İstifa krizinin üzerinden 1 hafta geçti.
Geçen hafta yazdığımız gibi, sayfa henüz kapanmış değil.
Dumanı halen tütüyor.
Ama Soylu şimdilik kazanmış görünüyor.
Yarın ne getirir? Ezber yorumlar yapmak yerine, bu siyasi profilleri iyi tanımak ve iyi etüd etmek gerekiyor.
Çünkü her fırtına her kaptanı güçlendirmez belki ama siyasileri konjonktürler var eder.
Bir çok kişi şu soruyu soruyor şimdi: Süleyman Soylu ne zaman ve nasıl bu kadar güçlü hale geldi?
Adım adım gelen bu sabırlı yükselişinin arkasında ne var?
Onun Ağar’dan daha köklü bir adam olduğunu bilmeyenler, “Mehmet Ağar’ın adamı” gibi ezber yorumlarla Soylu’yu tarif etmeye çalışıyor.
Kâseyi kafaya dikerek çorbasını içerken ya da çay kaşığının sapıyla kulağını kaşırken görenler onu biraz küçümseyebilirler. Ancak Soylu, bunların ötesinde, klasik bir Of’luya göre çok daha denge ve akılla hareket eden bir siyasetçi.
****
Süleyman Soylu, 25 yaşında, o zamanın iktidar partisi DYP’nin İstanbul Gaziosmanpaşa ilçe başkanlığına seçilmiş birisi.
Aileden ‘Demokrat Partili’.
Ta dededen ve neneden…
1946 seçimlerinde dedesi ve nenesi, yaşadıkları Of Çamlıköy’de Menderes için kapı kapı gezip oy istemiş insanlar.
Dede Alaybey Soylu, Süleyman Soylu üzerinde en fazla etkiye sahip olan kişi.
Verdiği röportajlarda onun için, “Hayatta yüzde yüz doğru bir adam olur mu? Dedem öyle bir adamdı. Hayatı, fakir fukaraya yardım ile, doğru bildiğini yaşamakla geçti. En çok, cami yaptırmak için uğraşırdı. Elimden tutup beni camiye götüren de oydu. Yaşadığı gibi de öldü. Hayata bakışta ondan etkilendim. Benim yetişmemde de çok etkisi oldu.” diyecekti.
İşte o Alaybey Soylu, 1950’li yıllarda İstanbul’a taşındığında da iyi bir ‘Menderesçi’ olarak etrafta tanındı.
DP’nin Balat teşkilatına üye oldu ve parti çalışmalarına katıldı.
27 Mayıs darbesinin ardından Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın asılması, Alaybey Soylu’yu derinden yıktı. Bir daha siyasete devam etmek istemedi.
Ailede bayrağı devralan, oğlu Hasan Soylu oldu. Yani Süleyman Soylu’nun babası…
Baba Soylu, DP’nin yerine kurulan Adalet Partisi’nde aktif siyaset yaptı.
Daha 12 yaşındayken bir CHP milletvekiline sorduğu sert bir soru ile dikkatleri üzerine çekti. Orada Halk Partililer’den sıkı bir dayak yemekten kurtulmasının tek sebebi, daha çocuk olmasıydı.
O Hasan, daha sonra AP’nin gençlik kollarında aktif siyaset yapmaya başladı. Sıkı Demirelci’ydi.
Oğlu Süleyman da Menderes ve Demirel hayranı olarak büyüdü.
Bir çok ‘Demokrat’ ailenin çocuğunda olduğu gibi onda da “Bir gün Menderes’in intikamını alma” psikolojisi vardı.
Demirel’e olan hayranlığı ise 28 Şubat sürecinde sarsıldı.
Sonrasında “Bu parti iki Süleyman’a fazla” diyeceği günler de gelecekti.
****
Baba Hasan Soylu, Adalet Partisi’nin Gaziosmanpaşa ilçe başkanlığını yaptı.
12 Eylül sonrası kurulan Doğru Yol Partisi’nde de aynı görevi yürüttü. Sabahtan öğlene kadar GOP ilçe binasında, öğleden akşama kadar da il başkanlığında bulunuyordu
Gazeteci Muharrem Sarıkaya, bir yazısında onu şöyle tarif etmişti: “Biz Ankaralı gazeteci mahallesinin ‘Hasan amcası’dır… Çünkü 1980 askeri darbesi sonrası herkes Güniz Sokak’ın yakınından geçmekten korkarken, Hasan Soylu çekinmeden, hem de herkesin göreceği saatte gelir, Süleyman Demirel ile Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı olarak görüşür, talimatlarını alırdı… Demirel İstanbul’a gittiğinde de karşılar, yanından ayrılmazdı.”
