Gelelim camia içerisinden ulaşan tepkilere…
Benim için bu yazı dizisinin en özel tarafı burası. Tahminlerimin ve beklentilerimin aksine, çok çok olumlu bir reaksiyonla karşılaştım. Bana doğrudan ulaşan tepkilerin neredeyse tamamı destekler ve teşvik eder mahiyetteydi. Hizmet Hareketi içerisinden tanıdığım, tanımadığım bir çok kişi bana yüz yüze, telefonla, e-postayla, mesajlarla yorumlarını ilettiler. Bunların bir bölümü kamuoyunca da tanınan, bilinen insanlardı. Genel olarak bu yorumları şu şekilde özetleyebilirim: “Böyle bir yazıya ihtiyaç vardı. Bu sorular hepimizin kafasında vardı ama hiç kimse soramıyordu. Hepimize tercüman oldun. Birilerinin bu sorulara cevap vermesi gerek. Ne olduğunu bilmek istiyoruz. Aramızda hainler varsa niye deşifre edilmiyor? Niye hesap sormuyoruz? Kimsenin Hizmet’e böyle bir leke sürmeye hakkı yok.”
Olumsuz yaklaşımlar ise az miktardaydı. Hep üçüncü kişiler üzerinden ve dolaylı bir şekilde ulaştırılan tepkilerdi bunlar. Ancak belirtmem gerekir ki, sıradan insanlar değillerdi. Anladığım kadarıyla belli konumları elinde tutan, sözü dinlenir ‘ağır abiler’di.
Üzücü olan şuydu ki, dizinin içeriğiyle ilgili somut bir itiraz yerine bu yazıları neden yazdığımla ilgilenen reaksiyonlardı genellikle. Ekseriyetle de “Şimdi bunun zamanı mı?”, “Niye düşmana malzeme veriliyor?”, “Ahmet Dönmez ne yapmaya çalışıyor?” soruları etrafında yoğunlaşıyordu. Başlarken ‘hain’, ‘kozmik’ gibi etiketlerle yaftalanmayı, bel altı vuruşları göze almıştım. Tek tük de olsa bunlar da olmadı değil. Fakat cevap vermeyi bile abes görüyorum.
BU SÜREÇ, URLARDAN KURTULMADAN BİTMEYECEK
Ancak zamanlama ile ilgili eleştirilere bir cevap vermek isterim: Hani herkes soruyor ya, ‘Bu süreç ne zaman bitecek?’ diye… Bana göre cemaat kendi içerisinde bu sorgulamayı sağlıklı bir şekilde yapmadan, arınmadan, urlarından kurtulmadan, hastalıklarını tedavi etmeden bitmeyecek. Bu benim düşüncem. İtiraz edenler kendi zaviyelerinden farklı değerlendirmeler sunabilirler.
Bu sorgulama için erken değil; geç bile kalındı. Eğer en geç 10 yıl önce gerekli neşter vurulsaydı, çok büyük ihtimalle, bugün cemaati bir nefret objesine dönüştüren hataların bir çoğu yapılmayacaktı. Her akl-ı selim sahibini, bugün cemaati 15 Temmuz komplosuna bulaştıran insanların geçmişte daha başka neler yapmış olabileceklerini sorgulamaya davet ediyorum. Ve, bu insanlar ya da bu insanları üreten ‘hastalıklar’ tedavi edilmeden bu sürecin bitmesi halinde neler olacağını da… Bana göre; kendilerine ‘ilahi bir tasdik’ almış, yaptıkları her şey kader tarafından onaylanmış ve Kadir-i Mutlak tarafından cevaz verilmiş gibi sunacaklar neticeyi. Eskisinden daha pervasız bir şekilde aynı yöntemlere devam edecekler. Doğal olarak da cemaatin başı, 15 Temmuz’a benzer belalardan bir türlü kurtulamayacak.
90’lı yıllarda Cem Karaca’ları, Barış Manço’ları, Bülent Ecevit’leri kendine hayran bırakan bu Hareket, nasıl oldu da 20 yıl sonra en yakın müttefiklerini bile kendisini savunamaz hale getirdi?
İstediğiniz kadar başkalarını suçlayabilirsiniz! İstediğiniz kadar gölgeleri yumruklayabilirsiniz!
Bugün en ılımlı insanlar bile AKP’yi eleştirecekken söze önce cemaate küfrederek başlıyorsa, önünüzde iki seçenek var: Ya siz de onlara “küfredersiniz” ya da şapkayı önünüze koyar düşünürsünüz.
