“Bu son operasyon, Mehmet Değerli’nin de sonunu getirecekti,” diye bitirmiştik son yazıyı.
Peki neden?
Ne oldu da Değerli’nin sonu geldi?
Ve nasıl oldu?
Bu soruların cevapları, aynı zamanda bir önceki bölümden bakiye kalan, “‘Pakraduni’, ‘Sabetaycı’ belgelerinin sunulmasından sonra ne oldu? Gülen ne yaptı? Bunlar da yeni tasfiyelere dönüştü mü?” şeklindeki sorulara da cevap olacak.
Şöyle ki…
Gülen bu yol arkadaşlarını elbette uzun yıllardır tanıyor, onlara güveniyordu. Ancak Mithat müstear adını kullanan ve uzun yıllardır devlet içinden resmî bilgiler getiren mahrem imam, Mehmet Değerli ile bu belgeleri sununca, Gülen’in kafasının karıştığı anlaşılıyor.
Bir önceki bölümde atıf yaptığım ‘Foot in the Door’ yani ‘Kapıya Ayak Koyma Tekniği’ni unutmayalım.
En çok ehemmiyet verdiği konulardan biri olan ‘Pakraduni’lerle ilgili yıllardır bilgi getiren bir mahrem imam, kuşkusuz önemli bir kişidir Gülen için.
Değerli’ye gelince… Onunla ilgili kafasında soru işaretleri olsa da Cevdet Türkyolu, Adil Öksüz, İsmail Kokuroğlu gibi itimad ettiği insanlar onun için koruma kalkanı oluşturunca, bu şüpheleri azalıyordu.
Sonuçta, bir mektupla tasfiye ettiği diğer 19 yol arkadaşı da bu ‘Pakraduni’ mektubu ile tırpanlanmak istenenlerden daha değersiz değildi ki…
Onların her bireri, yıllarca en kritik, en kilit kurumları takip eden birim yöneticileriydi.
Ama nihayetinde o 19 kişiyi aldı mı görevden? Aldı.
Etrafından uzaklaştırdı mı? Uzaklaştırdı.
Bunları o mektuplara binaen mi yaptı? Evet.
O kadar arkadaşının ‘hain’ olduğuna inanmamış olsa bile, Hulusi Akar’ın yapacağı işe o denli bel bağlamıştı ki, hiçbir şeyin buna engel teşkil etmesini istemiyordu.
Burada da aynı bağlam var…
Yılların dava arkadaşlarının ‘dönme’ olduğuna veya Cemaat’i içeriden parçalamak üzere sızdırıldıklarına kani olmamış olsa bile, bir süre için onları ‘kenara çekmekte’ bir beis görmeyecekti. Nitekim o isimlerin çoğu zaten son tasfiyelerle birlikte fiilen ‘oyun dışı’ kalmışlardı.
Şunu kabul etmeden, bu olayları anlamamız güç olacaktır: Fethullah Gülen, Mehmet Değerli ve arkadaşlarının haklı çıkmasını çok istiyordu. Bu hedefe kilitlenmişti.
****
Bu yeni ‘belgeler’ sonrası yeni görevden almalar veya tasfiyeler olmadı.
Daha doğrusu olamadı.
Belki olacakken başka gelişmeler yaşandı.
Benim ulaştığım bilgilere göre Fethullah Gülen, Barbaros Kocakurt’a, “Senin soyunda Pakradunilik olduğunu gösteren belgeler getirdi arkadaşlar. Nedir bu? Aslı nedir bu işin?” diye soruyor.
Bunun üzerine karşı harekete geçen Kocakurt, “Benim de bu adam hakkında anlatacaklarım var,” diye araya giriyor. Mehmet Değerli’nin bir yalancı olduğunu ve kendisinin bunu tespit ettiğini söylüyor.
Neyi tespit etmişti?
Veya nasıl ortaya çıkarmıştı bu sahtekârlığı?
Değerli’nin kaldığı evdeki bir halı sayesinde… Normalde Hulusi Akar’da olması gereken, ona hediye edilecek diye alınan ve takdim edildi diye bildirilen pahalı bir halı…
Tabii bu Değerli’nin üstünün çizilmesine tek sebep değil; bardağı taşıran son damla…
Öncesi o kadar trajikomik ki, Hareket’e gönülden bağlı olan insanların inanmakta güçlük çekeceği bir başka bölüm daha olacak bu…
Fakat teyidli olduğunu, belki bazı nüanslar dışında tamamının gerçek olduğunu vurgulayarak anlatacağım size bu olayları…
****
Dediğim gibi, ‘halı olayı’ Değerli için yolun sonuydu ama o noktaya gelinceye kadar aslında birçok kez yakayı ele vermişti.