Süleyman Soylu da aynı yıllarda partinin gençlik kollarında siyaset yapıyordu.
Daha 13 yaşındayken partiye gelip gitmeye başlamıştı.
O zaman Taksim Sıraselviler’de olan DYP il binası, genç Süleyman ve arkadaşlarının buluşma adresiydi.
Vakitlerinin çoğu orada geçiyordu.
1987 yılında, yani 19 yaşında iken İstanbul İl Gençlik Kolları’nda yönetici olarak göreve başladı. 3 yıl boyunca gençlik kolları teşkilat başkanlığı yaptı. Teşkilatçılığı burada öğrendi.
****
Türkiye’nin apolitikleştiği o yıllar, Süleyman Soylu’nun fikri altyapısının oluşmaya başladığı dönemdi.
Askeri darbe şartları, Adalet Partisi’nin kapatılması, Demirel’in siyasi yasaklı hale gelmesi ve bütün bunlara karşılık Turgut Özal’ın özgürlükçü, liberal-demokrat politikaları genç Süleyman’ın etkilendiği en baskın kültürel havzayı oluşturuyordu.
Katıksız bir ‘demokrat’ olarak yetişiyordu.
Ama bir yandan da Kırat’ı şaha kaldıran kasaba tarzı siyaset, Soylu’yu tipik bir sağ siyasetçi popülizmine de bulaştırıyordu. DYP’de 2002’ye kadar sürecek yöneticilik yılları boyunca, genç yaşına rağmen o köhnemiş sağ popülist siyasetin bütün kodlarını üzerinde taşıyan bir adam olarak göze çarpacaktı.
Önce Temmuz 1995’te, dönemin iktidar partisi olan DYP’nin Gaziosmanpaşa ilçe başkanlığına seçildi.
2 yıl önce babasının oturduğu bu koltuğa geldiğinde, henüz 25 yaşını doldurmamıştı.
Türkiye’nin en genç ilçe başkanı ünvanına sahip oldu.
4 yıl sonra, 1999 yılında partisinin İstanbul il başkanı seçildi.
30 yaşındaydı.
Kuşkusuz bu onun için çok göz kamaştırıcı bir başarıydı.
2002 seçimlerinde milletvekili adayı olmak için istifa edene kadar bu görevde kaldı. İstanbul 2. sıra adayıydı. Fakat o seçimde DYP kıl payı baraj altı kalınca Soylu da Meclis’e girme şansını kaybetti.
****
Süleyman Soylu, gençlik kollarında ve daha sonra il teşkilatında birlikte görev yaptığı arkadaşlarınca, ‘geleceğin başbakanı’ olarak görülen parlak bir siyasetçiydi.
“İleride mutlaka Türkiye’nin kaderinde söz sahibi olacak” deniyordu.
Gençti.
Çok çalışkan, yorulmak bilmeyen bir yapısı vardı.
Az uyuyor, bol kitap okuyordu.
Sabah bir çok insan mesaiye başlayana kadar o günlük gazeteleri bitirmiş oluyordu.
O da daha sonra ‘ebedi lideri’ olacak kişi gibi eski bir futbolcuydu. Doğup büyüdüğü Gaziosmanpaşaspor’da amatör futbolculuğa başladı. Beylerbeyispor’da profesyonel oldu. Fakat bir maçta aldığı sert bir faul sonrası ağır bir sakatlık yaşadı. Sonrasında da futbol hayatını noktaladı.
****
28 Şubat post-modern askeri süreci, genel olarak siyaset kurumunu zayıflatırken en büyük darbeyi merkez siyasete vurdu.
En ağır hasarı gören partilerden biri de DYP oldu.
Eksenler yerinden oynarken Süleyman Soylu’nun Demirel hayranlığı da bu dönemde sona erdi.
Bilhassa dönemin Cumhurbaşkanı olarak “Başörtülüler Arabistan’a gitsin” şeklindeki sözleri, Soylu ve arkadaşları için derin bir hayal kırıklığı idi.
Dindar bir aileden geliyordu.
Gençlik döneminde dahi 5 vakit namazını kılan, Ramazan’larda teravihlerini kaçırmamaya çalışan birisiydi.
Dinî ve İslamî literatüre hakimdi.
