“’Sezai’ kampta; sorular havada” başlıklı yazıyı bitirirken yorumlarımı sonraya bıraktığımı ifade etmiştim.
Bu olayı iyi anlayabilmek ve sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için hadiseye bütüncül ve derinlikli bakma zorunluluğu var.
“Cemaatte neden böyle bir hadise yaşanıyor?”, “Neden böyle bir tartışma var?”, “Gelinen noktayı nasıl anlamak lazım?” sorularının tek ve basit bir cevabı yok.
Cemaatin hiyerarşik yapısı, formatı, kullandığı yöntemler, tarihsel seyri, kodları ve lideri Fethullah Gülen Hocaefendi’nin iş yapma tarzı, bugünkü bu tartışma konusunun ana belirleyicileri. Bu olay cemaate ilişkin tam bir örnek olay ve prototip mahiyetinde.
Hem bir makro analiz yaparak hem de mikro planda bazı detaylar üzerinden giderek bu olayı kendimce ve merhaleler şeklinde yorumlamak isterim.
****
‘Sezai’ olayının ne olduğuna dair 3 temel senaryo mevcut. Gerçekte ne olduğunu sadece Sezai’nin kendisi, Gülen ve etrafındaki bir kaç kişi biliyor. Onlar da açıklamadığından ve tam bir suskunluk politikası izlendiğinden dolayı kesin bir bilgiye sahip değiliz. Onun yerine akıl yürüterek bir sonuca varmaya çalışıyoruz.
Öncelikle AfSV’nin son cevabı ile başlayalım.
Evvela bu açıklamanın son derece diplomatik ve vaziyeti tevil etmeye mahsus bir metin olduğunu ifade etmek lazım. Cemaat sempatizanları bu tür beyanatlar AKP cenahından geldiğinde “Aklımızla alay ediyorlar” diyor. Haksızlık etmek istemem, biliyorum ki bundan fazlası AfSV’yi de değerli başkanı Alp Aslandoğan’ı da aşar. Sadece durumu kurtarmaya ve ‘sıcak patatesi’ mümkün olduğunca ellerinde tutmamaya çalışan bir cevap hazırlamışlar. Bunu bir vakıa olarak söylüyorum, maksadım yermek değil.
O soruların gerçek muhatabı AfSV olamaz aslında. Ancak bir önceki kamuoyu bildirisi ile kendi kendilerini ‘muhatap’ haline getirdiklerinden dolayı sorularımı kendilerine tevcih etmiş oldum.
****
Özetle, “Biz kimseyi kastetmedik. Böyle bir olay vardır da demedik yoktur da demedik. Sadece prensipleri hatırlattık.” diyor. Neden hatırlatma gereği hissettiklerine ilişkin de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin o dönemki ‘cezaevlerinde isyan çıkaracaklar’ türünden iddialarını gerekçe gösteriyor. Yani o kamuoyu bildirisinin benim haberimle hiç ilgisinin olmadığı ima ediliyor. Böyle yapılıyor, çünkü eğer bu haber üzerine bildirinin kaleme alındığı kabul edilirse bu sefer bugünkü manzarayı izah etmek gibi bir yükümlülükle de başbaşa kalınacak. Tabii olarak sorular da çoğalacak.
Bunun yerine siyasilerin ortaya attığı senaryolara binaen cemaatin genel tavrının ve prensiplerinin hatırlatıldığını söylemek daha emniyetli bulunmuş.
Oysa kendileri de gayet iyi biliyor ki geçen yıl yapılan o yazılı açıklamanın tek nedeni, söz konusu o haberdi. Olayın daha da büyümemesi için yapılmış bir hamle veya bir çeşit önleyici tedbirdi. Yoksa böyle bir kamuoyu duyurusu yapılmayacaktı. Net bir bilgi olarak aktarıyorum bunu.
Yani aslında o zaman da bugünkü manzaraya benzer bir hâl olacaktı. Bu iddialar bir yerlerde konuşulacak, birileri Gülen’i deklarasyon açıklamaya zorlayacak, birileri yaşananlardan rahatsız olacak, kimileri yılıp kabuğuna çekilecek, bir kaç hafta konuşulacak ama bir süre sonra herkes kendi rutininde devam edecekti. Ritmi bozan, o haber oldu. Mecburen o bildiri açıklandı. Sonra İ.K.’ya “Bir süre ortalıkta görünme” dendi. O ‘bir süre’ geçince de tekrar kapılar kendisine açıldı. Olay bundan ibaret.
