımcı oldular. Gönlümüz her zaman muhafazakar çoğunlukla hareket edecek fakat siyasilerle işimiz olmayacak. Gelecek nesiller bu tavrımı takdir edeceklerdir.

  50. Bazı resmi kurumlarda “Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır” yazısı sergilenir. Mesleğimin ilk 25 yılı itibariyle ben bunu başardım elhamdülillah. İngilizce dergilerimin baskısı mevcut. İl milli eğitime ve bakanlığa gönderdiğim projelerin kayıtları mevcut. Yaptığım çalışmalara o dönem yetiştirdiğim öğrencilerim ve mesai arkadaşlarım şahit. 25.Yıl yazımda bahsettiğim Yozgat’ın mahrumiyet bölgesinde İngilizce hikaye kitapları okutma tekniğiyle yetiştirdiğim öğrencim şu an İngilizce öğretmeni olarak kendisi de aynı tekniği kendi öğrencilerine uyguluyor. İngilizce hikaye kitabı çalışmamdan farklı okullarda yüzlerce öğrencim faydalandı. En son ilahiyatçı hafız müdürümün okulunda uyguladım, oradaki öğretmenler ve idare şahit. Münazara yarışmalarım çok sayıda izleyicinin önünde gerçekleşiyordu hatta iki tanesi yerel TV’ye haber oldu. Kütüphane çalışmalarıma o dönemin öğrencileri ve mesai arkadaşlarım şahit.

    Ben bu vatanın evladı olarak bu vatanın dostuyum. İnşallah Yüce Rabbim bu vatan ve tüm İslam alemi için gelen haberi yalancı çıkarmayacaktır. O haberin herhangi bir şahıs veya şahıslarla, herhangi bir grupla ilgisi kesinlikle yok; tüm ümmet-i Muhammed’in ortak sevinci, ortak çalışması olacak. Gelen bilgi bu yönde, ayrıntıları kilitli hesabımda mevcut. Hiç kimse ‘Acaba bu iş bizim elimizle mi olacak’ diye meraklanmasın, öyle bir şey kesinlikle yok. Bu iş herkesin eliyle, tüm ümmet-i Muhammed’in eliyle olacak. Bu bilgi böyle geldi, olduğu gibi iletiyorum.

    2010’ların başında birkaç defa e postama yazdığım bu bilgiyi fethullahçılar ciddiye alsalardı belki dahilde kılıç çekmeyecekler, bu tokatları yemeyeceklerdi. Böyle bir bilgi güncel siyasetten de uzak tutulmalı, 30-40 yıl sonrasının işine bugünün siyaseti karıştırılmamalı. Bana yapılan baskıların nedeni bu bilgi, hiçbir baskı sonuç vermeyecektir boşu boşuna onlar da tokat yer.

  51. Temmuz başındaki rüyamda yeni okulumdaki derslerimden memnun olacağım fakat idarecilerin iş bilmezliği yüzünden evimin zarara uğrayacağı ayan olmuştu, bunu okullar açılmadan kilitli hesabıma yazmıştım. İki aya yakın süredir bu okulda çalışıyorum hakikaten derslerim bakımından geçmişte çalıştığım ilk, orta ve liselere göre meslek hayatımın en rahat okulu. Öğrencilerimin yüzde doksanbeşi işçi çocuğu, ilkokul öğrencileri sevimli. Okulumdaki az sayıdaki personel benimle uğraşmasaydı gayet güzel bir ortamda çalışıyor olacaktım. İnşallah beni bu okuldan almazlar, kendi hatalarını bana ödetmeye kalkmazlar. Öyle bir şey yaparlarsa bedduam gereği benimle uğraşanların kendileri ve çocukları diyardan diyara sürüklenirler, asla nefes aldırılmaz onlara. Ben o günleri görmesem bile bedduam vasiyet yerine geçecek, uygulanacaktır. Gidecek birileri varsa benimle uğraşanların tamamı. Üst kademeler bunu dikkate alsınlar, sorumluluk onlara da yansır. Zaten okul personelinin ben il dışından gelmeden benim hakkımda bilgi sahibi olmaları mümkün değil, üst kademedekiler onlara bilgilendirme toplantısı yapıp benimle uğraşmaları sağlanmış olmalı. Sorumluluk üst kademede. 24 Eylül öncesinde yaşananları K.Maraş’ın idarecilerine bağlıyorum fakat 24 Eylül’de Ahmet Dönmez Bey’in sitesine yazmaya başladıktan sonra yaşananlardan ve yaşanacaklardan Ankara da sorumlu olacak. Sen kimsin ki Ankara’yı bile sorumlu tutuyorsun denilirse, İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisi ihsan edilen tek kişi benim. 2009’da gelen bu bilgiden sonra normal hayatıma devam etmek istedim ama maalesef haset insanlar benimle uğraştılar. O bilgi doğruysa haset insanların karşılığını kudret-i İlahi verecektir elbette. O bilgi yanlışsa her türlü belaya razıyım, bedduam da geçersiz olsun. O bilgi doğruysa bedduam öyle şiddetli bir şekilde gerçekleşsin ki son nefeslerine kadar azap çektirilsin onlara.

