Bu bölümü, “Mustafa Özcan’ın bütün adamları” başlıklı serinin bir devamı olarak da yazabilirdim.
Siz öyle de okuyabilirsiniz.
Çünkü bu yazıda, ‘güç savaşları’nın diğer cephesini; yani Mustafa Özcan tarafını anlatacağım.
Yalnız bu mücadelenin özellikle 2010 ve sonrasını kapsadığını belirteyim.
Bunun sebebi, Ergenekon operasyonları ile birlikte Cemaat’in mahrem birimlerinin aşırı güç kazanması, Kemalettin Özdemir gibi çok büyük bir güç merkezinin oyunun dışında kalması ve AKP ile savaşın iyiden iyiye başlamasıydı.
Bunların hepsi aynı zaman diliminde oldu ve içerideki bazı hesapları kızıştırdı.
Bir önceki bölümde de ifade ettiğim gibi bu tarih, aynı zamanda Mustafa Özcan’ın Cemaat içinde ipleri tamamen ele almaya ve hemen her birimde eşzamanlı olarak söz sahibi olmaya başladığı tarih.
Mahrem birimlerden Bank Asya’ya kadar…
****
İşte bu noktada Cemaat içinde çok yaygın bir yakıştırma ve iddia çıkıyor karşımıza.
O da Mustafa Özcan’ın bilhassa hususi taraf için kendine bağlı bir ekip oluşturduğu iddiası…
Bu yaygın kabule göre ekip şu isimlerden oluşuyordu: Adil Öksüz, “Sezai” müstear isimli İsmail Kokuroğlu, “Recai” müstear isimli Süleyman Sargın, “Mithat” müstear isimli Özcan Aytuluner ve “Caner” müstear isimli Ahmet Faik Akbaba.
Bunlara başka ilave isimler ekleyenler de var ama esas olarak bu 6 kişinin adı zikrediliyor.
“Sezai”, “Recai”, “Mithat” ve “Caner”in üzerinde Adil Öksüz, onun üzerinde de asıl beyin olarak Mustafa Özcan’ın var olduğu bir şema oluşturuluyor.
Bu isimlerin bazı ortak özelliklerine de dikkat çekiliyor. Kendilerini yıllardan beri tanıyan, bir şekilde yolları kesişmiş, onlarla birlikte çalışmış veya iş yapmış insanlarla konuştum. Adeta ortak bir görüş halinde şu müşterek özelliklerine vurgu yapılıyor: “Hırslı, güce karşı tamahkâr, paraya zaafı olan ve gerektiğinde rahatlıkla yalana başvurmaktan çekinmeyen insanlar. Hatta Gülen’e bile defalarca yalan söylemiş, onu kandırmış, manipüle etmiş karakterlerdir.”
****
Peki bu iddialar doğru mu?
Bir önceki bölümde, “Murat Ceylan çetesi” var diyebilmek için şu sorulara cevap aradığımı yazmıştım:
Böyle bir grup varsa üyeleri kimlerdir?
Bu insanların belli bir amaç birlikteliği var mı?
Bu amaç doğrultusunda bir araya geliyorlar mıydı?
Aralarında bir görev dağılımı var mıydı?
Bu kriterlere göre bir “Mustafa Özcan grubu” var denilebilir mi?
****
Buna cevap vermeden önce bu isimleri bir tanımak gerekir kanaatindeyim.
Çünkü Cemaat tabanı da dahil olmak üzere kamuoyu bu kişilerin çoğunu bilmiyor.
Özellikle Mustafa Özcan ve Adil Öksüz haricindekileri…
Geriye kalan 4 ismi en azından ana hatları ile tarif etmeye çalışacağım.
Bunlar; İsmail Kokuroğlu (Sezai), Süleyman Sargın (Recai), Ahmet Faik Akbaba (Caner) ve Özcan Aytuluner (Mithat).
Bunlardan üçü; Kokuroğlu, Sargın ve Akbaba, Cemaat’in ‘Jandarma’ biriminde vazifeli üç sivil imamdı.
Ne demek bu?
Yani Jandarma Genel Komutanlığı’nda görev yapan ve Cemaat’e sempati duyan askerî personelle ilgilenen, onların takibini yapan sivil abiler.
O sırada “Jandarma İmamı”, Gülen’in eski mollalarından Hamidullah Öztürk’tü.
Kokuroğlu ve Sargın da onun yardımcılarıydı.
“Sezai” müstear isimli Kokuroğlu’nu, ‘cezaevlerinde isyan girişimi’ başlıklı yazılarımdan hatırlayacaksınız.
