Ne zaman anlayacaksın, biliyor musun?
Gitmesini isteyip de gönderemediğinde…
Gitsin artık isteyeceksin.
Ama gitmeyecek…
“Yeter!” diyeceksin.
Ama yetmeyecek.
Bakıyorum gün aşırı senin faturalara isyan videoların düşüyor ekranıma…
Ağlıyorsun.
Bağırıyorsun.
Öfkelisin.
Daha önce Recep Tayyip Erdoğan’ı ne kadar çok sevdiğini, şimdiye kadar kendisini nasıl desteklediğini, bütün seçimlerde oyunu hep AKP’ye verdiğini anlatıyorsun.
“Ama artık yok, daha da AK Parti’ye oy vermem” diye rest çekiyorsun.
Ne yazık, bunun artık bir anlamı olmadığını bilmiyorsun.
Ne zaman anlayacaksın biliyor musun?
Oy vermediğin halde, çevrenden kimse oy vermediği halde gitmediğinde…
Götüremediğinde…
İndiremediğinde…
Seçimlerin seçim olmadığını anlayacaksın.
Kendini ‘milli irade’ sanıyordun oysa…
Çaresizce etrafına bakacaksın; onu durdurabilecek, dizginleyebilecek, dengeleyebilecek, ona hesap sorabilecek, yol gösterebilecek ne bir siyasi makam ne bir kamu kurumu ne bir yargı organı ne bir medya ne de bir sivil toplum kuruluşu kalmadığını göreceksin.
İşte o zaman anlayacaksın.
****
Ne zaman anlayacaksın, biliyor musun?
Ben biliyorum.
Ukalalık kabul etme lütfen, sadece basit düşünüyorum.
Eşyanın tabiatı var.
Tabiatın da kuralları…
Su yüz derecede kaynar mesela, hemfikir miyiz?
Evet.
Eksi elli derecede donar. Bu da tamam.
Bıçak keser, çivi deler, keser döner-sap döner.
Su akar, ateş yakar…
Betonlaşırsan sel olur.
Ağaçları kesersen heyelan olur.
Çürük bina yaparsan, yıkılır.
Toprak zemini boşaltırsan raylar çöker, tren faciası olur.
Bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur.
Öyle mi?
Şaşırma.
Bunların hepsinin sebepleri var.
****
Şimdi bu fukaralık da nereden çıktı deme yani…
Bakıyorum pahalılıktan şikayet edip ağlıyorsun.
Ağlama.
Şikayet etme.
Bir tanesi eşekle girmiş markete. Paralı poşeti protesto ediyor.
“Yapma!” dedi birileri sana, “Ekonomi ile basın özgürlüğü arasında bir bağ vardır.”
Anlamadın.
Basın özgürlüğü karın mı doyurur diyordun.
Ne zaman anlayacaksın biliyor musun?
Doyurduğunu anladığında…
****
Hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı, ifade hürriyeti lükstü senin için. Halbuki mutfağına giren ekmekle hukuk arasında, özgürlük arasında, basın hürriyeti arasında bir bağ vardı, anlamıyordun.
Her bir yolsuzluğun, her bir rüşvetin sana daha pahalı hastane, daha pahalı yol, daha pahalı elektrik, daha pahalı mutfak olarak döneceğini bilmeliydin.
“Çalıyorlar ama çalışıyorlar” diyordun.
Çalışmanın, çalmaya bir özür olamayacağını anladığında anlayacaksın.
Halbuki bu doğanın kanunu idi. Ekonominin de kanunu…
Ağaçları kestiğinde heyelan olursa, gazeteleri susturduğunda er-geç fakirleşirsin.
Dahası da var, her şey yeni başlıyor.
Şimdiye kadar olanlar senin dışındaydı.
Hiç biri seni ilgilendirmiyordu.