    Tayinimin bu okula çıktığı haber alınınca, ben gelmeden önce öğretmenler odasının duvarına dev boyutta parçalı dünya haritası monte edilmiş. Aynı harita 2. katın duvarına da monte edilmiş. O duvarın yan tarafına büyük boyutta güneş sistemi çizilip boyanmış. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisi vurgulanmak istenmiş. Madem bu kadar hazırlık yaptınız, neden ilk günlerden okulda mobbinge başladınız? Neden henüz okullar açılmadan ağustos sonu, eylül başında resmi sıfat taşıyan elemanlar operasyon kararı aldı? Biz senin kim olduğunu bilmiyorduk diyemezler çünkü kilitli hesabımda ayrıntılı bilgilendirme yaptım, olumsuz yaklaşırlarsa neler yaşanacağını açık açık yazdım. Okula büyük boyutlu dünya haritaları monte edildiğine göre her şeyi çok iyi biliyorlardı. Her şeyin tıkırında gideceğini düşünürken sürpriz şekilde onların planları bana ayan olunca şaşırıp kaldılar. Demek ki bu adama ihsan edilen bilgiler doğru çıkıyormuş dediler. Ama ne hikmetse kendilerine çeki düzen vermek yerine okul içinde ve dışında baskı yapmaya da devam ettiler. Mecburen kilitli hesabımı bırakıp buraya yazmak zorunda kaldım. Şimdi bazıları kendilerini geri plana çektiğini, taşeronları öne sürdüğünü zannediyor ama taşeronları onların yönlendirdiği berrak şekilde görülüyor.

    Benimle uğraşmasınlar, bu okulda devam etmek istiyorum. Hele hele eşimle ve çocuklarımla hiç uğraşmasınlar, azapları kat kat artar, aileleri inim inim inler. İnsan olana insanca konuşurum ama bunlar yılan, ayı, fare vesaire. Benimle uğraşmayanları tenzih ederim, lafım iç dünyaları bana gösterilenlere.

  52. Ben içi dışı bir insanım. Bu ülkede muhafazakar ikitdarların kıyamete kadar devam etmesini dilerim. Fakat bana yapılanlara, yapılacaklara aynıyla mukabele etmekten çekinmeyeceğim. Olumsuz yaklaşımlardan bir sonuç alınamayacağını anlamış olmalılar. Ortaokullarda dönüşümlü rehberlik saatini 2025-2026 eğitim yılında uygulamaya başlarlarsa Ankara’nın beni ciddiye aldığını anlarım. Eskisi gibi dönüşümlü olması şart. Beni ciddiye almayanı günü geldiğinde ben de ciddiye almam.

  53. Az önce biraz risale okumak niyetiyle kitaplığa uzandım, rastgele bir kitap alıp rastgele bir sayfasını açtım. Mektubat’ta Mucizat-ı Ahmediyenin Birinci Zeyli’nde Dokuzuncu Reşha’nın olduğu sayfa çıktı. Bunu tefeül amaçlı yapmadım, biraz bir şeyler okumak için kitabı açmıştım. Sanki tefeül yapmış gibi o sayfa çıkınca kayıtlara geçmesi için buraya yazıyorum. Prensip olarak bu tür şeylere karşıyım, konumuzla ilgili bir madde çıkınca buraya alayım dedim.

