Hemen söyleyeyim, ben kafası karışıkların safındayım.
Bu karışıklık, Yüzbaşı Burak Akın konusunda daha önce yazdığım 5 yazının dayandığı nokta ile ilgili değil. Hem de hiç. Orada zihnim (şimdilik) berrak. Çünkü neresinden bakarsak bakalım mevcut veriler, bizi orada belli bir çıkarıma götürüyor: “Eğer Kara Kuvvetleri Komutanı Koruma Müdürü Burak Akın cemaat mensubu ise; onun kahramanca direndiği bir darbe, cemaatin darbe girişimi olamaz. Bu alelade bir detay olmadığı, olağan paradigmayı temelden çökertebilecek hâkim bir model olduğu için de AKP’nin resmi tezleri büyük oranda çökmüştür.”
Bu, meselenin bir boyutu.
Fakat gelişmeler Burak Akın ile sınırlı kalmadığı için tek başına onun üzerinden bir okuma yapmanın de eksik kalacağı aşikâr. Dolayısıyla tek bir örneklem üzerinden hadisenin bütününü anlamaya çalışmak, yanıltıcı olabilir. Yüzbaşı Akın’dan sonra başka itirafçılar da çıktı. Akın’ın kendi verdiği 2 ismin dışında 10 civarında subay var. Bu askerler neden itirafçı oluyor? Arkasında herhangi bir plan mı var yoksa kendiliğinden gelişen doğal bir seyir mi?
****
Şu ana kadar gördüğüm kadarıyla her kesim kendi içerisinde görüş ayrılıkları yaşıyor. Yandaş medya da dahil… Örneğin dün Yeni Şafak gazetesi, “Eş zamanlı tuzak çöktü” manşetini attı. “FETÖ’nün, itirafçılık üzerinden yeni bir tuzak kurduğu belirlendi. Gerek sorgusuz sualsiz göreve iadeler, gerekse itirafçı olan bu isimlerin itiraflarında üst düzey yöneticilere yönelik hiçbir bilgi vermemiş olmaları üzerine, bu gidişin ciddi bir tuzak olabileceği üzerinde duruldu. Samimi itirafçıların göreve döndürüldüğünü gören FETÖ’nün, itirafçılık yoluyla TSK’da örgütü yeniden faal hale getirme çabasına giriştiği ve bu yönde planlar yaptığı ortaya çıktı. Son dönemde itirafçı sayıları hayli arttı.” diye yazdı.
Buna karşılık Star gazetesi tam tersi yönde, “Radara takılan itirafçı oluyor” manşetini attı.
Bunun yanında bir de özellikle sosyal medyada hadisenin ne olduğuna kesin hükümler getiren hesaplar var. Bu denli girift, çok bilinmeyenli hadiseler karşısında daha ilk dakikadan ‘şakkadanak’ fotoğrafı çeken, teşhisi koyan, layetezelzel beyinlere hayranlığımı gizleyemem. Fakat ben, bir tarafını örtsen öbür tarafı açıkta kalan teorilere kolayca ısınamıyorum.
***
Bu tür karmaşık durumlarda, birbirinden bağlantısızmış gibi duran noktaları birleştirerek belli bir harita oluşturmak ve labirentten öyle çıkmaya çalışmak bir yöntemdir.
Bir diğer yöntem de son derece kompleks görünen bir hadiseye düz ve basit bakabilmektir. Bazen sizin koca koca anlamlar yüklediğiniz, çeşitli teoriler ve kuramlarla izah etmeye çalıştığınız olayların aslında basitçe bir açıklaması olabilir.
Önce karmaşık olandan gidelim…
‘İtirafçı’ furyasının nedenlerine ilişkin ihtimaller neler?
1- Burak Akın’ın ilk teslim olduğu gün Cemaat tarafında ağırlıklı görüş, bunun yeni bir kumpasın habercisi olduğu yönündeydi. Akın’a “Abiler bana suikast için baskı kurdu, dayanamadım, teslim oldum” dedirtileceği yönünde bir endişe vardı. Bu endişeyi besleyen de son dönemde artan ‘suikast’ söylemleri idi. Örneğin Ahmet Zeki Üçok’un “Malum İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİNİN kontrolünde olan FETÖ’nün suikast timleri Makedonya’da 60 DÖNÜM çiftlik satın aldı. Bu çiftlikte kimler yok ki, eski SAT, MAK, TAK timlerinin firarileri, UÇK artıkları, paralı askerler ve PROFESYONELLER. Bizler buradayız, BEKLİYORUZ.” şeklindeki tweet’i ve takip eden açıklamaları… Hizmet gönüllüleri, “Eyvah, yine 15 Temmuz’vari bir çakma suikast tertip edilecek ve cemaatin üzerine atılacak” korkusuna kapıldı.
