31 Mart akşamı ne oldu?
Biz bu soruyu 24 Haziran’da da sormuştuk.
Anlayamadığımız şeyler vardı.
Ki hala bir muamma olarak durmaktadır.
Muharrem İnce ve Meral Akşener neden sessizliğe gömülmüştü?
****
Aynı soru, 31 Mart akşamından beri de soruluyor.
Artık ne kadar kötülük yapmışsa, ne acılar çektirmişse bu insanlara; 4 gündür herkes karın ağrılı bir bekleyiş içerisinde. Pazar gecesi Ekrem İmamoğlu’nun kazanacağı belli olduğunda bile “Nolur bana umut verecek şeyler söylemeyin. Umutlanmak istemiyorum. Bu adam vermez, bak göreceksin.” diyenler az değildi. “Beni çimdikle”, “Bu bir rüya mı?” diyenler vardı. O gün bugündür “Bir şey olacak, bir şey yapacaklar ve yine İstanbul’u gasp edecekler. Bu tatlı rüya bitecek” diye korkanlar yok değil… “Asla yenilmez”, “Kaybedeceği seçime girmez”, “Kaybetse de vermez”, “Yakar yine vermez” inanışı nedeniyle AKP dışı bütün kesimler diken üstünde; her an bir yerden hortlayacak bir iktidar eşkiyalığı bekliyor.
Çünkü bu ülke 7 Haziran’ı yaşadı. Tam ‘bitti’ derken, mezardan dirilip geldi. Bir yandan Deniz Baykal bir yandan Devlet Bahçeli, Saray’a can suyu vererek hayata döndürdü. İlk kez sandalye çoğunluğunu elde eden muhalefet, Meclis başkanını bile seçemedi. Sonrasında bombalar patladı, canlar gitti, iktidar geldi.
Diğer yapıp ettiği bütün kötülükler, kurduğu kumpaslar, yaptığı hileler ve işte bu çok kanlı 7 Haziran travmasından olacak, şimdi kimse huzur içinde kutlama yapamıyor.
Filmlerdeki bir türlü ölmek bilmeyen kötü adamlar gibi, tekrar kalkacağı ve geri geleceği endişesi bir türlü atılamıyor.
Bizimkisi bir kâbus hikayesi, siyah beyaz korku filmi gibi biraz…
****
Peki öyleyse Erdoğan 31 Mart akşamı İstanbul yenilgisini neden bu kadar kolay kabul etti? Daha doğrusu beklendiği ve vehmedildiği kadar haramakilik yapmadı. Onun yerine medyası, yandaşları ve pelikanları beklenen şirretliği sergiliyor.
İyi ama Erdoğan niye bu kadar kolay teslim oldu?
Yumurtayı sarısız okutan, avantadan lavanta çıkaran avurtlu adama o akşam ne oldu? Hatta sadece o akşam değil, sonrasında da Ekrem İmamoğlu’nun kazandığını kabul eden ifadeleri neden kullandı? Yine aynı kâbus hikayesindendir, “Var bunda bir hinlik ama dur bakalım…” diyenlere rastlıyoruz.
****
Henüz çok kaypak bir zemin var, sağlıklı bir değerlendirme yapmak için erken belki.
Uçuk kaçık komplo teorileri de dahil olmak üzere farklı senaryolar havada uçuşuyor.
Ancak biz görünen ve bazı kulis bilgilerden yola çıkarak bir kaç basit çıkarımda bulunabiliriz.
Bana göre 31 Mart akşamının temelde üç dinamiği, üç ayrı gerçeği var.
Ve Erdoğan üçünden de ayrı ayrı mesajlar aldı.
Bir: Halkın gerçeği. Bu maddenin karşısında büyük oranda ekonominin durumu yazıyor.
İki: Devletin gerçeği.
Üç: Dış dinamikler. Bu maddenin gizli öznesi de yine birincide olduğu gibi ekonomi.
Yani para.
Yani Erdoğan’ın en büyük gerçeği.
Anladığı ve konuştuğu en iyi dil.
****
O halde ben 31 Mart akşamını analiz etmeye önce buradan başlamak istiyorum.
Bu seçimin en kuvvetli belirleyeni ekonomi oldu.
