Aslında bu sorunun cevabını, geride kalan 8 bölüm içerisinde parça parça bulmuşsunuzdur.
Kafanızda bir Hulusi Akar fotoğrafı canlanmıştır zaten.
Ancak bahusus buna ayrı bir başlık açmak gerektiğini düşündüm.
Bazı detaylarla birlikte portrenin daha iyi oturması için.
15 Temmuz’un ve yaşanan sürecin biraz daha berraklaşması adına bir boşluk kalsın istemiyorum.
Zaten yazı dizisine başlarken vaat ettiğim de buydu.
****
Mutlak iyi ve mutlak kötü bir insan yoktur, malum.
En iyi insanda bile bazı istenmeyen huylar olacağı gibi en kötü insanda dahi muhakkak bazı güzel hasletler mevcuttur.
O yüzden her insanı iyi ve kötü, olumlu ve olumsuz, güçlü ve zayıf yanları ile birlikte ele almak gerekir.
Ben belki bu anlamda Hulusi Akar’ın nasıl bir insan olduğunu anlatmak, kişilik özelliklerini sıralamak veya karakterini analiz etmek için uygun bir kişi olamam. Çünkü bırakın kendisi ile tanışmayı veya birlikte uzun zamanlar geçirmeyi; kendisiyle bir kez karşılaşmışlığımız bile yoktur.
O nedenle söyleyeceğim her şeye tabi ki bir şerh düşmenizi tavsiye ederim.
Akar’ın kişilik özelliklerine dair mutlak yargılarda bulunacak olsam da en nihayetinde bunlar subjektif bir okumadan ibaret olacaktır.
Neye göre ve nasıl bir okuma yapacağıma gelince…
Yıllarca politika muhabirliği yapmış, iyi-kötü Ankara’yı bilen, asker-sivil ilişkilerini takip eden, yakın tarihe dair okumalar ve araştırmalar yapan, 15 Temmuz üzerine çalışan, bir çok iddianame, ifade, savunma ve belge okuyan, Hulusi Akar üzerine odaklanmış, açıklamalarını ilgi ile takip eden, davranışlarını yorumlamaya çalışan ve onu tanıyan bir çok insanla konuşan bir gazeteci olarak bildiklerim, duyduklarım, okuduklarım, gözlemlerim ve çıkarımlarım üzerinden bir okuma…
****
İyi tarafından başlayalım.
Hulusi Akar’ın iyi yanları nelerdir?
Her şeyden önce zeki, kapasiteli ve çok yönlü bakabilen bir insan.
Zekâ nedir ona göre? Zeki kime denir? Hulusi Akar, zekâyı ‘şartlara uyum’ olarak tanımlar.
Çetin şartlar altında hadiseleri lehine çevirebilme ve zorlukları başarı ile kullanma yeteneği vardır.
Analitik düşünür.
Yöntemli çalışır.
Stratejik hareket eder.
Disiplinlidir.
Keskin bir ön görüye sahiptir.
Kişileri, ilişkileri, olguları, olayları ve grupları düzgün bir şekilde tasnif eder. Bunu örneklemek bakımından, daha önce yazdıklarıma ilaveten bir örnek daha vereyim. Katı ulusalcı görüşleri ile bilinen, her fırsatta ateist olduğunu yineleyen ve “En cahil Türkler, müslüman Türklerdir” açıklaması ile tartışmalara yol açan Jeoloji Profesörü Celal Şengör ile de çok iyi görüşür Birlik Vakfı ile de yakın temas kurar.
Etrafındakileri etkileme kabiliyeti yüksektir.
Birebir ilişkilerde başarılıdır. Ancak bu da belki dışa karşı açık olmamasından ve perde gerisinde kalmaktan hoşlanmasından kaynaklı olabilir. Gizli hesaplar, kulisler ve fısıldaşmalar onun daha çok tercih edeceği bir durum.
İlişki yönetmede garip bir şekilde başarılıdır. Yeri geldiğinde bir kurmay, yeri geldiğinde sivil, gerektiğinde kasaba siyasetçisi ve icap ederse de tiyatrocudur.
