‘Sivil itaatsizlik’ eyleminin fikir babası Amerikalı filozof, şair, yazar Henry David Thoreau’ya atfedilen bir sözdür bu.
1846 yılında, kölelik ve Amerika’nın Meksika’ya saldırısına karşı olduğu için vergi vermeyi reddeden Thoreau, Concord’da bir gece hapis yatar. Vergi vermenin Amerikan emperyalizmine bir mermi sunmak olduğunu düşünmektedir. Rivayete göre* yakın arkadaşı ve kendisi gibi filozof olan Ralph Waldo Emerson, hapishanede kendisini ziyaret eder.
Emerson, “Henry, neden buradasın?” diye sorar.
Thoreau, şu cevabı verir: “Waldo, sen neden burada değilsin?”
****
Geçen hafta yazdığım yazılardan sonra bazı gazeteci arkadaşlarımdan, ağabeylerimden eleştiriler aldım. Kimi yazıları ile kimi yayınları ile kimi de attığı özel mesajlarla bazı tepkiler yönelttiler.
Adem Yavuz Aslan ve Tarık Toros gibi, iddiaları önemseyip destek verenler de var tabi ki.
Gerçi hiç kimse yalan yazdın demiyor. Daha çok böyle bir haberin yazılmasına gösterilen reaksiyonlar söz konusu.
Bu nev’iden öfkeli sesleri daha ziyade sosyal medyadaki kimi hesaplardan bekliyordum ama doğrusunu söylemek gerekirse meslektaşlarımdan hiç beklemiyordum.
Görüşlerini açıktan paylaşmayan arkadaşlarımın isimlerini zikretmeyeceğim.
Bunlar arasında beni cemaat içi bir çekişmeye alet olmakla suçlayanlar çoğunlukta. Bu, muhatabını en az kendisi kadar basiretli görmeyen, akil görmeyen, reşit görmeyen, ehil görmeyen bir bakış açısı içeriyor.
İşin ilginç tarafı bu arkadaşlar da kendi içinde taban tabana zıt iki kutba bölünüyor. Bir kısmı ‘isyan komplosunu ciddiye almakla’ Sezai kod adlı İ.K.’yı tasfiye etmeye çalışan gruba hizmet ettiğimi söylüyor. Bir başka grup ise tam tersine Sezai’nin arkadaşının söylediği her cümleyi alıntılayarak o grubun sözcülüğünü yaptığımı düşünüyor.
****
Halbuki bu eleştiriler çok basit ve net bir şekilde gazetecilik tarifi yapmaktan başka bir şey değil.
Gazetecilik bu zaten.
Üstelik de bir yazımda açık seçik olarak;
“Gazeteci taraf değildir.
Cephe değildir.
Birilerinin sözcüsü, tetikçisi veya temsilcisi de değildir.
Kamu yararına iş yapar.
Halka haber verir.” dediğim halde…
Ben vakayı rapor ettim. İlk yazıda yorum bile yapmadım. Tarafların tamamına ulaşmaya çalıştım. Hem iddiaları verdim hem de karşı görüşü. Ama ne yazık ki bazı meslektaşlarım, bu kadar temel bir gazetecilik ilkesini bile komplolarla izah etmeyi tercih ediyor.
Bana “Niye yazdın?” diye soruyorlar. Ben de diyorum ki, “Siz niye yazmıyorsunuz? Siz niye burada değilsiniz?”
****
Mesela sevgili Cevheri Güven, 10 Kasım tarihinde “Cemaati kurtarmak gazetecinin işi değidir; gazetecilik çabasıyla da cemaat filan kurtarılmaz.” şeklinde bir tweet attı. Cevheri, duruşunu, tarzını beğendiğim bir meslektaşım. Önce kendisine bir mesaj atıp, bu tweet’in muhatabının ben olup olmadığımı sordum ve ben olduğumu öğrendim.
Şaşırdım. Çünkü ne cemaati kurtarmak gibi bir iddiam ne de böyle bir kelamım olmuştu. Hiç bir yazıda bu tarz bir ifadem olmadığı halde yılların gazetecisi Cevheri’nin neden böyle bir tweet attığını anlayamadım.
Buna mukabil, gazetecinin cemaati korumak gibi bir vazifesi var mıdır onu da bilmiyorum.
