Şu manzaraya bakın; her off-shore sızıntısında adı baş köşede yer alan Binali Yıldırım ülkenin başbakanı. Küresel kara para aklayıcısı ve banka dolandırıcısı Reza Zarrab’ın işvereni Tayyip Erdoğan ise cumhurbaşkanı. Çevirdikleri dolaplar, okyanuslar aşıp dünya dillerine düştü. Ülkeyi bunlar yönetiyor. Milletse, Türkiye şapkasıyla Maraş dondurması satana “Vatan haini!” diye bağırıyor.
O yüzden “Milletim beni bilir” diyor Binali Yıldırım. Evet iyi bilir. Nerede bir vergi cenneti sızıntısı varsa, akla her an onun adı gelir. Siyasette var olduğu günden beri hep akçeli işlerle anıldı. Adı ‘Milyon Ali’ye çıktı. ‘Milyar Ali’ olmaması için de hiçbir neden yoktu. Düşük profilli başbakan; ama yüksek profilli bir yolsuz. Sadece kendisi değil; oğulları, dayısı, amcası, bacanağı, dayısının gelini, eniştesi, yeğenleri, baldızına varıncaya kadar kim varsa yolsuzluklara bulaştırdı. Espri yapmıyorum, hepsi aynıyla vaki.
Oğlu ilk gemisini alıp ‘Babam sağolsun’ yazdırdığında onun için ‘Harika çocuk’ manşetleri atılıyordu. Artık ondaki filo birçok ülkenin donanmasında yok. Servetine paralel olarak göbeği de genişledi ‘harika çocuk’un. 10 yıl sonra sevimsiz versiyonundan bir Hüsmen Ağa oldu çıktı karşımıza… Kumar salonlarında rulet çarkına erişebilmek için neredeyse vinç yardımına ihtiyaç duyuyor gariban. Babası ise grup toplantısında, “Gençler merak etmeyin, Allah da bizden yana!” diye kükrüyor.
Eskiden, “Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” diye bir söz vardı. Dağa taşa yazılır, ağaçlara kazınırdı. O zaman memleketin kutsalları vardı galiba. ‘Vatanını en çok seven de görevini en iyi yapandı’. “Bay Yanlış ile Doğru Ahmet” yıllarıydı. Güzel günlerdi.
Şimdi ülkeyi yöneten adam, vergi vermemek için yedi sülalesiyle beraber vergi cennetlerinde şirket kurup “Cahilsiniz oğlum, bu denizciliğin raconunda var” diye beyanat veriyor. Gerçi zatıalilerinde sadece vergi yüzsüzlüğü değil, evrakta sahtecilikten ihale usulsüzlüklerine kadar birçok yüz kızartıcı eylem mevcut ama “Allah da bizimledir” diye haykırdığında cümle mübarek muhibbanda gözyaşları sel oluyor.
ENİŞTEYE, BALDIZA İŞ; GELİNE İHALE
Binalı Yıldırım’ı “keşfeden” kişinin Tayyip Erdoğan olması şaşırtıcı mı? Tabi ki değil. Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda Erbakan’a rağmen onu İDO Genel Müdürü yapmıştı. Peki o ne yaptı? Eniştesi Belgüzar Aksu’yu yakıt ikmal elemanı, yeğeni Bekir Aksu’yu teknisyen, baldızı Tülin Yıldırım’ı da sekreter yaptı. Eniştesi Eftal Şahin de şofördü. Nepotizmin yolsuzluğun alt başlıklarından biri olduğunu belirtmeme gerek yok. Yıllar sonra bir İzmir limanı yolsuzluk operasyonunda da bacanağı Cemalettin Haberdar gözaltına alınacaktı. Rüşvet görüntüleri ile hafızalara kazınan bacanak, Bilal Erdoğan ve bakan çocukları kontenjanından yargının elinden kurtarılacaktı.
Şimdilerde “Benim çocuklarıma bir tavsiyem oldu; devletle iş yapmayacaksınız…” diyor ya hani Binali Bey, devletsiz işi olmadı devletlumun. İDO Genel Müdürü iken gemi büfelerinin temizlik işinin başına dayısı Yılmaz Erence’yi geçirdi. Sonra bu büfeleri ihaleye çıkarıp o dayısının gelini Behice Erence’nin başında olduğu Çağrı Temizlik isimli firmaya verdi. Üstelik sözleşmeye eklenen bir madde ile işçilerin maaşını da İDO ödüyordu. Bu kadarla kalsa gene iyi. Temizlik malzemeleri ve işçilerin yemekleri de İDO bütçesinden karşılanıyordu.