Bir çok menfi özelliğine ve kötü huylarına rağmen gerçekten şaşılası bir şekilde kendini sevdirmeyi başarır ve yakınlarına güven telkin eder.
Aşırı dikkatlidir.
Temkinlidir (Duruma göre bu menfi bir özellik de olabilir). Bir şeyi elli kere düşünür ama sonunda hayata geçirdiği çok az şey vardır. Öyle Metehan Demir’in dediği gibi ‘Seri Paşa’ falan değildir yani.
Olayları sessizce izlemeyi ve ona göre pozisyon almayı tercih eder (Bunu sinsilik anlamında kullanırsak elbette olumsuz bir kişilik özelliği olarak kullanmamız gerekecektir).
İstihbaratçıdır. Bilgi toplamayı ve bu bilgileri en gerekli zamanda kullanmayı iyi becerir. Her yerden ona bilgi taşıyan ‘kulak’ları vardır.
Ha unutmadan; bir de çok bakımlıdır. Manikür, pedikür yaptırır, kaş aldırır. Generalin bu kadar bakımlısını bulmak zordur. Her ne kadar İstanbul’da sık gittiği bir kuaförü sadece kişisel bakım için değil de Cavit Çağlar, Zekeriya Öztürk gibi isimlerle buluşmak için tercih ediyor olsa da…
****
Gelelim olumsuz özelliklerine…
Üzgünüm ama bu bölüm biraz daha uzun olacak.
Evvel emirde şunu söylemek isterim: Hulusi Akar üniforma giymiş olmasına rağmen askerlikten çok politika peşinde koşmuştur. Mesleğini siyasete alet etmiştir, kötüye kullanmıştır.
Bunun doğal bir sonucu olarak açık ilişkilerden kaçıp gölgede kalmayı sever.
Doğrudan değildir, arkadan dolanır.
Dolayısıyla bir lider de değildir. Liderler açıktır. Halk önündedir. Nutuk çeker. Kitleleri peşinden sürükler. Ekibini kollar. O ise başrolde değildir. Masa altından, kapı arkasından, perde gerisinden iş yürütmeyi tercih eder.
Hep siperler kullanır. Şiddetli çarpmalar esnasında zarar görmemek için hazırda tuttuğu iskele lastikleri vardır.
****
Gerçekte insana sevgisi yoktur. Tiksinir insanlardan. Onun için sınırlı sayıda insan vardır. Değer verdiklerine gerçekten kıymet gösterir. Gönüllerini yapabilmek için her şeyi yapar. Hatta özverilidir bile denebilir.
Fakat buradaki en belirgin kriter; ‘güç cazibesi’dir.
İlişkilerini buna göre kurgular.
Normalde zalim biridir. Ancak zulümleri güçsüz olanlara ve altlarına karşıdır. Güçlülere karşı alttan alır ve şirinlikler yapar. Siyasilere, sivillere, dış ülkelerden gelen heyetlere, yabancı askerlere, iktidara yakın savunma sanayii şirketlerine karşı çok kibardır.
Tek kelime ile komplekslidir.
Paranoyaktır.
Kıskançtır.
Bunların bir neticesi olarak, gölgesinde bir ot bitmemiştir desek abartı olmaz. Onunla birlikte çalışıp da önü açılan iki kişiden söz edebiliriz. Biri 15 Temmuz’un en kilit isimlerinden biri olan Eski Tümgeneral Mehmet Dişli, diğeri de Eski Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Emekli Orgeneral İhsan Uyar.
Ve her ikisinin de sebepleri vardı.
Mehmet Dişli, onun sırdaşıydı. Ağabeyi Şaban Dişli, Tayyip Erdoğan‘ın en has adamlarından biri. Mehmet Dişli ayrıca başta Gülen Cemaati olmak üzere Akar’ın farklı kesimlerle bağlantısını sağlayan isimler arasındaydı.