Ergenekon operasyonları başlarken Jandarma’dan ayrılan Kokuroğlu, Cemaat’in “Deniz Kuvvetleri İmamı” oldu. Yani terfi etti.
2011 yılına kadar da bu görevde kaldı.
2011’de, Cemaat içi çok önemli bir operasyon oldu. Detaylarını bir sonraki bölümde anlatacağım. Bu operasyonun ardından “mahrem hizmetler”den alınan Kokuroğlu, ABD’ye tayin oldu. Yeni görevi, “akademisyenler imamlığı” idi.
****
Süleyman Sargın ise özellikle Cemaat tabanınca tanınan bir isim.
Uzun yıllar Zaman’da köşe yazdı. Aynı zamanda Zaman’ın Kürsü sayfasını ve Ailem dergisini yayına hazırladı.
Cihan Radyo ve Irmak TV’nin de kurucusu.
2010 yılında Cemaat’in Emniyet birimine geçti. “Emniyet imamı”nın yardımcısı oldu. Rütbelilerin haricindeki polis memurlarının “abi”siydi.
Kokuroğlu ile çok yakın arkadaş ve sırdaştılar.
2011 yılındaki o operasyonda Kokuroğlu gibi o da oyun dışında kaldı.
Resmiyette mahrem birimlerden ayrıldı.
****
Jandarma’daki üçüncü isimse “Caner” müstear isimli Ahmet Faik Akbaba.
Üniversiteyi İzmir’de okudu.
Süleyman Sargın’la da o yıllardan tanışıyorlar. Yakın arkadaşlar.
2000’lerin başından itibaren “hususi hizmetler”deydi. Uzun süre Cemaat’in Ankara’daki Jandarma biriminde görev yaptı.
Aynı zamanda İsmail Kokuroğlu ile ortaktılar. Bilgisayar ve bilgisayar ekipmanları satan küçük bir işletmeleri vardı.
Sonra Kokuroğlu’nun “Deniz imamı” olması ile beraber işleri de büyütmeye başladılar.
Bunun nedeni, Deniz biriminin altında bir de ‘bilişim imamlığı’nın olmasıydı.
Devlet memuru olan bilgisayar mühendisleri ve yazılımcılar bu birimle irtibatlıydı.
Bunun, Deniz Kuvvetleri’ne bakan birimin altında kurulmuş olması ise tuhaf.
Neden buna ihtiyaç duyulmuştu, bilmiyorum.
Fakat ulaştığım bilgilere göre bu da Mustafa Özcan’ın projesiydi.
Amaç, bilgiye ulaşmaktı. Bu mühendisler üzerinden devlet içinden bilgi topluyorlardı.
****
İsmail Kokuroğlu “Deniz Kuvvetleri imamı” olunca, otomatik olarak bu birimin de “abisi” olmuştu.
Ve birim asıl atılımını o zaman yapacaktı.
Kokuroğlu, agresif bir şekilde bu birimi büyütmeye ve genişletmeye çalıştı.
Büyüyen sadece birim olmadı. Aynı zamanda kendisi de sektördeki ilişki ağını genişletti. Akbaba ile birlikte Ankara’da bir yazılım şirkeki kurdular.
Gerçi iddialara göre birden fazla şirketleri vardı.
Devletten, özellikle de askerî birimlerden yazılım ihaleleri alarak milyon dolarlar kazandıkları öne sürülüyor.
Tabii belli bir tarihten sonra onların da yaşamı değişmeye başlıyor.
Onlar da tıpkı Adil Öksüz gibi Audi Q7 gibi pahalı arabalara binmeye başlıyorlar.
****
Bu durumun Cemaat içerisinde sert tartışmalara neden olduğu, kimilerinin Fethullah Gülen’e şikayet mektupları yazdığı, Gülen’in bu duydukları karşısında çok sarsıldığı ama Mustafa Özcan’ın devreye girdiği ve “Hocam, arkadaş bizim kontrolümüzde. Tek kuruşu cebine atmıyor. Bunlar Hizmet’in paraları,” diyerek o güveni tekrar tesis ettiği yönünde bilgilere de ulaştım.
Ordu Ünyeli olan Kokuroğlu’nun, paranın kaynağını soranlara, “Dedemin fındık bahçelerini sattım,” dediği anlatılıyor.
Ancak bunun gerçeği yansıtmadığı, birimin paraları ile şirketleri kurup 17-25 sürecinden sonra bu paraları Amerika’ya çıkardığı yönünde iddialar da mevcut.