Fakat Burak Akın sorgusunda bu yönde bir ifade vermedi. Suikastın dışında, bu yönde başka bir endişeye kapı aralayacak bir ihbarda da bulunmadı.
Dolayısıyla bu görüş şimdilik çöktü.
***
2- Yine ilk Burak Akın olayıyla birlikte akıllara gelen diğer senaryo şuydu: Cemaat, 15 Temmuz’un maskesini indirmek için düğmeye bastı. Burak Akın, Cemaat mensubu olduğunu açıklayacak ve bilinen söylemi yerle bir edecekti. Bununla da kalmayıp darbe gecesi yaşanan bazı bilinmeyenleri anlatacak ve kurulan tuzağı deşifre edecekti. Bu biraz da bazılarının beklentisi idi.
Evet, Yüzbaşı Akın’ın 13 yaşından beri bu camia içerisinde olduğunu açıklamış olması, tek başına darbe-Cemaat ilişkisine dair resmi söylemi çürüttü. Fakat bu, bizatihi varlığından kaynaklı olarak ulaşılan mecburi sonuç.
Fakat gerek diğer ifadeleri gerekse sonra gelen itirafçı dalgaları ile birlikte bunun bir tasarım olabileceği tezi havada kaldı.
***
3- Üçüncü senaryoya gelince… Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, bir süredir TSK içerisinde başlattığı ve en bilineni Zekai Aksakallı’nın Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan alınması olan tasfiyelere devam ediyor. Bu subayların vereceği isimlerle tasfiyeleri yeni bir evreye taşımak istiyor.
Bu görüş, Akar’ın gönülsüzce ‘15 Temmuz kumpası’ içinde yer aldığı, kendisini ve silah arkadaşlarını bu ‘kuyuya’ iten kanattan zamana yayılmış bir şekilde intikam aldığı tezine dayanıyor.
Bununla bağlantılı bir başka değerlendirme de Hulusi Akar’ın 15 Temmuz’dan sonra altının boşaldığı, bu güvensizliği ortadan kaldırabilmek için de bazı askerlerin geri dönüşü için düğmeye bastığı şeklinde.
Peki, Erdoğan’ı buna nasıl ikna etti?
“Efendim Avrasyacı, Ergenekoncu kanat çok güçlendi. Ordu içerisinde tekrar bir denge kurmak zorundayız. Yoksa bunlar yarın sizi de ortadan kaldıracaklar” diyerek…
Ve böylece yeni bir süreç başladı; bir taraftan bazı tutuklular tahliye edilirken (Örneğin Akın’ın emniyet sorgusu sürerken 18 generalin tahliyesi) bir yandan da bu subayların itirafları ile istenmeyen bir kanadın tasfiyesinin önü açıldı…
Bu görüşün zayıf tarafları şunlar:
– Bunu neden itirafçılar üzerinden yapsın? Eğer ki bu isimler, tutuklu olanların geri dönüşünü sağlayacak şekilde ifşaatlarda bulunuyor veya o yönde isimler veriyor olsaydı belki daha inandırıcı olabilirdi.
– Avrasya / Ergenekon kanadından gelen tepkilere bakılırsa bu yönde bir feveran hali de yok.
– Darbeye katılmamış bu kadar fazla cemaatçi subayın ortaya çıkması ile kendi tezlerini çökertme riskini neden alsınlar? Hele hele Burak Akın ile… Erdoğan buna neden ‘evet’ desin? Bunu başka isimler ve başka yöntemlerle yapamazlar mıydı?
***
4- “AKP, daha fazla tasfiye yapabilmek için bu itirafçıları kullanıyor.”
Doğrusu bunu pek üzerinde durulabilir görmüyorum. AKP bu tasfiyeler için zaten herhangi bir delile, bir dayanağa ihtiyaç duymuyor ki… Ayrıca içeride ‘itirafçı’ olan veya olmaya hazır başka askerler var. Onların önüne bu isim listelerini koyup imzalatmak daha kolayken neden yeni zaaf görüntüleri versin? Neden 15 Temmuz’u çökertsin? Kaldı ki teslim olanlar da çok büyük ifşaatlarda bulunmuş değiller.