Onun yalancı olduğunu düşünen, hatta bunu belgeleyen ve Fethullah Gülen’e gidip şikâyet edenler de olmuştu.
Bazılarının ilk andan itibaren ona güvenmediği ama gerçek yüzünü ortaya koymanın ayları bulduğu söyleniyor.
Mesela dönemin ‘ABD İmamı’ Mehmet Yaşa, Barbaros Kocakurt, Osman müstear isimli ‘Bürokrasi İmamı’, Bahadır müstear isimli eski ‘Emniyet İmamı’ ve Osman Şimşek’in aralarında bulunduğu bazı kritik isimlerin çeşitli vesilelerle Mehmet Değerli’nin yalanlarını Gülen’e aktardıkları belirtiliyor.
Hatta 27. bölümde, Mehmet Değerli’nin bu isimleri nasıl hedef aldığını yazmıştım. “Hulusi Akar burayı uydudan dinliyor, sizin konuşmalarınızı tespit etmiş” diyerek önlerine ses kayıtlarını koyuyordu.
Nitekim kendisi ile yaptığım görüşmelerde de en çok bu isimleri hedef aldı.
Bu kişiler kendisini şikâyet ettikçe onlar hakkında bazı kozmik bilgiler Mehmet Değerli’ye ulaştırılıyordu. O da bu bilgileri Fethullah Gülen’e götürüyor ve onları yıpratmaya çalışıyordu.
İlginçtir, Gülen de sonuna kadar Mehmet Değerli’den yana tercih yaptı.
O ya da bu sebeple, onu şikâyete gelenlerden ziyade Değerli’nin tarafını tuttu.
Bunda, “Hocam Mehmet belki hovarda olabilir ama size ve Hizmetimize sadakatinde en ufak bir şüphe yok. Söyledikleri doğru,” diyerek arkasında duranların da rolü büyüktü.
****
Ulaştığım bilgilere göre Değerli hakkında en çok araştırma yapan kişi, Gülen’in en yakın talebelerinden Osman Şimşek’ti.
Birincisi, Akar’ın gönderdiği ilk mektup vesilesi ile oluyor.
Mehmet Değerli bu ilk mektubu, Hulusi Paşa’nın Kara Kuvvetleri Komutanlığı döneminde getiriyor.
Tam ne zaman?
2015 Ocak ayında Akar’ın Washington’da “NATO’ya sağladığı sıradışı katkılar nedeniyle” liyakat lejyonu madalyası (Legion of Merit) almasının hemen ertesi günü. Akar daha Washington’dayken…
Değerli, Kamp’a 7 Ocak’ta giriş yapmıştı, bu tören ise 27 Ocak’ta olmuştu. (Törenin arka planını, ‘Hulusi Akar’ın Yazılmamış Portresi’ başlıklı yazı dizimin 3. bölümünden okuyabilirsiniz.)
Yani Değerli, Paşa’nın ABD’ye gelmesinden 20 gün önce Kamp’a yerleşmişti.
Bunun öncesinde yakın çevresi ile bütün irtibatlarını kopardığını, kendisini çok iyi tanıyanlarla etrafına duvar ördüğünü ve sadece girdiği yeni çevre ile hareket ettiğini hatırlatayım. Bunu da dizinin 22. bölümünde anlatmıştım.
Hulusi Paşa da zaten sürekli camiaya sıcak mesajlar veren ve her fırsatta Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak gerektiğini söyleyen bir komutan olarak, Cemaat’in bazı ağabeyleri için ‘Halis Abi’ idi…
Veya ‘Hulusi-i Sâni’…
Dolayısı ile Mehmet Değerli, ilk mektubu işte böyle bir atmosfer içerisinde getirmişti.
****
Peki el yazısı ile yazılmış bu mektupta ne vardı?
Buna dair farklı farklı anlatılar var. Ancak hepsinin ortak noktası şurası; Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akar, Gülen’e bir teklifte bulunuyordu. Artık bıçağın kemiğe dayandığını ve Türkiye’yi bu beladan kurtaracağını yazan Paşa, adeta Gülen’e ‘Var mısınız, yok musunuz?’ diye soruyordu.
