Sıra Mustafa Özcan-Adil Öksüz ilişkisine geldi.
Bu ikilinin yolu ilk önce Adil Öksüz’ün mollalığa başlama sürecinde kesişiyor.
Bilmeyenler için söyleyelim; ‘molla’lardan kastımız, Fethullah Gülen’e talebe olan ilahiyat öğrencileri.
Mollalar, Türkiye’nin değişik üniversitelerindeki ilahiyat fakültelerinden yeni mezun olmuş, Arapça’ya ve diğer dini ilimlere belli bir vukufiyeti olan öğrenciler arasından seçiliyordu. Gülen tarafından yetkilendirilmiş bir heyet, belli bir mantığa göre farklı okullardan listelenmiş aday öğrencileri imtihana tâbi tutuyordu. Seçilen talebeler, Gülen’le beraber kalmaya ve her gün ondan ders okumaya başlıyordu.
Sistemin temelleri, 1985 yılında atılmıştı.
İzmir Bozyaka yurdunda başlayan bu dini tedrisat düzeni, Gülen’in İstanbul’a taşınması ile önce Altunizade’deki FEM Dershanesi’nin beşinci katında devam etti.
Şu anda da halen Pensilvanya’daki kampta mollalık eğitimi sürüyor.
****
Mollalar katına kabul edilmek için, aday öğrencinin ilahiyat alt yapısı kadar -belki ondan daha fazla- ‘şakirtlik’ derecesi önemli. Yani Hizmet Hareketi’nin prensiplerini benimsemişliği, kıvamı, değerlere olan bağlılığı, inancı, Gülen’e olan sevgisi, sadakati ve itaati öncelikli.
Sonuç itibariyle 24 saat Gülen’le aynı çatı altında yaşayacak, dizinin dibine oturacak, rahlesinden ders okuyacak öğrencinin güvenilir olması hayati önemi haiz.
En yakınında, en mahreminde bulunacak.
Orası mutfak.
Burada altı çizilmesi gereken noktalardan biri şu: Mollalık müessesesi, Osmanlı medrese ulema geleneğinin bir devamı olarak düşünülmüş olsa da bu talebeler, yeri geldiğinde Gülen’in içtihatlarını veya dini yorumlarını da sorgulayacak; usulde ve esasta yeni yorumlar getirecek, yeni yollar açacak, icap ettiğinde Gülen’i de aşacak öğrenciler değil.
Gülen’e mutlak itaat eden, onu zaten en üst ilmî, dinî ve insanî mertebe olarak kabul eden, dolayısıyla onunla fikir tartıştırmayan, sorgulamayan, daha doğrusu bunu aklından dahi geçirmeyen öğrenciler bunlar.
Zaman zaman farklı düşünen bazı cins kafalar olmuşsa da onlar hem istisna olarak kalmış hem de belli bir süre sonra kendilerini halkanın dışında bulmuşlar.
****
Adil Öksüz, 1991 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Bozyaka’da mollalığa başladı.
Halim-selim, sakin, mütebessim çehreli, az konuşan bir gençti.
O dönemi bilenler, kendisi için “Son derece efendi, temiz, takva sahibi, âbid, zahid bir arkadaştı,” diyor. Bir tanesinin yorumu şöyle oldu: “Normalde benim o 90’lı yıllardan tanıdığım Adil Öksüz, karıncayı bile incitmeyecek incelikte bir insandı.”
Ben bilmiyorum tabii ama muhtemelen doğrudur.
Fakat böylesine naif, nazik, takva insanların daha sonra bir gece karşımıza kanlı bir darbenin en önemli aktörleri arasında çıkabilmesi, bana göre asıl kafa yorulması gereken nokta.
Bunu da başka başka inceleme yazılarına havale edip devam edelim.
Adil Öksüz, Gülen’le beraber İstanbul’a gelip ‘beşinci kat’ta derslere devam eden talebeler arasındaydı. Hocasının ABD’ye gidişine kadar da dizinin dibinden ayrılmadı.
Gülen’in ilk mollalarından ve mollaların doğal abisi konumunda olan, adeta ‘başmolla’ sayılan Cemal Türk, Adil Öksüz’ün oda arkadaşıydı.