  54. Allah’ın izniyle karşımda pert oldular. Onlar devletin gücünü, personelini kullanırken meğer ezeli, ebedi olan kudret-i İlahi bu fani kulun yanındaymış. O kudret, benimle uğraşan fethullahçıları camide abdestsiz yakalatıp tarihe bu şekilde geçmelerini sağlamıştı. Şu an benimle uğraşanlar ise tarihe yılan, ayı, fare, kıt beyinliler olarak geçecekler. Onlara tavsiyem daha fazla uğraşmasınlar, dar kapsamlı lanetten geniş kapsamlı lanete geçiş yaparlar.

    Bu yaşananlar sevindirici bir durum. Fani şahsım adına değil İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisinin her geçen gün güçlenmesi adına sevindirici. Bu bilginin şahsımla ilgisi yok, belki o yılları göremeyeceğim. Bu bilginin bana faydası olmadığı gibi belaları üzerime çekti. Bu bilginin hem fethullahçıların hem iktidarın baskısına uğramasına rağmen her ikisine de boyun eğmeyen birine nasip olması tesadüf olamaz. Kudret-i İlahi böyle olmasını dilemiş olmalı, buna saygı gösterilmeli.

    Şu an İslam alemi büyük güçler tarafından çevrelenmiş durumda, saldırılara maruz kalıyor. Ondan daha beteri kendi aralarındaki iç savaşları. İslam alemi dibin dibindeyken böyle müjdeli bir haberin gelmesi çok önemli.

    Üstad Hazretleri iman, şeriat, hayat safhalarından bahsediyor. Bunlarla ilgili, toplum hayatıyla ilgili bir bilgi yok. Tek bilgi İslam dünyasının müthiş bir güce sahip olacağı, bu gücün karşısında yeryüzü ve onu çevreleyen uzaydaki her şeyin tir tir titreyeceği, bu işin önümüzdeki 30-40 yıl içinde gerçekleşeceği.

  55. Temmuz başında K.Maraşlı idarecilerin iş bilmezliği yüzünden zarara uğrayacağımı gördüğüm rüyada şu anki okulumun müdürü bana görünmüştü. Bunu telefonda ona anlattım, daha K.Maraş’a gelmeden böyle böyle bir rüya görmüştüm, sizi iş bilmez idareci olarak gördüm fakat o gördüğüm kişi bir tek şahsı değil benimle uğraşanların şahs-ı manevisini temsil ediyor dedim. Okul müdürü filan liderci olduğunu eylül başındaki seminer döneminde açık açık söylemişti. Gördüğüm gibi çıktı, muhtemelen K.Maraş’ın üst kademesi okul müdürünü benim hakkımda bilgilendirdi, okul müdürü de personelden birkaç kişiyi bilgilendirdi. Ben gelmeden bana karşı ön yargı ve dolduruşa sahip oldular, ilk günlerden hem okul içinde hem okul dışında mobbinge başladılar. Bu arada ne hikmetse okulu büyük boy dünya haritalarıyla da donattılar.