Senin lüks gördüğün, ‘karın doyurmaz’ dediğin şeyler için kavga verenlerin gürültüsü idi o…
Yerlerde sürükleniyorlardı, tekmeleniyorlardı, biber gazı yiyorlardı, meydanlarda yuhalanıyorlardı, kapılarına zincir vuruluyordu, iş yerlerine el konuyordu, vuruluyorlardı, ölüyorlardı, boğuluyorlardı, hapse atılıyorlardı, işkence görüyorlardı.
Bağırıyorlardı.
Duymuyordun.
“Uyan!” diyorlardı.
Uyanmıyordun.
Ağlıyorlardı, gülüyordun.
“Beter olun” diyordun.
Adalet için yürüyenleri tehdit ediyordun.
Gerçekleri yazan gazetelere küfrediyordun. Hain ilan ediyordun.
Her şeyini bir bir elinden alan adamı alkışlıyordun.
Dahasını istiyor, dahasını veriyordun.
“Dur, yapma! Bedelini hepimiz öderiz. Bunun altında ülke olarak hepimiz kalırız!” diyenlere dombra çalıyordun.
Onu, hikmetinden sual olunmaz, kimseye hesap vermez, otoritesi bölünmez, lâyüsel, lâraybe fih bir ‘tek adam’ yapana kadar durmadın.
“İstikrar” dedin.
“Güçlü lider” dedin.
“Kıskanıyorlar” dedin.
****
Şimdi biri yere süt döküyor, birileri tarlada kalmış patatesleri asfaltta püre yapıyor, biri elde kalan fındıklarla kaldırımda ezme yapıyor. Sonra da AKP’li başkan “Gelin bu adamı temizleyin” diye sağa sola telefon ediyor.
Bir çıplak vatandaş görüyorum, İŞKUR’un önünde. Soyunmuş, oturma eylemi yapıyor. “İşsizim, açım” diyor. Polis gelip müdahale ettiğinde, “Kimseye bir zararım yok ki! Ben burada sadece oturuyorum, protesto ediyorum. Açım ben aç!” diye feryat ediyor.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. Bir iki hafta önce “Hadi bakalım vatandaş barışçıl bir eylemle zamları protesto etmek istese edebilecek mi? Kaç kişi çıkacak korkudan, endişeden sokağa?” dedi diye bir televizyoncuyu anasından doğduğuna pişman etti senin adam.
“Portakal mıdır, mandalina mıdır, narenciye midir, nedir” diye az gelişmiş ergen esprileri de yaptı. “Haddini bilmezsen patlatırlar enseni” diye hedef de gösterdi.
Kim?
Partili Cumhurbaşkanı.
Türk tipi başkan.
Senin verdiğin oylarla atı alıp Üsküdar’ı geçen adam.
****
Bir tanesi Mehmet Cengiz’e veryansın ediyor. Neymiş de “Milletin …na koyacağız” demiş. Bunu hatırlatıyor. Sanki yeni duymuş gibi ya da o yeni koymuş gibi… “8 lira ıspanak, pırasa 12 lira, 16 lira biberin kilosu…” diye sayıyor. Ardından, “Bu fiyatlar bunları götürür zaten. 15 sene oy verdim bunlara. Hanımıma da ‘Oy vermezsen hakkımı helal etmem’ dedim. Şimdi pişmanım.” diye anlatıyor.
Ne zaman anlayacak biliyor musunuz? O fiyatlar bunları götürmediğinde…
Yani kendisi, Mehmet Cengiz’in o ses kaydı düştükten sonra da oy vermiş. Erdoğan’ın talimatı ile Sabah-ATV için komisyon verdiğini öğrendiğinde de oy vermeye devam etmiş. Mehmet Cengiz ve diğer havuzcu işadamlarına, bunun karşılığında kamu ihalelerinin nasıl peşkeş çekildiğini öğrendiğinde de devam etmiş. O ‘koyverirken’ bu da ‘oy verip’ durmuş. Reis, o adamı yakalayan polisi ensesinden tutup hapse attığında da oy vermeye devam etmiş. Alkışlamış.
Şimdi hatırlamış Cengiz’in o mütecaviz eyleminin bir ucunun kendisine de duhul ettiğini. Feryat ediyor.