Görüldüğü üzere Hulusi Paşa net bir şekilde ‘darbeyi’ çağrıştıran bir üslup kullanmıştı. Buna şüphe yoktu.
Mektupta, Gülen’e yönelik öyle ifadeler kullanılmıştı ki, Hulusi Akar adeta yılların ‘halis muhlis’ şakirdi gibiydi.
İşte bu mektuptan sonra Gülen gözyaşlarını tutamamış ve “Bunu talebelerimden ancak üç ya da dört kişi yazabilir,” demişti. Akar’ın kendisini bu kadar iyi tanımış ve anlamış olmasından etkilenmişti.
Cemaat’te hiç de azımsanmayacak kadar çok insanın, “Evet, o mektupları ancak talebelerden üç-dört kişi yazabilirdi. Çünkü zaten talebelerden biri yazmıştı.” iddiasını dillendirdiğini, dizinin 26. bölümünde paylaşmıştım.
Bu görüşe göre mektupları, Mehmet Değerli ve Hulusi Akar’la birlikte hareket eden bir grup kaleme alıyordu. Bu grubun içerisinde, Gülen’in en eski talebeleri de vardı, yılların mahrem imamları da…
Akar doğrudan mektupları yazan kişi olmasa bile, muhakkak bu tezgâhın içindeydi.
****
Kara Kuvvetleri Komutanı, Hizmet Hareketi liderinden acil bir cevap beklemektedir.
İşte bu noktada, çok hayret edilecek bir şeyle karşılaşıyoruz…
Mehmet Değerli, “Hocam cevabınızı antetli kâğıda yazmalıyız” diye ısrarcı oluyor. Mektubun altına imza atılması noktasında da çok bastırıyor.
Hatırlayacaksınız Fethullah Gülen, 17 Aralık operasyonundan sonra Gazeteci Fehmi Koru vasıtası ile dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gönderdiği mektubu, böyle bir antetli kâğıda yazmıştı…
Değerli, bunun da aynı formatla gönderilmesi gerektiğini söylüyor.
Gülen de bunu kabul ediyor.
Fakat orada birileri araya girerek “Efendim, lütfen antet de kullanmayın, imza da atmayın. Cevap yazdık, yeterli. Aksi takdirde Halis Bey’in (Hulusi Akar) ilk mektubu üzerinden sizi ve Hizmetimizi mahkum ederler. Bu insanlar güvenilir değil. Bunların ne yapacakları ve bu mektubu nerede kullanacakları belli olmaz. Eğer tasvip edilemeyecek şeyler yaparlarsa, bu mektubu dünyaya izah edemeyiz,” der.
Öğrendiğim kadarıyla bu itirazı yapan kişi Osman Şimşek’ti.
Şimşek, cevap mektubunu önce bilgisayardan çıktı olarak alıyor. Sonra Gülen’in parmak izi geçmesin diye kâğıdı karşıdan göstererek kendisine okutuyor.
Bu tavır Gülen’in de hoşuna gidiyor.
Fakat bu kez Mehmet Değerli ve ekibi Şimşek’i hedefe oturtuyor.
Hulusi Akar’ın ‘hain’ olarak gördüğü kişilerin listesine onu da yazıyorlar.
Ancak Gülen bir şekilde onu feda etmiyor, yanında tutmaya devam ediyor.
****
Tabii hepinizin aklına, “Gülen’in mektubunda ne vardı?” sorusu gelmiştir.
Bunun cevabına henüz ulaşamadım,
Çünkü anladığım kadarıyla gerek Akar’dan geldiği söylenen ilk mektup gerekse de Gülen’in cevabı, izahı yapılabilecek gibi değil. O yüzden burada aşırı korumacı bir tavır olduğunu gözlemliyorum.
Ama olayların akışından az çok tahmin edilebileceğinizi sanıyorum.
Benim tahminim, Gülen’in Orgeneral Akar’a son derece nazik bir üslupla ve üstü kapalı olarak ‘Yanındayız’ mesajı verdiği yönünde.
En azından karşısında olmayacaklarını ima ettiğine şüphem yok.
****
2015 yaz aylarında, 7 Haziran seçimlerinden sonra, Mehmet Değerli yeni bir mesajla gelir.