    Ahmet Dönmez Bey’in sitesine 2021’den K.Maraş’a geldiğim tarihe kadar yazdıklarımı ilkokul mezununa okutsalar, “Bu adam fethullahçılara kin besleyen, muhafazakar iktidara dost olan birisi” der. Demek ki K.Maraş’ta benimle uğraşan idarecilerin ilkokul mezunu kadar aklı yok ki beni muhalif görüp benimle uğraşmayı kafalarına koymuşlar. Madem öyle, işte böyle; ben de onlarla uğraşacağım. Büyük İslam Hükümranlığı’nın bana gösterildiği iddiam yanlışsa çektiklerim bana kalsın, eğer o iddiam doğruysa bedduamdaki maddeler bunlara uygulansın. Olur ya o günleri görmeye ömrüm yetmezse kudret-i İlahiden niyazım o ki vesileleri yaratsın ve bedduam gerçekleşsin. Bunlar eylül başında beni zindanlara atacaktı, rüyamda bana gösterilince kurtuldum. Hala akıllanmadıklarını, hala masalarında haince seçenekler olduğunu biliyorum. Ellerini güçlendirmek için çeşitli kumpaslara başvuruyorlar, fethullahçıları fersah fersah geçtiler. Onlara hiç tavsiye etmem, kendilerinin ve çoluk çocuklarının azabını artırmaktan başka bir sonuç alamazlar, fethullahçıların halini görüyorlar da ibret almıyorlar. Ülkenin doğusundan batısına, yurt içinden yurt dışına bir sürü husumetlileri var, ayaklarının kaymasını bekliyorlar gitsinler onlarla uğraşsınlar. Biz bu ülkede kıyamete kadar muhafazakar iktidarların hakim olması konusunda samimiyiz. Bedduam benimle uğraşan dar bir grubu kapsıyor, bütünü değil. Doğup büyüdüğüm şehrimi bana dar ettiler, dünya onlara dar edilecek inşallah. Bazı orta kademe personelin işin ciddiyetinin farkında olmadığı, luabali haller içinde oldukları da bir iki defa bana ayan oldu. Verdikleri zararın derecesinin farkında olmayanlar var yani. Başlarına geleni gördüklerinde farkına varacaklardır.

  56. Bir tek olay insanın hayatını tümüyle değiştiriyor. Ben aslında akademisyen olacaktım. Odtü’yü dört yılda bitirmiş, hem Odtü’de hem başka bir üniversitede iki yüksek lisansı aynı anda yürütüyordum. Minik esnaf olan babam iflas edince gelir arayışı içine girdim. 1996 yılında taşrada bir üniversitede araştırma görevlisi sınavına girdim. Meğer Demirel oraya, kendisini destekleyen Yeni Asya grubundan bir rektör atamış, kendi cemaatinden olmayanları almıyorlar denmişti. Bilim sınavı ve İngilizce sınavı oldu, mülakat yoktu. Yüksek lisans sınavında bilimden 27, dilden 8 alan birisi nasıl olduysa araştırma görevlisi sınavında en yüksek notları almış. Bunun ayrıntılarını kilitli hesabımda anlattım. Muhtemelen benimle uğraşanlar arasında da iltimasla bir yere gelenler olabilir. Orada hakkım yenince başka arayışlara girdim, öğretmen oldum. Niyetim doktorayı bitirene kadar geçici olarak öğretmenlik yapmaktı. Meslek hoşuma gidince kendimi öğretmenliğe adadım. Sonra İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisi başkalarına değil bana ihsan edildi. İnşallah bu bilgi doğru çıkar. Olağanüstü dönemlerde olağanüstü yardımlara nail olmam bu bilgiyi destekliyor. O bilginin benim şahsımla veya bir başkasının şahsıyla ilgisi yok, tüm ümmet-i Muhammed’i kapsayan bir bilgi.

  57. Hayırdır inşallah, dün gece karışık kuruşuk şeyler gördüm. Bıyıkları aşağı sarkmış bir adam büyük ebatlı bir devlet arabasına binmiş beni sıkıştırmaya çalışıyordu. Ben yaya olarak manevra yapsam da benimle uğraşmaya devam ediyordu. Eşime de içinde anlamını bilmediği kelimelerin geçtiği bir metin imzalatarak onu zor durumda bırakmaya çalıştıklarını gördüm. Hatta muhtelemen oğlumla da uğraşacaklar. Okuldaki iğrenç uğraşmalarından biliyorum demek ki okul dışında daha iğrençlerini yapacaklar. Bizimle uğraşmalarını hiç tavsiye etmem. Demedi demesinler.

    Şu an ülkenin cumhurbaşkanı Sayın Tayyip Erdoğan. Devlete ait arabaları kimlerin kullandığından da o sorumlu. O adamın bıyıklarının aşağı doğru olması bir kamuflaj. K.Maraş merkezde muhafazakarlar ezici çoğunluğa sahip. İşin içinde muhafazakarlar yok havası vermeye çalışabilirler ama işin aslı öyle değil elbette.

    Cumhurbaşkanımızdan ricam devletin araçlarını kimlerin kullandığına dikkat etsin. Makamlar fanidir, sorumluluk bakidir.