İhsan Uyar’a gelince… Onun önünü açması da büyük oranda siyasi nedenlerle oldu. Kendisi gibi Kayserili olan Uyar’ın, Abdullah Gül ile arasının iyi olduğu biliniyor. Hatta 4. Kolordu Komutanı iken dönemin Cumhurbaşkanı Gül’ün onu kışlasında ziyaret ettiği rivayetleri vardır. Bu nedenle Uyar’ın yükselişi sürpriz sayılmamalıdır. Ayrıca Akar onu, Salih Zeki Çolak‘ı gözetim altında tutmak için de kullanmıştır. Genelkurmay Başkanı olduktan sonra Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini Çolak’a devreden Hulusi Akar, ona karşı güvensizdi. Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Uyar’ı, Çolak’ı kontrol altında tutmak için kullandı.
****
Asabidir.
Kendinden aşağıda olanlara ve işine yaramayacak kimselere karşı davranışları genellikle nezaketsizdir. Bir kötülük gelmeyeceğinden emin olduğu ve kendisinde güç vehmetmediği kimseler karşı çoğunlukla kabadır. O kadar ki, “it-köpek muamelesi yapar” diyenler bile oldu.
Yanındakilere en sık kullandığı laflar şunlarmış mesela: “Senin kafan basmaz”, “sizin kafanız çalışmaz”.
Annesi de küçükken ona hep böyle hitap edermiş çünkü, sık sık “Senin kafan çalışmaz” dermiş küçük Hulusi’ye. Bunu etrafına bizzat kendisinin anlattığını duymuştum.
****
Peki o halde nasıl oluyordu da farklı yerlerden kendisine bilgi taşıyan bu kadar sadık adamlar bulabiliyordu? Nasıl oluyordu da kendini sevdiriyor ve güven telkin ediyordu?
Bunun bir kaç cevabı var:
Bir; Daha önce de yazmıştım, bire bir ilişkilerde gönül alır ve iltifatlar eder. “Hulusi Akar’ı Hulusi Akar yapan budur,” deniyor.
İki; ideolojik şartlanmışlıklar. Her yerde olduğu gibi askeriyede de kamplaşma, kutuplaşma var. Kendilerini ‘Ergenekoncu olmayan’ diye tarif eden, sağ görüşlü, muhafazakâr askerlerin dayanışması içerisinde Hulusi Akar’a fazla pay biçenler vardı. Cemaat’e yakın askerler bunlar içerisinde başı çekiyordu. Bir yazıda da ifade ettiğim gibi, Akar’ı ‘vatanın milletin geleceği’ olarak görüyorlardı. O yüzden olumsuz taraflarını görmek istemiyorlar, ona bambaşka misyonlar yüklüyorlardı.
Üç; AKP, MİT ve Aydınlık grubu gibi Akar’ı kendi planları için kullanmak isteyen çevrelerin yaklaşımları.
****
Ama sonuç olarak Akar, tepeden baktıklarına karşı genellikle kabadır.
İşin acı tarafı ne biliyor musunuz? Buna eşi Şule Akar hanımefendi de dahildir. Çünkü karısını uluorta tahkir edici davrandığına dair çok sayıda tanıklıklar var.
Şule Hanım’a karşı ciddi bir nezaketsizlik olacak biliyorum ama aflarına sığınarak bir iki örnek vermek durumundayım. Zira eşleri beyefendi Hulusi Akar, kamuya mal olmuş ve yapıp ettikleri ile milyonlarca insanın kaderini etkileyen bir karakter. Dolayısıyla da çok iyi tanınması, bilinmesi gerekiyor.
Şule Akar’ın nazik, insancıl biri olarak etrafında sevilen bir kişilik olduğu ifade ediliyor.
Bu yüzden Hulusi Akar’ın ona karşı kırıcı davranışlarının bir çok askeri rahatsız ettiğini biliyorum. Belki de bu kadar çok anlatılma nedeni de budur.
Bir gün komuta heyetiyle beraber uçağa binerler. O sırada Necdet Özel Genelkurmay Başkanı, Hulusi Akar da Kara Kuvvetleri Komutanı’dır. Necdet Paşa, Akar çiftini kendi oturduğu VIP bölümüne davet eder. Şule Hanım da bu nazik daveti geri çevirmez ve hemen oracıktaki bir koltuğa oturur. Fakat Hulusi Akar, herkesin içinde sert bir şekilde eşine “Geç arkaya” diye çıkışır ve Hanımefendi’yi oradan kaldırır. Şule Hanım da sessiz ama üzgün bir şekilde arka tarafta subayların oturduğu yere geçer.
