Bir malı en iyi sahibi bilir.
En iyi de o anlatır.
Bu yüzden de malın sahibine iyi kulak kabartmak lazım.
Doğu Perinçek’in Ahval’den Eşref Aydoğmuş’a verdiği röportaj, birçok yönüyle konuşuldu, tartışıldı. Benim asıl dikkatimi çeken, bu boyutu oldu. Perinçek’in 15 Temmuz akşamından bu yana var olan ve bu röportajda da karşımıza çıkan üslubu… Tamamen ‘mal sahibi’ havasında konuşuyor. Malının defolarını kapatmaya, ne kadar kusursuz, ne kadar güzel, ne kadar gerekli olduğunu anlatmaya çalışan Salı Pazarı tezgahtarı gibi. Bir, “Bozuk çıkarsa kafamı kırarım abi” demediği kalmış.
***
Perinçek’e aşırı anlamlar yükleyenlerden değilim. Bir ‘fabrikatör’ ve ‘distribütör’. Lafazan olduğu için ağzından sürekli ‘genel merkez’in planlarını deşifre eden cümleler sadır oluyor. Bu açıdan biz gazeteciler için de bulunmaz bir kaynak. Belki, şöyle bir düzeltme yapmak gerekir: Perinçek mal sahibinden ziyade iyi bir tezgahtar.
Her ne ise… Çok da fark etmiyor.
***
Bir kere işin tuhaf tarafı şu: 15 Temmuz’un ne olup ne olmadığını, yüzde çeyrek oyu olan bir partinin genel başkanına soruyoruz. Olayın taraflarından biri de doğal olarak o görülüyor. Bir Cumhurbaşkanı’na soruyoruz (daha doğrusu soramıyoruz), bir MİT’e soruyoruz (daha doğrusu soramıyoruz), bir Genelkurmay’a soruyoruz (daha doğrusu soramıyoruz) bir de Perinçek’e soruyoruz. İşte o da hepsi adına konuşuyor sağ olsun. Darbe girişiminin basın-halkla ilişkiler ayağı gibi. Ya da 15 Temmuz Sözcüsü…
Bu yönüyle bir alt metin okuması yaptığımızda, Perinçek aslında 15 Temmuz’un ne olduğunu da bize gayet güzel anlatıyor.
***
Dünyada 15 Temmuz’la ilgili kafası net olan iki kişi var: Biri Erdoğan, biri de Perinçek. Onların şahsında temsil ettikleri kitleleri de kastediyorum tabi ki… Bakın mesela Meclis’teki partilerden CHP, bir ‘kontrollü darbe’ raporu açıkladı. HDP ve MHP, TBMM Komisyonu’nun darbe raporuna şerhler düştü. Hatta daha yakınlarda HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen, “Adil Öksüz’ün arkasında MİT Müsteşar Yardımcısı Sabahattin Asal var” iddiasını ortaya attı. Sadece siyasi partiler değil, azıcık mantığı, özgür iradesi, vicdanı, izanı olan herkesin zihninde çözülemeyen karanlık noktalar var. Hatta aylar geçtikçe bu noktalar aydınlanacağına daha fazla kararıyor. Sorular çoğalıyor.
Buna rağmen hiç kafa karışıklığı yaşamayan iki adam var: Perinçek ve Erdoğan. Hatta bu öyle bir zihin berraklığı ki, daha ilk dakika itibariyle faili tespit etmiş, video çekmiş ve milleti sokaklara çağırmış iki adam. Öylesi bir keşmekeş ve kaosun içerisinde kim bu kadar emin konuşabilir? Tabi ki işin sahipleri. Ortakları.
***
O yüzden dikkat edin, Perinçek her röportajında 15 Temmuz konusunda ‘malın sahibi’ gibi savunmaya geçiyor. “Kontrollü darbe” tezlerine kesin bir dille karşı çıkıyor. Bu yönde herhangi bir soru işaretine bile kapı aralamıyor. Mesela Ahval’e verdiği son röportajda, “Bunu mahsus bıraktılar, yapılmasına göz yumdular ve böylece bastırma olanağını elde ettiler diye bir analiz varsa bu hiç gerçekçi bir şey değil” diyor. Niye gerçekçi değilmiş? Tayyip Erdoğan’ın kafası böyle çalışmıyor mu? “Bırakalım gelsinler, ezer geçeriz” demiyor mu? 15 Temmuz sonrası olup bitenler hep bu görüşü desteklemiyor mu?
