Süleyman Soylu’nun AKP’ye katılış sürecini anlatırken muhakkak değinilmesi gereken bir bölüm var. O da Soylu’nun Erdoğan’a ‘Evet’ demeden önce Hizmet Hareketi lideri Fethullah Gülen’in de fikirlerine müracaat etmiş olması.
Burası aynı zamanda Soylu’nun cemaatle olan ilişkilerini de ele alacağımız bölüm olacak.
Aynı zamanda Erdoğan’ın Soylu’yu neden partisine dahil ettiği, kenarda durmasına neden müsaade etmediği de biraz daha iyi anlaşılacak.
Gerçi daha önce “Hazım Sesli, AKP içi iktidar savaşına mı kurban gitti?” başlıklı yazı dizisinin ikinci bölümünde bu konuya genişçe değinmiştim. Ancak bir nevi Süleyman Soylu’nun portresi gibi olan bu yazı dizisine de eklemezsem eksik kalacak.
Bazı bilgiler tekrar olacak belki ama Soylu’nun portresini tamamlamak için cemaatle ilişkilerini mutlaka çerçeveye taşımak gerekiyor.
****
Süleyman Soylu AKP’ye katılım için dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüşmelere başladığında cemaatle ilişkileri çok üst seviyedeydi. Cemaat adeta Soylu üzerinde bir ‘proje’ gibi çalışıyordu.
Erdoğan’a karşı denge arayışı içerisinde aslında Numan Kurtulmuş ve Rıfat Hisarcıklıoğlu da ‘ilgilenilen’ bazı potansiyel liderler arasındaydı ama bu noktada hiç biri Süleyman Soylu’nun yanına yaklaşamaz. Çünkü Soylu cemaatin ilgisini karşılıksız bırakmayıp bu yakınlaşmayı alabildiğine kullanan, ‘embedded’ siyasetçi görünümündeydi. Her tavrı ile “Ben sizdenim” mesajı veriyordu.
AKP’den aldığı teklifi cemaatten tanıdıklarına da açtı. Kendisi ile bir süredir Gülen’in bilgisi dahilinde organik bir bağ geliştirmiş olan muhatapları, AKP’ye katılım fikrine soğuk yaklaştılar. Negatif görüş beyan ettiler. “Ama dilerseniz hocamıza da bir soralım.” teklifini getirdiklerinde, “Olur, bir kanaatlerini alalım.” karşılığını verdi.
Aslında Gülen de bu katılıma soğuktu ama bu düşüncesini, “Eğer kendisini üzmeyecekleri, onurunu zedelemeyecekleri bir şekilde kabul edeceklerse ve hayır denemeyecek bir teklifle geliyorlarsa, olabilir.” şeklinde yumuşak bir mesajla formüle etti. Doğrudan “Hayır, gitmesin” demek Gülen’in genel yaklaşımına uygun değildi. Ancak mesajı getirenler, bu notu da Soylu’ya ilettiler.
Süleyman Soylu, cemaatin yapısını iyi analiz etmiş biri olarak tek kanaldan gelen bilgilere çoğunlukla temkinli yaklaşıyordu. Aynı bilgiyi çok farklı kanallardan da teyid etmeye çalışıyor, tutarlı cevaplar almazsa biraz geri duruyordu.
O yüzden Gülen’le irtibatının olduğunu bildiği bir başka arkadaşına, “Hocaefendi’ye bir sorar mısın, ne tavsiye eder?” ricasında bulundu. Ama bunu, sanki Gülen’den gelecek kanaate göre hareket edecekmiş edasıyla söylemişti.
Gülen için bazen ‘Hocaefendi’ bazen de ‘Büyüğümüz’ derdi. Sanki ortalama bir cemaat mensubundan farksızdı. Jargona da hakimdi. Kendini konumlandırdığı yer de cemaat ve lideri ile son derece yakın ve mesafesiz bir mevki idi.
Yakın dönemde bunu Soylu’dan başka en iyi becerebilen kişi, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dır.
Cemaat en büyük darbeleri de bu isimlerden yedi.
****
Bu ikinci aracı zat, beraberindeki iki kişiyle birlikte Gülen’e gidip Soylu’nun sorusunu iletti. Gülen biraz da şaşırarak bu kez daha net bir karışılık verdi: “Biz kendisini daha önce cevaplamıştık. Ama madem ki bir kez daha soruyor, kanaatimizi tekrarlayalım: Mümkünse, yapabiliyorsa, dışarıda bir şeyler yapma şansı varsa AKP’ye girmesin.”