****
Peki bu neden böyle ve neden böyle olmak zorunda?
Cevaba geçerken bir kez daha hatırlatmayı zaruri görüyorum ki, başından beri İ.K. ile ilgili suçlamaları bir ‘iddia’ olarak kaleme aldım ve öyle devam edeceğim. Kesin bir yargıda bulunmadım ve ispatı kabil oluncaya kadar da bulunmayacağım. Aksi zaten mümkün değil. “Ben polis de değilim savcı da hakim de… Ben sadece bir gazeteciyim” demiştim. Hem iddialara hem de ’Sezai’ cephesinin karşı görüşüne yer vermiştim. Hatta bundan dolayı her iki tarafın da şimşeklerini üzerime çekmiştim. Kimse memnun olmadı anlayacağınız. İ.K.’nın dostları, “Sezai Bey bir iftiraya maruz kaldığı halde bu iddiaları yazarak müfterilerin ekmeğine yağ sürdün” derken onu suçlayanlar, “Sanki iki taraf varmış gibi bir yazı yazman hiç hoş değil. Ortada iki taraf yok. Bir Hizmet var bir de Hizmet’e bu ihaneti yapan ’Sezai’ gibiler… Onların iddialarına yazında yer vererek bu grubu meşrulaştırdın.” diye beni eleştirdiler.
Halbuki ortada sadece gazetecilik vardı. Ama ne yazık ki ‘bu türden bir gazetecilik’, şu anda camianın ‘ihtiyacı’ olan en son şeydi…
****
Peki bu iddia ilk olarak nasıl gündeme gelmişti? Suçlamanın kaynağı neydi?
Onu da hatırlayalım.
Aldığım ilk duyum şöyleydi: “Sezai isimli biri, kamptan Türkiye’deki birilerini arıyor. Hapishanedekilerin kurtarılması için bir isyan planından söz ediyor. Özellikle kamptan arıyor ki sanki Hocaefendi’nin izniyle bu planı yapıyormuş gibi bir izlenim veriyor. Birilerine bir takım görevler veriyor. Bu şekilde elli kadar insanı arıyor. Bir gün bu isimlerden biri Hocaefendi’yi arayıp, ’Hocam bazı arkadaşlara böyle bir telefon gelmiş’ diye bilgi veriyor. Hocaefendi de kesinlikle böyle bir yola tevessül edilemeyeceğini, bunun bir kumpas olduğunu söylüyor. Derhal aynı isimlere ulaşılarak planın başlamadan bitirilmesi ve tuzağın bozulmasını istiyor.”
Daha sonra bu iddianın değişik versiyonlarını da dinledim. Arandığı iddia edilen kişi sayısı ve Gülen’i arayıp bilgiyi veren kişinin pozisyonu ile ilgili rivayetler değişiyordu. Ancak anlatının ana omurgası aynıydı.
Doğal olarak ilk duyduğumda dehşete kapıldım. ‘Sezai’nin kim olduğunu ve geçmişte ne iş yaptığını biliyordum. Bu yüzden şaşkınlığım daha da arttı.
Söylentinin doğruluğunu teyid etmek için araştırmaya başladığımda ilginç bir şekilde herkes “Evet, doğru” diyordu. Cemaat içerisinde önemli mevkilerde bulunan, tanınan, saygı duyulan, muteber isimlerdi bunlar. Bazıları en yukarılarda ve Gülen’le istediği zaman görüşebilme imkânı olan ‘ağabey’lerdi.
Daha önce de paylaştığım gibi, bu araştırma safahatı 3 ay sürdü. Sorduğum kişilerden bir tanesi bile “Hayır, bu doğru değil.” demedi. Bunun altını tekrar tekrar çizmek isterim.
Sorun ne biliyor musunuz? Herkesin ‘üç maymunu’ (Tabirimi mazur görsünler) oynaması…
Ne o zaman ne de şimdi birisi çıkıp da tek kelime etmiyor. Tabii herkesin kendine göre farklı bir gerekçesi var. Cemaatin kimyasında zaten uluorta çıkıp hesap sormak, hesaplaşmak, yüksek sesle itiraz etmek, yüzleşmek gibi alışkanlıklar yok.
