Neydi o söz: ‘Şike var ama sahaya yansımadı’…
Man Adası da öyle çıktı. Belgeler gerçek ama karar; takipsizlik…
Böyledir Türkiye’de işler. Her türlü sahtekarlık, yolsuzluk, usulsüzlük herkesin gözü önünde olur; her şey ayan beyan ortadadır ama sanki yokmuş gibi davranır herkes.
Futbolda şike olduğunu herkes biliyordu. Ortada net deliller de itiraflar da vardı. Futbol Federasyonu Etik Kurulu önce 5 maçta şike, 3 maçta şikeye teşebbüs tespiti yaptı. Araya siyaset girdi, 7 ay sonra TFF yeni bir karar açıkladı. Federasyon Başkanı Yıldırım Demirören, “Şike var ama sahaya yansımadı” gibi garabet bir açıklama yaptı. Yine bir ‘hokus-pokus’ ile yeşil sahalar bir anda pirüpak edilmişti.
Bu ucube kararın arkasında elbette, “Şahıslar yüzünden tüzel kişiler cezalandırılmamalı” diyen dönemin başbakanı Erdoğan vardı. Sanki şahıslar, şikeyi tüzel kişi olan kulüpleri için değil de kendi aile şirketleri için yapmışlar gibi… Sanki şike sonucu başka tüzel kişiler, yani futbol kulüpleri mağdur olmamış gibi…
Aynı garabet, son Man Adası belgelerinde de yaşandı. Savcılık, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı belgelerin gerçek olduğunu tespit etti ama buna rağmen ‘takipsizlik’ kararı verdi. Neden? Neden olacak; “hukuk siyasetin köpeğidir” de ondan. Bu devrin yargısını en güzel anlatan cümle bu.
***
Man Adası belgelerinin ibretlik mazisini şöyle bir hatırlayalım isterseniz…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 28 Kasım 2017 tarihli grup toplantısında belgeleri açıkladı. İddiaya göre Erdoğan’ın eniştesi Ziya İlgen, kardeşi Mustafa Erdoğan, oğlu Burak Erdoğan, dünürü Osman Ketenci ve eski özel kalem müdürü Mustafa Gündoğan, vergi cenneti olarak adlandırılan Man Adası’nda 1 sterlin sermaye ile kurulu bulunan Bellway Limited Şirketine 15 Aralık 2011’den 4 Ocak 2012’ye kadar toplam 15 milyon dolar aktarmıştı.
Aynı gün AKP’den bir açıklama yapılarak belgelerin sahte olduğu öne sürüldü. AKP Sözcüsü Mahir Ünal, “Kılıçdaroğlu kendi yalan ve iftirasında boğulacak” dedi. Erdoğan’ın avukatı Ahmet Özel, “Kılıçdaroğlu’nun gösterdiği kağıtların tamamı sahte” iddiasında bulundu. Erdoğan ise o gün AKP grup toplantısında Kılıçdaroğlu’na, “Müptezel, müfteri, FETÖperest zat” ifadeleri ile cevap verdi. Buna benzer hakaretleri bir başka ‘zat’ sıralamaya kalksa Cumhurbaşkanı’na hakaret davası açarken kendisi o gün AKP Genel Başkanı sıfatıyla ağzına geleni söylüyordu. Erdoğan, CHP liderine, “İspat et, görevi bırakacağım” diye açık çek de verdi.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ise Kılıçdaroğlu’na, “Şerefi olan özür diler, istifa eder” diye seslendi.
***
Yandaş medya ertesi günden itibaren Kılıçdaroğlu’nu bir kez daha boy hedefi haline getirecekti.