  58. Menzil şeyhi vefat etmiş, çocukları birbirine düşmüş, öz kardeşler birbirlerine ağır hakaretler ediyormuş. Mahmut Efendi vefat etmiş, halefleri birbirine düşmüş. Bediüzzaman Hazretlerinin 1960 yılında vefatından sonra 60 civarında grup/grupçuk oluştuğunu söylemişti risaleden bir kardeş, doğru mu bilmiyorum ama çok parçalara ayrıldıkları ortada. Ülkemizde cemaat, tarikat, bu yöndeki vakıf ve dernekler çok fakat küçük parçalar halinde oldukları için güçleri zayıf kalıyordu. 28 Şubat gibi hafif bir rüzgar estiğinde karşı koyamıyorlardı. Yukarıda bahsettiğim gibi köylü halam bile bu baskıdan nasibini almıştı. Tayyip Erdoğan’ın şahsı birleştirici oldu. Küçük grupları ve cemaatlerle alakası olmayan muhafazakarları birleştirdi. Muhafazakarlara nefes aldırırken 28 Şubatçıları etkisiz hale getirdi. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisi ihsan edilen birisi olarak Tayyip Erdoğan’a ve ekibine düşmanlık beslemem mümkün değil. Kilitli hesabımda bahsettim, siyasete soğuk bir kişiliğim var. 1995’lerde en muhtaç olduğum dönemde ninemin yeğeni milletvekilliği, bakanlık yapmasına rağmen ondan bile fersah fersah uzak durmuştum.

    Biraz sesli düşünme yapacağım. Büyük İslam Hükümranlığı bilgisi fethullahçılıkla bağı olmayan hatta onların baskısına uğrayan bir aileye nasip olmuşsa bu durum fethullahçıların Anadolu’da hakim sada olamayacağının işaretidir.

    Bu bilgi siyaset dışı bir aileye nasip olmuşsa bu işin daha geniş tabakaları kapsayacağını, güncel siyasetten uzak tutulması gerektiğine işarettir. Sıkıntı da buradan çıkıyor zaten. İktidar, bu bilgi yanlışsa bunun önünü keselim, doğruysa biz sahiplenelim bu aileyi kendimize göre dizayn edelim düşüncesinde. Ben ve bunu bize ihsan eden kader-i İlahi ise buna karşı.

    Benim mübahele bedduam gayet açık. Ya ben ve ailem mahvolacak ya da onlar ve aileleri. Beddua işi çocuk oyuncağı değil. Fethullahçıların hocası bu bedduadan yaptı, halleri ortada. Benim bedduam da yerine getirilecektir. Bunlar benim üzerime devletin imkanlarını, araçlarını, personelini kullanarak geliyorlar, beni cidden yıpratıyorlar. Sayın Erdoğan bu devletin cumhurbaşkanı, devletin imkanını kullananlardan o da sorumlu. Dolayısıyla mübahele bedduamdan o ve ailesi de etkilenecektir. Ben bedduamı kudret-i İlahi’ye havale ettim, gereği yapılacaktır. Hemen üç beş yıl içinde olmasa da önümüzdeki on yıllarda başlarına gelecek varsa gelecektir; yoksa gelmeyecektir. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı şeklinde yorumlanan bir bilgi gerçekten geldi. Sadık bilgi mi, şu an bilinmiyor. Destekleyici unsurlar var. Gerçek olup olmadığı önümüzdeki on yıllarda ortaya çıkacak, hesaplar görülecek. Olaylara yeni dahil olacaklar varsa mübahele bedduamı göz önünde bulundursunlar. Onlara kilitli hesabımda ayrıntılı bilgi verdim, iletişim kurabileceğim kişiyi söyledim, taviz vermem için iktidarın yapması gereken icraatı belirttim. Onlar devletin gücüne güvenip kolay yoldan işi halletmeye çalıştılar. Günü geldiğinde o güç kendilerini ezecek, yılanlar kendileriyle uğraşacak, ayılar onların hanımlarını kovalayacak, fareler onlara rahatsızlık verecek, her anları takip edilip açıkları aranacak, bunlar da yetmeyecek çeşitli kumpaslarla hayatları zehir edilecek.