“Artık bıçak kemiğe dayandı. Eğer Hocaefendi gereğini yapmazsa o zaman en başta biz çıkıp konuşacağız.” diyenler şimdi sus-pus.
Bazıları da en başta bilginin doğru olduğunu söylese bile yazılmasına karşı olanlardı. “Bu Hizmet’e zarar verir. Şimdi zamanı değil.” diyenler vardı. Bazıları da “Hocaefendi gerekeni yapacak. Hastayı nasıl tedavi edeceğine doktor karar verir, hasta yakınları değil.” diye analoji yapıyordu.
Muhakkak ki bunlardan ibaret değil. Kimi 40 yıllık mazisini böylesine iki ucu kirli bir değneğe bulaşarak lekelemek istemedi. Kimi açıktan cephe almayı manasız buldu. Kimi böyle bir tartışmaya dahil olmayı kendine yakıştıramadı. Bazıları konumunu kaybetmekten korktu, bazıları da konumunun gereği olarak sustu.
****
Neyse…
Kasım 2018’de ilk haberi yazmadan önce de sonrasında da İ.K.’nın aradığı iddia edilen kişilerden mümkünse en az birine ulaşmaya çalıştım. “Evet beni aradı ve bu isyan planından söz etti, bana bir görev verdi” diyecek tek kişiye…
Bunu söylediği ifade edilen bir-iki kişi ile dolaylı bağlantılar kurdum ama “Korkuyor”, “Çekiniyor” gibi gerekçeler yüzünden böyle bir görüşme mümkün olmadı. Yaşanan süreç göz önüne alındığında bu gerekçe hakikaten doğru da olabilirdi. Ama diğer yandan aslında hiç böyle bir insanın veya böyle bir aramanın bulunmayabileceğini de bir gazeteci olarak düşünmek zorundaydım.
Dolayısıyla haberi ‘ortadan’ ve bir iddia olarak sundum.
****
Bunun ardından kaleme aldığım ikinci yazının başlığı, “Hangi ihtimali tercih edersiniz” şeklindeydi.
Lüzumlu hissettiğim için o yazının bir bölümünü burada hatırlatmak isterim:
“Olayın iki tane boyutu ve iki ayrı iddia var.
Bir: Diyelim ki suçlama doğru. Bu durumda, cemaat içerisinde yıllarca Gülen’e çok yakın noktalarda görev yapmış biri veya birileri, Hareket’e ihanet içerisinde demektir. Binlerce insanın hayatına mal olacak bir kanlı tezgahı bizzat Gülen’in yanı başından, kampın içerisinden, onun adını kullanarak hazırlıyorlar demektir. İster kendiliklerinden isterse bir derin devlet kanadı ile birlikte olsun, bu kadar vahşi bir plan yapan insanlar, hala cemaatin içerisinde ve ‘abi’ olarak biliniyorlar demektir. Eğer öyleyse bu insanların 15 Temmuz’daki rolleri nedir? Hatta daha da geriye gidip yakın tarihin bütün önemli kırılma noktalarında nasıl bir misyon üstlenmişlerdir? Bundan sonra başka neler yapabilirler? Bir düşünelim.
İki: Diyelim ki iddia yalan. İ.K.’nın arkadaşının dünkü haberde yer alan sözlerini hatırlayalım: ‘Ben Sezai Bey’le konuştum. Bunun tamamen hayal mahsulü olduğunu, amacın kendisini tasfiye etmek olduğunu söylüyor. Bu konuda tek bir kanıt bile yok. Kendisi halen her hafta Hocamızın yanında. Hizmet’in içini sarmış bulunan ve şu anda etkin olan grup, Hocaefendi’ye baskı kurarak tasfiye yapmak istiyor. O yüzden bu yalanı uydurdular. Amaç Hizmet’i istedikleri gibi yönetmek.’