Ailenin bir tarafı Milli Görüş camiası içindeydi. 2000 yılında geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybeden ve Milli Görüş camiasını hüzne boğan eski Milli Gençlik Vakfı Genel Başkan Yardımcısı Ali Soylu, onun amcaoğluydu. Ali Soylu, 80’lerin sonundan itibaren Erbakan’ın yanından ayrılmayan ve bugün dahi ‘Milli Görüş Mücahidi’ olarak anılan bir isim.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi iştiraki KİPTAŞ yıllarından beri Erdoğan Bayraktar’ın sağ kolu olan ve 17 Aralık sabahı gözaltına alınan isimlerden olan Sadık Soylu da Süleyman Soylu’nun kuzeni.
Ailenin önemli bir bölümü de bir çok Of’lu gibi İsmailağa cemaati içerisindeydi. Babası Hasan Soylu haricinde neredeyse ailenin bütün fertleri İsmailağa’ya yakındı.
Diğer taraftan Süleyman Soylu’nun kendisi de partinin geleneksel kodlarına uygun olarak Yeni Asya cemaati ile hep çok yakın oldu. Soylu için ‘Yeni Asyacı’ diyemeyiz ama cemaatin içinde yetişti desek çok aykırı düşmez. DYP il başkanı iken de cemaatin lideri Mehmet Kutlular’ı çok sık ziyaret ederdi.
Bütün bu kültürel çevre içerisinde Süleyman Soylu’nun, Demirel’in başörtüsü çıkışı nedeniyle büyük bir hayal kırıklığına uğraması şaşırtıcı değildi.
****
Ancak genel başkanı Tansu Çiller’le iyi bir ilişkisi vardı. Bu yakınlık düşünsel değil, tamamen taktiksel bir yakınlıktı. Soylu için uzun yıllar ‘Çiller’in prensi’ yakıştırması yapılacaktı ama aslında bu tam olarak gerçeği yansıtmıyordu. Evet, haklı tarafları vardı. Tansu Hanım’la çok sık görüşürdü. Ne zaman çağırsa giderdi. Görüşlerini alırdı ama ona tabi değildi. Bulunduğu şartlar öyle gerektirdiği için öyle davranıyordu. Bir de partinin mevcut önderleri ile ideolojik kopuş yaşadığı için neredeyse ağır toplardan elini tutacağı veya yanında görüneceği başka kimse kalmamıştı.
Ekonomi profesörlüğünden siyasete geçmiş olan Çiller, politikanın acemisi idi. Ankara’nın kurnazlıkları ile göğüs göğüse çarpışmak gibi bir hevesi yoktu. Salon siyasetini tercih ediyordu. İşte bu özelliği, Süleyman Soylu’nun biraz daha öne çıkmasına yol açacaktı. Ankara’da hiç durmak istemeyen Tansu Hanım, sık sık İstanbul İl Başkanı Soylu’dan kendisine program ayarlamasını istiyordu. Bu programlar bahanesi ile İstanbul’a kaçan Çiller, Ankara’nın boğucu gündeminden kurtuluyordu.
Dede ve babadan siyasetçi olan Süleyman Soylu için bu bir fırsattı. Liderleri ve psikolojilerini yakından tanıma imkânı buldu. O günlerden önemli dersler çıkarıp notlar aldı. İleride bu notlar çok işine yarayacaktı.
AKP’ye katılışı ve buradaki yükselişini anlatırken bu notlara atıflar yapacağım.
****
AKP’nin tek başına iktidara geldiği ve Meclis’in sadece 2 partiden oluştuğu 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından Süleyman Soylu, nadasa çekildi.
Çiller genel başkanlığı bırakırken yerine Mehmet Ağar DYP genel başkanı olmuştu.
Süleyman Soylu, 2008 yılında Ağar’ın yerine Demokrat Parti genel başkanı oluncaya kadar aktif siyasetten uzak durdu.
Bu zaman zarfında Gaziosmanpaşa’daki sigorta şirketine yoğunlaştı. İkinci adresi de Mecidiyeköy’deki Odak Araştırma idi. Buradan siyaseti ve seçmen eğilimlerini dikkatle izlemeye devam etti.
Ama yıllarca parti binasına adımını atmadı.
Neden?
Bunun cevabı, aynı zamanda Süleyman Soylu-Mehmet Ağar ilişkilerine dair merak edilen soruların da cevabı olacak.
Bir sonraki bölümde, Soylu-Ağar-derin devlet ilişkisine gireceğiz.
-DEVAM EDECEK-