Ancak işin ironik tarafı, Süleyman Soylu bu soruyu yöneltirken aslında çoktan anlaşmış ve Erdoğan’a ‘Evet’ cevabı vermişti bile.
Belki de sadece onay almak, cemaati de küstürmemek ve ‘Bakın, gitmeden önce sizin de izninizi alıyorum’ mesajı verebilmek için Gülen’e değerlendirmelerini sormuştu.
****
Peki Süleyman Soylu’nun cemaatle ilişkileri nasıl başlamıştı?
Kamuoyu ağırlıklı olarak CHP’li Özgür Özel’in bir bütçe konuşması vesilesi ile ilk kez bu konuya aşina oldu.
CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel, 16 Aralık 2017 tarihli bütçe görüşmelerinde, “FETÖ’nün Süleyman Soylu’nun yanına verdiği adam, cemaat terminolojisi ile kendisinden sorumlu bir abi vardır. Abinin adı Vedat Demir. Vedat Demir FETÖ tarafından Süleyman Soylu’nun yanına verilmiş, kendisi tarafından Demokrat Parti’de GİK üyesi yapılmıştır.” iddiasında bulundu.
Özel, bu iddiasını bir adım daha ileri götürerek, “Vedat Demir’le birlikte Soylu’nun AKP’ye katıldığı günden aylar önce, Şubat ayında Pensilvanya’ya gittiği ve Fethullah Gülen’le konuştuğu iddia edilmektedir. Çıkıp eğer kendisi Fethullah Gülen’le yanında Vedat Demir olduğu halde görüştüğünü kabul ederse siyaseten tartışılır, reddederse tarih vereceğim.” ifadelerini kullandı.
Süleyman Soylu aynı oturumda söz alarak Meclis kürsüsünden şu cevabı verdi: “Bak, sana ben Vedat Demir’i anlatayım. Ben 1983’te 14 yaşındayken Doğru Yol Partisi’nin gençlik kollarındaydım. Gaziosmanpaşa’dan ben, Beyoğlu’ndan da o. Vedat Demir Yeni Asya cemaatine intisaplıdır. Doğru Yol Partisini bilenler bilir, Doğru Yol Partisi, Mehmet Kutlular ile Yeni Asya cemaatiyle beraber siyaset yapma kabiliyeti olan bir anlayıştaydı. Bunlar da oradaki çocuklardı. Yıllarca beraber siyaset yaptık. Onlar Yeni Asya cemaatini temsilen orada oldu, biz gelenekten Demokrat Partiyi, Adalet Partisini, Doğru Yol Partisini temsilen orada onlarla bir arada olduk ve Vedat Demir’le 1990 yılına kadar, gençlik kollarına kadar beraber siyaset yaptık. Ben Vedat Demir’i, ilçe başkanı olduktan sonra görmedim. (…) Vedat’ı akademisyen diye 2008 yılında Demokrat Partinin Genel İdare Kurulu’na ben aldım, doğru. (…) Vedat’ın tek bir özelliği var, herkes bilir bunu. Kaç yılına kadar? 2013 yılına kadar. Doğumundan itibaren anti FETÖ’cüdür, bak, anti FETÖ’cüdür Vedat, iyi bilirler. İyi anla, bak, anti FETÖ’cüdür. Ne zaman? 2010’da biz referanduma çalışmaya başladık mı? 40 kişi bir araya geldik, arkadaşlarımız, Demokrat Parti’de siyaset yapan… Herkese uyarılarda bulundum, Vedat’a dedim ki: ‘Bu Zaman gazetesi aleyhine ve Ekrem Dumanlı’nın aleyhine konuşmayacaksın.’ Neden? ‘Biz bir çalışma yapıyoruz, ‘Evet’e çalışıyoruz, işi bozma…’ Ve beraber bir çalışma yürüttük. Ne zaman ki Vedat Amerika’ya gitti… Amerika’ya gidene kadar da birlikteydik. İstanbul’a geldi, İstanbul Üniversitesi’nden Amerika’ya gitti. Amerika’da -bunu da bizim arkadaşlarımız, herkes bilir- Vedat orada Fetullah Gülen’in cemaatine intisap etti. Ve biz hepimiz Vedat’ı ayıkladık. Twitter’dan… Bak, Vedat’ı, Amerika’da bir noktadan sonra, Twitter’dan sonra kınadık ve ‘Yanlış yapıyorsun.’ dedik. Ne zaman Türkiye’ye geldiğini, ne zaman içeriye girdiğini, ne zaman içeriden çıktığını… Hiç beni ilgilendirmiyor. Babam olsa, FETÖ’yle ilişkiliyse gereğini yapmazsak namerdiz, o kadar açıktır. Boş verin o işleri.”