Bu ne demektir? Ortada cemaatin ana omurgasını eline geçirmiş, Gülen’i yönetmeye çalışan, buna engel olarak gördüğü İ.K.’yı enterne edebilmek için de cezaevlerindeki insanların hayatı üzerinden bir yalan uyduran, iftira atan, Gülen’i tasfiyeye zorlayan korkunç bir yapı var demektir.
Birinci ihtimaldeki soruları bir kere daha yöneltelim: Eğer öyleyse bu insanların 15 Temmuz’daki rolleri nedir?
Ortada iki tane ihtimal var. Hangisini beğenirsiniz?
Hangisini doğru kabul ederseniz edin, işin geldiği boyut artık ertelenemez ve ötelenemez vaziyette vahim.
Cemaatin en tepesindeki isimlerden biri bana diyor ki, ‘Bu, iki grubun çarpışmasıdır!’
(…) Ben iki ekibin çatışmasının geldiği tehlikeli noktayı nazara sunuyorum.
Kararı, hayatları birebir etkilenen insanlar versin.
Çünkü yönetim katının bu konuda bir şey yapmayacağını biliyorum. 15 Temmuz’un üzerinden 2 yıldan fazla zaman geçtiği halde yapılmadığı gibi…
O yüzden bir yazımda Ali Şeriati’nin sözünü alıntıladım ve ‘Eğer bir haksızlığı engelleyemiyorsanız en azından onu herkese anlatın, demişti. Anlatmaya geldim!..’ dedim. Anlatıyorum…”
****
Şimdi soru şu: Bu olayı aydınlatmak çok mu zordu?
Hayır.
Hiç de zor değildi.
Bir kere Gülen Hareketi, bir lider hareketi. Her şeyin kendisine sorulduğu, onun talimatı hilafına hiç kimsenin bir iş yapamadığı, Asrın Müceddidi olarak görülen ve aldığı hiç bir kararı ‘kendi başına’ almadığına inanılan bir lider olarak Gülen’in emri ile bu hadisenin perde arkası çok kısa sürede aydınlatılabilirdi.
Çünkü bir değil, bir kaç telefon görüşmesinden bahsediliyor.
Gülen’i arayıp kanlı tezgahı haber verdiği belirtilen kişi bellidir, öyle değil mi? İ.K. tarafından bizzat o mu arandı yoksa aranan diğer kişiler mi ona bilgi verdi, bu da bellidir. Bu kişilere tek tek ulaşılarak sorulabilir ve aramanın tarih, saat bilgileri ile ekran görüntüsü istenebilirdi. Daha sonra da pekala yüzleştirme yapılabilirdi. Daha olmadı mülaane…
****
Peki ya hiç böyle bir arama yoksa?
Yani hiç böyle bir plan yapılmadı ise?..
O zaman şöyle bir iddia daha ilave edeyim: Yine çok çok önemli bir cemaat büyüğü diyor ki, “Sezai’ye göre Hocaefendi’yi arayıp haber veren kişi aslında kendilerini tasfiye etmek isteyen diğer bir grubun adamıydı. ‘Hocamızı arayıp gerçekte hiç var olmayan bir plandan söz edip Sezai’yi hedef tahtasına oturttu’ diyorlar. Hangisi doğru bilmiyorum.”
(Gördüğünüz gibi kimin eli kimin cebinde belli değil.)
Varsayalım ki böyle…
Peki ya bunu ortaya çıkarmak zor muydu?
Hayır, yine değildi.
Denebilir ki, “Gülen de zaten bunu ortaya çıkardı. Hiç bir kanıt sunulamayınca Sezai’nin bir kumpasa maruz kaldığını anladı. Bu yüzden onu yedirmedi, kendisine sahip çıktı.”
O halde şu sorular cevap bekliyor:
1- Bu ne zaman anlaşıldı? AfSV’nin açıklamasından önce mi sonra mı?
2- Önce ise o zaman Gülen neden o bildirinin açıklanmasını istedi?
3- Neden İ.K.’ya ’Bir süre ortalıkta görünme’ dendi?
4- AfSV’nin açıklamasından sonra anlaşıldıysa o halde neden tekrar kamuoyuna bir bilgilendirme yapılmadı?
