“Şerefsizler durun geliyorum dedim, onlar da durur gibi oldular”, “Arabanın kapısını açtım, inecek gibi yaptım. Birinin ayağına bir tekme attım, ikisi birden sendeledi…”
Hayır, Neşeli Günler’in Palavracı Ziya’sı değil…
Dünyayı Kurtaran Adam Reloaded da değil.
Çiçeği burnunda 2. Kolordu Komutanı Zekai Aksakallı’nın 15 Temmuz akşamı ‘kuşatmayı yarıp darbecilerden nasıl kurtulduğuna’ dair anlatısından bir bukle…
Zekai Aksakallı’nın hikayesinde paçavraya dönmemiş tek bir yer kalmıştı. O da bu esatiri sahneydi. Kendisine ‘kahramanlık’ hikayesi devşirdiği, en önemli anlardan biri… “Amma da atmış. Kesin bir yerlerden bir falso verecek” diye okuduğumuz bu ifadelere nihayet sıra geldi. Gecenin en önemli tanığı eski Kurmay Albay Fatih Yarımbaş, Akıncı davasında savunma yaptı da önemli bir boşluk daha doldu.
Şöyle ki…
15 Temmuz akşamı Zekai Aksakallı, eşi ile beraber Beştepe’deki Gazi Orduevi’nde bir düğüne katıldı. Saat 21.30 sularında düğünü terk ettiler. Özellikle ‘terk ettiler’ diyorum. Düğün bitince ayrılmadılar yani. Buraya sonra geleceğiz.
Gerisini Aksakallı’nın ağzından dinleyelim:
“Sivil makam aracımla yola çıktık. Orduevi’nden anayola çıkışa yaklaşık 30-40 metre kala, yamaç olan yolda siyah renkli Mercedes Vito marka bir minibüs hızla yanımızdan geçerek ani frenle önümüzde durdu. Biz de ani fren yaparak Vito’nun arkasında tampon tampona sarsıntılı bir şekilde durduk. Aynı zamanda arabanın soluna gri renkli bir binek aracı yaklaştı. Vito’dan inen sivil giyimli iki kişi, benim oturduğum sağ arka kapıya yaklaşarak camdan ‘Bizimle geleceksiniz’ dediler. Bu iki kişinin birinin elinde silah vardı. Tabancayı bana değil yere doğru tutuyordu. Bu arada kapıyı açıp araçtan inmeye çalışan şoförüme ‘Araçtan inme, kapıları kilitle’ talimatı verdim. Camdan onlarla konuşurken kolumu çekiştirdiler. Yan tarafımda oturan eşim önüme atlayınca sol kolundan yaralandı. Bunun üzerine ‘Şerefsizler durun geliyorum’ dedim, bu arada onlar durur gibi oldular. Sağ arka kapıyı açtım, inecek gibi yaptım, sağ ayağımla öndekine tekme atınca ikisi birden sendeledi. Bu arada geri viteste bekleyen şoförüm hızlı hareket ile kıskaçtan kurtuldu. İleride kavşakta bekleyen üçüncü bir araç vardı ve yolu kapattığını fark ettik. O araçtan da sıyrılarak Çukurambar istikametine doğru ilerlerken kırmızı ışıklar yanıyordu ve gerimizde birçok araç vardı. Yan yola atlayarak kırmızı ışığı By-Pass yaptık. Ortam karanlık olduğu için beni kaçırmaya çalışan bu araçların plakalarını alamadım.”
KAÇIRMAYA NİYE SİLAHLI TİMLER GELMEDİ?
Yolunu kesen o iki kişiden silahlı olanın Fatih Yarımbaş olduğunu ise kendisinin değil eşinin teşhis ettiğini, kendisinin de benzettiğini anlatıyor.
Önce şuradan başlayalım: Darbeciler Zekai Aksakallı’yı kaçırmaya düğüne gelmişler. Ama İstanbul Moda’daki gibi 3 helikopter dolusu silahlı, teçhizatlı MAK timleri ile değil. Sadece birinde tabanca olan 2 kişi ve Mercedes Vito araçla.
Acaba bu kaçırma timinin planı neymiş? Çünkü Aksakallı’nın düğünden erken ayrılacağını bilmiyorlar. Çıkışta yüzlerce araba ve askerin içerisinden Aksakallı ailesini nasıl derdest edeceklermiş, belli değil.
Peki 20.15’te Orduevi’ne gelen Aksakallı niye 1 saat sonra düğünden ayrılıyor? Gerekçesini şöyle izah ediyor: “Teamüllere aykırı bir şekilde en arka masada ve sırtım sahneye dönük şekilde yer ayrıldığı için.”