Sonradan akraba da oldular. Türk, Adil Öksüz’ün kız kardeşi ile evlendi.
****
Yalnız Öksüz, ara ara ortadan kayboluyordu.
O suskun hallerinde gizem de vardı.
Çünkü üniversite öğrenciliğinden beri mahrem hizmetlerin içindeydi Adil Hoca. Yani ‘beşinci kat’ta molla iken aslında bir yandan da askerlerle ilgileniyordu.
Belli bir süre sonra Mustafa Özcan’ın radarına girdi.
Yazı dizisinin 4. Bölümünde, Özcan için şunları yazmıştım:
“(…) Çünkü mantığı şöyle işliyordu: Hizmet’in gerçek varisleri, Hocaefendi’nin talebeleridir.
Bir kere ‘Kestanepazarı’ öğrencileri olarak kendilerini hep en üst kompartımanda görüyordu. Bu imtiyazı hep canlı tutuyor, hep vurguluyordu. Ondan sonra da diğer ‘mollalar’ geliyordu.
‘Gelecekte Hizmet’i bu arkadaşlar taşıyacaktır,’ diye düşünüyordu.
‘Hocaefendi’nin talebesi olmayan birisi hakiki manada varis olamaz. Onu en iyi tanıyan, onun sözlerinin ne manaya geldiğini en iyi kavrayan, oturuşundan mimiklerine kadar her tavrından ne demek istediğini anlayan yalnız talebeleridir. Hocaefendi’yi en iyi biz bilir, biz tanırız. Bizim dışımızdakiler yüzeysel olarak, dıştan okuduğu kadar bilir,’ anlayışına sahip.
‘Liseli’ olmayanları gerçek Galatasaraylı kabul etmeyen Mekteb-i Sultani‘liler gibi yani…
Hatta, ‘Ben Hocaefendi’nin söylediklerini değil, söylemek istediklerini yaparım. Dile getirdiklerini değil, kafasından geçenleri yaparım,’ diye övündüğü anlatılıyor.”
****
Geçmişte mollalık yapıp da sonradan mahrem birimlerde etkili vazifelerde bulunan hiç kimse yok ki Mustafa Özcan’la yakın çalışmış olmasın.
Adil Öksüz, bunlar arasında en öndeydi.
Daha önce de yazmıştım; Mustafa Özcan, 90’larda Hava Kuvvetleri imamlığı yaparken 2000’lerin başında bu vazifeyi Adil Öksüz’e devretmişti.
Halef-selefler yani.
Öksüz, her zaman Özcan‘ın gölgesinde ve güdümünde kaldı.
Hiçbir bilgiyi, hiçbir haberi Mustafa Özcan’dan habersiz Gülen’e götürmedi.
Her gelişmeyi, ulaştığı her bilgiyi önce onunla paylaştı. Sürekli onu bilgilendirdi.
Bu Mustafa Özcan’ı çok sevdiği anlamına gelmiyor.
Cemaat içerisinde Özcan’ın seveni yok gibi bir şey.
En bağlılarının dahi ondan hazzetmediği, onunla mecburi işbirliğine gittikleri söylenebilir.
Bazı mahrem imamlar Özcan’ın dayatmalarına direnip onunla mücadeleye girerken bazıları da itaat edip ‘dükkanı’ teslim etti.
Adil Öksüz, ikinci gruptan.
****
İlk başlarda mahcubiyete renk veren gizemli halleri, zamanla kibre boy atmaya başladı. Gizemli bir megalomaniye büründü.
Bunda ezoterik konulara ilgisinin de etkisi vardı. Pakradunilik, Sabetaycılık, Kabala gibi konulara aşırı meraklıydı.
Yıllar geçtikçe para ile imtihanı da çoğaldı Adil Öksüz’ün.
89-90’larda mahrem hizmetler için yeni bir karar alınmıştı. Bu birimlerle ilgilenen bazı sivil imamları kamufle edebilmek için, onlardan şirket kurup piyasada esnaf olarak tanınmaları istenmişti. Sermayeleri Cemaat’in örtülü ödeneğince karşılanacaktı.