5- Haydi diyelim ki bu kadar sancılı bir dönemde cemaatin bu gibi tatsız mevzularla daha fazla gündeme gelmesi istenmedi… Faydasız tartışmalarla daha fazla moral-motivasyon kaybı yaşanmaması için sessiz kalındı…
Peki kampta yaşayanlara, kampa gidip gelenlere bir açıklama yapıldı mı? Her ziyarete gidişinde Sezai’yi orada gördükçe kafası karışan, morali bozulan, motivasyonunu kaybeden, bir daha kampa uğramama kararı alanlar ne olacak? Sonuçta gerek benim yazdığım ilk haberler gerekse de AfSV’nin ilk açıklaması nedeniyle insanlarda belli bir algı var. Eğer bu algı yanlışsa, masum bir insanla ilgili su-i tefehhüm oluşmuşsa en azından camianın kendi içine yönelik bir bilgilendirme yapılamaz mıydı? Bu sessiz-sedasız geçiştirilebilecek, kafası kuma gömülerek unutturalacak, -mış gibi yaparak buharlaştırılacak bir mesele mi? Bir izahat yapılamaz mıydı?
Hayır, yapılmaz.
Neden yapılmaz, sonraki bölümlerde açacağım.
****
Soruların daha önemli kısmı burdan sonra başlıyor…
Eğer gerçekten de İ.K.’ya bir iftira atıldıysa manzara şudur:
Birileri, Gülen’in etrafındaki bir grubu tasfiye etmek için hapishanelerdeki binlerce masumun canları üzerinden, ve onların mağduriyetini kullanarak bir komplo hazırlamıştır. O kadar gözleri dönmüştür ki tam da Bahçeli ile Soylu’nun bu isyan iddialarını ortaya attığı dönemde aynı söylemle camiayı ‘ele geçirmeye’ karar vermişlerdir.
Ve o kadar pervasızlardır ki Gülen’i arayıp bu yalanı söyleyecek ve sonrasında da yine Hareket’in lideri üzerinde baskı kurarak bir tasfiyeye zorlayacak kadar kendilerine güvenleri vardır. Ayrıca cemaat içi kanallara o kadar hakimdirler ki bu iftiraya en yukarıdaki ‘abileri’ bile inandırmışlar ve yalanın her tarafa yayılmasını sağlamışlardır. O kadar etkin ve güçlülerdir ki Gülen onlara karşı sesini çıkaramamakta, önce İ.K.’yı yanından uzaklaştırmakta ve bu kumpasın hesabını sormak için dengelerin değişmesini beklemektedir.
Öyle mi?
Peki öyleyse kimdir bu adamlar?
Hangi makamlarda, hangi görevlerdedirler?
Nihai amaçları nedir?
****
Bu sorular bir kenarda dursun.
Gelelim bir diğer ihtimale: Sezai bu planı Gülen’in bilgisi dahilinde yapmış ve o yüzden işin üzeri sessiz sedasız kapatılıyor olabilir mi?
Ona da bir sonraki bölümde değinelim…
– DEVAM EDECEK-
Güzel kardeşim,
Yazınızdaki “Hocaefendi’nin iş yapma tarzı” cümlesi ve bu cümleyi destekleyen “Bir kere Gülen Hareketi, bir lider hareketi” paragrafı bütün sorularınızın cevabıdır.
Yazı dizisi ile tam olarak neyi amaçladığını da anlatırmısın?
Bu soruların muhatabı bir tek kişidir. Bununla ilgili cevabı kendin vermişsin “HE’nin iş yapma tarzı”.
Bu hizmet bir daha düzelir mi? sorusunu da “lider hareketi” paragrafında cevaplamışsın.
Biraz konuyu değiştireceğim ama çok önemli bulduğum için yazıyorum: Bundan sonraki süreçte en büyük problem insanlarımızın manevi bir savrulmaya, başıbozuk bir düzene, modernist ve liberal bataklığa kaymasıdır.
Elimizde irfan sahasında gerçekten iyi yetişmiş dimağlar yoktur. Hizmet insanı ne yazık ki Kurucan gibi modernizm budalası, kırık dökük bilgili ama yetişmiş zannedilen tiplerin eline kalacak.
Bu konu üzerinde çok dikkatle durmak lazım.
Tiranlar, yezidler dünyamıza dokundular, diğer bilgisiz yenilikçilerin elinde ahiretimiz tehlikede…
Vesselam.