Burada artık kastım ve hedefim 15 Temmuz değil. O tuzak – ya da kumpas, ne derseniz deyin- sadece bir sonuç.
“Ne yani, bütün bu zulümleri hak ettiğimizi mi iddia ediyorsun?” diye tepki gösterecekler için şu parantezi açmayı da zaruri görüyorum: Bunları, AKP’nin ve başındaki despotun insanlıktan çıkmış hallerinden, vahşi zulümlerinden, Nemrutluklarından bağımsız olarak söylüyorum. Bu onların hesabı… ya da meselesi… Onlar düşünsün. Hizmet Hareketi başkaları için değil, evvela kendisi için bu kemoterapiyi başlatmak zorunda.
Arınma… Daha geç olmadan… Yarın değil; bugün…
AKP ÖRNEĞİ DERS OLMALI
Şöyle bir metafor yapıyorum; yolda size TIR çarpmış, çoğu kemikleriniz kırık, hayati fonksiyonlarınızı yerine getirmekte güçlük çekiyorsunuz, yoğun bakımdasınız ama ‘Hayır ben şimdi tedavi olmak istemiyorum. Hele bir eve çıkayım, biraz zaman geçsin, öyle…’ diyorsunuz.
“Bu sorgulamaların şimdi zamanı değil. Hele bir süreç bitsin, şu belayı atlatalım, ondan sonra her türlü hesaplaşma olacak” demek, bununla aynı şey bence.
Haydi diyelim ki bu tür analojilerle başkaları da tam tersi yönden benzetmeler yapabilir. Ben güncel olması açısından ve biraz da meseleyi vulgarize etmek maksadıyla başka somut bir örnek vereyim; geçenlerde AKP’nin kurucularından Ersönmez Yarbay, “Abdullah Gül’ü de Bülent Arınç’ı da ‘tek adamlığa’ karşı uyardım. Ancak onlar, ‘Şimdi parti içinde görüş ayrılığı zamanı değil, birlik beraberlik zamanı. Bunların zamanı değil’ diyerek sustular.” dedi. Bu örneğin ana fikri ‘tek adamlık’ uyarısı değil. Zamanlama ile ilgili, biraz da ‘te’dib edici’ cevap…
Niyeyse bu ülkede hiç bir şeyin hiç bir vakit, ‘tam zamanı’ olmuyor. Hep daha acil, daha ehemmiyetli, daha hayati bir neden vardır diğerini ötelemek ya da ertelemek için… Ve ne yazık ki o beklenen zaman da hiç bir zaman gelmiyor. Daha doğrusu geliyor da ‘iş işten geçtiği zaman’ oluyor o an… Abdullah Gül’ün de Bülent Arınç’ın da artık yeterince zamanı var; bol bol düşünebilirler, ‘nerede hata yaptık’ diye… Fakat kime ne faydası var artık? Bugün anlaşılıyor ki, o günün en mühim meselesi buymuş.
Bazen sizin detay gibi gördüğünüz bir mevzu, aslında varoluşsal bir problem haline gelmiştir de haberiniz yoktur.
BİR KİŞİNİN ELE GEÇİRİLMESİYLE KOCA CAMİAYI UÇURUMA SÜRÜKLEYEBİLEN ZAAFİYET SORGULANMAYACAK MI?
İçlerinden bir tanesinin devşirilmesi halinde, 40 yıldır emek verilen bir insanlık hareketinin bir gecede silahlı terör örgütü olarak yaftalanmasına yetecek bir yanlışa imza attırılabiliyorsa, o mekanizmayı sorgulamak gerekmez mi?
Kimdir bu ‘hainler ya da devşirmeler? İlkin bir hücrede başlayan kanser, daha sonra nasıl bütün vücuda yayılıyorsa; hala daha ‘Şimdi zamanı değil’ demenin kime, ne faydası var? Daha ne olacak ki? Ailelerle beraber 1 milyona yakın insan doğrudan bedel ödüyor. Dolaylı olarak mağduriyet yaşayanlarla sayı kaçı buluyor, hesap edin.
Bu vakıanın ilahi hikmet boyutları muhakkak vardır. Asr-ı Saadet’ten örneklerle de bir takım cevaplar verilebilir. Veriliyor da zaten.
Fakat ben bir gazeteci olarak somut olgular üzerinden sorular sormak zorundayım.