Artık Genelkurmay Başkanı olacağına neredeyse kesin gözüyle bakılan Akar, Fethullah Gülen’e şu mesajı iletmiştir: “Bu haramîlere ‘artık yeter’ diyeceğim. Bu işin sonunda ölmek de var. Olsun, birilerinin bu kahramanlığı yapması gerekiyor. Hayatta en değerli varlıklarım eşim ve kızım. Ben ölürsem onlara kötülük yapsınlar istemiyorum. Onları emanet edebileceğim tek kişi var, o da siz değerli Hocamdır. Onları size emanet ediyorum!”
Kelimeler birebir bu şekilde olmasa da ana fikir itibariyle çerçeve bu…
Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi şurası: Tam da Mehmet Değerli hakkında şüpheler oluşmaya başlamışken bu mesaj gelir.
Neden Değerli hakkında kuşku oluşmaya başlamıştı?
Hatırlayın, 24. bölümde, Değerli’nin 7 Haziran öncesi neredeyse haftada bir ‘darbe tarihi’ verdiğini, Hulusi Akar’ın yönetime el koyacağını söylediğini ve “Seçimler olmayacak, Halis Bey müdahale edecek,” dediğini yazmıştım.
Bunların hiçbiri olmayınca Gülen’de ilk kez “Aldatıldık” duygusunun oluştuğunu da eklemiştim.
İşte bu soru işaretleri başlayınca Mehmet Değerli, Hulusi Akar’dan böyle bir mesaj getiriyordu.
Zaten ne zaman bir yalanı ortaya çıksa, daha büyük bir hikâye ile geliyordu.
Bu sayede Kamp’ta tam 1 buçuk yıl boyunca idare edebilecekti.
****
Mehmet Değerli, bu mesajdan kısa bir süre sonra Orgeneral Akar’ın eşi ve kızını New York’a gönderdiğini iletiyor Gülen’e.
Söylediğine göre Genelkurmay Başkanı’nın ailesi kendisine emanet edilmiştir. Ev tutmadan eşyalara, yeme içmeden günlük ihtiyaçlara kadar bütün masrafları kendisi karşılayacaktır.
Hatta Akar’ın diyetisyen olan eşi Şule Hanım ve doktor olan kızı Serra için New York’ta bir muayenehane de açacaktır.
Bütün bunlar için Cemaat’ten para alır.
Genellikle Cevdet Türkyolu ve Barbaros Kocakurt’tan para istediği söyleniyor. “Tırtıkladıklarının haddi var, hesabı yok,” diyor mevzuyu bilenler.
Bir gün Değerli yine New York’a gidip aileyi ziyaret edeceğini söyler. Oradan da Gülen’e mesajlar gönderir. Şule ve Serra hanımlar ‘Hocaefendi’ye çok selam ve hürmetlerini iletmektedir. Birazdan da kendilerini yemeğe götürecektir.
Fakat iddialara göre Osman Şimşek, Değerli’nin yalan söylediğini düşünerek internetten bir araştırma yapar.
Komutan’ın o günlerde eşi ile birlikte bir kokteyle katıldığı haberini bulur. Dolayısı ile eşi ve kızını New York’a göndermiş olması imkânsızdır.
Bu haberi Gülen’e götürür ve Değerli’nin yalanını ortaya koyar.
****
Son derece garip olan kısmı şu ki, Fethullah Gülen, her şeye rağmen Mehmet Değerli ile iş tutmaya devam eder.
Çünkü Değerli, ağzı çok iyi laf yapan, yepyeni ve çok daha büyük haberlerle hemen bir öncekini unutturan ilginç bir karakterdi.
Öyle bir şey söylüyordu ki, Hulusi Akar’la gerçekten görüştüğüne ikna ediyordu.
“Hocam Halis Bey sizi görmeyi çok arzu ediyor. Özel, güvenilir bir sistemi var. Teknik takibe karşı güvenli. Kimsenin haberi olmaz. Evet deyin sizi anında görüştüreyim,” diye tekliflerde bulunuyordu.
Öyle söyleyince Gülen’de, “Niye böyle bir yalan söylesin ki?” duygusu oluşuyordu.
Nitekim bunu daha sonra kendisi de itiraf edecekti.
Ancak bu görüşme hiç olmadı. Tedbir açısından bu tür konuşmaları mahzurlu bulan Fethullah Gülen de istekli davranmadı, Değerli de bu konuda direkt bir adım atmadı.
