Londra’daki Westminster Sulh Mahkemesi’nin Akın İpek kararı ve Adalet Bakanlığı’nın resmi yazısı ile başlayan tartışma, kelle alarak devam ediyor.
Hükümet, mahkemeye gönderilen kendi resmi belgesini inkar etti.
En sadık bürokratlarından birinin de başını yedi. O bürokrat, Türkiye Cumhuriyeti Londra Büyükelçiliği Adalet Müşaviri Abdullah Murat. Mahkemeye sunulan tek sayfalık yazıyı onun yazdığı öne sürülüyor. Hakkında inceleme başlatıldı ve apar topar Ankara’ya çağrıldı.
****
8 Kasım 2018 tarihli belgede, gönderen kurum adı olarak Adalet Bakalığı Dış İlişkiler ve Avrupa Genel Müdürlüğü yazıyor. Altında, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı’nın imzası ve mührü bulunuyor. İrtibat bilgileri olarak da genel müdürlüğün Ankara’daki adresi ile telefonu yazılı.
Belge özetle, Bylock dahil olmak üzere yürüyen bütün davaları çökertiyordu. Bir gruba sempati duymanın, finansal destek sağlamanın tek başına delil teşkil etmeyeceği ve tanık ifadeleri ile de mahkumiyet kararı verilemeyeceği belirtiliyordu.
Amaç, İngiliz mahkemesinin gözünü boyamaktı. Sözde Türkiye’de yargının bağımsız olduğu ve hukukun üstünlüğü ile hareket edildiği gösterilecekti. ‘Akıllı’ bir taktikle Akın İpek ile beraber diğer sanıkların iadesi sağlanacaktı.
Ama buna rağmen Westminster Sulh Mahkemesi, “Türkiye’de adil yargılama yok. Dava siyasi. Hukuki niteliği bulunmuyor. Dosyada delil yok. Türkiye’de cezaevleri güvensiz.” diyerek iade taleplerini reddetti. Bu sayede Türkiye’deki yargıda yapılan ‘şeyler’, İngiliz mahkemesi aracılığıyla uluslararası kayda girdi.
Adalet Bakanlığı şimdi vaveyla halinde, müşavir tarafından yazıldığı öne sürülen bu yazının gerçekleri yansıtmadığını çığırıyor.
Yani, yalandan da olsa Türkiye’de adil yargılamanın var olduğu, kararların bağımsız yargı tarafından alındığı, evrensel hukuk ilkelerinin geçerli olduğu gibi bir manzarayı kabul edemiyor. Alerjisi var.
Durum öyle değil tabi ki…
İpek ve diğer sanıkların iadesini sağlamak amacıyla her zamanki iki yüzlülüğünü sergileyen AKP hükümeti, evdeki bulgurdan da olmamak için yerel mahkemelerin bu belgeye bakarak beraat kararları vermesinin önüne geçmek istiyor.
****
Türkiye’deki durumun ne olduğunu anlatmak için Westminster Mahkemesi’ne sadece Süleyman Özışık’ın 19 Kasım’da yazdığı “FETÖ’cüler nasıl tespit ediliyor?” başlıklı yazıyı göndermek yeterli aslında. Bir daha böyle bir müşavir ‘kazasına’ yol açmamak için bundan sonraki davalara bu yazıyı gönderebilirler. Üstelik Türkiye’yi yanlış tanıtma derdinden de kurtulurlar. Ülkede nasıl bir kolektif infaz yapıldığını, hukuku nasıl köpekleştirdiklerini, yargıda ‘şeyini’ nasıl yaptıklarını, suçun şahsiliği başta olmak üzere bilumum evrensel hukuk kaidelerini nasıl itlaf ettiklerini güzelce örneklendirirler.
Özışık’ın Türkiye gazetesindeki yazısı, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’na dayanıyordu. Yani haksızlıkları ortadan kaldırma, var olan karışıklıklara bir çözüm bulma merciine… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bile adres gösterdiği, uğruna insan hakları evrensel sözleşmesini çöpe atmayı tercih ettiği ombudsmanlık makamına…
İşte bu komisyonun başkanı Salih Tanrıkulu, nasıl çalıştıklarını, dosyaları nasıl incelediklerini, bir “FETÖ’cü”yü nasıl tespit ettiklerini güzelce anlatmış. Opobjektif kriterleri varmış, haberdar olduk.