Eğer piyasada bilinen başka bir işi veya mesleği yoksa, bu kişilere dükkan açtırıldı. Yalnız bunun gerçek bir ticarete dönüşmesi şartı vardı. Yani kağıt üzerinde kalmayacaktı. Bu sebepten birçok mahrem abi ticaretle uğraşmaya başladı. Bunların bazıları işleri batırırken bazıları da çok iyi paralar kazandı. Kurdukları şirketler, artık onların oldu. Kimileri de büyük devlet ihaleleri alıp milyonlarca lira kazandılar.
Sakarya Üniversitesi’nde akademisyen olmasına rağmen Adil Öksüz de zamanla doğrudan ve dolaylı olarak ticari işlere merak sarmaya başladı.
Bundan 10-15 yıl önce bile Audi A6’ya biniyor, Ankara’da, İstanbul’da gizemli bazı adamlarla iş görüşmeleri yapıyordu. Savunma sanayiinden enerjiye kadar çok büyük oyuncularla görüşüyor, ihale takibi yapıyor ve hatta bazı önemli projeleri Gülen’e dahi anlatıyordu.
Bunlardan ileriki bölümlerde bahsedeceğim, ki derin isimlerle köprüler de bu parasal işler çerçevesinde atılacaktı.
15 Temmuz’a giden taşlar da böyle böyle döşenecekti.
****
Yani bu noktada şunu özellikle belirtmek gerekir: Adil Öksüz’ün iki tane yüzü var. Biri, yukarıda beşinci kat talebeliği sırasında resmedildiği gibi, yumuşak, nazik, güler yüzlü ve muttaki insan. Diğeri ise, aşırı hırslı, güç ve paraya tamah eden bir megaloman.
Bu ikinci yüzü ile Mustafa Özcan’a çok benziyordu. İkisini bir araya getiren de bu benzerlikleriydi.
Cemaat içerisinde bazıları Adil Öksüz ile Kemalettin Özdemir ilişkisini de şüpheli bulur.
Herkes bilmeyebilir; Cemaat tarihinin en büyük ve en uzun süreli krizinin baş kahramanıdır Kemalettin Özdemir.
90’ların başında Cemaat’in hem Ankara imamı hem de Emniyet imamıydı.
Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Said Özdemir’in oğlu olması, nazik kişiliği, hitabeti, bilgisi ve insanları etkileme kabiliyeti ile kısa sürede bir cazibe merkezi haline gelmişti. Sonra ilahiyat profesörlüğüne yükseleceği akademik kariyeri de başladı.
Cemaat imamları içerisinde Kemalettin Özdemir’e öykünen, onun gibi saç tarayan, onun gibi konuşan, onun gibi davranan onlarca isim türemişti.
Etki gücü yüksekti.
Bu da başlıbaşına bir kitap konusu olacak kadar geniş olduğundan kısa keseceğim.
Konumuz açısından önemli tarafı şu ki; Kemalettin Özdemir, daha 90’ların ortalarından itibaren kendisinden alınan görevleri devretmemesi, kendine Cemaat içerisinde ayrı ve alternatif bir Cemaat kurmaya çalışması, 2000’lerin başlarında başlayan MİT’le ilişkileri, zaman zaman teşkilata gidip Cemaat’le ilgili isim listeleri vermesi, Hakan Fidan’la daha MİT Müsteşarı olmazdan önce başlayan sıkı temasları, Beşir Atalay ile iki haftada bir denecek sıklıkta buluşması, AKP’li bakanlara gruplar halinde Cemaat’le ilgili olumsuz brifingler vermesi, Ankara Bahçeli’deki bir camide yaptığı hadis sohbetleri ile Cemaat içerisinde etkili bir grubu kendine bağlaması, Emniyet içerisinde Cemaat’e yakın polisleri bölüp birbirlerine silah çekecek noktaya kadar getirmesi, Hanefi Avcı’nın yazdığı Haliç’te Yaşayan Simonlar kitabına lojistik destek sağlaması, kardeşi Cemalettin Özdemir’in Tayyip Erdoğan’ın karakutusu Mücahit Aslan’la olan yakın iş ilişkileri öteden beri Cemaat’te tartışma konusu.
94’lerden 2011’e kadar süren ciddi ve çetin bir ayrılık süreci bu.
****
Fakat Kemalettin Özdemir ile Adil Öksüz’ün ilişkileri hep düzeyli ve saygın bir çerçevede ilerledi.