Bir de daha eski tarihlerden bir örnek vereyim.
Akar o sırada tümgeneral rütbesi ile Harp Akademileri Komutanı’dır. Eşli olarak bir yurtdışı ziyarete giderler. Heyet olarak akşam otele yerleştiklerinde, Akar sabah saat 08.00’de herkesin lobide olması talimatını verir.
Sabah kendisi erkenden aşağıya iner. Şule Hanım ise 2 dakika gecikir. Fakat Akar, onu beklemeden heyetle birlikte otelden ayrılır. 2 dakika sonra aşağıya inen Şule Akar, şaşkınlık içinde kalır. Otelden ayrılmakta olan heyet, dışarıdan onu görür ama Akar, karısını tek başına otelde bırakır. Bu davranış, Akademi’deki askeri öğrencilerin bile dikkatini çeker. Fakat doğal olarak kimse ağzını açıp tek kelime edemez.
****
Bir çok asker gibi ağzı da çok bozuktur Hulusi Akar’ın. Ağza alınmayacak küfürler eder.
Bu konuda çok fazla şahitlik dinledim ama yazıyı küfre boğmamak için sadece bir tane örnek vereceğim. Çünkü bunun başka anlamları da var.
Şöyle ki; 3. Kolordu Komutanı iken, bir sabah spor yapmaya çıkar. Yürüyüş sırasında karşıdan sarışın, uzun boylu bir askerin gelmekte olduğunu görür. Onu yabancı bir subay zanneder. Bütün sempatikliği ile döner ve İngilizce olarak “Merhaba” der. Ne var ki karşısındaki bir Türk subayıdır. Saygılı bir şekilde “Sağolun komutanım” diye cevap verir. Alı al, moru mor olan Hulusi Akar’ın karşılığı bu kez aynı kibarlıkta değildir: “S.ktir git!”
****
Pinti bir insandır.
Paraya karşı ciddi bir zaafı olduğu söyleniyor.
O kadar cimridir ki bir defasında kızının yaş günü pastasını yakın arkadaşı Selahattin Ayan’ın sahibi olduğu Pelit Pastanesi’nden aldırıp da parasını ödemek istemediğini biliyorum. Pasta yarı fiyatına alınmasına rağmen Hulusi Paşa’nın emrindeki askerleri azarladığı ve “Siz benim parama düşman mısınız?” diye bağırıp çağırdığı dedikoduları Karargâh’ın dışına bile taşmıştı.
Her zaman çok hasis davrandığı, kimseye zırnık koklatmadığı anlatılıyor.
****
Rakiplerini alt etmek için her yola başvurur. Kimini kökeni ile vurur kimini hastalığı ile…
Entrika kurmakta ustadır.
Kurnazdır.
Her zaman hesap-kitap yapar.
Kariyeristtir.
Aynı zamanda ‘baştan çıkarıcı’dır. Çok kolay ittifaklar kurar. Bu manada uyumludur da…
Fakat kötü bir huyu vardır; sadakatsizdir.
Zweig, baştan beri Hulusi Akar ile aralarında benzerlikler kurduğum Joseph Fouche için der ki, “Sadakatsizliğinden hiç bir zaman utanç duymaz. Dostlarını en kritik zamanda yüzüstü bırakır”, “İstediği anda tüm geçmişini tamamıyla unutur. Tehlike durumlarında dost, arkadaş ya da insan canı ya da alın yazısı onun tarafından tehdit altındadır. Sözlerinin ve politikasının zararlı sonuçlarına her zaman başkası katlanır.”
****
E haliyle vefasızdır da.
Bunun üzerinde biraz durmak isterim.
Çünkü bütün bir yazı dizisinde çizmeye çalıştığım Hulusi Akar portresini en iyi resmedecek örnekleri burada verebileceğim.
Mehmet Dişli, Hilmi Özkök, Necdet Özel gibi onun hayatında çok önemli yerleri olan isimlere o kadar kolay sırtını dönmüştür ki, bu ancak, hedefe giden yolda her şeyi feda edebilmeyi göze almışların yapabileceği bir şeydir.