Evet, öyle ama bir şartla! Söylediğinde haklı bir taraf var Perinçek’in. Hepten ‘ayıplı mal’ değil bu yani. Detaylarına aşağıdaki satırlarda gireceğim ama özet olarak şunu söyleyeyim: ‘Tayyip Erdoğan’ın TSK içerisinde böyle bir gücü yok. Eğer bir ittifak kurmasa, darbenin yapılmasına göz yumup sonra bastırabilme kabiliyeti olmazdı. Onu biz sunduk kendisine’ demek istiyor.
****
Peki bu nasıl bir ittifak?
Perinçek’e kulak kabartalım:
“Hükümet şaşkınlık içindeydi. Benim televizyona çıkıp konuşurkenki yüzüme bakın, bir de devletin başında olanların yüzlerine bakın, göreceksiniz. Bastıracak konumda, durumda, güçte olanların benzi yüzü atmaz. Türk ordusu bastırdı.”
Yani, “Ben bastıracak güçte ve konumdayım” diyor. Hemen peşinden gelen cümle, “Türk ordusu bastırdı” şeklinde. Kelimeler, zihnimizi ele verir. Kendisi ile ‘Türk ordusu’ arasında net olarak özdeşlik kuruyor.
Burada ‘Türk ordusu’ ibaresine kanmayın sakın. Kastettiği ‘Türk ordusu’, kendi ideolojisinin askeri olanlar.
Bunun gibi, “Cemaat 15 Temmuz’da yalnız değildi. Başka gruplar da vardı” denmesine bile tahammülü yok Doğu Bey’in. Her fırsatta, “Hayır, başka bir grup dahil olmadı. Kesin olarak söylüyorum bunu” diyor. Nereden biliyorsun? Nasıl bu kadar kesin konuşabiliyorsun?
Çünkü burada Perinçek daireyi geniş tutuyor. ‘Kendisinden’ olmayan herkesi ‘Cemaat’ şemsiyesi altına sokuyor. Onun için çok da fark etmiyor. Bu güzel bir ‘şeytanlaştırma’ etiketi zira. Daha önce hepsine “NATO, Gladyo, Süper-NATO” vs. diyordu, şimdi FETÖ… Çeşitli vesilelerle ifade ettiği üzere, olaya şöyle bakıyor: “TSK içinde Perinçekçiler, Perinçekçi olmayanlar diye bir ayrım yok. FETÖ bağlantılı olduğu söylenen subay, astsubay ve generallerin temizlenmesinden sonra TSK kendi geleneğindeki sağlam yönelişe tekrar oturmuştur. TSK bugün Mustafa Kemal’in geleneği üzerinde görevini yapmaktadır. (…) Aydınlık’ın 40-50 yıllık FETÖ’ye karşı mücadele döneminde saptadığı isimler var. Komutanlarımız (partileri kastediyor) hem Amerika ile ilişkiler bağlamında hem de FETÖ bağlamında isimleri saptadılar. Kitaplarında da bunları yazdılar. Listeler de ortaya çıktı. Ama bugünkü 30 bin kişilik temizlik, bu listelerin çok çok ötesinde bir temizlik.”
Ona göre kendi askerleri ‘Kemalist’, geri kalanların hepsi ‘FETÖ’cü’… Bunun içine demokrat, Batı yanlısı Atatürkçü subaylar dahil herkes giriyor.
Perinçek’in bir kere bu mücadeleyi 50 yıl öncesinden başlatması, meselenin Cemaat olmadığını gösteriyor. O tarihte Cemaat olmadığı gibi TSK içerisinde herhangi bir yapılanması da yoktu. Burada kastedilen, Perinçek’in “ABD karşıtlığı” dediği ve aslında tam olarak ne olduğu bilinmeyen bir dava. Bugün Cemaati o amacın önünde bir engel olarak gördüğü için de ortadan kaldırılması gerektiğine inanıyor. Mesele bu. Eğer Gülen 1992, 1999 veya en geç 2007 yılında “Ben de Türkiye’nin çıkarlarının Rusya-İran-Çin hattından geçtiğine inanıyorum. Türkiye AB ve NATO’dan ayrılıp Şangay’a dahil olmalı” dese, bugün Perinçek’in düşmanı değil, müttefiki olacaktı.