Sonrasında biraz yazıştık kendisi ile. Özel sohbet olduğu için detaya girmeyeceğim ama kısaca ifade etmek gerekirse kendisi, “Maalesef Ortadoğu’da kitleler, faturayı yanlışı yapana değil, yazana keserler” cümlemi haklı çıkaran noktada. Bir gazetecinin, yanlışı yapanın peşine düşmeyip de bazı olumsuzluklardan yazan kişiyi sorumlu tutması, herhalde ancak sürecin oluşturduğu travma ile izah edilebilir. Yoksa ben başka türlü bir yorum getiremiyorum.
Tekrar edeyim; benim hedefim cemaati kurtarmak değil, insanları kurtarmaktı. Muhatabım, her şeyden habersizce kaderini yaşayan masum insanlardı. 5 yıldır türlü eziyetlere katlanan, son iki buçuk yıldır da tarihin gördüğü belli başlı trajedilerden birinin talihsiz kahramanları haline dönüşen bu insanlara yeni bir felaketin haberini vermekti.
Oysa sen de bir sürü mağdur haberi yaptın, işkence olaylarını ifşa ettin, ezilenden yana oldun Cevheri. Bir gazetecinin halkı düşünmek, halkın yararına haber yapmak, yönetimler veya güç merkezleri karşısında insanın yanında durmak, vatandaşı haberdar etmek, haber almasını temin etmek gibi bir vazifesi vardır. Gazetecilik bunun için vardır. Sen de son dönemde bunun güzel örneklerini verdin.
Kaldı ki cezaevlerindeki tutuklular arasında senin de benim de bir çok arkadaşımız, meslektaşımız, tanıdıklarımız var. Ben beklerdim ki bu olayda sen de yanımda ol, sen neden burada değilsin Cevheri?
****
Israrla bir şeyin altını çizmeliyim; bu kastettiğim felaket uyarısı, yazıda bahsettiğim her iki ihtimal için de geçerli. Ben bir ayrım yapmıyorum. İkisi de aynı benim için.
Plan yapanlar ya da devlet tarafından yapılan planlara alet olanlar varsa bunun nasıl bir facia olduğunu söylemeye gerek yok.
Yok eğer Gülen’e yakın bu kadar insan, hiç böyle bir plan yapılmadığı halde varmış gibi operasyon çekiyorsa ve bunu yine hapisteki insanların canı üzerinden kurguluyorlarsa bu da bir felakettir. Söz konusu olan insan hayatıdır.
Ancak Gülen Hareketi’nin resmi sözcüsü olan The Alliance for Shared Values’un (AfSV) yazılı açıklamasına bakılırsa iddiaların bir doğruluk payı var. Bu da hiç tartışmasız bir şekilde yapılanın bir gazetecilik faaliyeti olduğunu ispatlar.
****
Yıllarca genel yayın yönetmenliğimi yapmış olan değerli ağabeyim Ekrem Dumanlı da bir Youtube yayını ile konu hakkındaki görüşlerini paylaştı.
Biz yıllarca Zaman’da kendisinin yazdığı ‘Haber Kılavuzu-Gazetecinin El Kitabı’ndan imtihana tutulmuş muhabirleriz. Bir dönem, her sene başında yapılan Gazetecilik Seminerleri’ne katılmış ve duayen gazetecilerden mesleği öğrenmiş habercileriz. Pazartesileri köşesinden yazdığı Türk medyasına ilişkin eleştiriler de unutulmazdı. Buralardan bir şeyler kapmışızdır diye ümit ediyorum.
Hele ki gazetemize baskın yapıldığında Ekrem Abi’nin “Özgür basın susturulamaz”, “Demokrasiden geriye dönüş yok” haykırışları hala kulaklarımda. Ankara’da ekran başında izlemiştim. Tüylerim diken dikendi… Bunlardan fazlasıyla etkilenmiş olabilirim.
Dolayısıyla benim yerimde hangi muhabir olsa, Ekrem Bey gibi bir yayın yönetmeninin bu durumda kendisi ile gurur duyduğunu düşünürdü.
Oysa gerek konuya girerken “Bir gazeteci arkadaşımızın yazısı” diyerek adımı zikretmemeye çalışması gerekse de gelişmeleri vakfın açıklaması ve Veysel Ayhan Bey’in yazısı üzerinden okuyup benim yazıları görmezden gelmesi, bana karşı bir kızgınlık içerisinde olduğunu belli ediyordu. Sanki resmi açıklama kendiliğinden olmuş gibi bir tavır takınması ve bu açıklamaya neden olan yazıları neredeyse yok sayması, bir rahatsızlığı ima ediyor.