  59. Kilitli hesabımda yazmıştım, eylül ayı içerisinde bana yüklenmelerinin arttığı günlerde Tayyip Erdoğan’ı rüyamda görmüş, kendisini sevdiğimizi söylemiştim. Gerçekten gördüm, gerçekten o cümleyi kullandım. Bu tür rüyalarda iç dünyada ne varsa o söylenir. Muhafazakarları birleştirme becerisinden dolayı hakikaten Tayyip Erdoğan’a saygım var. Saygım cumhurbaşkanı olmasından kaynaklanmıyor, bu ülke muhafazakar halkın değerlerine saygı göstermeyen cumhurbaşkanı da gördü.

    Baskıları devam edince kilitli hesabımı bırakıp buraya yazmak zorunda kaldım. Biraz afallasalar da yine devam ettiler, mübahele bedduası yapmak zorunda kaldım. Devletin imkanları, araçları, personeliyle yine devam edince Tayyip Erdoğan ve ailesini mübaheleye eklemek zorunda kaldım. Yine devam ederlerse azaplarının artması yönünde beddua edeceğim. Dediğim gibi bu beddua çok ciddi ve içtenlikle yapıldı, kabul görecektir.

    Bana herhangi bir bilgi gelmeseydi sıradan bir aile olarak hayatımıza devam edecektik. Bana öyle bir bilgi ihsan edilince ve bu duyulunca baskılar başladı. Dolayısıyla inşallah kurtulan taraf biz olacağız, helak olanlar bizimle uğraşanlar olacak. K.Maraş’a döndüğümde içimde en küçük bir önyargı yoktu, niye olsun ki, meğer birileri bana diş biliyormuş. İyi niyetim hürmetine olsa gerek onların hainlikleri bana gösterildi.

    Gelecek nesiller bilsin ve yanlış yollara sapmasınlar diye söylüyorum, gelen bilginin mehdiyet saçmalıklarıyla ilgisi yok. Tayyip Erdoğan ülkedeki muhafazakarları büyük oranda birleştirdi diye ona mehdiyet mi yakıştıracağız? Dünyada 200 civarında ülke var ve her ülke kendi liderlerini çıkartır, çıkartmıştır, çıkartacaktır, bu normal bir durum. Mehdiyet yakıştırılan Katır Hoca’nın, bağlılarını bataklığa sürüklediği ve batağın içinde öldüğü herkesin malumu. Halbuki onların gidişatından şarampole yuvarlanacaklarını çok önceden e postama yazmış birisiyim. Benim gördüğümü onlar görememişlerse onlarda olağanüstülük filan aranmamalı.

    Risale grubu bağlılarında da mehdiyet inancı var. Ben o gelenekten gelmeme rağmen akli değerlendirmelerim beni mehdiyetin saçmalık olduğu sonucuna götürdü. Saçmalık olması bir yana 800-900’lü yıllardan bu yana bu inancın verdiği zararların haddi hesabı yok. Bu konudaki görüşlerimi kilitli hesabımda ayrıntılı yazdım, burada kısa yazıyorum. İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağı bilgisi mehdiyete inanan birilerine değil bize ihsan edildi. Mesela Avrupa Birliği yapılanmasına bakalım. Her ülkenin kendi lideri var, bu liderler seçimlerde değişiklik gösterebiliyor, biri bırakıyor diğeri alıyor. Birlik gereği ülkeler üstü ortak parlamento var, üye ülkeler oraya temsilci gönderiyorlar. Aralarında dinimizin de hoş gördüğü şura sistemi oluşturmuşlar. Hiçbir ülkenin lideri o parlamentoya liderlik taslamıyor. Bir iki güçlü ülke ağırlığını koysa da tüm ülkelerin görüşü alınıyor. Süreci bilmediğim için yanlış yönlendirmek istemiyorum belki de İslam ülkeleri arasında şura sistemi kurulacak. Avrupa ülkeleri aynı kıtada yer alıyor, müslüman nüfus ise dünyaya dağılmış durumda. Şura olacaktır elbette ama şuranın yapısı nasıl olacak, bilgim yok. Hristiyan batı dünyasını egemenliği altına almış, ona da şurada yer veren bir sistem mi olacak, bunların hepsi muamma ve varsayım, zerre kadar bilgim yok. Bizdeki bilgi müslüman gücünün yeryüzünde ve uzayda rakibi olmayacağı ve bunun önümüzdeki 30-40 yıl içinde gerçekleşeceği. Bu iş bugünün güncel siyasetinin dışında tutulmalı, bu konuda kararlıyım.