5- “Mahrem imamların itiraflarıyla kripto subaylar deşifre oldu. Bunlar da sıranın kendilerine geleceğini anlayınca teslim olmaya başladılar.”
Bu görüşün zayıf tarafı şu: Yargılamaların bugüne kadarki seyri, hiç de gidip güven içerisinde teslim olunacak bir manzara arz etmiyor. Kendi kendini ihbar demek, aynı zamanda karanlık bir kuyuya kendini bırakmak demektir. İşkencelerle dolu, hukukun olmadığı, keyfi ve sonu belirsiz bir sürece adım atmış olacaksınız.
Bugüne kadar hakkında somut bir delile ulaşılmamış, hatta Burak Akın örneğinde olduğu gibi kahramanlık madalyası taşıyan askerlerin, kendilerini savunabilmek için eli hala çok güçlü iken heyecana kapılarak itirafçı olması, akla pek yatkın değil.
Bunun için kendilerine bir güvence verilirse o başka…
İşte bu da bizi altıncı maddeye götürecek.
***
6- “Amaç, TSK içinde hala kendini gizleyebilen Cemaat sempatizanı askerlerin çözülmesini sağlamak”
Bu madde, yukarıdaki girizgahta sözünü ettiğim ‘karmaşık’ olanla ‘basit’ olanın iç içe geçmiş hali. Bu senaryoda insan psikolojisi ve yaşanan sürecin kimyası örtüşüyor gibi…
Basit olan tarafı şu: Bazen olaylar gerçekten de göründüğü gibidir.
İnsanı ve insan psikolojisini büsbütün yadsıyarak bu tür hadiseleri çözümlemek, eksik sonuçlar doğurur.
Darbe davalarına baktığımız zaman azımsanmayacak oranda itiraflar geldiğini görüyoruz. Darbeye katıldığını reddetse de Cemaat üyesi olduğunu kabul eden, pişmanlık izhar eden bazı askerler var. Bunlardan bir kısmının derin sorgulamalara girdiğini de müşahede ediyoruz. Aynı şekilde daha sonradan yapılan ‘mahrem imam’ operasyonlarında gözaltına alınıp itiraflarda bulunan isimler de çok. TSK ile ilgili soruşturmaların dışında, Hizmet Hareketi’nin farklı birimlerinde görev alıp da ‘itirafçı’ olan yine çok sayıda önemli isim dikkat çekiyor. Bunların tamamını ‘işkence’ veya ‘tehditlere’ bağlamak, biraz gerçeğe gözlerini yummaktır. Doğrudur yanlıştır, katılırsınız katılmazsınız ama ifadeleri okuduğunuzda kendince ‘samimi’ bir sorgulamaya giren şüphelilerin olduğunu da görürsünüz.
Askerleri de büsbütün böyle bir olgunun dışında göremezsiniz. 15 Temmuz’un derin travmatik etkisi ile “Ne oldu? Bunu kim yaptı? Kullanıldık mı? Aldatıldık mı? Birilerinin hesaplarına kurban mı gittik? Aslında başka bir şeye mi hizmet ettik? Abi bildiklerimiz bizi sattı mı?” gibi sorgulamalara girmesi mümkündür. Aylarca süren iç muhasebe ve içten içe büyüyen kurdun birilerini artık böyle bir noktaya sürüklemiş olması olağan dışı bir şey değil. Hele bu süreçte kendisine bir muhatap bulamamış, sorularını cevaplayabilecek bir kanal açamamış, okuduğu veya öğrendiği her yeni şeyden sonra daha da aklı karışan biri pekâlâ böyle bir aşamaya gelebilir.
***
Diğerlerinde olduğu gibi bu görüşün de zayıf noktası, “Neden 15 Temmuz’u çökertsinler?” sorusuna tatmin edici cevap verememesi.
Zaten ilginç olan nokta, furyanın Burak Akın’dan başlamış olması. ‘Toplumsal saygınlık’, insanda varoluşsal değişimlere yol açabilecek güçlü bir güdüleyicidir. Kahraman sıfatını elde etmiş, madalya sahibi bir insanın bütün bu manevi apoletleri söküp kendini ‘hain’ derekesine düşürecek kararı alması kolay değil. Bunun için çok güçlü bir tetikleyici olması gerek.