Niye böyle bir oturma planı yaptıklarını daha sonra düğün sahibine de sormuş. Aldığı cevap, “Ben sizi arkadaşlarınızın olduğu uygun bir masada planladığımı biliyorum. Fakat sonradan değiştirilmiş, bilmiyorum.”
Yani darbeciler, oturma düzenini Zekai Paşa’nın sinirlenip düğünü terk etmesini sağlayacak şekilde değiştirmişler diyelim. Bu kadar ince plan yapmışlar ama komutanı kaçırmak üzere “Salak ile Avanak”ı görevlendirmişler. Aksakallı’nın bir tekmesi, muhterem eşlerinin bir çemkirmesi ile savrulup gidecek kadar beceriksiz, var olan tabancayı kullanmaktan aciz adamlar ve takip yeteneği olmayan 3 araç ile koca Özel Kuvvetler Komutanı’nı kaçırmayı denemişler.
SENARYODA BOŞLUKLAR VAR
Paşa keşke bu macera filmini biraz daha detaylı anlatsaydı. Senaryoda boşluklar var. Mesela kaçırmaya gelenler neden 2 kişi? Neden sadece birinde tabanca var ve neden kendisine doğrultmuyor? Kaçma teşebbüsünde bulunduğunda neden hiç ateş etmiyor? ‘Araçtan inme, kapıları kilitle’ diye talimat verdiği şoförü neden geri viteste bekliyor? Sahibini tanıyan atlar gibi, Aksakallı’nın bir tekme ile 2 kişiyi birden etkisiz hale getirip hızla arabaya atlayacağını biliyor muymuş yani? Bu arada sol taraflarına yanaşan gri renkli binek aracında bulunanlar ne yapıyormuş? Sadece seyir mi etmişler? “İleride kavşakta bekleyen üçüncü bir araç vardı ve yolu kapattığını fark ettik. O araçtan da sıyrılarak Çukurambar istikametine doğru ilerledik” diye anlattığı o üçüncü aracı nasıl atlatmışlar? Böyle bir nefeste, kısacık geçivermese keşke… Heyecanlı oluyordu!
Neyse, filmi bir de öteki gözden izleyelim. Fransız yönetmen Laetitia Colombani’nin ‘Seviyor Sevmiyor’ filmindeki gibi ters köşe bir durumla karşılaşabiliriz ama… Bakalım senaryonun matematiğine kim daha fazla riayet ediyor. Fatih Yarımbaş mahkemede olayı şöyle anlattı:
“12 Temmuz’da Kıbrıs’tan Zekai Aksakallı’nın özel görevi nedeniyle çağrıldım. ‘Vatan, millet’ hassasiyeti dendi. 15 Temmuz günü akşam saatlerinde Orduevi’nde odamda bulunurken, odamdaki askeri hattan özel kuvvetler harekât birliğinden arandım. Bana ÖKK komutanı Zekai Aksakallı’nın Gazi Orduevi’nde düğünde olduğu, güvenliği ile ciddi bir sorun olduğu ve komutanın acil olarak beni yanına çağırdığı, beklediği bildirildi. Tehdidin ne olduğunu sorduğumda, beni arayan personel kendisinin de tam olarak bilmediğini, ancak Genelkurmay’dan aldıkları bilgiye göre, MİT’ten normal olarak değerlendirilemeyecek yakın bir tehdit istihbaratın alındığını, bu kapsamda komutanlara yönelik açık bir tehdidin olduğu bilgisinin ve ÖKK’da da bir karışıklığın olduğunu bildirdi. Yıllarca ÖKK’da bu tür acil emirler alan bir subay olarak bu emri hiç sorgulamadım. Daha önce de komutan bu şekilde emniyeti için beni bu şekilde acil olarak çağırmıştı. 15 Temmuz akşamı da aynı hassasiyetle hareket ederek, emri yerine getirdim. Bu emri yerine getirmek için yeterli personelim yoktu. Ancak durum acildi. Bu nedenle Cengiz Başçavuşu arayıp müsait personeli var ise orduevine göndermesini istedim. O da birkaç kişi hariç kimseye ulaşamadı. Onlar da bir süre sonra orduevine geldiler. Bu personelle komutanın emniyetini sağlayabileceğimi düşündüm. Komutan anlayamadığım bir şekilde personele küfür edip, tekme attı. Araca personeli tehlikeye düşürecek bir şekilde manevra