  60. Lise 1’de öğrenciyken yaşadığım bir olayı okul dergisinde anlatmıştım, buraya aktarmak istiyorum.

    Geçmişten Bir Yaprak
    Merhaba! Ben 1991 yılı mezunlarındanım. Seviyeli ve Anadolu Lisemize yakışır bir dergi çıkardığınız için sizlere teşekkür ediyorum. Dergide emeği geçen öğretmen ve öğrencileri kutluyorum. Açıkçası bizim dönemimizde böyle bir dergi çıkmadığı için de hayıflanıyorum. Halbuki o yıllarda çok yetenekli, nitelikli, aksiyoner öğrenciler vardı; üstelik okul yönetiminde edebiyatçılar ağırlıktaydı. Okulumuz Kahramanmaraş’ta tartışmasız bir numaraydı. Bu konuda diğer okullara öncülük edebilirdi. Neden olmadı? Ufkumuz mu dardı yoksa tembellik mi ettik? Bu sorunun yanıtını bir kenara bırakıp o yıllara ait bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

    1988-1989 eğitim öğretim yılının birinci dönemiydi. Batıpark’taki eski binamızda eğitim görüyorduk. Fiziksel şartların yetersizliğine rağmen iyi kötü bir kütüphaneye sahiptik fakat öğrencilerin uğrak yerleri arasında değildi. Sınıflarda da kitaplık yoktu. Kendi sınıfımıza bir kitaplık yaptırmak istedim. Konuyu görüşmek ve izin almak için idareye gittim. Okul müdürü yerinde yoktu. Müdür yardımcısı Ali Yurtgezen Hocamla görüştüm. “Güzel olur” dediğini hatırlıyorum. İşi sağlama almak için sınıf öğretmenimize de (sanırım Sema Dal idi) konuyu açtım. “İdareye bir sorayım” dedi. Birkaç gün sonra “İdareyle görüştüm, onay verdiler” dedi. Meğerse o da okul müdürüyle değil de Ali Bey’le görüşmüş ve ondan izin almış.

    Çok sevinçliydim, derhal bir marangozla temasa geçtim. Kitaplığın yapılışını günbegün takip ediyordum. Biter bitmez de alıp okula getirdim. (Masrafların tamamını yaz tatilinde çalışıp kazandığım parayla karşıladığımı belirtmeliyim.) Kısa sürede kitaplığın içini doldurduk. Kitaplığımızın bir de kapağı vardı. Mahsustan öyle yaptırmıştım çünkü kapağa yeşil bez çekip pano olarak kullanacak, bir taşla iki kuş vurmuş olacaktık. Acaba o zamanlar pano yok muydu, hatırlayamıyorum. Bütün işleri bitirmiş ve kitaplığı hizmete sokmuştuk ki müdür sınıfımıza geldi. Sert bir şekilde “Bu kitaplığı kaldıracaksınız” dedi ve gitti. Şok olmuştum. Okul idaresinden izin alındı sanıyordum. Hem bir sürü masraf etmiş, uğraş vermiştim. Hevesim kursağımda kalmıştı. Direnmeye karar verdim. Kitaplığın kaldırılmaması için sınıf arkadaşlarımdan imza toplamaya başladım. Karşı cephede müdür olmasına rağmen hepsi de imza verdi. Hızımı alamamış bir de öğretmenlerden imza toplamaya başlamıştım. Bunlardan birisi de çok korktuğumuz fakat çok da sevdiğimiz Savaş Kıyak idi. Okul idaresine durumu iletmiş.