Etmesin.
Ateş yakar, su boğar, Ali yazar-Cengiz koyar…
****
Bir başkası dizmiş arkasına soğan çuvallarını, “Oğluma Recep Tayyip Erdoğan ismini vermiştim, şimdi gidip sildireceğim” diyor.
Sildirsin, gitsin.
Herkese nasip olmaz ümmetin lideri ile aynı adı taşımak.
Oğlunun nüfus kağıdını ekrana tutarken, “Ablacağım, benim Tayyibi sevdiğim kadar kimse sevemez. Oğlumun ismi de orcinal Recep Tayyip Erdoğan. Ama son 10-15 gündür diksindiğim kadar kimseden diksinmedim” diyor.
Sebep? Tayyip Başkan, “Soğan depolarını basacağız” dediği için.
AKP İlçe Başkanını’nın “Gelin bu adamı temizleyin” diye talimat verdiği fındıkçı da AKP’li imiş. “Bin kilometre yol gittim İstanbul’a, oy vermek için. Ve bu partiye verdim ama hakkımı da ararım” diyor.
Ne zaman anlayacaksın biliyor musun?
Arayamadığın zaman.
Hak arayacak bir merci kalmadığını anladığın zaman. O bin kilometre yol gittiğin adamla el birliği edip hak aranacak bütün kurumları siyasetin köpeği haline getirdiğini, senin hakkını arayacak bir medya bırakmadığını anladığın zaman. Sonuçta senin, “Çok da şeyimdeydi” diyen bir tarım bakanın vardı. Çok da şey etme yani, gelip temizletirler seni…
Karadenizli bir başkası, “Ben AK Parti üyesiydim. Elim kırılsaydı. Ama yayın yapın. Elim kırılsaydı diyorum, işte bu kadar.” diye bağırıyor. Sebebini soran muhabire, “Ne olacak daha, Türkiye bitti kardeşim! Gidin ha o marketlere bakın, manavlara bakın” diye isyan ediyor.
Pişman.
Niye?
Ha o marketlerdeki fiyatlar yüzünden.
“Yayın yapın” diyor.
Yayın yapılmasına, hükümetin zamlarının eleştirilmesine, seslerinin duyurulmasına ihtiyacı var.
Ne zaman anlayacak biliyor musunuz?
Sesini duyuracak bir kanal, bir gazete kalmadığını gördüğünde…
Rüyasında çığlık çığlığa bağırmak isteyip de bir türlü sesini çıkaramayan insanlar gibi, sesini kimseye duyuramadığında anlayacak.
“Biz ne yabacağuk ula!” diye soran bir başka Karadenizli, almış eline ‘kol gibi’ elektrik faturasını, medyaya fatura kesiyor. “Yalakalık yapaysunuz lan! İtluk yapayisinuz! Hiç bir tane vatandaşın derdini paylaştınız mı la!” diye soruyor. AKP’ye de bir çift sözü var: “Ha bu seçimde alacaksınız (!) O belediye oyları var ya, alacaksınız (!). Siz 2023’e bu hedeflen gidemeyeceksiniz Sayın Cumhurbaşkanım. Bu milletin anasını ağlattınız. Diyeceksiniz ki Türkiye’nin geleceğini kurtaralım. Ya bitsin Türkiye lan! Nah alırsınız oy bu sene! Bu sene size oy vermiyirim!”
Ne zaman anlayacak biliyor musunuz?
Meselenin ‘bu senelik’ bir mevzu olmadığını çözdüğünde…
O, daha önceki seçimlerde “Türkiye bitiyor” diyenlere ‘Nah!’ çeker iken olanın olduğunu anladığında…
Şimdi artık atı alanın Üsküdar’ı geçtiğini, adil seçim diye bir şey kalmadığını, seçimlerin Erdoğan’ın dış dünyaya verdiği ‘meşruiyet’ görüntüsünden başka bir şey olmadığını farkettiğinde anlayacak…
“AK Parti dünyaya geldi geleli ben AK Parti’den başkasına oy vermedim” diyen bir diğeri, elindeki faturayı sallarken, “Gavur müslümana yapmaz bunu, gavur!” diye figan ediyor.