Hani bir önceki bölümde hatırlattığım bir Eşkiya repliği vardı… Berfo Ağa’nın, çocukluk arkadaşı Eşkiya’ya, “Sen Keje için en yakın arkadaşını satabilir miydin ha? Aşkın için en yakın arkadaşına ihanet edebilir miydin?” diye meydan okuduğu sahneye atıfla, “Akar da ‘kendi Keje’sine’ böyle kavuşmuştu,” demiştim.
Bu öyle bir şey işte.
****
Mehmet Dişli’ye kazığı öyle büyük bir kazıktır ki, komplo teorisyenlerinin hala “Mehmet Dişli, Cemaatçileri tuzağa çekebilmek için Hulusi Akar’la beraber plan yaptı,” gibi bir safsataya sarılmalarına neden olur.
Yani birbirlerine o kadar yakın ve o kadar bağlıdırlar ki, Akar’ın Dişli’yi satmış olma ihtimali yoktur. Genelkurmay Başkanı Akar, Tümgeneral Dişli ile birlikte bir oyun oynamış ve Cemaatçi askerleri 15 Temmuz kumpasına çekmiştir. Sonunda da Dişli kendini feda etmiştir. Hapse girmek, terörist diye anılmak ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına çarptırılmak pahasına rol yapmaktadır. Görünen o ki, hapiste ölse bile bu rolü oynamaya devam edecektir.
Gördüğünüz gibi bu akıllara ziyan komplolara dahi inananlar var.
Halbuki hiç öyle bir şey yoktur.
Akar basbayağı Dişli’yi kullanmış ve işi bitince de çöpe atmıştır.
Ama bu şekil uçuk teorilere yol açan nedir?
İşte Akar ile Dişli’nin, birinin diğerini satmasına kimsenin inanamayacağı kadar yakın olmalarından başka bir şey değildir.
İddialara göre Dişli, onunla Cemaat arasındaki irtibat kişilerinden biriydi. 16 Temmuz sabahı itibariyle bunların bir anlamı kalmadığı için artık Dişli’nin varlığının da bir anlamı kalmamıştır Hulusi Akar için.
Bu kadar basit.
“İstediği anda tüm geçmişini tamamıyla unutur.”
Nasıl bir geçmiş mi onlarınki?
Dişli, Akar için “Ailemden biri gibidir,” diyecektir.
Çünkü 2000 yılından beri Akar, gittiği her yere onu da götürmüştür. Adeta gölgesi gibi yanında taşımıştır. Sırlarını açmıştır.
Onun ordu içerisindeki ‘kulağı’, eli-kolu olmuştur. Aralarında öyle bir ilişki vardı ki, 2011 sonrası farklı karargâhlarda çalıştıkları dönemde, Mehmet Dişli’nin ona sık sık mektuplar yazdığı öne sürülüyor. Aşırı sıklıkta bir araya gelmeleri dikkat çekmesin diye Dişli’nin kendisi veya emir subayı bu mektupları Akar’ın emir subayına ya da kalemine bırakıyormuş. Bu mektuplarda ne olduğunu ikisinden başka kimse bilmiyor. Ancak tahmin etmek zor değil. TSK içerisinde olup bitenleri, kulisleri, siyasi gelişmeleri ve bir takım planları aralarında değerlendirdikleri anlaşılıyor.
Aynı şey değil belki ama Ethem Sancak’ın Recep Tayyip Erdoğan’a duyduğu “aşk”ın benzerini Dişli, Akar için duymaktaydı.
Fakat Hulusi Akar 16 Temmuz sabahı Akıncı’dan “elini yıkayıp çıktığında”, vazifesini layıki ile yerine getirmenin huzuru ile Çankaya Köşkü’ne vardığında, hemen arkasından gelmekte olan Dişli için “Bu da onlardan” anlamında kaş-göz işaretleri yapmış ve tutuklanmasını sağlamıştır.
Denebilir ki, “Hayır, tam tersi! Asıl ihanet eden Mehmet Dişli olmuştur. Darbecilerle birlikte hareket edip Hulusi Paşa’yı derdest etti. O da bu yüzden haklı olarak Dişli’yi tutuklattı.”