Türkiye gazetesi 29 Kasım 2017 tarihinde, “Hesap yalan, belge sahte” manşeti ile çıktı. Yeni Şafak, “İftiracı ve sahtekar” manşeti attı. Star, “Tescilli iftiracının sahte belgesi FETÖ’den” başlıklı haberinde, “Kılıçdaroğlu’nun belge diye salladığı kağıtlar sahte çıktı” deniyordu. Nasıl ‘sahte çıkmıştı’? Ne olmuştu da bu belgelerin sahte olduğu anlaşılmıştı? Cevap: Erdoğan’ın avukatı öyle demişti. Erdoğan’ın avukatı ‘bu sahtedir’ diyorsa o belge alelıtlak sahtedir tabii…
Sabah’tan Mehmet Barlas, “Bay Kemal’ın Grup’taki konuşmasını dikkatle izledim. Bırakın belgeyi, ilgisiz, belirsiz isimlerle dolu bir masal okudu.” diyordu. Peşin peşin bunu ‘masal’ olarak etiketlemişti. Bu ‘dikkatle izlemiş’ haliydi Bay Barlas’ın. ‘İlgisiz’, ‘belirsiz’ dediği isimlerin tamamı Erdoğan’ın ailesi ve yakın çevresinden oluşuyordu.
29 Kasım’da Saray’ında bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Man Adası’na tek kuruş gitmedi, aksine şirket satışından para geldi” açıklaması yaptı. Ardından, “Zerre kadar şahsiyetin varsa çekil git” diye seslendi anamuhalefet liderine. “O kürsüden salladığın her kağıt, ya yalan çıktı ya yanlış çıktı. Hiçbirinin doğru olmadığı ortaya çıkmasına rağmen özür dilemeyi aklından geçirmedin.” eleştirilerini sıraladı. “Söylediklerinin hepsi yalan. Utanması, arlanması yok. Yüzü kızarmaz, çünkü manda derisi gibi…” şeklinde hakaretler etti.
Başbakan Binali Yıldırım da aynı gün aynı nezahetle, ecmaı ve derinliği Erdoğan’la yarışacak bir üslupla “Kılıçdaroğlu her seferinde şapa oturdu” yorumunu yaptı.
***
Star’ın 30 Kasım tarihli manşeti, “Yine rezil kepaze oldu” şeklindeydi. Sanki bu ülkede rezil, kepaze olunurmuş gibi… Sanki daha sonra “AKP’nin köpeği” olan bu yargı bile belgelerin gerçek olduğunu ortaya koyduğunda herhangi biri rezil, kepaze olacakmış gibi…
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı o gün, yani 30 Kasım’da bir soruşturma başlatarak Kılıçdaroğlu’ndan belgeleri istedi.
Güneş, 1 Aralık 2017 tarihinde “Takkesiz FETO” manşeti ile çıktı. Erdoğan ve rejimin gazeteleri, her zaman olduğu gibi yolsuzluk, usulsüzlük, vergi kaçakçılığı, kara para gibi suçlamaları “FETÖ” yaygarası ile bastırmaya çalışıyordu.
Akşam, 2 Aralık 2017’de “Man kafa” manşeti ile çıktı. Adanın ismine atıfla Kılıçdaroğlu’na “Man kafa” diyordu.
Yeni Şafak, 3 Aralık’ta, “Kargo ABD’den geldi” manşetini attı. Haberdeki iddiaya göre CHP’ye ABD’den sahte belgelerle dolu bir kargo gelmişti. Man Adası belgesi de onlardan biriydi.
Meclis’teki bütçe görüşmelerinde konuşan Başbakan Binali Yıldırım, “Belgeler alenileşince uzmanlar baktı. Size verilen belgeler sahte” çıkışı yaptı CHP sıralarına doğru.
5 Aralık tarihli AKP grup toplantısında CHP liderine istifa çağrısı yapan Erdoğan, “İpliğini pazara çıkardık. Ana muhalefetin, yani ana hıyanetin başına çağrımı tekrarlıyorum. Ortada bir para gönderme işi olmadığına göre istifa etmesini bekliyorum” dedi.
***
Peki neticede ne oldu? Ne çıktı ortaya?
Soruşturmayı tamamlayan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, “Belgeler gerçek” dedi. Halk Bankası’na sormuş ve bankadan, “Evet, belgeler gerçek, sahte değil” cevabı almıştı.
