Dünkü bölümde, dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ın 19.06’da uçuş yasağı haberini aldığı halde Ankara’ya hareket etmediğini, bunun yerine Moda’daki düğüne katılmayı tercih ettiğini, emrindeki komutanların büyük çoğunluğu düğün salonunda olmasına rağmen hiç birine bilgi vermediğini, kalkışmanın başlamasına 2 saatten fazla bir zaman varken alınmaya başlanan önlemleri engellediğini, muhtemel uçuşları durdurmak için yola çıkarılan bir korgenerali yoldan geri çevirttiğini, baskın olmadan önce Sabiha Gökçen’e götürülme teklifini reddettiğini, uçağına gidebilecek imkânı ve zamanı olduğu halde düğün salonunda kalmayı tercih ettiğini ve bu zaman zarfında sadece olayları seyretmekle yetindiğini yazmıştım.
Bugün kaldığım yerden devam ediyorum:
7- Saat 23.20 civarı… Abidin Ünal’ın ‘sırdaşı’ MİT’çi Sadık Üstün, bir çok komutanı arayıp “Darbenin lideri Akın Öztürk” iddiasını yayıyor. Somut olarak bildiğimiz, saat 23.17’deki 8. Kolordu Komutanı Yılmaz Uyar’la yaptığı görüşme. Bu konuşmada Akın Öztürk’ü “1 numara” ilan ettiği, kolordunun kendi ceride kaydında var.
O sırada Akın Öztürk, evinde. Mehmet Şanver, özel hattından kendisini arıyor ve telefonu Abidin Ünal’a veriyor. Ünal, selefine, “Orada senin emirlerin hilafına darbe mi yapılıyor? Öztürk Paşam, Akıncı’ya gidip orayı kontrol altına alın. Orada sizin sözünüzü dinleyecek çocuklar var.” diyor.
Akın Öztürk ise “Abidin sen ne arıyorsun orada, bir uçağa atlayıp gelsene!” karşılığını veriyor.
Ah, orada ne işi olduğunu bir bilsek! Kendisinden başka kimse bilmiyor ki…
****
8- Akşam saatlerinde İstanbul Samandıra’ya varmış olan MAK timi, bu görüşmelerle hemen hemen aynı dakikalarda helikopterlerle havalanıp önce Fenerbahçe Orduevi’ne iniş yapıyor.
Neden mi?
Buradan Abidin Ünal’ın yakın koruma ekip şefi Astsubay Fatih Kahraman, koruma görevlileri Astsubay Gökhan Gerboğa ile Astsubay Mehmet Veske’yi alıyorlar. Hiç vakit kaybetmeden havalanıp Moda Deniz Kulübü’ne intikal ediyorlar.
Burada Hava Kuvvetleri Komutanı’na refakat etmekte olan yakın korumalardan Yakup Yiğit, lazer sıkarak helikopter pilotuna ineceği yeri gösteriyor. Bu sayede helikopterler araç otoparkına rahatça iniş yapıyor.
Silahlı komandolar düğün salonuna girdiğinde davetliler onları alkışlayıp cep telefonlarıyla çekim yapıyor. Çünkü Abidin Ünal hiç kimseye bilgi vermiş değil.
Tim, komutanların toplantı halinde olduğu odaya girip Hava Kuvvetleri Komutanı’na hitaben, “Komutanım sizi korumaya geldik” diyorlar. Komutan ise “Sizi ben çağırmadım, kim gönderdi sizi?” diye soruyor.
****
Konya’dan gelen MAK timinden Hava Piyade Kıdemli Başçavuş Yılmaz Bahar, ifadesinde o anları şöyle anlatıyor:
“Biz, komutanların güvenliği için geldiğimizi biliyorduk. Bu sırada sivil ya da resmi üniformalı korumalardan bize herhangi bir müdahale olmadı. (…) Generallerin bir bölümü dışarı çıkarken, Abidin Ünal masadan ayağa kalkarak diğer generallerin arasından yanında korumaları Fatih Kahraman ve Gökhan Gerboğa olduğu halde diğer generallerden ayrı bir şekilde yürüyerek merdivenlerden çıkıp binadan çıktı. Korumaları Fatih ile Gökhan askeri usuller çerçevesinde esas duruşta yanından ve arkasından yürüdüler. Bu sırada komutanın rehin alınmış ya da kaçırılmış gibi bir hali yoktu. Hatta ne biz ne oradaki hiç kimse komutana saygısızlık etmedik. (…) Üs komutanım Tümgeneral Haluk Şahar’ın (O gece düğüne davetli olarak katılan Konya 3. Ana Jet Üs Komutanı) yanına gittim. O da diğer generallerle birlikte ayakta bekliyordu. Ben tüfeğimle esas duruşa geçtim ve emir vermesi için gözünün içine baktım. Abidin Ünal oradan ayrılmadan yüz ifadesinden ve mimiklerinden sıkıntı içinde olduğunu gördüğüm Tümgeneral Haluk Şahar, bu sefer yüzüme bakarak rahat bir şekilde ‘Her şey yolunda’ der gibi gülümseyerek başını salladı. Ben onun da bu bu hareketini görünce yaptığımızın doğru olduğunu düşünmeye başladım.”
“KOMUTANIN O SAATE KADAR ANKARA’YA GİTMİŞ OLMASI GEREKİRDİ”
9- Peki Haluk Şahar nasıl anlatıyor aynı anları? Bir de ona kulak verelim. Mahkemedeki savunmasında, “Darbeciler kendisini (Abidin Ünal) işaret ettiğinde direnç gösteren bir hareket yapmadan sessizce gitti. Bu da bizim direncimizi kırdı.” diyor.