Kendi tabiri ile ‘köpekler gibi pişman’ olan bir başkası, “Darbede ilk sokağa çıkan insanlardan biri bendim. Kardeşlerimle beraber. Koyu DSP’li babamı bile Tayyipçi yaptım. Ama şimdi bin pişmanım. Şimdi moda oldu, herkes aynı şeyi söylüyor ama hakkaten bin pişmanım. Biraz argo olacak, köpekler gibi pişmanım.” diye nedamet getiriyor.
****
Ne zaman anlayacaksın biliyor musun?
Son pişmanlığın fayda etmediğini anladığın zaman.
Kurtulmak isteyip de kurtulamadığın zaman.
Kurtulamayacaksın çünkü.
Tayyip Erdoğan iktidarı bırakamaz ki…
Saray’dan çıkamaz.
Öyle bir lüksü yok.
Bırakmamak için neleri yapabileceğini gördüğünde anlayacaksın.
İlk kez iktidarı kaybettiği 7 Haziran sonuçlarını neden kabul etmediğini bilmiyor musun?
Niye biz o sene erken seçime gittik, iki seçim arasında neden 500’e yakın şehit cenazesi geldi ve 5 ay sonra nasıl oldu da AKP yeniden tek başına iktidar oldu, anlamıyor musun?
Anlayacaksın.
Bir daha işi şansa bırakmadığını, sandıkta sürprizle karşılaşmadığını farkedeceksin.
Bırakamaz çünkü.
Gidemez.
Bıraktığı gün bittiği gündür, bunu çok iyi biliyor.
Tabiatın kuralı. Basit düşün.
O yüzden sen acından ölsen de markete eşekle girsen de oğlunun adını sildirsen de ‘daha da AK Parti’ye oy vermesen de’ bir şey değişmez.
****
O zaman, “Demokrasi sadece sandık değildir” diyenlere, “Tayyip’i yedirmeyiz” diye karşılık verdiğini hatırlayacaksın.
“Demokrasi sadece sandık değildir. İktidarı denetleyen bağımsız yargı olmazsa demokrasi olmaz. Hukukun üstünlüğü olmazsa demokrasi olmaz. Anayasa Mahkemesi çalışmazsa demokrasi olmaz. Basın özgürlüğü olmazsa demokrasi olmaz. Fikir ve konuşma hürriyeti olmazsa demokrasi olmaz. Protesto hakkı olmazsa demokrasi olmaz. Demokrasi ve özgürlük olmazsa ekmek de olmaz” sözleri ne manaya geliyormuş, o zaman anlayacaksın.
Ama yine de bir şey değişmediğinde anlayacaksın.
Kendini çaresiz hissedeceksin.
Raydan çıkmış bir iktidarı, tiranlaşmış bir devlet başkanını denetleyecek, engelleyecek, yanlıştan döndürecek, hesap soracak bir makam kalmadığını göreceksin. 16 Nisan referandumunda, “Yapma, hiç kimseye bu kadar yetki verme, diktatör olur” diyenlere karşı eline silahı alıp “Vur de vuralım Reis” diye poz verdiğini hatırlayacaksın.
“Eskiden en tepede tarafsız bir Cumhurbaşkanı vardı hiç olmazsa, sistemi dengelerdi” diye anımsayacaksın. “Ama o makamı da aldım bu doymak bilmez adamın ellerine teslim ettim” diye hayıflandığında anlayacaksın.
****
Sen şimdi böyle feryat figan ediyorsun, “Bu seçimde oy yok” diyorsun ya, bak her yerden hayali seçmen fışkırıyor.