Süleyman Soylu, aynı konuşmasında cemaatten finansal destek aldığı iddialarına da cevap verdi: “Sayın Özgür Özel bir iddiada daha bulundu, dedi ki: ‘Finansını, o referandumdaki finansı kim sağladı?’ Değil mi, bu iddiada bulundun değil mi? İzmir’de ilk toplantıyı Tire’de yaptık. Tire’de arkadaşlarımızın parası yoktu. ‘Nasıl para toplayacağız da salon tutacağız?’ diye düşünüyorlardı. (…) Toplantı yaparken köyden Mehmet Ali amca diye bir adam geldi, hiçbir şey sormadı. (…) ‘Evlatlarım, paranız yoktur, bir 500 lira verelim.’ demiş. Ve yine orada Gökçe (Gökçe Ok), babası çim adam satıyordu, lokantaya olan borcumuzu da babasının çim adamlarıyla takas yaparak kapattı. Sonra Çorum’da arkadaşlarımızla beraber oturduk ve para topladık. Bizim ses arabamız yoktu. 50 tane vilayete kendi imkânlarımızla gittik. Biz namuslu adamız ve biz açık adamız. Arkamda bir tane ama bir tane leke bulunursa, bilmenizi istiyorum ki siyaset yapan da çocuklarının yüzüne bakan da namussuzdur.”
****
Yeni Asya Genel Yayın Yönetmeni Kazım Güleçyüz, bir gün sonra yaptığı bir video yayınla tartışmaya dahil oldu ve “Vedat Demir, bizim cemaatimizdendir” dedi. Güleçyüz, şunları söyledi: “Vedat Demir Yeni Asya içerisinde yetişmiş olan bir arkadaşımız. Çocukluğundan beri tanırım, ortaokul öğrencisi olduğu günlerden bu tarafa tanırım. Gelip giderdi. (…) ‘FETÖ’cü’ damgası yedi. ‘FETÖ’yü tırnak içinde söylüyorum, Vedat Hoca’nın ‘FETÖ’ ile alakası yoktur. İftira ile gözaltına alındı, tutuklandı, epey bir zaman hapis yattı. Şubat ayında bırakıldı. (…) Vedat Demir üzerinden Süleyman Soylu’ya yapılacak bir eleştiri tutmaz. Çünkü kendisi de söyledi Yeni Asyacıdır.”
Buna rağmen Özgür Özel, iddialarında ısrarcıydı. Soylu’nun inkarı üzerine “4 Şubat 2012 tarihinde Pensilvanya’ya gittin. Vedat Demir’le birlikte Gülen’i ziyaret ettin.” dedi.
Soylu ise twitter hesabından pasaportunun o tarihe ilişkin sayfasını paylaştı ve o gün umrede olduğunu açıkladı. Yani 4 Şubat 2012 tarihinde Pensilvanya’da değildi. Gülen’le de bir araya gelmemişti. 4 Şubat 2012’de umreye gitmiş 11 Şubat’ta da dönmüştü.
Vedat Demir de 25 Aralık 2017 tarihinde bir yazılı açıklama yaparak, “Özel’in deli saçması iddialarının aksine, bahsettiği tarihte Amerikan vizem dahi yoktu. 2012 Ağustos ayında akademik çalışmalarımı yapmak için misafir öğretim üyesi olarak gittiğim tarihten önce hiç ABD’de bulunmadım. Hayatımda Fethullah Gülen’le veya çevresinden biriyle hiç yan yana gelmedim. Söz konusu yapıyla hiçbir bağlantım olmadı.” dedi.
****
Peki bu, Bakan Soylu’nun Pensilvanya’ya hiç gitmediği ve Gülen’i hiç ziyaret etmediği anlamına mı geliyor?
Elbette ki hayır.
Sadece Özgür Özel, yanlış bir tarih ve yanlış bir kişi adı (Vedat Demir) vermiş, bunun altında kalmıştı.