Dayısının gelinin şirketi ne yapıyordu peki? İşçilere çifte bordro imzalatmakla meşguldü. Söz gelimi 1 Eylül 1998 tarihi ile 31 Ocak 1999 tarihleri arasında personele ödenmesi gereken o zamanın parasıyla kişi başı 130 milyon yerine 94 milyon TL ödeniyordu. Aradaki 36 milyon TL başkasının cebine gidiyordu. Bu rakam, 64 kişiden 2 milyar 300 milyon TL demekti. Binali Yıldırım, sözleşmeleri imzalatacak müdür yardımcısı bulamayınca kendisi başkasının adına eski tarihli evrakları imzalayıp sözleşme yapıyordu. “Paralar kimin cebine gidiyordu?” diye sormayın artık.
AKRABAYA 100, YABANCIYA 650 TL
Kabataş İskelesi’ndeki büfeyi amcası Ali Rıza Yıldırım’a, Kartal İskelesi’ndeki büfeyi de dayısının gelini Behice Erence’ye düşük fiyattan kiralamıştı. Bunu nereden mi çıkarıyorum? Mesela Bostancı İskelesi’ndeki büfeyi kiralayan ve Binali Yıldırım’ın akrabası olmayan Mustafa Şimşek, 650 milyon TL kira ödüyordu. İDO Genel Müdürü’nün amcası Yıldırım ise 250, dayısının oğlunun karısı Erence de 100 milyon TL…
Bütün bunlar müfettiş raporlarına yansıyınca dönemin belediye başkanı Ali Müfit Gürtuna, Binali Yıldırım’ı görevden aldı. Gerekçesini de “metal yorgunluğu” olarak izah etti. İşte şimdiki başbakanımız bu kadar metal yorgunu bir adam.
Ama bu “mustazaflık” çok sürmeyecekti. Hamisi Tayyip Erdoğan partiyi kurar kurmaz onu da yanına aldı. İktidara gelince de ‘değişmez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez Ulaştırma Bakanı’ oldu. Yani onu ‘havuzun’ başına oturttu. Gün gelecek, havuz medyası için iş adamlarından ihale karşılığı para toplanırken Binali Bey, “Kırk yılda böyle bir görev verilir. Sizlerin de bunu yapmanız lazım. Bunun kaçar tarafı yok” diyecekti. Tayyip Erdoğan da onun için “Binali Bey belediye başkanı olduğumdan beri mesai ve yol arkadaşımdır. Öncesinde de gönül arkadaşlığım var. Partiyi kurduk beraberiz, hükümet olduk beraberiz… Birçok adımlarda beraberiz. Başarı grafiğinde hepsini beraber yazdık.” diyecekti.
OĞLUNA GEMİ ALAN ADAMA KIYAK İHALE
Ne de olsa onun çocuklarına ‘gemi-gemicik’ rotasını bile Binali Bey çizmişti. Kapıyı önce, oğlu Erkan Yıldırım açtı. Vatan Gazetesi 3 Temmuz 2003 tarihinde, yani AKP iktidara geldikten 8 ay sonra, “Harika çocuk” manşetiyle çıktı. Çiçeği burnunda Ulaştırma ve Denizcilik Bakanı Binali Yıldırım’ın 24 yaşındaki oğlu Erkan, 28 Mayıs’ta İtalya’dan 445 bin euroya gemi satın almıştı. Şirketinin adı da ‘Derin Deniz’di. Dönemin CHP lideri Deniz Baykal onun için, “Derin AKP olmalıydı” diyecekti.
Peki babasının “Devletle iş yapmayasuz” diye ögüt verdiği genç Erkan, bu gemiyi nasıl almıştı? Anlatayım; ‘Harika Çocuk’, gemiyi satın alırken Sancak Holding bünyesindeki Santour firmasından 200 bin euro “borç” almıştı. 1 hafta sonra, Türkiye Denizcilik İşletmeleri’ne (TDİ) ait Ankara feribotu, ihalesiz bir şekilde kiraya verilmişti. Kime mi? Santour’a tabi ki. Bakan, oğluna borç veren denizcilik şirketine ihalesiz feribot vermişti. Üstelik feribotun günlüğü normalde 15 bin dolarken bu şirkete 9 bin dolara kiralanmıştı.