Hayır.
Akar ile Dişli arasında böylesine rastlantılara ya da yanlış anlaşılmalara bırakılacak bir ilişki yoktu. Hulusi Paşa, Erdoğan’ı darbe ile indireceğinin mesajlarını o kadar çok vermişti ki, bana göre Mehmet Dişli’nin o akşam Akar’ın darbenin başında olacağından şüphesi bile yoktu. Sabaha kadar da yanındaydı. En son Çankaya’ya giderken dahi helikopterine binmişti.
****
Peki Necdet Özel?
Şuna kuşku yok; Necdet Paşa’nın onayı olmasa Hulusi Akar ne 2. Başkan olabilirdi ne de Kara Kuvvetleri Komutanı.
Fakat Akar onu hep sırtından vurdu.
“Çuvalcı general” meselesinde onu nasıl kurnazca ateşe attığını, yazı dizisinin 3. bölümünde anlatmıştım.
2014 yılında GATA’da zona tedavisi gördüğü sırada da nasıl ondan habersizce işler çevirdiğini 5. bölümde yazmıştım. Necdet Özel hastanede iken Akar gizlice dönemin Başbakanı Erdoğan’dan randevu almış ve Erdoğan’ın kalbini kazanabilmek için askerî arazileri hükümete devretmek için proje sunmuştu.
2015 yılı YAŞ’ından önce de Özel Paşa’nın hastalığını manipülatif bir şekilde medyaya servis etmişti. Çünkü her şeye rağmen AKP yönetiminin Özel’e kendisinden daha fazla güvendiğini biliyordu. Ayrıca Genelkurmay Başkanı Özel’in görev süresinin uzatılıp uzatılmayacağı tartışmaları da vardı.
Tam o sırada, Mayıs ayında Özel’in ameliyat olduğu ve 15 gün rapor aldığı haberi medyaya düştü.
Bu zaman zarfında görevi Kara Kuvvetleri Komutanı Akar’a devretmişti.
Haberlerde, Özel’in rahatsızlığının dayanılmaz hale geldiği yazıyordu.
Bu, Karargâh’ta üretilmiş bir haberdi. Oysa ilk kez bir komutan görevi başında iken ameliyat olmuyordu.
Örneğin Galip Mendi de korgeneralliği sırasında ciddi bir ameliyat geçirmişti ama bu Jandarma Genel Komutanı olması için bir engel teşkil etmedi.
Çıkan haberlerin arkasındaki ismin de Hulusi Akar olduğu öne sürülüyor. Kimlerin, nasıl sızdırdığı da biliniyor ama cezaevindeki bazı askerlerin halen akşamları keyfi bir şekilde çıkarılıp dövüldüğü iddiaları ortalıkta dolaşıyorken detayları açmıyorum.
Netice itibariyle Necdet Özel, süresinin uzatılmasını istemediği gibi Ağustos ayı sonunu bile beklemeden görevi teslim etti. Bu sayede Hulusi Akar, biraz daha erken Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturdu.
****
Oysa Hulusi Akar’ın kendi rahatsızlığı söz konusu olduğunda hiç kimse bunu kullanmaya tenezzül etmemişti.
Bu hangi rahatsızlık mı?
Değil mi ki bugüne kadar hiç medyaya yansımadı ve hiç bir yerde konuşulmadı.
İlk kez ben paylaşacağım.
Süleyman Şah Türbesi’nin taşındığı Şah Fırat Operasyonu’nun hemen sonrasıydı.
2015 Şubat.
Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Akar, bir sabah evinde traş olurken baygınlık geçirmiş ve kısa süreli bir hafıza kaybı yaşamıştı. Düşerken yüzünü lavaboya çarpmıştı. Dudağının sol tarafında bir iz kaldı.
Bu olaydan sonra doktora da gitti. Aşırı yorgunluk ve strese bağlı bir sürmenaj olmuştu.
Şah Fırat Operasyonu’nun stresi Paşa’yı aşırı yormuştu.
Bu olayı pekala Necdet Özel de Akar’ı yıpratmak isteyen rakipleri de sansasyonel hale getirebilirdi.