O süreçte Kokuroğlu’nun parasal bir çok ilişkisi ve yatırımları var.
Ortak iş yaptığı bir diğer ilginç isim, 15 Temmuz gecesi Akıncı Üssü’nde yakalanacak olan Hakan Çiçek’ti.
Çiçek’le hem ‘abi-kardeş’ gibiydiler hem de ortaktılar.
Ona da daha sonra geleceğim.
****
Gelelim dördünce isme…
Yani, “Mithat” müstear adlı Özcan Aytuluner‘e.
Peki kim bu Mithat?
Bugüne kadar adı hiç bilinmese de bu sayılan isimler arasında en önemlilerden biri.
Asıl bir ‘hayalet imam’ varsa o da bu.
“Mithat”, son 15 yılın tamamında önemli roller oynamış çok kritik bir isim.
Gülen’le de yıllarca doğrudan görüştüğü biliniyor.
1967 İzmir doğumlu. 2000’lerin başından itibaren Deniz Kuvvetleri’ne bakan mahrem birimde görev yapıyordu. 15 Temmuz’a kadar da orada kaldı.
O da yazılımcıydı. İstanbul’da bir yazılım şirketi vardı.
Bilişim konularına meraklıydı.
Kokuroğlu’nun “Deniz imamı” olması ile birlikte yolları kesişti. Çok iyi anlaştılar. “Mithat” onun yardımcılığını yaptı.
O da tıpkı Kokuroğlu gibi “Deniz Kuvvetleri imamlığı”nın altındaki o “bilişim birimi” ile içli dışlıydı.
2008-09’lardan itibaren Cemaat’e sürekli bu birimin kadrosunun genişletilmesi gündemini sundular. Nerede bir bilişimci varsa bir şekilde kendileri ile koordineli olması yönünde ısrarcıydılar.
****
Bu noktada Cemaat içerisindeki bir başka yaklaşımı da ilave etmeliyim. Bu birimin aslında ‘korsan’ olduğunu, Deniz Kuvvetleri mahrem hizmetlerinin altına konuşlandırılmasının nedeninin ise birimi kamufle etmek olduğunu savunanlar da var.
Çünkü zamanla gizli, operasyonel ve karanlık işler yapmaya başlayan bir yere dönüşüyor.
İçinde elbette sadece dini sohbet veya manevi beslenme ihtiyacı ile gelen mühendisler vardır ama bazılarını suça da bulaştırıyorlar.
Mesela sahte deliller de burada üretiliyor.
Bunu, Cemaat’in mahrem birimlerinde üst düzey görevler yapıp da bilmeyen yok gibi.
Yazı dizisinin ilgili bölümlerinde bu konuya değineceğim.
Fakat şimdilik şunları not edebilirim: “Sezai” ve “Mithat”, Ergenekon süreçleri de dahil olmak üzere yakın tarihte çok önemli roller oynadılar. Her ikisi de o süreçte aktifti. Bu operasyonları amacından saptıran işlerden bazılarına onların imza attığına dair çok fazla iddia sözkonusu.
Yine bu iddialara göre Mithat (Özcan Aytuluner), Cemaat’i bir çok şaibeye bulaştırdığı gibi ilgilendiği memurları ve sivil mühendisleri de suçlarına alet etti.
Gülen’i yalan yanlış bilgilendirdi.
Sahte belgeler üretti.
Bugün Cemaat’e karşı yürütülen operasyonların önde gelen bazı aktörleri ile de içli dışlıydı. Mesela Emekli Tümamiral Cihat Yaycı ile muvazzaflığı döneminde onun irtibatlı olduğu belirtiliyor.
****
Belki bu listeye bir de Zafer Pirim’i ilave etmek gerekebilir.
Çünkü kimileri Pirim’i, “Bu ekibin Amerika ayağı” olarak tanımlıyor.
Pirim, tıpkı Mehmet Değerli gibi, Cemaat’in en eski müesseselerinden Çamlıca’daki Kuran kursunun ilk talebelerinden.
Yıllardır Amerika’da yaşıyor.
Gülen’le istediği zaman görüşebilme ayrıcalığına sahip.
İddialara göre ABD’de mahrem hizmetleri yürüttü. Şöyle ki; Türkiye’deki birimlerin birer uzantısı orada da var. Bunun sebebi, resmî görev veya eğitim için bu ülkeye giden, bir süre burada kalacak olan asker ya da polislerle ilgilenmek.
Zafer Pirim’in de Denizcilerle ilgilendiği ifade ediliyor.