Tanrıkulu, çelik kasalarda tutulan 440 bin dosyanın bulunduğu yeri de gezdirmiş Özışık’a. 125 bin kişinin hayatına, aileleriyle birlikte 500 bin kişinin kaderine şöyle karar veriliyormuş: Söz gelimi Bank Asya’ya para yatırmışsa, Digitürk aboneliğini iptal etmişse cemaatten olduğu tespit ediliyormuş.
****
Peki o tarihte cemaatin bir terör örgütü olduğuna dair bir mahkeme kararı var mı? Yok.
Bu kurumlar legal kurumlar mı? Evet.
Zaman okumak, Bank Asya’ya para yatırmak, STV izlemek, Digitürk’ten ayrılmak, Bylock yüklemek suç mu? Değil.
Dönemin AKP Sözcüsü Yasin Aktay, Kasım 2016’da “AKP içinde ByLock’çu 2 bakan, 40 milletvekili var” iddialarını cevaplarken şöyle demişti: “Onların (Gülen Hareketi) bir örgüt oldukları 17 Aralık’ta ortaya çıktı. Biz o günlerde bir suç işlememiş olan, doğal olarak bütün işlerini, bütün faaliyetlerini yasal zeminde yaptıklarını gösteren bir yapı için, ‘kandırıldık’ demeyiz. Bugün herhangi bir insan, herhangi bir grup, herhangi bir sivil toplum kuruluşunun gelecekte bir suç işleme kapasitesi, potansiyeli elbette vardır. Ama biz suç işlememiş insanları, işleme ihtimalleri vardır diye peşin peşin yargılama hakkına sahip olamayız. Eğer 15 Temmuz’da bu darbe teşebbüsünü yapmamış olsalardı bile onlara karşı öyle çok da fazla yasal bir zeminde tedbir alma imkanımız olmazdı zaten.”
Yani aslında AKP’nin yolsuzlukları ortaya çıkana kadar cemaatin ‘suçsuz’ olduğunu, bütün faaliyetlerinin yasal zeminde gerçekleştiğini söylüyordu. Fakat 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ile birlikte cemaatin ‘örgüt’ olduğunu kavramışlardı.
Oysa bugün, geriye dönük olarak cemaatin 40 yıllık geçmişi yargılanıyor.
Yani geçmişte ‘suç olmayan’ eylemler dolayısıyla bugün binlerce kişi hapis yatıyor.
Geçmişte ‘suç işlememiş’ insanlar, daha sonra üretilen bir ‘Allah’ın lütfu’ sayesinde geriye dönük olarak cezalandırılıyor.
****
Söz konusu AKP’liler olunca ‘hukuk işliyor’ tabii.