Peki bunu Burak Akın’ın psikolojik eşikleri ile açıklayabilir miyiz?
Şöyle bakalım: Neredeyse bütün Türkiye, ölümden döndüğünüz olaylar zincirinin aslında içinde bulunduğunuz yapı tarafından kurgulandığına inanıyor. Komutanlarınız ve ülkeyi yönetenler de aynı şeyi söylüyor. Bakıyorsunuz, olaylar içerisinde Cemaat’ten birçok kişi olduğunu görüyorsunuz. İddianameleri, ifadeleri, savunmaları okuyorsunuz… 17 ay boyunca da içinizde bu hesaplaşmayı yaşıyorsunuz. Fakat darbe girişiminin Cemaat’in işi olamayacağının en büyük kanıtı da sizsiziniz aslında.
Burası çok önemli bir nokta. İfadelerine bakıldığında, Burak Akın’ın durduğu yere dair genel bir sorgulamaya girdiği anlaşılıyor. Zaten 15 yıldır bir gelgit yaşadığı, 3 kere kopma noktasına geldiği kendi ifadelerinde var. 15 Temmuz sonrasının psikolojik ortamı, Cemaat’in yaşadığı büyük itibar kaybı, şeytanlaştırma, kâr-zarar hesapları, ‘kahraman madalyası’ aldığı kesimle kurduğu duygusal bağlar da üzerine eklenince böyle bir karara varmış olabilir. Bu da insana dair. Hiç kimse makine ya da robot değil. Herkese aynı şablonlarla veya kalıplarla yaklaşmak sığ bir bakış açısı olur. Burak Akın’ın kişiliğini, karakterini bilmeden bir çıkarımda bulunamayız.
***
Burada kafa karıştıran nokta, ‘itirafçılığın’ adeta bir furya görüntüsü altında peş peşe gelmiş olması.
İşte bu noktada da ‘basit’ olandan ‘karmaşık’ olan tarafa geçiyoruz.
Burak Akın, ifadesinde dile getirdiği gibi gerçekten de bu duygularını ilk önce koruma müdür yardımcılığını yaptığı Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Güler’e açmış olabilir.
AKP-MİT kanadı, TSK içerisinde bir ‘Cemaat çözülmesi’ hedeflemişse, dosyası ‘en sağlam’ olan Burak Akın’dan başlayarak bir öncü kafile tertip etmiş olabilir. Bu durumda şu teminatın verilmiş olması muhtemel: “Siz zaten darbeye katılmamışsınız. Bir suçunuz yok. Sadece Cemaat bağlantılarınızı itiraf edin. Sonunda serbest kalacaksınız. Arkadan başkaları gelecek.”
Bununla, arkadan gelecek büyük çözülmenin önü açılmak istenmiş olabilir. Dikkat edilirse ‘ben darbeciyim’ diye değil, ‘ben Cemaat üyesiyim’ diye gidip teslim oluyorlar.
Nitekim ifadelerin ardından serbest kalmaları da bunu düşündürüyor. Düşünün ki 15 Temmuz iddianamelerinin en önemli dayanakları arasında olan gizli tanıklar ‘Şapka’ ve ‘Kuzgun’ bile tutuklu yargılanıyorlar. Bu kadar çok ifşaatta bulunmuş olmalarına rağmen serbest kalamadılar. Öğretmenler, ev hanımları, esnaflar, hayırsever dedeler bile sırf ‘cemaat üyeliği’nden dolayı tutuklanırken bu subayların serbest kalması makul görünmüyor. Belli ki bir teminat verilmiş. Öyleyse bir amaç da vardır. Bu da bizi ‘çözülme’ senaryosuna götürüyor.
***
Gelinen nokta itibariyle, birkaç çekince dışında, bu üzerinde durmaya değer bir senaryo. Burada belirleyici olacak noktalar, itirafçı dalgasının devam edip etmeyeceği, verilecek ifadelerin içeriği ve hepsinin serbest kalıp kalamayacağı.
Peki size bir soru: 15 Temmuz tuzağı için işbirlikçilik yapıp hala Cemaat içerisinde görünen bazı uzantıların bu furyada bir dahli var mıdır? Özellikle bu askerlerin ikna edilmesinde…
Baştan dedim ya, benim kafam karışık.
TR7/24
http://www.tr724.com/itirafci-furyasi-kafasi-karisiklar-zihni-berraklar/