İkisi de Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde hocaydı.
Öksüz, Özdemir’e saygı duyardı.
Cemaat’le ipleri tamamen koptuğu halde, 2013 yılında Fethullah Gülen, Adil Öksüz aracılığı ile ona dua kitabı ‘Kulübüddaria’ gönderdi. Kitabın kapağına el yazısı ile Osmanlıca olarak şu notu yazmıştı Gülen: “Vicdanımda çok eskilere dayanan, fakat eskimeyen, kardeşliğini canlı tuttuğum, mübarek bir şecerenin mübarek bir meyvesi Kemalettin Özdemir Bey; latife-i Rabbaniye’nin sesi olarak kabul edecekleri ümidiyle… Elli senedir hep olduğu yerde duran: Pürkusur M. Fethullah Gülen.”
Kitap, Adil Öksüz tarafından Sakarya Üniversitesi’nde verilmişti Kemalettin Özdemir’e.
Oysa aynı Özdemir, 2009 yılında elindeki bütün isim listelerini AKP hükümeti ve MİT ile paylaşmıştı.
15 Temmuz’un ardından çıktığı CNN Türk yayınında, Adil Öksüz’ün adını da 2012 yılında ‘Cemaat’in hava kuvvetleri imamı’ olarak savcılığa verdiğini açıklayacaktı. Özdemir, şöyle diyordu: “Adil Öksüz ile aynı yerdeydik (Sakarya üniversitesi) o yüzden onu tanımamam söz konusu değil. Çok iyi tanıyorum. Hava imamı olduğuyla alâkalı olarak hem Terörle Mücadele’ye hem Milli İstihbarat’a hem savcılığa bu konuda beyan verdim. 2012 yılında verdim bu beyanımı ben, 2013 yılında verdim…”
****
Buna rağmen Adil Öksüz’ün 15 Temmuz’dan 7 ay önce bütün askeri mahrem imamların başına gelmesi, Kara Kuvvetleri imamı yapılması, 11-13 Temmuz 2016 tarihlerinde THY ile ABD’ye gidip gelmesi izaha muhtaç.
Bunlar 5 senedir cevap bekleyen sorular.
Bazılarına bu yazı dizisinde cevap bulacaksınız.
Bir kısmına da 20 Ekim 2020 tarihli “Cemaat Hulusi Akar’a nasıl bu kadar inandı? (1)” başlıklı yazımda kısmen cevap vermiştim.
Kimileri Öksüz’ün Kemalettin Özdemir üzerinden MİT’e angaje olmuş olabileceğini düşünüyor.
Ben aynı kanaatte değilim.
Adil Öksüz’ün asıl bağlılığı, Özdemir’in en büyük rakibi Mustafa Özcan’a karşıydı.
Cemaat yıllarca “KÖZ” ve “MÖZ” olarak kodlanan bu iki ismin mücadelesine tanıklık etti.
İkisi de yapı içerisinde iktidara oynayan, asıl güç kaynağı olan birimleri kontrol etmek isteyen iki kutuptu.
Normalde K. Özdemir, M. Özcan’a göre çok daha önde ve çok daha güçlüydü.
Sonunda Gülen’in mutlak desteğini alan Mustafa Özcan galip geldi.
Daha doğrusu K. Özdemir, Latif Erdoğan ve Nurettin Veren gibi isimlerin ayrılması ile birlikte doğal olarak Mustafa Özcan’ın önü açıldı.
Ve bu yıllar içerisinde Adil Öksüz, her zaman Mustafa Özcan’ın yanındaydı.
15 Temmuz’a giden son dönemeçte de Özcan onun yanında yer alacaktı.
****
Peki Adil Öksüz, Kemalettin Özdemir dışında başka bir kanaldan MİT’e angaje edilmiş olamaz mı?
Elbette olabilir.
Eski MİT Daire Başkanı Mehmet Eymür de böyle bir imada bulunmuştu.
Kesin doğrulamalar olmadan hiçbir seçeneği bütünü ile reddedemeyiz.
Fakat ben bu görüşe de biraz mesafeliyim.
Bu ihtimalin Cemaat içerisinde belli bir rahatlamaya yol açtığının ve çoklarının buna inanmayı özellikle tercih ettiğinin farkındayım.