Bunun yerine Gülen’in yanıbaşına oturuyor, Hulusi Akar olduğunu söylediği bir numaraya mesajlar atıyor, cevaplarını da anında okuyordu. Anlık mesajlaşma oluyordu yani…
Gülen de bu durumdan memnundu.
Ama demek ki bu oyunu oynayan başka birileri daha vardı.
Muhatap ister Akar olsun isterse başkası; Mehmet Değerli’nin yazıştığı kişi de tezgâhın içindeydi.
****
Yine bir gün Gülen, salonda bazı dostları ile oturmaktadır…
Mehmet Değerli içeri girer ve kendisine hitaben, “Söyledim efendim” der.
Çevresindekiler konuyu anlamadığı için Gülen onlara döner ve şöyle bir izahat yapar: “O arkadaş (Hulusi Akar) Doğu’ya gitmiş, helikopteri kendi kullanıyormuş. Çok endişe ettim. Oralar bu dönemde çok tehlikeli. Kendisine dikkat etsin, ona dua ediyoruz dedim. Mehmet Bey onu kastediyor.”
Çok önemli bir vazife yaptığının bilincinde olan Değerli, bir süre sonra yine ağır adımlarla dışarı çıkar. Bir müddet sonra tekrar içeri girip Hulusi Paşa’dan bir mesaj aktarır. Yani dışarıda Genelkurmay Başkanı ile telefon görüşmesi yapmıştır. O havayı verir.
“Efendim, ‘Hocam müsterih olsunlar, dikkat ediyoruz, duaları da bizimle olunca bir şey olmaz inşallah’ dediler. Bir de resimli mesaj gönderdiler,” der. Gülen’in yanına gelip telefondan bir fotoğraf gösterir. Ardından da salonu terkeder.
Fethullah Gülen duygulu ama mütebessim bir şekilde, fotoğrafta gördüğü Hulusi Akar’ı tarif eder yanındakilere. Sağ elini yumruk yapıp baş parmağını kaldırarak, “Merak edilecek bir şey yok, her şey yolunda” anlamında bir hareket yapar ve “Böyle yapmış resimde,” der.
Ancak iddialara göre bu fotoğraf internette vardı ve eski tarihliydi.
Konuyu araştıran Osman Şimşek, fotoğrafı internetten bulur ve Gülen’e gösterir.
Oysa Mehmet Değerli, Akar’ın o fotoğrafı o gün helikopter içinden Gülen’e özel çekip attığını söylemiştir.
Kastedilen ziyaret, Hulusi Akar’ın Hakan Fidan’la birlikte gerçekleştirdiği Nisan 2016 tarihli Kilis ziyaretiydi.
Zaten Mehmet Değerli, Paşa’nın Fidan’ı Kilis’e götürmesinin nedeninin, ona haddini bildirmek olduğunu söylemişti. Bir anlamda Cemaat’e yaptıklarından dolayı MİT Müsteşarı’nın kulağını çekecekti.
Ancak bu seyahatin 2015 Aralık’taki Şırnak ziyareti olduğunu söyleyenler de var.
Bir de Kilis ziyareti diyerek aylar önceki bu Şırnak yolculuğunun fotoğrafını Gülen’e özelmiş gibi sunduğu yönünde de bir anlatım söz konusu.
****
İşte Barbaros Kocakurt, “Pakraduni” iddialarına karşılık “Benim de bu arkadaşa dair söyleyeceklerim var,” dediği o anın öncesinde yaşananlar bunlardı.
Onun için Kocakurt’un ifşa edeceği gerçek, bardağı taşıran son damla olacaktı.
“Bu adam bir yalancı Hocam,” der Barbaros Kocakurt ve anlatmaya başlar.
Kamp’ta Fas’tan gelmiş olan pahalı ve otantik bir halı vardır. Değerli, Hulusi Akar’a hediye etmek üzere bu halıyı ister. Gülen de talebi onaylar. Değerli daha sonra bu halıyı Hulusi Akar’a gönderdiğini iletir.
Fakat bir gün Barbaros Kocakurt’un eşi, Değerli’nin eşini ziyaretinde evde bu halıyı görür.
Kocakurt da bunu Gülen’e anlatır.
Bu olayın değişik versiyonları var.
Bazıları bunun bir halı değil, seccade olduğunu söylüyor, bazıları da vazo…
Ama nihayetinde ana fikir aynı: Akar’a verildiği söylenen hediye, Mehmet Değerli’nin evindedir.