Yasin Aktay’ın sözlerinden anladığımız gibi…
Ya da mesela eski İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın, 18 Ekim 2016 tarihinde TBMM 15 Temmuz Araştırma Komisyonu’na söylediği sözler…
O sırada CHP’de olan eski dostu Aytun Çıray’ın şöyle bir sorusu ile karşılaşıyordu komisyonda: “Sayın Bakan, bu kadar insan atanmış, başbakanlık müsteşarıydınız. Başbakanlık müsteşarının haberi olmadan, istihbarat çalışmaları yapılmadan bilmem kaç tane vali, bilmem kaç tane emniyet müdürü atanabilir mi? Şimdi, siz ‘Bu örgütü yeni tanıdım’ diyorsunuz. Bana kalırsa siz bu örgütü en erken tanıyanlardansınız. Medyada yer alan fotoğraflarınızın yarısından çoğu, gençlik fotoğrafınızda bile FETÖ örgütünden çıktı. Şimdi, bir yandan diyorsunuz ki 17-25 Aralık bu işin miladı, bir yandan da 80’li yıllara kadar… “
Efkan Ala’nın cevabı da manidardı: “Ben de sizi çok iyi tanıyorum Sayın Milletvekili. Siz bu sistemin göbeğindekilerle de pekâlâ diyalogu olan birisiniz. (…) Biz AK Parti hükûmetleri olarak bir kimse ya da bir örgüt suç işlemeye başladıktan sonra haddini bildirmişizdir, suç işlememiş oldukları sürece de bir şey yapmadık. Yani o zamanlar suç mu işlediler de, kimse suç işledi de biz mi bir şey yapmadık? Yani bu ne biçim bir mantıktır? Bir suç işlemeye başladığı andan itibaren gerekli tedbirleri aldık, o zaman siz karşı çıktınız. (…) Yani o resimlerdekilerle benim ne alakam var? Hiçbir alakası yok. Herkes herkesle resim çektiriyor. Ta 1980’lerde, 1980’in sonunda İngiltere’ye gitmişiz. Burada milletvekillerimiz var. Zaten, belli gruplar bir arada. Daha çok resim bulabilirsiniz öyle resme bakarsanız. Yani gençlik zamanındaki şey. (…) Müsteşarlık da yaptınız, bilirsiniz. Şimdi, etkili olup olmamak da başka bir şey. Bir insanın önceden suç işleyeceğini eğer… ‘Bunlar suç işleyebilir, devlet aleyhine çalışabilir, onun için de bunları atamayalım’… Böyle bir şeye, oraya girdiğiniz zaman oradan çıkamazsınız”
****
Nasıl?
Görüyor musunuz hukuk nasıl işliyor?
Süreç nasıl işletiliyor, gayet açık değil mi?
Kendilerine gelince;
“Bir insanın önceden suç işleyeceğini eğer…”
“Bunlar suç işleyebilir, devlet aleyhine çalışabilir, onun için de bunları atamayalım… Böyle bir şeye, oraya girdiğiniz zaman oradan çıkamazsınız”
“Bir örgüt suç işlemeye başladıktan sonra…”
“O zaman suç mu işlediler de…”
“Bu ne biçim bir mantıktır?”,
“Herkes herkesle resim çektiriyor. Ta 1980’lerde…”
“Gençlik zamanındaki şey…”
****
Ama bu geçmişte suç olmayan şeylerden dolayı ya da gençlik zamanındaki ‘şeyler’den dolayı kaç bin insan var içeride acaba?
Çöplüklerden Fethullah Gülen kitapları toplanıp üzerindeki parmak izinden üniversite öğrencisi genç bir kız gözaltına alındı bu ülkede.
Evindeki kitaplıkta Zaman Gazetesi’nin 90’lı yıllarda kuponla verdiği Büyük Osmanlı Tarihi ya da Elmalılı tefsiri bulunanlar bile tutuklandı.
Fi tarihinde cemaatin feşmekanca kolejinde yöneticilik yaptığı için ‘örgüt yöneticiliği’ suçlaması ile 10 yılın üzerinde hapse mahkum edilenler var.
Bu örnekleri cilt cilt çoğaltabiliriz.
Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkmış Venezuela’da diyor ki; “Siyasi meseleler bir halkı toptan cezalandırarak çözülemez. Keyfiliği tasvip etmiyoruz.”
Bak sen!..
Allah aşkına, dön de bir kendine bak!
Kendi uygulamalarına bak.
Kendi sözlerine bak.
Sen değil misin AİHM kararı için bile “Bizi bağlamaz” diyen?
Sonra kalkıp bir de ‘keyfilikten’ söz ediyorsun!
Sen değil misin her vatandaşa muhbirlik çağrısı yapan, “Acımayın” diye seslenen?
“Nasıl dayanıyorsunuz, ben olsam bunları gördüğüm yerde boğazlarım” diyen senin damadın değil mi?
Bu açıklamaların çıktılarını gönderin mahkemeye, olmaz mı?
OHAL Komisyonu’nun dosyalarını gönderin.
İddianamelerden rastgele bir kaç tanesini seçip gönderin.
Mahkeme kararlarından yine alelıtlak örnekler bulup gönderin.
Belki o zaman daha fazla etkilenir, istediklerinizi verirler size.
Boş yere parlak bir müşavirinizi de yemek zorunda kalmazsınız.