Anlamakta daha çok zorlandığım husus ise şu oldu: Ekrem Abi bir yandan böyle bir kumpas girişiminin varlığını kabul ediyor. “Yeni tuzaklar olabilir. Bu, şer içerisinde hayra vesile olmuş bir hadise olarak görülebilir. Çok dikkatli olmak gerekir.” diyor.
Sonra da “Çok önemli bir şey daha söylemek istiyorum” diyerek asıl söylemek istediği bölümlere geçiyor. Bu kısımda, cemaatin bölünüp parçalanması girişimlerine dikkat çekiyor. Anlam bütünlüğünün kaybolmaması için bu bölümü, yukarıda linkini paylaştığım videodan izleyebilirsiniz.
Orada “Dürüst insanlar bellidir. Dürüst gazeteciler bellidir. Bunun ölçüsü de bellidir. ‘Fasık size bir haber getirdiğinde’ deniyor ya, biri size bir yerden herhangi bir haber getirdiğinde Allah rızası için, taşıdığımız vicdana dayalı söylüyorum, enini boyunu, önünü arkasını tahkik etmek lazım. Düşünmek lazım.” diyor.
İkisi peşpeşe geldiğinde, bu son sözlerin hedefinin kim olduğu tam anlaşılamıyor.
Çünkü haber doğru ise, gerçekten de tuzak girişimleri devam ediyorsa, yazılar şer içinde bir hayra vesile olmuşsa herhalde beni kastetmiyordur diye düşünüyorsunuz.
AfSV açıklamasından hemen önce gerek sosyal medyada gerekse Whatsapp üzerinden bir bilgi notu dolaşıma girmişti. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yaşadığı kampta bir toplantı yapıldığı, vakfın bir açıklama yapmasına karar verildiği, Ekrem Abi’den de beni araması ve konuşmasının istendiği öne sürülüyordu. Ekrem Bey beni aramadı ama sanki bu yayın ile söyleyeceklerini söyledi, uyarılarını yaptı diye düşündüm.
Yönettiği gazetede yaklaşık 15 yıl muhabirlik yapmış birine bu tür ikazlarda bulunmaya hakkı var tabi ki. Erdoğan’a sorduğum sorulardan sonra beni arayıp yüreklendirdiğini, gazeteciliğin bu tür sorular sormayı gerektirdiğini söylediğini hatırlıyorum. Şimdi de bundan sonrası için bir uyarıda bulunuyorsa bana kendisine teşekkür etmek düşer.
Fakat aynı şekilde, bu komplonun doğruluğuna inanıyorsa gereğini yapmasını beklemek de düşer bize. İçeride onlarca mesai arkadaşı, eski muhabirleri, kadim dostları var ve onlara kastedebilecek bir takım adamlara tek yapabildiği ‘gönül koymak’ ise ben orada değilim. Ve sormak isterim; Ekrem Abi siz neden burada değilsiniz?
****
Son olarak çok kıymetli ağabeyim Selahattin Sevi’nin Kronos’taki “Cezaevi, isyan ve tevatür” başlıklı yazısı geldi. Ben 2000 yılı başında stajyer olarak haber merkezine geldiğimde dahi Selahattin Abi efsane bir foto muhabiri idi. Kendisini sadece foto-muhabiri olarak nitelemek eksik kalır. Güçlü kalemi ile Kronos’ta yazdığı birbirinden lezzetli yazıların takipçilerinden biri de benim.
Yalnız dünkü yazısı beni çok üzdü. Üzüntümün asıl kaynağı ise artık duayen sınıfına terfi etmiş bir gazeteci büyüğümün, yazdığı yazı ile beni teyid ettiğinin farkında dahi olmayışıydı.
Selahattin Abi, 2000 yılı sonunda Bayrampaşa Cezaevi’ne yapılan ‘Hayata Dönüş Operasyonu’ üzerinden bir okuma yapıyor. Çok da iyi yapıyor. Çünkü ben kendi yazımda bu hadiseyi hatırlatmayı akıl edememiştim. Hayıflandım. Çünkü tam da yazıdaki tezi güçlendiren, ‘kanlı-canlı’ bir olay bu.
Selahattin Abi, devletin bir takım algı çalışmaları ile, yalanlarla, manipülatif bilgilerle bir isyan algısı oluşturduğunu hatırlatıyor. “20 ayrı cezaevine eşzamanlı düzenlenen ve üç gün süren operasyonda 122 insan hayatını kaybetti. 600’ü aşkın insan da sakat bırakıldı” hatırlatması yapıyor.