MİT’in içeriye sızdırdığı elemanlar vasıtasıyla bir tiyatro ile ilişkilendirilmek, darbeye kalkışıp da becerememek veya bir şekilde tuzağa düşürülmüş olmaktan daha evla bulunuyor.
Bu da anlaşılabilir.
Fakat Adil Öksüz’ün 15 Temmuz’dan sonra serbest kaldığında Sakarya’dan kampı aramış olması, Cevdet Türkyolu ile konuştuğu iddiaları, halen bazı mollalar üzerinden Türkyolu ile görüştüğü yönündeki söylentiler ve bu söylentilerin bir ara Gülen’e, “Hocam, Cevdet abi Namık’la (Adil Öksüz) çok fazla görüşüyor, bu yakında patlar, ikaz etseniz de bu kadar sık görüşmese” denecek noktaya kadar varması, durumun o kadar da basit olmadığını gösteriyor.
Öksüz’ün ailesinin ilk önce Cevdet Türkyolu’nun himayesinde kampa yakın bir eve yerleştirilmesi, birkaç kez kampı ziyarete gelmeleri, daha sonra birilerinin devreye girip Gülen’e, “Hocam bu yanlış anlaşılır, kamuoyuna izah edemeyiz. Sanki Adil Öksüz’ü sahipleniyormuşsunuz gibi bir görüntü doğar,” demeleri üzerine yine Cevdet Türkyolu üzerinden başka bir adrese yerleştirilmeleri de bu şekilde yorumlanabilir.
Fakat bu, Adil Öksüz’ün kendisi ile doğrudan görüşmelerle aynı şey değil.
Sonuç itibariyle eşi ve çocukları, Adil Öksüz’ün yaptıklarından sorumlu tutulamaz.
Bütün ailenin cezalandırılması beklenmemeli. Bütünü ile yalnızlaşmış ve şeytanlaştırılmış bir aileye sahip çıkmak, insanî bir vazifeden öte bir anlam taşımayabilir. Yani tek başına bunun üzerinden bir etiketleme yapmak doğru olmaz.
Kaldı ki Gülen’in halen en yakınlarından biri olan Cemal Türk de Adil Öksüz’ün akrabası. Haliyle ailesine sahip çıkmak istemesi de tabii bir durumdur.
Fakat Adil Öksüz’ün kendisi ile irtibatların devam etmesi ve bunun kampta çoğu insan tarafından bilinmesi, hiçbir kayıt ve şart altında normal karşılanamayacak bir tablo.
Ayrıca Gülen‘in bir yabancı televizyon kanalına verdiği röportajda Öksüz‘ün MİT ajanı olabileceğine dair ifadelerine rağmen, Mustafa Özcan‘ın da aralarında bulunduğu birçok Cemaat büyüğünün, soranlara, “Adil Öksüz haindir diyemeyiz. Kesin bilgi olmadan ve kendisi ile konuşmadan bir şey diyemeyiz,” karşılığını vermeleri manidar. Hiçbiri Öksüz aleyhine net açıklamalar yapmıyor.
Öksüz’ün ailesinin de Gülen‘in açıklamasına gönül koyduğu ve imalardan duydukları rahatsızlığı ilettikleri konuşuluyor.
****
Ben Öksüz’ün 15 Temmuz’daki davranışlarını, daha karmaşık iki ayrı faktöre bağlıyorum.
Bunlardan birincisi; Mustafa Özcan’la beraber derin devletin sağcı, milliyetçi, muhafazakar kanadı ile kurdukları diyaloglar.
Adil Öksüz, MİT’ten, askeri ve sivil çevrelerden ‘derin devlet’e yakın denebilecek insanlarla temas halindeydi. Bilhassa parasal işlerle bu kontaktlar kurulmuştu. Bana kalırsa bu temasları, onları büyük bir yanılgıya sürükledi. Öksüz oradan bazı girdilere maruz kaldı.
İkinci faktör de daha önce sözünü ettiğim üzere Adil Öksüz’ün mistik karakteriydi.
Doğrudan angaje edilmesine veya kadrolu eleman olmasına gerek bırakmayacak şekilde, yönlendirilmeye ve manipüle edilmeye açık bir pozisyondaydı.