Oysa cemaat ile Süleyman Soylu arasında tahminlerin de ötesinde çok güçlü ilişkiler vardı.
Bir çok siyasetçinin belli dönemlerde cemaatle yolları kesişmiş olabilir. Cemaatten tanıdıkları olabilir. Çeşitli etkinliklere, programlara katılmış olabilir. Kastettiğim bunlar değil. Yukarıda da dediğim gibi, cemaat Soylu üzerinde adeta bir ‘proje’ gibi çalışıyordu. Ona yatırım yapılıyordu.
Maddi destek de sağlanmıştı, Gülen’in yanına da götürülmüştü.
“50 tane vilayete kendi imkânlarımızla gittik. Biz namuslu adamız ve biz açık adamız. Arkamda bir tane ama bir tane leke bulunursa, bilmenizi istiyorum ki siyaset yapan da çocuklarının yüzüne bakan da namussuzdur” dese de aslında cemaatten 50 bin TL nakit destek almıştı.
Üstelik paralar, bugün dahi Gülen’in en yakın halkası içinde bulunan Barbaros Kocakurt’un onayı ile verilmişti.
Burada Soylu’yu bir nebze haklı çıkaracak tek unsur, paraların cemaatin merkezi tarafından gönderildiğini bilmiyor oluşu olabilir. Çünkü cemaat kanadı, paraları Soylu’nun iyi görüştüğü iki şahıs üzerinden göndermiş ve sanki onlar kendi cebinden destekte bulunuyor gibi sunmuştu.
****
2009 yılından itibaren bizzat Hareket’in lideri Fethullah Gülen’in onayı ile başlayıp 2013 yılında onun “Görüşmeyi kesin” demesi ile sona eren ‘resmî’ ve ‘organik’ bir ilişki var.
Buradan itibaren, yukarıda sözünü ettiğim daha önceki yazımdan bazı pasajları paylaşacağım:
“Soylu, Demokrat Parti genel başkanı olduğunda, Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’sine alternatif olup olamayacağı merak edilen genç bir liderdi.
Ergenekon operasyonları devam ediyordu. Kendisi de bu soruşturmalara tam destek veriyordu. Yolsuzluklara da vesayete de karşı çıkıyor, demokrasiden yana duruş sergiliyordu.
Dolayısıyla cemaatin de Soylu’nun da birbirine ilgisi olağandı.
Cemaatin siyasi partilerle temasları yürüten temsilcileri, Gülen’in bilgisi ile bu şartlarda Süleyman Soylu ile yakınlaştı.
Bu sırada 2009 yerel seçimleri henüz olmuştu. Süleyman Soylu zor durumdaydı. Çünkü, partisinin 2007 genel seçimlerinde aldığı yüzde 5,4’lük oy oranının altında kalması halinde istifa edeceğini açıklamıştı. Seçimde aldığı oy oranı ise yüzde 3.8’de kalmıştı. Kongrede aday olmayacağını açıkladı. Kendi talebi ile gerçekleşen olağanüstü kongrenin 3. turunda adaylıktan çekildi. Yerine Hüsamettin Cindoruk DP Genel Başkanı oldu.
Gülen Hareketi ile Soylu’nun yakınlaşması bu evrede başladı.
Ertesi yıl yapılan Anayasa değişikliği referandumunda her iki taraf da aktif rol aldı.
Soylu artık parti lideri değildi ama il il geziyor, ‘Demokrasi Buluşmaları’ başlıklı toplantılarla ‘Evet’ için oy istiyordu.
Cemaat de aynı şekilde bütün unsurları ile ‘Evet’ kampanyası yürütüyordu. Hatta AKP teşkilatlarından bile fazla…
Cindoruk liderliğindeki DP ise ‘Hayır’ tarafındaydı. Bu yüzden Soylu’yu ihraç edeceklerdi.
Cemaati temsil eden kişilerle Soylu’nun görüşmeleri daha çok sahibi olduğu Mecidiyeköy’deki Odak Araştırma’da oluyordu.
Demokrasi Buluşmaları için bir çok şehir gezen ve toplantılar tertip eden Soylu’ya maddi destek de teklif edildi.