Ama kimse böyle bir şeye tevessül etmedi.
****
Peki Hilmi Özkök?
28 Şubat’ın olanca ağırlığı altında, çok zorlu bir virajda devraldığı Genelkurmay Başkanlığı görevini yürütürken bazı generaller için riskler almıştı. Erdal Öztürk, Muzaffer Cengiz Arslan ve Hulusi Akar, onlardan üç tanesiydi. Bu isimlerin ortak özelliği, “Ergenekoncu” diye anılan gruplardan olmamalarıydı. Hilmi Özkök bu generalleri korudu ve önlerini açtı.
Erdal Öztürk, Özkök’ün Özel Kalem Müdürü idi. Bu ekibi tasfiye etmek isteyenler Erdal Paşa’yı yemek için çok uğraştı ama Hilmi Özkök arkasında durdu ve bizzat terfi ettirdi onu.
Hulusi Akar’ı da Harp Okulu Komutanı yaptı. Erdal Öztürk Harp Okulu Alay Komutanı, Mehmet Dişli de tabur komutanı oldu.
Fakat Akar’ın Hilmi Paşa’ya muamelesi nasıl oldu?
Bu yazı dizisinin 6. bölümünde anlatmıştım. O satırlar şöyleydi: “2015 yılıdır. YAŞ’a henüz bir ay vardır. İzmir Maltepe Askeri Lisesi mezuniyet törenindedirler. Davetlilerden biri de Emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’tür. Akar ise o sırada Kara Kuvvetleri Komutanı’dır. Korkusundan Hilmi Özkök’le yan yana görünmemek için elinden geleni yapar. Özkök onunla konuşmaya çalışır ama Akar dönüp tek kelime dahi etmez. Yüzüne bile bakmaz. Bu manzara, törende bulunan çoğu kişinin dikkatini çeker. Tipik bir Hulusi Akar’dır.”
****
Erdal Öztürk’ü, 15 Temmuz akşamı darbe karşıtı ilk açıklamaları yapmasına ve darbeye yönelik tek bir emri olmamasına rağmen tutuklanması ile hatırlayacaksınız.
O sırada korgeneral rütbesi ile 3. Kolordu Komutanı’ydı.
2016 yılında Hulusi Akar’ın, YAŞ’ı kastederek, “Bu sene bir kişi orgeneral olacak, o da Erdal Öztürk’tür,” dediği rivayetleri var.
Fakat sonuçta ne oldu?
Yıllar öncesinden üstü çizilmiş olan Erdal Öztürk’ün ‘kariyer infazı’ 15 Temmuz gecesi gerçekleştirildi. Darbeciymiş gibi tutuklandı. Tasfiye edildi.
Hulusi Akar onun için kılını bile kıpırdatmadı.
****
Çünkü aynı zamanda korkaktır Hulusi Akar.
Dedim ya, sadece dişini geçirebileceği insanlara karşı güçlüdür.
Burada da bir iki örnek vereceğim.
Kara Kuvvetleri Komutanı olduğu sırada bir gün bir tuğgeneralle (Tutuklu olduğu için adını yazmak istemiyorum) küfürlü bir şekilde konuşmaktadır. O tuğgeneral sinirlenerek ayağa kalkar, “Biz o. çocuğu değiliz!” diyerek kapıyı sertçe çarpıp gider. Normalde komutana karşı yapılabilecek bir hareket değildir. Fakat Hulusi Akar, hiç bir şey diyemez. O generalin o hareketi karşısında siner.
Bir diğer örnek de hem komando olarak yıllarca arazide görev yapmış hem de Avrupa’da NATO bünyesinde karargâh vazifelerinde bulunmuş Emekli Tümgeneral Ethem Büyükışık’la ilgili…
O zaman Belçika Mons‘ta Türkiye’nin NATO’daki Ulusal Askeri Temsilcisi (National Military Representative-NMR) olan Büyükışık, Akar’ın arkasından ‘Fethullahçı’ diye konuşmaktadır. Bu durum kendisine arz edilir. Fakat ağzını açıp tek kelime etmez. Edemez. Çünkü Ethem Paşa’dan korkmaktadır.