Santour, tek başına hareket eden bir firma değildi. Bir de aynı holding bünyesinde faaliyet gösteren kardeş kuruluş Sancak Line vardı. O da Bakan Binali Yıldırım’ın 3 Kasım 2002 seçimlerine kadar genel müdürlüğünü yaptığı şirketti. Feribot ihalesini alan Santour, tek bir personel bile almadan Türkiye-İtalya hattında yolcu taşımaya başlamıştı. Çünkü personeli de içindeydi. TDİ personeli bu gemide mesai yapıyor, maaşını da devletten alıyordu. Ama kazanç Santour’undu. Tıpkı İDO döneminde olduğu gibi Binali Yıldırım yakınlarına ‘işçisi içinde’ anahtar teslim ihale veriyordu.
NE AHLAKİ DEĞERİ? O ADAM ŞİMDİ BAŞBAKAN
Bu skandal patladığında dönemin TDİ Genel Müdürü Burhan Külünk, “Aradaki bu bağlantıyı bilsek bir kez daha düşünürdük, ahlâki değerleri göz önüne alırdık.” dedi. “Ahlaki değerler” derken başkan? Biz o gün bugündür o değerlere rastlamadık da… Nasıl rastlayacaksın ki zaten? O zaman “Benim Santour’la bir ilgim yok.” diyen; ama bizzat Santour Genel Müdürü Mehmet Koç’un ağzından, “Binali Yıldırım kısa bir süre şirketimizde genel müdürlük yaptı” diye yalanlanan adam şimdi başbakan.
İşte oğluna “borç verip” gemicik sahibi yapan şirkete yaptığı kıyak da böyle bir ihaleydi. Üstelik Santour’un yolcu taşıyacağı Çeşme-Brindisi (İtalya) arası çalışan TDİ’ye ait bir de Samsun feribotu vardı. Ne oldu ona? Ankara feribotu ederinin yarı fiyatına kiralandığı için ucuz bilet satıyor, böylece bütün yolcuları topluyor ve Samsun feribotunu zarar ettiriyordu. Yani Ulaştırma Bakanı, devlete ait bir feribotu, kendi çıkar ilişkisi içinde olduğu iş adamının karşısında batırıyordu.
Skandallar patlayınca Erkan Yıldırım, 445 bin euroya aldığı gemi için, “İsteyene 1,5 milyon dolara veririm” diye rest çekti. Çok büyük fedakarlıktı. Bakan babası da “Oğlumu çok üzdünüz, bu işi bıraktı” dedi. Öyle miydi gerçekten? 10 yıl sonra başka manşetlerle ve 130 kiloluk fotoğrafları ile arz-ı endam etti Erkan Beyimiz. 30 gemilik bir filoya ulaşmıştı. Onun küsmüş ve işi bırakmış hali buydu.
BİR İZLANDA, BİR ROMANYA HALKI MI VAR DA PROBLEM OLSUN
24 Mayıs 2017 tarihinde The Black Sea isimli bağımsız medya platformu, Binali Yıldırım’ın ailesinin Malta ve Hollanda’daki off-shore kayıtlarını ortaya çıkardı. Buna göre Sayın Başbakanımızın, daha önce varlığı bilinmeyen üç Malta gemisi de dahil olmak üzere en az 11 kargo gemisi ve Hollanda’da yaklaşık 140 milyon Euro değerinde gizli bir malvarlığı vardı.
En son Paradise Paper’dan da (Cennet Belgeleri) Yetenekli Bay Binali ve mahdumları çıkınca kimse şaşırmadı. Bir öncekine milletten ne tepki gelmişti ki buna ne gelecekti? Bir İzlanda halkı, bir Romanya halkı gibi meydanlara dökülüp yolsuzluk karşıtı protesto gösterileri yapan mı vardı? Hem yolsuzluk, hırsızlıktan mı sayılırdı ki? “Allah da bizden yana” demişti ya koskoca başbakan, daha neyin protestosu olacaktı? Geçmediği köprünün parasını verip Motorlu Taşıtlar Vergisi zammı yüzde 40’tan yüzde 25’e inince mutlu olan, vergi cennetlerinin bi tanesi Binali Yıldırım ve hükümetine dua eden “mazbut” bir halkımız var Elhamdülillah.
Boş verin bu gereksiz üst akıl oyunlarını… Ne demişti Bay Binali: Vurur yüze ifadesi, tek başına iktidarız bi tanesi!.. Gerisi laf…
TR7/24
http://www.tr724.com/vurur-yuze-ifadesi-vergi-cennetlerinin-bi-tanesi/