***
Tekrar 15 Temmuz’a dönecek olursak…
Perinçek’in kendi sözlerinden adım adım ittifakı özetleyelim…
-Röportajın bir yerinde diyor ki, “Bakın Yargıtay kararları vardı ‘bu terör örgütü değildir’ diye. ‘Hani nerede bunların silahı, külahı’ diye kararlar vermişti Yargıtay. O zaman dedik ki biz, ‘Bunların silahı Türk ordusunun depolarında, bunların silahı polis teşkilatının depolarında.’ Silahlar çıktı mı oradan? Tank bile çıktı. Şimdi onun için, biz FETÖ’yü çok iyi tanıyoruz.”
Bu şu demek: Daha önce de biz Cemaati bitirmek istedik, fakat silahlı terör örgütü kategorisine sokamadık. Karşımıza öyle ya da böyle bir hukuk çıktı. Ne yapmak lazım? Silah, külah bulmak lazım. O silahların, o depolardan çıkması gerek!..
– Bir başka röportajında ne diyordu: “FETÖ ile mücadelede kurunun yanında yaş yanmıyor. Hepsi nokta atışı, yüzde 100 doğru isimler.”
Yani? Yanisi şu: Biz bu isimleri tek tek fişledik. O ‘Kemalist subaylar tespit etti’ diyor ama bu, gerçeğin sadece küçük bir kısmı. İşin aslı: Cemaat içerisinden bütün isimleri parça parça teslim eden bir damar yakalamışlardı. Oradan topladılar isimleri.
– Üçüncü aşama, tespit edilen bu isimlerle bu silah ve külahların bir araya getirilmesi idi. Yani birilerinin gerçekten ‘emir-komuta’ içerisinde darbe yapılacağı bilgisi ile sokağa çıkarılması gerekiyordu. Adil Öksüz-Sabahattin Asal ilişkisi burada devreye giriyor.
– Dördüncü aşama şöyle:
Perinçek diyor ki: “Sayın Alexander Dugin bize 15 Temmuz’dan iki gün önce, ‘Rus devleti, Türk ordusu içinde bir hareketlilik saptıyor’ dedi.”
Yani Rus istihbaratı Türk ordusunu takip ediyormuş. Bu Doğu Bey için hiç de dert değil. Sorgulanmaya bile değer görmemiş. Çünkü ona göre emperyalizm sadece okyanus ötesinden gelirse problem.
Her ne ise… Rus istihbaratı bu bilgiye nasıl ulaşıyor?
Ya dinleme, izleme yapıyor…
Ya içeriden birileri onlara bilgi uçuruyor…
Ya da onlar içeriye ajanlarını soktu…
Neresinden bakılırsa bakılsın en az 15 Temmuz’un kendisi kadar ihanet. MİT’in bile haberdar olmadığı (!) darbeyi Rus istihbaratı öğreniyor.
İşin Türkçesi şu: Hiçbir darbe dış destek olmadan yapılmaz. Bu planlar Rusya ile birlikte yapıldı. Ne de olsa Rusya’nın ‘sıcak denizlere inmek’ hayali ile eşdeğer Türkiye’yi NATO’dan koparma hedefine doğru dev bir adım atılacaktı. Önce Erdoğan ile Putin barıştırıldı. Sonra plan uygulamaya hazır hale getirildi. Perinçek’in “Dugin bize 2 gün önce bildirdi” dediği bu.
– Bu ittifaktaki görev dağılımı nasıldı? Yine mal sahibine kulak kabartalım. Eşref Aydoğmuş, “Hükümetin bu gelişmelerden önceden haberi vardı diyorsunuz. Öyleyse ne beklendi? 250 kişinin ölümü engellenebilir miydi?” sorusunu yöneltiyor.