Çünkü kendisine bir misyon biçiyordu.
Hz. Musa, Firavun, Tevrat ve Yahudiler üzerine çalışan Öksüz, yaşanan sürece semboller üzerinden bakıyordu.
“Kızıldeniz yarıldı. Başka çıkış yolu yok. Kader denk noktası burası. Artık zamanı geldi,” diye yorumluyordu hadiseleri. Hayalperest, romantik, hırslı ve kendinden emindi.
Yanılmadığına dair kesin bir inancı vardı.
Halbuki çok büyük bir komplonun parçası olmuşlardı.
Gerçeklikten ve gerçeklerden kopuk bu metafizik koşullanmalar, hem Adil Öksüz’ün hem de Cemaat’in sonunu getirecekti.
-DEVAM EDECEK-
Ahmet bey yazılarınız için çok teşekkür ediyorum.2 grup yazılarınızı çok dikkatli şekilde takip ediyor.1.grup gerçekten olup biten olayları ve bu alçak tuzağa milyonları itenleri öğrenmek isteyen ve yazılarınızı merakla bekleyen grup 2.grup ise burs parasından maaş adı altında zarf alan ve rızık endişesine sebep olan yazılarınızdan dolayı sizi ajan ilan eden grup.ABD deki herhangi bir beldedeki sorumlu haftada gittiği 3-5 sohbet ve istişare karşılığı ’ imam demiyorum özellikle böyle dini kavramları kirletmemek adına’ sadaka zekat benzeri yardım maksatlı toplanan paradan, en az aylık 5 bin dolar, yıllık 60.000 dolar ve Avrupa’daki 2.000 Euro yıllık 24.000 bin Euro maaş alıyorlar.Bunun yanında kullandığı arabanın+benzin+kasko +sigorta parası,yeme içme ve ikram +yaz ve kış dönemi 5 yıldızlı oteldeki maneviyat kampı +vize+uçak+konaklama masrafları…Dünyanın hiç bir CEO sunda olmayan ve asla hesap verilmeyen şeffaf olmayan diğer harcama kalemleri ile sadaka zekat paralarını afiyetle yiyen ve karnını ateşle dolduran tayfa. Hiçbir ülkede gönüllü hizmet ediyorum diyerek soluduğu havanın ve içtiği suyun dahi parasını gönüllü kişilerin zar zor arttırarak verdikleri paradan harcayan ikinci bir örnek yoktur.Emin olun hiçbir kimse bu şekilde harcanan paraları helal etmiyor.
Sizin deyiminizle Audi A6 kullanan,sermayeleri cemaat’in örtülü ödeneğince karşılanan ve yıllar geçtikçe para ile imtihanı çoğalanları lütfen kınamayın ve yargılamayın. Asıl sorgulanması gereken ve suçlu olan bu sistem ve bu sisteme fetva veren o kafadır. Çünkü yardım adı altında toplanan paralardan sorgusuz sualsiz bu kadar fazla harcamaya fetva veren hiçbir masraftan kaçınmayın deyip kesenin ağzını sonuna kadar açan o kafadır asıl buradaki suçlu kişi. Attıkları en küçük adım ve aldıkları her nefes için dahi o kafadan fetva ve izin alan bu kişileri yanlış işleri dolayısıyla kendi kafalarının hükmüne göre yaptıklarını zannediyorsanız çok büyük bir yanılgıya düşersiniz. O kafa vücutta ki beyindir diğerleri ise olsa olsa şuursuz itaat eden birer uzuvdur sadece bu bir fazlası değil.
“…hem de Cemaat’in sonunu getirecekti.”
Kim dedi size cemaatin sonunun geldiğini, eyy
film ortasındaki patlamış mısır arasını filmin sonu sanan Ahmet!
Allah büyük.