****
Bu olayın ispatlanmasından sonra bile Gülen, ‘Game Over’ diyemez.
Değerli’yi koruyanlar, “Hocam Mehmet hovardadır ama size kesinlikle ihanet etmez,” diye garantiler verirler.
Gülen de onlara inanma eğilimindedir.
Osman Şimşek de bunun üzerine kendisine giderek, “Hocam madem doğru söylüyor; daha önce tedbirden dolayı görüntülü görüştürmüyorum diyordu. Artık bu geçerliliğini yitirdi. Tedbir bahane değil artık. Hocam söyleyin ona, ya bu gece sizi görüştürür ya da yalancılığı sabit olur,” teklifinde bulunur.
Gülen de kendisine, “Git, benim böyle dediğimi söyle kendisine,” der.
Osman Şimşek, mesajı iletince Mehmet Değerli köpürür. “Sen ne karışıyorsun? Sen kendi işine bak!” diye bağırır. Aralarında gerilim yaşanır.
Sonra apar topar Gülen’in yanına giden Değerli, “Tamam, sizi mesajla haberleştireceğim,” der. Tekrar odaya giriş yapan Osman Şimşek, “Hayır, mesajla olmayacak artık. Görüntülü arayacaksın. Birbirlerini görecekler,” diye ısrar eder.
Bunun üzerine sinirli bir şekilde odayı terkeden Mehmet Değerli, bir daha da Kamp’a uğramaz.
Bu onun son günü olmuştur.
Yalnız Cemaat kaynakları, “Mehmet Değerli’yi Hocamız kovdu, kendisi gitmedi,” diyor. Yaygın anlatım bu şekilde.
****
Aylardan Mayıs’tır. 2016 Mayıs…
15 Temmuz’a çok az bir zaman kalmıştır.
Gülen, Değerli gittikten sonra adını ‘yalancı’ koyar.
Ondan her bahsedişinde ‘Yalancı’ diye bahseder.
Hatta bir gün Mehmet Yaşa’ya, “Ona sorar mısın, bana niye yalan söylemiş? Ben ona ne yapmıştım ki? Niye beni kandırdı?” der.
Yaşa, Değerli ile görüşür ama o hiçbir zaman yalan söylediğini kabul etmez.
Benimle yaptığı görüşmelerde de kesinlikle yalan söylemediğini savundu Değerli.
Ayrıca Kamp’tan ayrılışının kendi isteğiyle olduğunu iddia etti. Cevdet Türkyolu’nun ısrarı ile geri geldiğini ama 21 Haziran’da yine kendi isteğiyle ve kesin olarak Kamp’tan ayrıldığını söyledi.
Yani 15 Temmuz’a bir aydan daha az bir süre kalmışken…
****
Bu noktada bir başka çarpıcı iddia daha var.
Değerli’nin Kamp’tan giderken Cevdet Türkyolu ile kavga ettiği ve “Beni kullanıp attınız, bunu sizin yanınıza koymayacağım,” diye bağırdığı anlatılıyor.
Hatta yüzüne karşı sinkaflı küfürler ettiği ve buna karşılık Cevdet Türkyolu’nun ağladığı yönünde bazı rivayetler de sözkonusu.
Bu küfürlere ve Türkyolu’nun ağladığına şahit olanlar var.
Mehmet Değerli ise iddiaları reddediyor.
Bu ve diğer konulardaki cevaplarını, gelecek bölümden itibaren iki bölüm halinde okuyacaksınız.
Bu arada Cevdet Türkyolu, Barbaros Kocakurt, Mehmet Yaşa ve Osman Şimşek’in görüşme taleplerime cevap vermediğini de belirteyim.
-DEVAM EDECEK-
Bir gün bana dedi ki, Hukusi beyde çok büyük yardımlarda bulunuyor güneydoğuda. 2015 Ağustos. Ben Suriye, Kuzey Irak kapsamında yaptıklarımızı anlattıktan sonra. Israrla Hulusi den bahsetmişti. Şimdi bu resimde çok mantıklı oturdu. O zaman ankam verememiştim. Ha bu arada ben güneydoğuda görev yapan bir subaydım.
Kim size ‘Hulusi Bey çok büyük yardımlarda bulunuyor’ dedi? Mehmet Değerli mi Fethullah Gülen mi?