Yani “Sezai”nin ABD şubesiydi.
Zaten çok yakın arkadaşlar. Şu anda da ortak iş yaptıkları söyleniyor.
Pirim, ‘cezaevinde isyan komplosu’ yazılarından sonra biraz daha öne çıktı.
Çünkü bu konunun deşifre olmasının ardından Kokuroğlu, geçici bir süreliğine kamptan uzaklaştırılmıştı. İşte bu ‘mustazaf’ dönemde aradaki bağı Zafer Pirim‘in sağladığı anlatılıyor.
Yani bu iddialara göre, tekrar kampa gitmeye başlayana kadar Kokuroğlu ile Gülen arasında bir nevi köprü vazifesi görmüştü.
****
Bahsi geçen kişilerin portresi genel hatları ile böyle.
Aralarında ayrı bir organizasyon kurup kurmadıkları ve bir ekip olarak hareket edip etmedikleri sorusunun cevabını da bir sonraki bölüme bırakıyorum.
Daha sonra, haklarındaki iddialara verdikleri cevapları da paylaşacağım.
-DEVAM EDECEK-
Devletten, özellikle de askerî birimlerden yazılım ihaleleri alarak milyon dolarlar kazandıkları öne sürülüyor.
Demek ki cemaat uzun süredir paralel bir 17/25 devri yaşıyormuş. Hayırseverlerin sadakalarıyla şirket kurmalar,kamu ihalelerini kurumlarda ki talebeler eliyle abilere peşkeş çekmeler, hortumlamalar …aleni hırsız bunlar Ahmet bey.En son şu noktaya geldik ya çok yazık “tepesi ihanet, ortası ticaret, altı ibadet” ama olan yine ibadet eden kesime oldu.Hala sadaka,zekat,muavenet adı altında yardım yapmaya devam edenler keşke farkına varsalar aslında verdikleri yardımların bu lağim farelerinin ceplerine gittiginin.Hayırseverlerin parasını sermaye eden lağım fareleride inşallah pislik içinde boğulurlar ne diyelim.
Ahmet bey demokratik ortamda gazeteciliğin tadını çıkarın. Şayet bu ismini zikrettiğiniz arkadaşların sahte güce taptıkları o muktedir günlerinde bu yazıları yazsaydınız başınıza gelecekler aynen şöyle olurdu. Öncelikle yazılarınızın rahatsızlığı bütün ünitelerde 1.gündem maddesi olurdu. ABD de İvedi notu ile sizinle ilgili yapılacaklar Paket Program halinde huzurda arz edilir duası ve onayı alınırdı (sizin bakış açınıza göre kandırılırdı, ne safmış ki önüne gelen kandırıyor arabesk filmini seyrediyoruz sanki siz yazdıkça)ve emniyet ünitesi maharetiyle güncel meşhur bir davaya isminiz dahil edilirdi(mesela Selam Tevhit yada Devrimci Karargah Örgütü abimede yakışır),tahşiyedeki gibi evinizde bir arama yapılır bir iki el bombasıda bulundumu iş artık adliye ünitesine geçerdi. Oradan ifadeleriniz basın ünitesine verilir (kibirzade ekrem bu yorumu okusa burada deriiiin bir iç çeker ve hey gidi günler derdi sanırım) ve itibarınız kiralık kalemler tarafından(Hüseyin Ka.öyle diyor ben demiyorum) sıfırlanırdı. En son gardiyan hizmeti sizin için en güzel hücreyi hazırlar sizde bol bol düşünür ve nedamet ederseniz cübbelide olduğu gibi imzalı dua kitabını kabul edip günahlarınızdan güzelce tevbe ederseniz tabi ki tahliye olurdunuz. Yada inatlaşır bir ömür boyu içerde kabiliyetinize göre roman yazardınız. Senaryo tanıdık geldi mi ne dersiniz?
yazılım arge konusunda tsk bünyesindeki en ilgili kuvvet deniz kuvvetleri olduğu için bilişim birimi de orada kurulmuştur. cihat yaycının konu hakkındaki ilgi ve bilgisi boşuna değil. ya da şu anda ulak isimli telekomünikasyon şirketinin başındaki eski albay da deniz kuvvetlerinde arge işleri yapan bir yazılım ekibinin başındaydı. eskiden beri var olan bir ilgi-gelenek söz konusu olduğu için muhtemelen bu birimin de buranın altında olmasının uygun olacağını düşünmüşler. diğer kuvvetlerde böyle ciddi bir ilgi ve yapılanma söz konusu değil.