2001 krizine bile rahmet okutacak büyük bir çöküş kapıda. Devletin kasasında para kalmadı. Herkes biliyor.
Erdoğan kendisi söylüyor; belediyeler iflasın eşiğinde.
Yine kendi itirafı ile bunun da en büyük sorumlusu bizzat kendisi.
Bir süredir arka kapı kanalları üzerinden para arayışı içerisinde. Neredeyse başvurmadığı yer kalmadı. IMF de dahil olmak üzere çeşitli para kaynakları ile gizli görüşmeler gerçekleştiriyor. Çok güvendiği isimler üzerinden bu kontaklar kurulmuş durumda. Bu girişimlerini ulusalcı ortaklarından özellikle gizlemeye çalışıyor. Çünkü Çin başta olmak üzere, Avrasyacı dostlarının çaldığı kapılardan da eli boş dönüldü. Böyle bir aşamada onlarla bir savaşa girmek istemiyor.
Şu anda Batı’ya eli mahkum. Ve oralardan da kendisine bazı şartlar ileri sürülüyor. Bunların başında demokrasi ve hukuka geri dönülmesi geliyor. Çünkü paranın dönüşünü garantiye almaları gerek. Kimse bir batığa borç vermek istemez.
Erdoğan’ın görece bir rahatlama sağlaması kaçınılmaz.
Aslında ‘bir aşk hikayesi’ değil, ‘kırk katır mı kırk satır mı’ ikilemi onunkisi. Ateşle su, dikenle gül gibi… Gözyaşı, umut ve ihtiras; yeni başlayan korku filmi gibi biraz.
İktidarını tamamen kaybetmek ile mevzi kayıplara razı olmak arasında bir seçim onunkisi.
****
Daha önce de yazdığım ve bir çok gözlemcinin de söylediği üzere parti kurmayları aslında İstanbul’un kaybedilmesini satın almıştı zaten. Bütün kamuoyu yoklamalarından aynı sonuçlar geliyordu. Erdoğan bunu tersine çevirebilmek için azami gayret sarfetti. 7 Haziran sonrası deneyip de başarılı olduğu yöntemi bu kez seçimden önce test etti. O zaman terör ve şehit kanları ile korku pompalamış, kaçan oyları geri getirmişti. Bu kez de ‘beka’ söylemi ve yine tehdit dili ile benzer bir korku iklimi oluşturmayı denedi. Olmadı.
Bana göre bunda yukarıda sıraladığım faktörlerin üçü de etkili oldu.
Normal şartlarda 28 binlik oy farkı Erdoğan için sorun olmazdı. Partililer Erdoğan’ın ‘bu kadarcık’ bir farkı rahatlıkla ‘kapatacağına’ ve İstanbul’u (ç)alacağına inanıyorlardı. Eksik miktar, Ankara’daki gibi ‘şişirilemeyecek’ boyutta değildi. Gerçekten de kötü tecrübe ile sabit ki, Erdoğan bunu ‘ustalıkla’ yapabilecek bir adamdı. O yüzden de o gece ne muhalefet tam sevinebildi ne yandaşlar büsbütün vazgeçebildi.
AA başta olmak üzere bütün yandaşlar bir şeyler beklediler. Gözlerinin içine baktılar. Fakat o emir gelmedi. Gelmediği gibi, Erdoğan milletin karşısına çıkıp “Adam kazandı” deyiverdi.
Çünkü o tarihin gördüğü en pragmatik siyasetçilerden biri.
Önünde iki yol vardı. Ya kendisine yakıştığı ve her zaman yaptığı gibi hilelere başvuracak, zorbalık yapacak, yakıp yıkacak ve böylece mukadder sonunu hızlandıracaktı ya da rasyonal davranarak iktidarını koruma yolunu seçecekti.
7 Haziran’daki gibi davransa, bir süre sonra çalacağı kapılar yine yüzüne kapanacak ve ekonomik tsunamide iktidarı tamamen enkaz altında kalacak.
Sarayını ayakta tutabilmek için İstanbul’u feda etmek zorunda kaldı. Dışarıya, “Türkiye’de serbest seçimler var. Seçmenin iradesine saygı duyan bir Cumhurbaşkanı var. Türkiye’nin en büyük illerini kazanabilen muhalefet partileri var.” mesajlarını vermiş oldu.