Benim bütün bir yazıda anlatmaya çalıştığımı çok güzel özetlemiş. Sadece bu son komplo başarılı olsa idi Allah korusun ölü sayısı yüzlerle değil, binlerle ifade edilecekti.
****
Selahattin Abi yine de, “İçinde kalkışma, cezaevi, isyan gibi kelimelerin de geçtiği ‘tevatür’ler üzerine derin analizler kasılan yazı ve paylaşımları gördüğümde ister istemez yıllar öncesini hatırladım.” diyor. Bunları bir ‘tevatür’ olarak niteleyip yazıyı değersizleştirmeye çalışıyor. 18 yıl önce Bayrampaşa Cezaevi için çıkarılan ‘tevatürleri’ yazan biri olarak kendisiyle nasıl çeliştiğini de görmüyor.
“Cezaevlerinde koğuş sisteminin olduğu, mahkumların neredeyse komün hayatı yaşadığı dönemlerde bile en örgütlü grupların gerçekleştirme hayalini kurmadığı bir isyanın zihinsel eksersizinin yapıldığı rivayet ediliyor.” diyor. Sonrasında, sanki ben tutuklular isyana kalkışacak demişim gibi cümleleri var.
İnsan en çok neye üzülüyor biliyor musunuz: Neresini düzelteceğini bilemediği ithamlara.
Üstelik de tane tane anlattığınız, yazdığınız halde…
Konuyla ilgili kaleme aldığım 3 yazının hiç bir yerinde “Cezaevindeki cemaat mensupları isyan edecek” diye bir ifade yok. Hatta buraya tekrar alıntılayayım da ne dediğim bir kez daha görülsün:
“Ben haberi iki tarafın görüşlerine de yer vererek yazdım.
‘Cezaevindekiler isyan edecekti’ diye bir cümlem var mı? Yok.
Bazı okuyucular, ‘Bizim arkadaşlar asla isyan etmez. Karıncayı bile incitmeyecek insanlar böyle bir şey yapar mı? Zamansızca kapıları açıp ‘hadi hepiniz çıkın’ deseler bile çıkmazlar’ diyorlar.
Bu insanları bana mı anlatıyorsunuz? İçeride yüzlerce yakın arkadaşım var. Tanımasam da en az arkadaşlarım kadar kefil olduğum binlerce insan var. Onların bırakın isyana teşebbüs etmeyi, içeride isyan çıksa bile tek bir insanın burnu kanamasın diye cansiperane mücadele edeceklerini bilmiyor muyum? Adım gibi biliyorum. Mevzu bu değil ki! Haberde böyle bir ifade yok. Ulaşıldığı iddia edilen 50 kişinin tutuklu olduğuna dair de bir ifade yok. Hatta kim ya da kimler olabileceğine dair de bir göndermede bulunmadım. Bununla ilgili bir takım iddialar duymuş olsam bile…”
****
Samanyoluhaber sitesi bile AfSV’nin açıklamasını, “Hizmet gönüllüleri isyan planladı haberine açıklama” başlığı ile veriyor.
Bu kadar net olmaya çalışmama rağmen bir türlü derdimi anlatamamaktan bizarım. Bazı şeyleri o kadar net, sarih yazmama karşın sanki hiç öyle dememişim gibi davranılmasından büsbütün yılgınım. Üstelik bu bıkkınlık verici tahrifat, kimliği belirsiz bir takım sosyal medya hesaplarından gelse neyse de yılların gazetecilerinden gelince insan hakikaten meftur oluyor.
****
Basit sorular soralım:
Gülen Hareketi gibi 15 Temmuz’u yaşamış, gerek bir ihanet gerekse de tuzak sonucu soykırıma tabi tutulmuş bir harekette, neredeyse bütün üst düzey isimler, “Yeni bir tuzak kurulmak istendi. Hocaefendi son anda engelledi” diyorsa bu bir haber midir değil midir?
Bu dostlarımın birer gazeteci olarak, “Evet haber, ama niye yazıyorsun ki?” demeyeceklerini farz ediyorum.
Arkadaşlarımın, meslek büyüklerimin birikimine ve vicdanlarına soruyorum: Üst düzey kaynaklara dayanan böyle bir bilgi araştırmaya, üzerine gitmeye değer bir konu mudur, değil midir?
Peki üzerine nasıl gidersiniz?
Bunu da anlattım. “Tam 3 ay üzerinde çalıştım” dedim.