Mahkemede Şahar’a, “Peki ne yapmalıydı?” diye soruluyor. Cevabı şöyle: “Öncelikle o saate kadar o kadar generalin orada bulunmaması gerekirdi. Bir baskında yapılacak ilk iş, değerli malzeme ve personeli dağıtmaktır. Herkesin birliklerinin başına gitmesi gerekirdi. Hava Kuvvetleri Komutanı’nın da Ankara’ya, orası ele geçirildiyse Eskişehir’e gitmesi gerekirdi.”
Sonuç olarak Abidin Ünal, aralarında kendi yakın korumalarının olduğu MAK timi ile beraber oradan çıkıyor. Diğer bütün generaller yere yatırılıp ters kelepçelenirken ve gözleri bağlanarak helikopterlere bindirilirken Ünal’a kelepçe takılmıyor. Derdest edilmiş gibi bir hali hiç yok.
Ayrılmadan önce Mehmet Şanver’in kulağına, “Şanver, bunlar beni almaya gelmiş, ben gidince kumandalar sende” diyor. Sanki daha önce kumanda kendisindeymiş gibi… Sanki o ana kadar herhangi bir komutanlık yapmış gibi…
“Bunlar beni almaya gelmiş” cümlesi de nedense bende hep, Abidin Ünal’ın içinde çınladığını düşündüğüm “Nihayet!” gizli ünlemine çağrışım yapıyor.
Her neyse…
Burayı geçmeden önce Şanver’in, “Darbeci dediğimiz askerler düğün mekânına ilk ‘komutanları korumaya geldik’ söylemiyle geldiler, ki gerçekten onlar Hava Kuvvetleri’nin koruma konusunda en eğitimli komandolarıydı.” şeklindeki ifadelerini de not edelim.
****
10- Abidin Ünal, gece 01.00 sularında Sabiha Gökçen’den bir CASA uçağıyla Akıncı Üssü’ne götürülüyor. Elinde kelepçe olmadığı gibi telefonuna da el konmuyor. Uçakta giderken Eskişehir’deki BHHM’yi arayıp bazı konuşmalar yapıyor. Hiç kimse kendisine müdahale etmiyor.
Uçak, saat 02.00 sıralarında üsse iniyor. Yine elleri serbest ve gayet neşeli bir şekilde yürüyor. O zaman Diyarbakır 8. Ana Jet Üs Komutanlığı 182. Filo Komutanı olan Binbaşı İbrahim Yozgat, ifadesinde o anları şöyle anlatıyor: “Bu sırada Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal eli bağsız bir şekilde geldi. Gayet neşeliydi. Herhangi bir şekilde rehine olmuş havası yoktu. Ben kendisini görünce ayağa kalktım. Geçerken bize doğru ‘İyi akşamlar arkadaşlar’ dedi.”
Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın önündeki yolu bombaladığı öne sürülen Pilot Müslim Macit de savcılık ifadesinde, “Elleri bağlı değildi. Bizlere ‘iyi akşamlar, kolay gelsin’ diyerek geçti” diyor.
Eski Kurmay Pilot Yüzbaşı Ahmet Tosun da Akıncı iddianamesine giren ifadesinde, “Gece tam saatini hatırlayamadığım bir vakitte Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal 141 filoya arka girişten geldi. Yanında yanılmıyorsam Ahmet Özçetin vardı. Abidin Ünal elleri bağsız bir şekilde geldi. Herhangi bir rehine edilmiş görünümü yoktu ve tebessüm ediyordu.” gözlemini paylaşıyor.
ABİDİN ÜNAL BU KADAR ŞAİBE İLE NASIL SERBESTÇE GEZİYOR?
11- Mahkeme safahatında ortaya çıkan Akıncı Üssü koridor görüntülerine göre Abidin Ünal, saat 02.30-03.00 civarında elleri cebinde, etrafına gülücükler dağıtarak üste dolaşıyor.
Bir ara bir odaya kilitlendiğinde de kimse telefonunu almıyor. Yukarıda adını zikrettiğimiz Yılmaz Bahar, “Cep telefonu yanındaydı. Net olarak hatırlıyorum çünkü cep telefonuyla konuşurken bir kez gördüm.” bilgisini veriyor.
Sabah her şey bittikten sonra üste Akın Öztürk’le de karşılaşıyorlar. Sohbet ediyorlar.
Haluk Şahar, “Kurtarıldıktan sonra bize çay geldi. Abidin Ünal, ‘Akın Paşa olmasaydı bazı şeyleri başaramazdık, darbe etkili olurdu’ gibi bir şeyler söyledi. Birbirlerine düşmanca bir görüntüleri yoktu.” diyor.
Peki çıkınca teşekkürünü nasıl ediyor? Hemen Akın Paşa aleyhine konuşmalar yapıp Yeni Şafak’a sızdırarak… Böylece onun aleyhine delil üretmeye çalışarak…
Akın Öztürk çırılçıplak işkencelere maruz kalıp darbenin lideri olduğu suçlaması ile yargılanırken Abidin Ünal bugün ‘kahraman’ olarak dolaşıyor.
Kaba hatlarıyla özetlediğim şu 11 maddeyi alın, Akın Öztürk dahil, darbe davalarında yargılanan herhangi bir komutanın iddianamesi ile karşılaştırın. Bakın bakalım Abidin Ünal hakkındaki şaibeler onlardan kat kat fazlı mı, değil mi?
Şu 11 madde ile Abidin Ünal’ın şimdiye çoktan tutuklanmış ve müebbetle yargılanıyor olması lazımdı.
Ama Temmuz’dan önceki o ılık bahar akşamlarını unutmayalım tabi ki…
MİT’ten tahsis edilen araçla Saray’a boşu boşuna gitmiyordu demek ki…
[…] Şimdi gelin Moda’ya bir daha bakalım- (2) […]