    Teneffüsteydik. Okul müdürü hışımla içeri girdi. Burnundan soluyordu. “Ben size bunu kaldıracaksınız demedim mi!” diye gürledi. Hepimiz donup kalmıştık. Konuşmamız mümkün değildi. Elimdeki imza kağıtlarını aldı, parça parça etti. Yanında hizmetliyi de getirmişti. Kitaplığı müdür odasına götürdüler. Böyle bir durumda dayak yemem kaçınılmaz gibi görünüyordu fakat hafifçe saçımın çekilmesi ve yüksek desibelde azar işitmem haricinde herhangi bir şiddete maruz kalmadım. Çünkü iyi niyetli bir öğrenci olduğumu müdürümüz de biliyordu. Hatta kitaplığa koyduğumuz yayınları çok beğenmiş ve okul kütüphanesine bağışlamamızı istemişti. Israr etmesine rağmen “Hayır” cevabını almıştı.

    Bu olaydan asla olumsuz etkilenmedim. Şimdi öğretmenim. Görev aldığım ilköğretim okullarında yaptığım ilk iş kütüphane kurmak oluyor. Şu anda benim okulum, şehrin en çok kitap okunan okulu olma özelliği taşıyor. Aynı zamanda ilimizin ilk İngilizce dergisini de çıkarttık. Dergi yayımlamak güzel fakat aksesuarlara takılıp kalmayalım lütfen, o bir hasat şenliğidir. Kütüphane hepsinden önce gelir.

    Lisede yaşadığım bu anımdan da anlaşılacağı gibi somut projeleri hayata geçirmek uğruna fedakarlıklar yaptım. Kişisel istikbalimi hiçbir zaman düşünmedim. Böyle bir adamın mübahele bedduası tutabilir. Beddua yapıldı, ok yaydan çıktı, dikkatli olsunlar. Bundan sonra yapacakları baskılar azaplarını artırmaktan başka bir işe yaramaz. Hem fethullahçılar döneminde baskıya uğrayayım hem iktidar döneminde daha kötüsünü yaşayayım, kader-i İlahi biraz da onlar baskıya maruz kalsın derse şaşırmasınlar.

  61. Üç beş yıl içinde cezalandırılacaklarını beklemesinler, benim bedduam şarta bağlı. Önümüzdeki on yıllarda gerçekten İslamiyetin yeryüzünde ve onu çevreleyen uzayda hakim sada olacağına dair belirtiler güçlenirse işte o zaman cezaladırma devreye girecektir. Öyle belirtiler görülmezse şimdikinin kudretlileri belki o dönem zayıf olsalar bile bana yapılanlardan dolayı cezaya çarptırılmamalarını açık yüreklilikle buraya yazıyorum.

    Bunlar okul içinde ve dışında ekip halinde çalıştıkları için birinin yaptığından hepsi sorumlu tutulacak. Ara ara benim hakkımda görüş alışverişinde bulunup yeni planlamalar yaptıklarından eminim bu nedenle hepsi toplu olarak cezalandırılacaklar. Evdeki hesap çarşıya uymuyor misali masa başında yaptıkları planlar sahaya uymuyor. Boyun eğdirilmesi, satın alınması imkansız birisi olduğumu ilaveten onların hazırlıklarının bana bildirilmesi gibi ilahi yardımlar olduğunu anlamışlardır.

    Devletin imkanlarını, araçlarını, personelini kullanmalarından dolayı devletin başı ve ailesinin de mübaheleye dahil edildiğini unutmasınlar. O bilgi bana kudret-i İlahi tarafından gerçekten ihsan edilmişse o kudretin karşısında fani şahıslar duramaz.

    Artık konuları biriktirip seyrek yazacağım. Ama yapılanların mutlaka yazılacağını bilsinler. Twitter, instagram türü hesaplarım yok buraya da beni mecbur ettikleri için yazdım. Art niyetli olsam kelleyi koltuğa alır müthiş bir muhalefet eylemi başlatırdım. Benim muhaliflikle işim olmaz. Amacım ümmet-i Muhammed’e dair gelen bilgiyi bildirmek, o bilgiyi fethullahçılık ve siyaset gibi akımlardan uzak tutmak; aksi takdirde bu bilgi başka bir aileye nasip olurdu. O bilgiyi hiçbir şahıs veya grup sahiplenemeyecek, o iş tüm ümmet-i Muhammed’in ortak çalışması olacak.

CEVAP VER

Yorumlarınızı giriniz!
Buraya isminizi giriniz