Bu hareket sizin de bizim de, ayrıca bizim çocuklarımızın da cenaze namazını kılar merak etmeyin!
bu yazınızda bahsettiğiniz sakradunilik sabetaycılıkgibi ezoterik konular sadece mistik karakterli şahsa ait değildir. asıl bu konuya meraklı olan dünya televizyonlarına verdiği demeçte …siz inanır inanmazsınız; bunu da erbabı bilenler söylüyor ölümüm için 10 defa büyü yaptılar fakat ben ölmedim… diyen şahıstır darbe kararlarında beddua seanslarında din dışı fetvalarında bu büyülerin tesiri altındamı yapılmıştır bir zamanlar türkiyede komşu ülkeden geldiği safsatası yayılan ve halkekmek ile su dağıtım şebekelerini hedef aldıklrı söylenen 3-5 bin büyücünün etkileri acaba erbapları tarafından nasıl değerlendirilmiştir.her hareketinde 11 ve katları ileilgili gizli ezoterik söylemleri olan en az 10 defa ölmesi için büyülenmiş kişiye göre darbe tarihinin 15 temmuz 2016 = 11 Şevval 1437 hicri tarihe denk gelmesi ve bu tarihinde hicri 11 Şevval 8 de gerçekleşen Huneyn Gazvesi olarak bilinen savaşın yıldönümüne gelmesi tesadüf müdür . Darbe tarihinin 11 şevval 1437 ye denk gelmesinin hunueyn gazvei ve11 ve katları ile ilgisi varmıdır yoksa AÖ yada onun akıl hocası tarafından bu tarih özelliklemi seçilmiştir.Büyü olayları hala devam etmektemdir sürekli büyü yapılan birinin verdiği kararlar doğrultsunda bu hareketin yol alması ne derecegüvenlidir
Gülen’e mutlak itaat eden, onu zaten en üst ilmî, dinî ve insanî mertebe olarak kabul eden, dolayısıyla onunla fikir tartıştırmayan, sorgulamayan, daha doğrusu bunu aklından dahi geçirmeyen öğrenciler bunlar.
Demekki Molla Ekibi kora halinde 5 vakit;
Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:
Kuklacı gülen Usta, kuklalarda biz.
Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer;
Bittimi oyun, sandıktayız hepimiz… nakaratlarını tekrar ediyor demekki çok yazık.
Ahmet bey asıl tiyatro ve sahne arkasındaki olayları bize gösterdiğiniz için teşekkürler.
Bu yazilarda faturayi Mustafa Ozcan’a cikararak Gulen’i aradan siyirma cabasi bulunuyor. Kimse bu yapiya Mustafa Ozcan yuzunden destek vermedi, mesruiyeti bu sekilde saglanmadi. Gulen yuzunden destek verdi, Gulen sayesinde mesruiyet devsirdi. Varsayalim soyledikleriniz dogru ve Gulen oyuna getirildi, o halde ne bu capta dunyevi bir organizasyonun yoneticisi olmaya layiktir, ne de kalp gozu acik bir din adamidir kendisi. Buna ragmen 15 Temmuz sonrasinda dahi bulundugu yerde durmaya devam ediyorsa en az Mustafa Ozcan kadar sucludur, en az onun kadar iktidar hirsina sahip bir sahsiyettir kendisi.
Xavier kardeşim kalp gözü açık din adamı dediğiniz önünü dahi göremiyor ,bir çiftliğe hapis olmuş körler sağirlar birbirini agirlar misali meydan boş nasılsa karsi cikan yok sallayip duruyor.Bu yuzden tabii ki kült olmuş; “Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; çünkü onlar akıllarını kullanmazlar.” Bakara:171
Asıl sakatlık hala onu lider ve din adamı(ilah) kabul edenlerde;
“Onlar, Allah’ı bırakıp (Allah’ın velisi ve şefaatçisi zannettikleri, aşırı yücelttikleri din adamları olan) bilginlerini ve rahiplerini rabler (ilahlar,verdikleri her hükmü —Allah’ın kitabına uyup uymadığını araştırmadan— doğru kabul ederek, onları Allah’tan ayrı birer Rab konumuna getirdiler )edindiler”Tevbe/31.Biraz dininizi öğrenin kardeşim dünyanız gitti ahiretiniz gitmesin en azından.
Halen hayatmuzi mahveden özcan gibi öksuz gibi serefsizleri savunsn ahmaklar var. Kuklacı deyimi iyi olmus. Tc de yuzbinlerce masumun hayatini recoyla beraber mahvettiniz. Kahrol özcan kahrol bizim sadakalrdan maas alan haramzadeler