Eski AKP milletvekili Selçuk Özdağ, “Anketler iç açıcı değil” diyor. “Çok ciddi bir ekonomik kriz var, bunu görmezden gelmek bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Önümüzde önemli bir seçim var. Anketler iç açıcı değil. Sefalet nasihatle veya dini telkinle bastırılamaz. Peygamber efendimiz, küfürle fakirlik neredeyse bir arada yazılacaktı, demiştir. Fukaralık o kadar ağır sonuçlar doğuran bir şeydir ki insanı Allah’a isyana kadar götürebilir. Kimse -ben bunun önünde dururum diyemez” diyor.
Yıkık evlere, ahırlara, mezarlara, kışlalara, dört katlı binaların beşinci katlarına seçmen dolduruyorlar o yüzden.
İçişleri Bakanı, 53 bin Suriyeli’nin oy kullanacağını açıkladı. Bu sadece resmi olanı.
Olmazsa yerli ve milli kediler trafoya girer.
Daha olmazsa YSK’ya helikopterler iner.
Yine olmazsa atı alan bir daha Üsküdar’ı geçer. Bir şekilde geçer.
Fıtratında var.
****
Durduramadığında anlayacaksın.
Mesela nüfusundan çok seçmen çıkan Ulukışla ilçe seçim kurulu başkanı, AKP’nin eski Ümraniye gençlik kolları başkanı. İstanbul’da avukatken 15 Temmuz sonrası hakim olmuş ve Ulukışla’ya atanmış.
Kimi kime şikayet ettiğini anlamadığında anlayacaksın.
Bu dönemde AKP üyesi avukatların çoğu hakim, savcı oldu. Onlar şimdi mahkemelerde ‘adalet’ dağıtıyor. Seçimlerde de seçim kurulu olarak ‘adalet’ dağıtacaklar. Parti devleti denilen şey başka nedir ki?
Senin rızanla kuruldu o devlet. Senin şimdiye kadar verdiğin sınırsız destekle. Ülkenin bütün kurumlarını, bütün denge unsurlarını bir bir aldın Erdoğan’a teslim ettin. Defalarca uyarıldığın halde, tereddüt etmedin.
Devlet Bahçeli, “Cumhur ittifakı bu seçimde şaşkına çevirecek” diyor.
“Nasıl şaşkına çevirecek? Bunun için nasıl bir sebep var? İyiye giden ne var ki herkesi şaşkına çevirecek kadar çok oy alacaksınız?” diye soracaksın.
Ama bir bakacaksın ki gerçekten de almış. Seni gerçekten de şaşkına çevirmiş.
“16 Nisan’da İstanbul’u, Ankara’yı kaybetti; her şey daha da kötüye gittiği halde nasıl olur da buraları kazanabilir?” diye sorarken bir bakmışsın ki İzmir’i bile kazanmış.
Anlayamayacaksın.
Ne zaman anlayacaksın, biliyor musun?
Her şeyi anladığında anlayacaksın.
İş işten geçtikten sonra.
Üzgünüm, sana güzel bir haber veremeyeceğim.
Bu mukadder sonu yaşayacaksın.
Basit düşün, tabiatın kuralı bu.
Toprağı boşaltırsan raylar çöker…
??
Bir şeyde ben ekleyim okurunuz olarak
* herkes bir gün anlayacak,bu zamanın Benlik zamanı olduğunu,herkes kendini bir halt sandığını,ama tek başına bir cacık olmayacağını,
Ben olmazsam “olmazdılarla”kendilerini büyük gösterenlerinin zamanı olduğunu,
Matematiğin kuralı bu yeğeeen “ tek tek yükseleceğine,birlikte olup yükselmenin çok daha değişik sonuçlar getireceğini bimek.”
Ortaya bir şeyler atmayı bilmek lazım.
Herkes birşeyler ekler bir çorba olur,sakın benim attığım şey ortada kayboluyor sanmayın,çorbayı içen içinde tuz olup olmadığını ilk damlasında fark eder.
Saygılar
Daha iyi ifade edilemezdi. Bravo.
Tebrik ederim. Güzel bir yazı olmuş.
Enfes bir yazi Ahmet bey, tebrikler..