Alt edeceğine kesin olarak inanmadığı hiç kimse ile kavgaya girmiyor Hulusi Akar.
Keza, 2014’ten itibaren her yere kendisinin Cemaatçi olduğu yönünde ihbar dilekçeleri yazan ve şimdilerde ‘Gizli Tanık Abdullah’ olarak bilinen Albay Esat Özormancık’a da hiç bir şey diyemedi.
Neden?
Çünkü eski bir ‘Cemaatçi’ olduğu söylenen Özormancık’ın aynı zamanda bir MİT personeli olduğunu bilmeyen yoktu. Bulunduğu ortamlara dinleme cihazı ile gittiği ve konuşulanları kaydettiği konuşuluyordu.
İşte o Özormancık, 17 Aralık sonrası Hulusi Akar için “Paralellerin başı” diye ihbar yazıları yazıyordu. O zamanlar Bosna’da görev yapan Özormancık, bir yarbay olarak bir orgenerali ihbar ediyordu. Aynı suçlamayı yönelttiği ve ihbar ettiği subaylardan bazıları onu dava ederken Hulusi Akar’dan ‘çıt’ bile çıkmayacaktı.
****
Çünkü geleceğe dönük planları vardı. Hesap hatası yapmak istemiyordu.
En büyük zaafı, öne çıkmaktı.
İtibar görmekti.
Önemli biri haline gelmekti.
Aktör olmaktı.
Oldu.
Çok önemli biri haline geldi.
Fazlasıyla öne de çıktı.
Ancak itibar görebilecek mi, bilmiyoruz.
Tarih onu, kendi ordusunu yok eden komutan olarak yazacak.
Ama yeni bir ordu kurdu hiç yoktan: Hulusi Akar tarafından yok edilenler ordusu.
-DEVAM EDECEK-
okurken bile bitap düşüyoruz!
ne kadar sinsi, ne kadar alçak/kalleş olduğuna emin oluyoruz (sizin amacınız bu değildir elbet, ama bu yargı da okurun hakkı).
peki, bu adamın güdüsü var mı?
kendisine ait olan, kendinden/huyundan gelen güdüleri kast etmiyorum.
inancı veya inandığı “şey” var mı? bir “şey” uğruna böyle hareket ediyorsa, o “şey” nedir?
belki “devam edecek” kelimelerinin içinden, sorumun cevabı da çıkar.
teşekkürler.
zihninize, kaleminize sağlık.
Teşekkür ediyorum yorumunuz için. Sorunuza gelince; Akar’ın temel motivasyonu “yükselmek” olarak görünüyor. Güç ve iktidar, en önde gelen motivasyon kaynağı.
Tekrar teşekkür ederim. Saygılarımla…
Ancak bu son yaziyi okudum,öyle görülüyor ki Hulusi Akar size cok büyük bir kazik atmis onun icin böyle bir yazi yazdiniz .
Okurken bir ara Hulusi Akar’i degilde, Mustafa Öcan’i anlatiyorsunuz sandim..
Ne kadar’da birbirlerine benziyorlar öyle…
Bu mahlukata cemaat mensupları nasıl bu kadar kolayca inanıp sonuna kadar güvendi? Hiç mi sorgulamadilar? Halen inanamıyorum. Bu saflık ötesi ahmaklık.
Ne Planiniz vardi da güvendiniz ?
Hala anlamadınız mı?
Cemaat dediğiniz yapılanmanın yöneticilerinin, özellikle Gülen ve iç halkasnını yazı dizisinde resmedilen Akar profilinden bir farkı yok; stratejik zeka olarak onun bir hayli gerisinde kalmaları dışında!
Cimrilik iddiası biraz fazla olmuş yakın arkadaşlar 50 TL’nin lafını etmemeli. Tam tersi karşı taraf yarı ücret alması biraz kaba olarak görülebilir yerel adetlere göre.
Portre denemesi olunca her halde her bilgi önemli oluyor. Yoksa bu yazıdaki bu bilgiler asıl önemli bilgileri gölgelemiş.
Bu bilgilere nasıl ulaştınız bir gazete i olarak iyi arşiviniz var galiba yada cemaat arşivinimi kullandınız