Birileri, “Hocaefendi’nin talimatı” diyerek bu askerleri darbe tuzağına mı düşürdü? Öyleyse kim bu birileri? Adil Öksüz kimdir mesela? Neden herkesi tatmin edici, soru işaretlerini izale edici bir cevap verilmiyor? Bu suskunluk gizli bir ‘kabul’ ya da ‘özgüvensizlik’ anlamına gelmeyecek mi? Ve bu ‘angaje elemanlar’, 15 Temmuz’dan önce de sahne aldılar mı? Tabanın, ‘cemaatin tavrı’ zannettiği kaç olay aslında bu tiplerin kotardığı işlerdi kim bilir. Bugün camianın üzerine yapışan ayıplardan kaçında bu kişilerin dahli vardı acaba?
CEMAATİN GELECEĞİNİ, TABANA VERECEĞİ CEVAPLAR BELİRLEYECEK
Susarak, duymazdan-görmezden gelerek geçiştirilecek sorular değil bunlar. Bugün Türkiye’nin tamamında cemaat bir sevimsizlik nesnesine dönüşmüş durumda. Ters yönde giderken, “Ne birisi, hepisi hepisi” diyen Temel durumuna düşmeyi kendine nasıl yakıştırabilir Hizmet? Evet, bunda hırsız bir idarenin iftiraları, yalanları etkili oldu. Evet milletin belli bir bölümünün vefasızlığının, cehaletinin, hırsızlığa teşne olmasının ve hatta nankörlüğünün de etkisi var. Bunları inkar ediyor değilim. Ancak sadece bir suçlama ile bu süreçten sağlıklı bir şekilde çıkılabilir mi sorusunu da sormam gerek.
Görebildiğim kadarıyla cemaat, belli bir süre daha susacak. Çünkü 15 Temmuz’da ne olduğunu cemaatin kendisi de henüz anlayabilmiş değil. “Bu işi Allah çözecek. Bu oyunu biz kurmadık ki biz açıklayalım. Erdoğan bir oyun oynadı. İçeriden de bu oyuna gizli bir şekilde dahil olanlar oldu. Ve maalesef Hizmet bu oyunu da içerideki gizli oyuncuları da fark edemedi. Halen de tam olarak anlayabilmiş, çözebilmiş değiliz. Çünkü kurgulayan, planlayan biz değiliz. Dolayısıyla sorulara cevap vermesi gerekenler de bu oyunu oynayanlardır” şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım söz konusu. Haliyle bu kadar şiddetli ve acımasız bir savaşın ortasında bunların tartışılmasının münasebetsiz olacağı, musibeti ikileteceği ve ‘kuvve-i maneviyeyi’ kıracağı düşünülüyor. Bu kara sürecin bitimiyle beraber bir hesaplaşmanın olacağı ve herkesin eteğindeki taşı dökeceği vaat ediliyor.
Ancak bir yandan da cemaatin kendi tabanının, “Biz 15 Temmuz’un neresindeyiz?” diye sorduğu, herkesin beynini kemiren bu sorulara bir cevap bulmaya çalıştığı da aşikâr.
Yazı dizisine gelen tepkilerden anladığım şu; camianın kahir ekseriyeti sorumluların hesap vermesini istiyor.
Bu tepkiler benim için de yeni bir durum, yeni bir tecrübe. Zihnimde ve ruhumda yepyeni menfezler açan, ümidimi artıran, heyecanlandıran bir olgu. Birilerinin zannettiği ya da iddia ettiği gibi; robotlardan oluşan, sorgulamayan, yukarıdan ne gelirse harfiyen ona uyan bir mankurtlar topluluğu yok ortada. Bu insanlar, hiç bir ‘abinin’ kara kaşı-kara gözü için bu yolun yolcuları değiller. İnançlarını, mefkuresini, yöntemlerini, söylemini paylaştığı ölçüde bu yolu yürüyen; yanlış yapıldığında itiraz eden; sorumlulardan hesap sorulmasını isteyen; değilse kendi inandığı yolda tek başına da olsa yürümeye hazır; Türkiye’nin en okumuş, değişimlere en açık, dünya ile entegre, kendini en çabuk yenileyebilen ve adapte edebilen topluluğu burası.
Ve ‘burası’ bir şey söylüyor! Cevap istiyor. Yeni bir süreç var artık. İşte sözünü ettiğim dip dalga bu.
Sürecin nasıl biteceğini ve cemaatin geleceğini, bu dip dalgaya verilecek cevap belirleyecek.
BİTTİ
TR7/24
http://www.tr724.com/yazi-dizisine-cemaatten-ne-tepkiler-aldim-ahmet-donmez-2/