Bu destek, bazı şehirlerdeki organizasyonların masrafının cemaat tarafından üstlenilmesi şeklinde oldu. Eski DP Genel Başkanı toplamda 50 şehirde toplantı yaparken Trabzon, Gaziantep ve Adana’nın aralarında bulunduğu 10 ilin masraflarını cemaat karşıladı. Benim ulaştığım bilgilere göre bu süreçte cemaat kaynaklarından kendisine bu organizasyonlar için 50 bin TL ulaştırıldı. Bir anlamda referandum toplantıları finanse edildi.”
****
“Doğal olarak cemaate yakın bazı işadamları ile de dostlukları gelişti. Bunlardan bazıları kötü giden işlerini toparlayabilmesi için yardımda bulundu. Hatta sırf maddi destek olsun diye hiç alakası olmadığı halde bir market grubunda satılmak üzere kendisine siparişler veriliyordu. Fakat alanı olmadığı için bu işleri yürütemedi ve siparişleri yerine getiremedi. Bu yüzden çok sürmeyen bir ticari ilişki oldu.
(…) Aynı dönemde cemaatin Süleyman Soylu’yu sohbetlere daveti de söz konusu oldu. Daha doğrusu sırf onun için bir sohbet grubu ihdas edilmek istendi. Bu gruba dini sohbeti kimin yapabileceği düşünüldüğünde akla gelen isim, Fethullah Gülen’in talebelerinden Cemal Türk oldu.
Konu Gülen’e de açıldı, ondan da onay alındı.
Ancak bu sohbetler düzenli olamadı.
İki kez bir araya gelindi ama arkası gelmedi.
İlk buluşma Hazım Sesli’nin evinde oldu. Soylu henüz bunun bir sohbet toplantısı olduğunu bilmiyordu. Cemal Türk’le ilk kez orada tanıştırıldı. Hizmet Hareketi ve Fethullah Gülen ile ilgili soruları varsa bunları en iyi cevaplayabilecek kişilerden birisinin Cemal Bey olduğu kendisine iletildi. Yaklaşık 1 saatlik bir dini sohbetin ardından Soylu’ya ‘Bunu ayda bir yapsak nasıl olur?’ diye teklif edildi. O da kabul etti.
Bir sonraki program 1 ay sonraydı. O gün Çanakkale’de olan Soylu’nun dönüşü gecikti, saat 23.00’ü buldu. Bu nedenle herhangi bir dini sohbet yapılamadı. Sadece ayak üstü 5-10 dakika kadar Cemal Türk ve diğerleriyle sohbet edip ayrıldı. Soylu’nun isteksizliği nedeniyle bir daha da grup dini sohbet için bir araya gelemedi.
Benim edindiğim bilgilere göre, sanılanın aksine bu buluşmalara Adil Öksüz hiç katılmadı. Cemal Türk’ün kayınbiraderi olması hasebiyle belki böyle bir bağlantı kurulmuş olabilir ama Öksüz’ün o toplantılara katıldığı iddiası doğru değil.”
****
“Ancak Süleyman Soylu’nun Pensilvanya’ya, Gülen’in ziyaretine götürüldüğü bilgisi doğru.
2010 referandumu sonrası, 2011’in başlarıydı.
Referandumdaki katkıları için kendisine orada teşekkür de edildi.
Gülen’in ikamet ettiği yerleşkenin içindeki eski binanın alt katında 6-7 kişi beraber yemek yediler.
Ulaştığım bilgilere göre Süleyman Soylu burada Gülen’e karşı son derece sitayişkârdı.
‘Efendim buraya herkes gelmek istiyor. Böyle güzel hizmetlerin başındaki zâtı âhir ömrümde görmeden ölürsem eksiklik sayarım bunu kendime.’ şeklinde bir ifade kullandığını da teyid ettim.
Soylu kısa sıra öncesinde Hacca gidip geldiği için buradaki gözlemlerini anlattı. ‘Orada sizin arkadaşlara da rastladım, gözyaşları içinde size dua edenleri gördüm.’ dedi.
Karşılıklı hediyeleşmeler oldu.
Orada bir gece kalan Soylu, AKP’ye katıldıktan sonra bir kez de ailesi ile ziyarete gitmeyi planladı. Fakat tam o sırada Gezi olayları patladığı için Amerika ziyaretini iptal etti.”
****
“Gülen’i ziyaretten döndükten sonra Soylu’nun cemaatle ilişkileri sıcak bir şekilde devam etti.
Bir yıl sonra AKP’ye katılım süreci başladı.
(…)
Süleyman Soylu 5 Eylül 2012 tarihli toplantıda AKP rozetini taktı.