yaptırarak, hiçbir engelle karşılaşmadan bölgeden uzaklaştı. Kendisine ‘komutanım’ diye bağırdım ancak beni dikkate almadı. Hiç beklemediğimiz şekilde bir davranışla karşılaştığımız için hepimiz şok olduk. Ne olduğunu anlayamadık ve moralimiz bozuldu. Normal olmayan bir şeyler vardı. Yaptığımız değerlendirme sonucunda en iyi davranışın kendi birliğimiz olan ÖKK’ya gitmek olduğuna karar verdik. Komutanımız kendi ifadesinde anlayamadığım bir şekilde kaçırılmak istendiğini ifade etmektedir. Oysa 15 Temmuz günü verilen emir gereği kendi güvenliği için oraya gittik. Koruma olarak gittiğimiz ekip, durumun aciliyeti nedeniyle o gün rast gele irtibat kurulan personeldir. Silahları ve teçhizatları yoktur ve kaçırma görevi için vasıfları uygun değildir. Eğer kaçırma planı olsaydı silah ve teçhizatı olan daha kalabalık bir ekibin seçilmiş olması gerekirdi. Kaçırma teşebbüsü olsaydı, herkesin çok iyi bildiği nizamiye kameralarının gördüğü yer tercih edilmezdi. Olayda hiçbir şekilde kullanılmadığı gibi komutana yönelik kötü bir söz, şoförün tehdit edilip araç dışına çıkarılması ve darp gibi olaylar olmamıştır. Kaçırma olsaydı bunların hepsi olur ve komutan aracıyla manevra yaparak, oradan kolayca uzaklaşamazdı. Yanına giden karargâh personeline küfür eden, onları darp ederek bölgeden rahatça giden komutanın kendisidir. Eğer kaçırma niyetimiz olsaydı kendisini takip eder ve rahatça yetişirdik. Kendi ifadesinde evinin etrafının darbeciler tarafından çevrildiğini söylüyor. Eğer biz darbeci olsaydık, kendisinin ifade ettiği gibi nizamiyeyi kapatan darbecilerin arasından geçip kolayca evine gidemezdi. Durum bu kadar açıkken komutanın bizi kendisini kaçırmaya çalıştığımızı hangi psikolojiyle söylediğini anlamakta güçlük çekiyorum.”
KARANLIKTA KAHRAMAN, AYDINLIKTA KÂĞITTAN KAPLAN
Hangisinin daha mantıklı olduğunu takdirlerinize bırakıyorum.
Ama benim ilgilendiğim bir başka ayrıntı daha var. Zekai Aksakallı o gece karargâhına gitmeyip sabah 10.00’a kadar bilinmeyen bir yerden MİT’le telefon trafiği yürüttü. Ertesi sabah ÖKK’ya gidip işkencelere başlayıncaya kadar sivillerin sokağa çıkarılması dahil, ilgililerle birçok konuyu görüştü.
Aradıklarından biri de dönemin Van Asayiş Kolordu Komutanı İsmail Metin Temel’di. Temel, aralarındaki diyalogu şöyle aktarıyor: “Zekai Aksakallı beni aradı, ‘Karargâh işgal edildi, ben evdeyim’ dedi. Ben, ‘Karargâha dön’ deyince de ‘Karımı teskin ediyorum’ cevabını verdi.”
Nasıl yani, karanlıkta o tozlu yamaç yolda bir tekme ile bir tümen Bizans askerini savuran Malkoçoğlu Zekai Bey, geceyi karısını teskin ederek mi geçirmiş? Hadiseler bunu doğruluyor. Çünkü sabah 10.00’a kadar başını dışarı çıkarmadı.
Karanlıkta kahramandı ama aydınlıkta kâğıttan kaplana döndü…
Majestelerinin ajansı AA, onu ‘karanlık gecenin gizli kahramanları’ arasına yazmıştı. Gerçekte ise ‘karanlık gecenin en karanlık sahte kahramanları’ listesinin tepesindekilerden biri. Hem de gizli değil, aleni.
Malum, bugünlerde “Tankları durduran, sahte kahraman çıktı” nev’inden haberler okur olduk. Boşuna sokaktaki sahtekâr vatandaşla uğraşmaya gerek yok. Asıl yukarıdaki Aksakallı’lara bakmak gerek. O geceden geriye kaç ‘kahraman’ kaldı ki zaten? Birer birer hepsinin yaldızları dökülüyor. En büyük sahte kahramana sıra gelmedi daha.
TR7/24