Onlarca isme sordum. Tarafsızlığına, istikametine, iyi niyetine itimad ettiğim insanlar bile böyle bir iddianın varlığını doğruladı.
Karşı tarafa da ulaşmaya çalıştım. 1 hafta beklememe rağmen cevap gelmedi.
Bununla da yetinmedim, illa da bir karşı görüş olsun diye iddiaların hedefindeki şahsın en yakın arkadaşlarından birinin cümlelerine aynıyla yer verdim.
Haberde olmazsa olmaz bir nokta daha vardı. O da isyan girişimini engellediği belirtilen Hareket’in liderine sormaktı. Bunun için de girişimde bulunum. Aldığım cevapları da yazıda paylaştım.
Burada yanlış olan ne? Eksik olan ne?
****
Üstelik vakıf, Sayın Gülen’in bilgisi ve onayı ile resmi bir açıklama yaparak iddiaları zımnen teyid ettiği halde…
Sanki hiç böyle bir doğrulama yokmuş gibi hala beni ‘tevatür’ peşinde koşan, cezaevindeki masumları töhmet altında bırakan biri olarak tanımlamaya çalışmalarını izah edemiyorum.
Sanki hiç 15 Temmuz olmamış gibi…
İlla yine Allah’ın belası bir kanlı gece yaşanması ve binlerce insanın ölmesi mi gerekiyordu bazı şeyleri yazmak için?!
Hayır bu tepki gösteren arkadaşların bu rahatlığı, bu emniyet hissi, bu tam teslim olmuş hali, hiç şüphe barındırmayışları nereden kaynaklanıyor bilsem, ben de faydalanmayı çok isterim. Çünkü benim de çok ihtiyacım var.
Selahattin Abi, “Bu tevatür üzerine ciddi ciddi analiz kasanlar var” diyor. Ne yapalım be abi, içeride bunca insanın canı söz konusu olunca insan ister istemez kasıyor da kasıyor.
18 yıl önce devletin bir komplosuna foto-muhabiri olarak nasıl şahitlik ettiğini anlatıyorsun. Ah Selahattin Abi, o gün makineni alıp en iyi kareleri yakalayabilmek için 10 kat çıkmıştın da şimdi niye orada değilsin?
Ben hala oradayım, sen neden değilsin abi?
****
Artık son çare olarak daha önce İsmail Saymaz’a seslendiğim gibi seslenmek istiyorum:
Öyleyse bana bir gazetecilik dersi verin sevgili dostlarım.
Siz tevatürlerle yetinmeyip işin üzerine gidin.
Mesela vakfın o açıklamasındaki imaların peşine düşün.
Bu açıklama Gülen’in onayı ile mi yapıldı yoksa korsan mı diye sorun.
Eğer Gülen’in bilgisi ile yapıldıysa, açıklamada ima edilen durumun ne olabileceğini araştırın.
2. maddede, Devlet Bahçeli ile Süleyman Soylu’nun isyanla ilgili sözleri hatırlatıldıktan sonra “Bu açıklamalar, bir yerlerde planlanan bir senaryonun içine, hizmet sempatizanlarını da çekmek için, suret-i haktan görünen bazı kimselerin bulunabileceği ihtimalini akla getirmektedir.” deniyor. Neden böyle bir ihtimalin akla geldiğini sorsanıza. Bunu doğrulayacak ne tür izlenimleri veya bulguları var, peşine düşebilirsiniz.
6. maddede “Kaynağı her ne olursa olsun, Hizmet hareketine ait krediyi kullanarak şiddet veya yasadışılığın herhangi bir şeklini içeren sözde talep ve ricayı taşıyan ve yayan kişilerin Hizmet Hareketi ile iltisakları hangi seviyede olursa olsun, mesajları da kendileri de reddolunmalıdır” çağrısı var. Beni değil, böyle bir çağrıya neden gerek duyulduğunu sorgulayabilirsiniz.
Ben oradayım zaten, siz neden değilsiniz?
*Thoreau’nun tutanaklarında böyle bir ziyaret görünmüyor. Yüksek ihtimalle bu söz cezaevi ziyaretinde değil, daha sonra başka bir diyalogda geçmiş olmalı. Fakat ne olursa olsun, artık siyasi jargona girmiş ve mal olmuş önemli bir aforizmadır bu. Bana göre bu tür durumları daha güzel ifade edecek bir başka söz de yoktur.
Ahmet Hocam yıllar sonra bu yazılarınız gazetecilik derslerinde örnek gösterilecek. Keşke diğer aibler de bu şuura ulaşabilseler.