Ne oldu şimdi? Hani bu belgeler ABD’den kargo ile gelmişti? Hani ‘masal’dı? Hani Binali Bey’in bahsettiği uzmanlar, nerede? O uzmanlar hangi belgeye bakmıştı? Nasıl ‘sahte’ hükmü verebilmişlerdi? Kimdi o uzmanlar? Şimdi Binali Yıldırım ne diyecek?
Peki ya Erdoğan? Avukatı “Kılıçdaroğlu’nun gösterdiği kağıtların tamamı sahte” iddiasında bulunmuştu. Kendisi de “Müptezel, müfteri, FETÖperest, utanmaz, arlanmaz, manda derisinden yüzü var” gibi kavgada söylenmeyecek hakaretleri peşi peşine sıralamıştı. Şimdi ne söyleyecek? Kılıçdaroğlu’na, “İstifa et’ çağrısı yapıyordu. “İspat et, görevi bırakacağım” diyordu. Şimdi istifa etmesi gereken kim?
***
Asıl utanmazlık, arlanmazlık, yüzsüzlük bundan sonra yaşanıyor tabii… Savcılık, ‘gerçek’ dediği bu belgelerin gereğini yapmak yerine ‘takipsizlik’ kararı verdi. Erdoğan ve rejiminin gazeteleri ise bu kararı ‘zafer’ gibi sundu. İlk gün “Hesap yalan, belge sahte” manşetini atan Türkiye, bu kararın ardından “Kağıt parçaları elinde kaldı. Kılıçdaroğlu’nun salladığı belgeler kağıt parçası çıktı.” dedi. Sanki savcılık, “Bu belgeler sahte değil, gerçek” tespiti yapmamış gibi… Dedik ya, ‘bu ülkede her şey olunur, bir tek rezil olunmaz’…
Peki savcılık neden takipsizlik kararı verdi? Asıl tartışılması gereken nokta burası. Man Adası gibi bir vergi cennetinde 1 sterline bir şirket kuruluyor. Şirketin kurucusu, Erdoğan’ın bir zamanlar 10 milyon Euro’sunu beğenmeyip “Nasıl olsa kucağımıza oturacaklar” dediği işadamı Sıtkı Ayan. Ve Erdoğan’ın oğlu, kardeşi, eniştesi, dünürü, özel kalemi bu şirket üzerinden bir para transferi gerçekleştiriyor. Savcılık sadece, “Paralar Man’a gitmedi. Tam tersine, oradan Türkiye’ye geldi” diyor. Peki neden soruşturmuyor; bu para ne parası? Ne amaçla geliyor? Vergisi ödenmiş mi? Hangi ticarete dayalı olarak transfer edilen bir para bu? Bir şirket satışından söz ediliyor. Hangi şirket satıldı? Kimin şirketiydi bu? Neden Man Adası’ndaki Bellaway isimli 1 sterlinlik şirkete satıldı? Neden Erdoğan’ın kucağına oturttuğu işadamına bir şirket satışı gerçekleştirildi? Bütün bunları araştırmadan savcılık nasıl olup da ‘kara para yoktur’ hükmü verebiliyor?
***
Türkiye’de bağımsız bir yargı olmadığını, hukukun ‘siyasetin köpeği’ olduğunu biliyorduk. Bu karar bunu bir kere daha tescilledi.
Türkiye’de bağımsız bir medya olmadığını da biliyorduk, o da tescillendi. Ülkede gerçek bir medya olsa günlerce bu soruların peşine düşer ve hükümeti hesap vermeye zorlardı.
Şimdi CHP’nin ne derece iyi bir muhalefet partisi olduğunu bir kere daha izleyeceğiz. Kendi sözleri üzerinden Erdoğan’ı Cumhurbaşkanlığı’ndan istifa ettirebilecekler mi ettiremeyecekler mi, göreceğiz.
“Ama bunun için bazı asgari gereklilikler var” diyeceksiniz, onu da reddetmiyorum. Ne gibi? Utanmak gibi… Arlanmak gibi… Yüzünün olması gibi… Biz o yüzlerin manda derisi olduğunu biliyoruz da bakalım bu bir kere daha teyit edilecek mi, göreceğiz.
NOT: Tabi ki edilecek. Sorduğuma bakmayın.
TR7/24