Mutluydu. “Evime geldim” dedi.
Ankara’da Ümitköy’de bir ev tuttu.
Cemaat içerisinden kendisi ile dostluk kuranlar, Ümitköy’den Soylu’ya yakın bir ev kiralayarak kendisine komşu oldular. Böylece yakın teması sürdürmek istiyorlardı. Bu ev sırf Soylu için tutuldu.
Fakat yeni dönemde ilişkiler eskisi gibi yürümeyecekti. Soylu bir kez bile bu eve gelmedi.
‘Yeni evinin’ ve yeni devrin dinamiklerini çok iyi etüd etmiş olan Soylu, kurnazca davranarak o tür angajmanlardan kaçtı.”
****
“İrtibat dershane krizine kadar sürdü.
Dershanelerin kapatılması için Erdoğan’ın talimatı ile AKP Genel Merkezi’nde bir komisyon kurulmuştu. Abdülkadir Aksu, Hüseyin Çelik, Mehmet Ali Şahin, Nabi Avcı gibi isimlerin yanı sıra Süleyman Soylu da bu komisyondaydı. Aslında bu komisyonun genel eğilimi, dershanelerin kapatılmaması yönündeydi.
O dönem AKP muhabiri olarak bu komisyonun üyeleriyle çeşitli röportajlar yapmıştım. Net olarak bildiğim, bu komisyonun kapatmaya karşı olduğuydu.
Mesela Süleyman Soylu, yaptığımız görüşmelerde bana şunları söylüyordu: ‘Cemaat bu işlerden anlamıyor. Olanın bitenin farkında bile değiller. Bu çok uzun bir süreç olacak. Hiç de kısa sürmeyecek. Cemaat yazmakla, çizmekle, twit atmakla bu işler çözülür zannediyor. Biz Hüseyin Abi (Çelik) ile Nabi Abi (Avcı) ile, Bülent Arınç’la defalarca konuştuk. Bu dershane meselesinde patronu (Erdoğan) nasıl ikna ederiz diye çok konuştuk. En son etüd merkezlerinde karar kıldık. Bakanlar Kurulu öncesi MYK’da konuşuyoruz. Anlattık projeyi kendisine. Etüd merkezini icat ettik, belki bununla kendisini (Erdoğan’ı) ikna ederiz diye çalışıyoruz ama cemaatteki arkadaşlar ona da itiraz ettiler. Namus meselesi yapıyorlar. Tutturmuşlar dershane diye. Dershane olmasa ne olur? Dünya mı biter? Farklı bir strateji üretemiyorlar. İşin ciddiyetinin farkında değiller. Bak bu iş çok uzun sürecek, haberin olsun.’
****
“Soylu ile cemaat yönetiminin durdukları yer tamamen farklıydı.
Hadiselere çok farklı pencerelerden bakıyorlardı.
Zaten ‘yeni evi’, Soylu ile cemaatin bir daha aynı noktada durmasını imkânsız kılıyordu. Bir tercih yapmıştı. Kaçınılmaz olarak uzlaşmaz noktalara savrulacaklar, günün birinde karşı karşıya geleceklerdi.
Böyle böyle ilişkiler gerildi ve geriledi.
Her şeye rağmen Soylu, dershane konusunda üzerine düşen yardımı yapacağını söylemeye devam ettiği için ipler tamamen kopmuyordu.
Ta ki 18 Kasım 2013 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısına kadar…
Bu toplantıda dershanelerle ilgili nihai karar verilecekti.
Gülen bu toplantıya çok önem veriyordu. Soylu’ya, “Kendisinden daha önce hiç bir talebim olmadı ama bu tarihi süreçte ondan bir destek istiyoruz. Dershanelerin kapatılmaması noktasında yapabileceği ne varsa yapmasını istirham ediyorum.” şeklinde bir mesaj gönderdi.
Soylu’nun cevabı da aynı nezaket çerçevesindeydi: “Evet zât-ı âlilerinin şu ana kadar hiç bir talebi olmadı, biliyorum. Bu ilk. Merak etmesinler, elimden geleni yapacağım.”
Ama yapmadı.
Kendisi bakan değildi ama Genel Merkez’de kurulan heyetin üyesi olduğu için o da kabine toplantısına katılmıştı.
Oradan dershanelerin kapatılması kararı çıktı. Cemaat, Soylu’nun bu toplantı öncesi ve sırasında hiç bir inisiyatif almadığını öğrendi.