Cevap şöyle:
“Siz kendinizi hükümet yerine koyun, bilgiyi aldınız, ne yapacaksınız? Şunu gördüm: Hükümetin, TSK’nın içinde bağlantılarının koptuğunu gördüm. (…) Yani AKP iktidarının bu durumunun yarattığı olumsuzluklar ve çıkmazlarını değerlendirmek lazım. O açıdan darbe benzeri istihbaratlar aldıkları zaman da neler yapabilecekleri konusuna verilecek cevap çok şey değil, onların bu konularda kabiliyetlerinin pek olmadığını tespit eden bir cevap olur. (…) Valla biz Vatan Partisi olarak iktidarda olsaydık, hemen darbe yapma olasılığı olan unsurları derhal kontrol altına alır, gözaltına alır, silahsızlandırır, bunu önlerdik. (…) ‘Bunu mahsus bıraktılar, yapılmasına göz yumdular ve böylece bastırma olanağını elde ettiler’ diye bir analiz varsa, bu hiç gerçekçi bir şey değil. Yani bu öyle tehlikeli bir şey ki göze alabilecekleri bir şey değil. Çünkü güçlü değiller. TSK içinde önemli bir güçleri olmadığı için, ‘bırakalım da darbeciler bunu yapsınlar ondan sonra bastırırız’ şeklindeki senaryo hiç gerçeğe, hayata uymuyor. Esas ben kabiliyete bağlıyorum. AKP iktidarının darbeyi önleme kabiliyeti yoktu. Zaten kendileri de, bazı AKP yetkilileri televizyonda şunu söyledi ertesi gün; Vatan Partisi olmasaydı bu darbe önlenemezdi.”
İşin Türkçesi şu; AKP’nin TSK içerisinde bir gücü yoktu. O güç bizde vardı. Bizim de siyasi gücümüz yok. Hükümet ve devlet AKP’nin elinde. Biz onlara darbe girişiminin tehdit oluşturmayacağını garanti ettik; onlar da arkadan yapılacak siyasi tasfiye operasyonlarını…
***
Nitekim diğer önemli cümleleri şunlar:
“Darbe telefonla bastırılmaz. Bu başlık bile olabilir: ‘Darbe telefonla bastırılmaz’. (…) Bakın dikkat edin Türkiye’de 15 Temmuz’dan beri çok ciddi bir siyasi mücadele oluyor, tank ve halkı karşı karşıya getiren. İşte ‘halk darbeyi bastırdı, halk tankı yendi’ gibi… Çok yanlış. Burada bir askeri güç var. Siz o askeri gücü nasıl durdurabilirsiniz: Yine bir askeri güçle. (…) Darbeyi TSK bastırdı. Tank et yığınıyla durdurulmaz, tank tankla durdurulur. Türk ordusunun tavrı olmasa o darbe önlenmezdi. Siz tankı, önüne et yığını koyarak durduramazsınız. Siz şimdi ‘çıplak elle darbeyi yendik’ falan filan diyorsanız, bunun gerçekle bir ilgisi yok.”
Burada gerçek bir darbenin nasıl olacağını gösteren ipuçları ve gözdağını bir kenara koyalım… 15 Temmuz için de açıkça “Biz olmasak darbe bastırılamazdı.” mesajı veriyor Doğu Bey. Zaten o gece “TSK bastırdı” denilecek bir şey var mı ortada? Yok. Eskişehir’den kalkan uçakların Akıncı’yı bombalaması kastediliyorsa o, ertesi sabah 11.00’den sonra oluyor. Ayrıca bombalama yapan 5 pilotun 5’i de sonradan “FETÖ” iddiasıyla tutuklandı. Başka ne var? Köprüye 10 dakika mesafedeki 1. Ordu’dan bile çıkan olmadı.
Perinçek’in kastettiği şu: Darbe yapacağı söylenen ve beklenti oluşturulan unsurlar harekete geçmediler. Asıl olan bu. Ordunun yönetime el koyacağı görüntüsünün oluşturulması ve bazı unsurların iyot gibi ortada bırakılması…
Halkın sokaklara çıkarılması ise işin başka boyutu. Sivil katliamı ile dehşetin artırılması ve ‘vatan haini darbeci FETÖ’cüleri milletimiz durdurdu’ algısının oluşturulması için bu gerekliydi. Sonrasında siyasi iradenin yapacağı olağanüstü zulüm ve tasfiyeler için kendine göre bir ‘ahlaki zemin’ oluşturabilmek için…
Görünen o ki işin en kolay tarafı, Cemaat’ten isimleri tuzağa düşürmek olmuş.
TR7/24