****
Buradan birinci maddeye, yani ‘halkın gerçeği’ne bağlamış olayım.
Hani seçimden önce Partili Cumhurbaşkanı bir yandan, Partili İlahiyatçı Hayrettin Karaman öte yandan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu diğer yandan yalvarıp duruyorlardı ya; “Bu seçim ders verme seçimi değildir” diye… İşte o seçim, bu seçimdi. 31 Mart, ders verme seçimiydi. Faydacı bir lider olarak Tayyip Erdoğan dersini aldı.
Şunu gayet iyi biliyor ki, önünde bir 4 yıl daha var. Kaybı büyük olsa da şimdilik sadece belediyeleri kaybetti. Sarayı ve iktidarı halen elinde. Fakat gösterge, bunu da kaybedeceği yönünde. Bunu çok iyi biliyor. Yapması gereken şey, seçimi mümkün olduğunca erteleyebilmek ve hatta zamanında yapabilmek. Yani 2023’te. Bunun yolu da tansiyonu düşürmek ve ekonomiyi toparlamaktan geçiyor.
Bu seçimde halk, gerilim siyasetine ve ‘beka’ söylemine prim vermediğine göre Erdoğan daha çoğunu kaybetmemek adına süratle marjinal faydaya yöneldi.
“Önemli olan iktidarımı muhafaza etmek, İstanbul’u gelecek seçimde geri alırım.” şeklinde düşünmüş olması sıradışı bir ihtimal değil. Zira tersini yapması halinde her şeyini kaybedebileceğini gördü. Aldığı mesaj oydu. Kendine zaman kazandırma kararı aldı.
Zaten 5 yıl boyunca (iktidarda kalırsa) bu belediyelerin çanına ot tıkayacak. Balkondan, “Görecez bakalım nasıl yönetecekler, göreceeez” demesinden ve İmamoğlu’nu ‘topal ördek’ ilan etmesinden belli. Parayı kısacak, denetimi artıracak, medyayı üzerlerine salacak, belediyelerin yetkilerini by-pass edecek, kararnameler çıkaracak vs…
****
Halkın gerçeği bize aynı zamanda şunu da söylüyor; Bu seçimden bir demokrasi destanı çıkmaz.
Yine belirleyici olan ‘tencere’ oldu.
Daha 1 yıl önce “Bu kadar yetkiyi vermeyin. Tek adam olacak” uyarılarına rağmen onu başkan yapan da bu halktı. Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluklarını umursamadı, gitti sandıkta omuzlarına aldı. Parlamentoyu, yargıyı, medyayı kendine bağlayan; cezaevlerini gazetecilerle ve muhalif siyasetçilerle dolduran Erdoğan’ı asla cezalandırmadı. Ne zaman ki tane ile patlıcan, zarı ile soğan alır hale geldi o zaman bir ‘ders’ verdi. Hepsi bu.
Her şeye rağmen Cumhur İttifakının yüzde 50’nin üzerinde oy almış olması düşündürücü değil mi?
Normalde geçen seçimde de Ankara’yı kaybetmişti. O zaman bakanlarıyla seçim kurulu basıp tekme tokatla geri almıştı. 5 yıl sonra gelinen noktada değişen şey; işte o üç dinamikte gizli: Halkın, devletin ve dış dünyanın gerçekleri değişti.
Yani alev gibi biraz!
“Muharrem İnce ve Meral Akşener neden sessizliğe gömülmüştü?”…
Ahmet bey biz sizin yazılarınızdan anlamıştık neden sessizliğe gömüldüğünü..Seçim öncesi S.Peker D.Bahçeli’nin ceza evleriyle ilgili açıklamaları.. Pensilvanyadaki Sezai kod. İ.K. olayı..Final.. Seçim akşamı M.İnce’nin ysk nın kapısında CHP ysk temsilcisi tarafından kulağına bir şeylerin fısıldanması…Eğer ki kulağına “ceza evlerinde isyan çıkar sorumlusu sen olursun” dendiyse siz olsaydınız ne yapardınız..???