Bu büyük bir hayal kırıklığı idi.
Soylu’nun kendilerini oyaladığını ve sözlerinde durmadığını düşünen Gülen, bir daha kendisi ile görüşülmemesi ve bağlantının koparılması talimatını verdi.
Böylece ilişki sona erdi.
Bir daha kendisi ile cemaat adına görüşen olmadı.”
****
Yazı bu şekildeydi.
Evet kendisi ile ‘cemaat adına görüşen olmadı ama Süleyman Soylu’nun cemaate hasım hale gelmesi asıl 17 Aralık ile başlayacaktı.
17 Aralık sabahı gözaltına alınanlardan biri de dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar‘ın danışmanı Sadık Soylu’ydu.
Sadık Soylu, Süleyman Soylu’nun hem kuzeni hem de gayrı resmi iş ortağıydı. Onun gözaltına alınmasına çok bozulan ve sinirlenen Süleyman Soylu, şu şekilde diş biledi: “Sadık’a yapılan, bana yapılmış operasyondur.”
O günlerde birileri ona, “Bak sen dershaneler konusunda bir şey yapmadın, amcaoğlunu aldılar.” dedi. Soylu buna da çok içerledi.
17 Aralık’ta sorun yaptığı tek isim Sadık Soylu değildi. Aynı zamanda hemşehrisi olan ve “Erdoğan abi” dediği Bayraktar’ın şüpheli olmasını da sindiremedi. Erdoğan Bayraktar, Soylu’nun AKP’ye geçişinde aracı olan isimlerden biriydi.
Süleyman Soylu, 17 Aralık’a kadar cemaate karşı mahcup bir şekilde mesafe koyarken bu operasyondan sonra öfkeli bir şekilde ve tamamen cemaat karşı cepheye yazıldı.
Bugün hınçla yaptığı operasyonlarda o zamandan kalma bir intikam hissi var mı, bilmiyorum.
****
Bugün gelinen nokta her ikisi açısından da düşündürücü.
Süleyman Soylu, AKP’ye katılmadan önce kurmayları ile yaptığı gündem değerlendirmelerinde cemaate ayrı bir önem atfediyordu.
“Türkiye’de değer üreten iki grup var. Biri Kürtler, biri cemaat.” diyordu. Her iki kesimin de yenilikçi olduğunu, insan yetiştirdiğini, açılımlar yaptığını, dünya ile entegre gruplar olduğunu, fikir ve değer ürettiklerini söylüyordu.
Şu anda İçişleri Bakanı olarak bu iki grubu yok etmek için elinden geleni yapıyor. En acımasız ve hukuksuz operasyonların hedefi bu iki grup. En sert açıklamalarını da onlara yönelik yapıyor.
Bir zamanlar sık sık görüştüğü, yardımlarını gördüğü cemaat sempatizanı arkadaşlarının bir bölümü hapishanelerde, bir bölümü yurtdışında sürgünde.
“Onun polisleri hamile ve lohusa kadınların kapılarında bekliyor. Bebekleri ile birlikte gözaltına alıp karakola götürüyor.
Onun polisleri gencecik öğrencileri evlerinden toplayıp terör şubede işkence yapıyor.
Hiç bir acımasızlık onu kesmiyor. ‘FETÖ’ye büyük operasyon hazırlıyoruz‘ açıklamaları ağzından eksik değil. ‘Bu konuda kimse bizden acıma beklemesin.‘ sözü de ona ait.”
Sanırım artık Erdoğan’ın neden ısrarla onu AKP saflarına dahil ettiği daha iyi anlaşılmıştır.
Parti içinde ve devlette sürekli yükseliyor.
Ama aşağıya doğru…
Vedat 2013 e kadar antifetöcüydü. Abdye gitti fetöcü oldu, biz ayıkladık onu diyor. Vedat bana iftira atılıyo ben fetöcü değilim diyor, yeni asya o bizden fetöcü değil diyor. O zaman süleyman yalan söylüyor.
Bu tek yalanı da değil tabiki. Salon tutacak paramız yoktu yemeklerin parasını çim adamcı ödedi gibi laflar da basit yalanlar. Buna kim inanır. Corona günlerinde zor durumdayım diyen demet akalın gibi.
Tayyip neden süloyu yanında tutuyor çünkü bu benden daha soysuz diye düşünüyor muhtemelen ?