İzmir depremi nedeniyle arka planda kaldı ama Hürriyet Ankara Temsilcisi Hande Fırat’ın “gazetecilik başarısı”nı unutturmamak lazım.
Kendisi araştırmış ve ortaya çıkarmıştı ki meğer bizim First Lady Emine Hanım’ın çantaları çakmaymış.
Taklit takıp takıştırıyormuş.
Markaların sahteleri ile sosyete çatlatıyormuş.
Yalan tabii…
Emine Hanım’ın lüks merakını bilmiyor mu, Hande Fırat?
Gittiği yurtdışı seyahatlerde harcadığı paralardan, kapattığı mağazalardan, paketleri eve taşıyabilmek için Türkiye’den kaldırttığı uçaklardan haberi yok mu?
Yoksa asıl çakma olan onun gazeteciliği imiş.
“Geri dönüşümlü gazetecilik.”
“Çıt çıtlı” hem de…
****
Bu size biraz abartı mı geldi?
O halde alın keyif çayınızı elinize, gelin Emine Hanım’ın “elinin kiri” ile biraz züğürt çenelerimizi yoralım.
Belediye başkanlığına başlarken “tek mal varlığım bu yüzük” diyen kocası, yüzmilyonlarca doları iki günde dağıt dağıt sıfırlayamayacak noktaya gelmişti, biliyorsunuz.
Parayı koyacak yer bulamıyorlardı.
Birazını gemilere, birazını gemiciklere yüklesen; birazını Man’ına koysan birazını “milletin orasına”… Kalanını da Şehrizar’a yatırsan yine bitmez.
Bitmedi de nitekim.
E Emina’nım da değişti tabii…
Duramazdı artık eski gecekondularda.
Saray’lar yaptırdı kocasına.
Eşi beyefendinin resmî seyahatlerinin her birinde başka bir marka çanta ile, başka başka lüks takılarla arzı endam eder oldu.
Misal Angela Merkel, her yıl aynı kıyafetle tatile giderken sadece bizim Emine Hanım’ın çıkarıp attıklarını “geri dönüştürmeye” Saray’da ayrı bir tesis kurulmuş olabilir.
Hande Fırat bunu da araştırmalı.
****
Tabii itibardan tasarruf olmaz.
Macaristan’a 35 bin liralık Chanel çantayla, Tokyo’ya 50 bin dolarlık Hermes’le giderken haber oldu Emine Hanım.
Onlar da mı çakmaydı?
40 bin dolarlık ceketinin üzerine kondurduğu 15 bin dolarlık kocaman su sineği broşu vardı, o da mı imitasyondu?
Hadi yedik diyelim.
Bir kere Brüksel Louise Caddesi’ne 6 makam aracı ile gelip lüks bir mağazayı kapatmış, şaşkınlığını gizleyemeyen bir Belçikalı, “Madonna mı gelmiş?” diye sormuştu, o da mı uydurmaydı?
Yabancı medyada haber oldu yahu!
Halbu ki ne kadar koltuklarımız kabarmıştı!
Feci itibar yapmıştık.
O mağaza ancak dünya jet sosyetesinin ve Madonna’ların gelip alışveriş yapabildiği yer iken bizim Prima Donna, mağazayı komple kapatmıştı.
****
Bir başka Brüksel ziyaretinde de meşhur Fransız mağazası Longchamp’ı kapatmıştı Emina’nım.
Korumalar kapıda…
Bir elinde cımbız, bir elinde ayna…
Bir gün Car Shoe bir gün Longchamp kolunda…
Hatta bir seferinde kantarın topuzunu öyle bir kaçırmıştı ki, doldurduğu bavulları taşıması için THY’ye Türkiye’den ayrı bir uçak bile kaldırtmıştı.
Hangisi çakmaydı? Bavullar mı, uçak mı, savurulan paracıklar mı, Emine Hanım mı?
****
Yok yok, hiç olur mu?..
Onların aldıklarının hepsi gerçekti de bize ‘sattıkları’ çakmaydı sadece.
Bize bir ‘yerli-milli’ safsatası satıyorlar yıllardır, birinci elden.
Bir de çok güzel ‘din’ satıyorlar.
Güzel ‘hamaset’ satıyorlar.
****
Baksanıza, Hande Fırat’ın dediğine bakılırsa Emine Hanım’ın kendisi ‘yerli-milli’ değilmiş nitekim.
“3 kuruş olsun, yerli olsun” dememiş de “Yabancı olsun da çakma olsun” demiş, galiba.
Ama o da yalan tabii.
Gerçek olan, bize sattıkları birinci sınıf yalanlar.
Mesela şöyle demişti Emine Hanım bir prompter’lı konuşmasında: “İsraftan kaçınmak, ölçülü yaşamak, yeme içmeden tutun doğal kaynakların kullanımına kadar İslam, bize sürdürülebilir bir yaşamın sınırlarını çizer.”
O yüzden de Saray yaşamlarında sınırları şöyle çizilmişti: Chia tohumu eşliğinde ejder suyu, starex meyvesi eşliğinde aloevera, liçi meyvesi eşliğinde efuli, beyaz çay, orman meyveli spesiyal, zencefilli somonlu suşi.
Onların sürdürülebilir yaşamının sınırı buradan başlıyordu.
Şimdi biliyorsunuz, suşi var suşicik var.
Starex’i bilen var, bilmeyen var.
Menüyü ezbere say desen zencefil dışında tek kelime hatırlamayacak olan milyonlar var.
Ama “Allah’ım benim ömrümden al, ona ver” diye ağlayanlar da onlar.
****
Tabi ki yalan onlar.
Ama her şeyin bir alıcısı var.
Merkezi bölgelerinde don olmayan adam, kolböreği eşliğinde çayını yudumlarken ne yapacak, tabi ki keyif almaya bakacak.
Ama şimdi bu ona da haksızlık değil mi?
Onu ayakta tutan bir şey vardı en azından; ‘biz yemesek de Reis’imiz ve muhterem eşleri yiyor, giymesek de onlar giyiyor’ diyordu.
İtibarımız vardı en azından.
Herkes bizi kıskanıyordu.
Dünya liderleri badanalı tek oda ofislerde çalışırken bizim ümmetin lideri binyüz odalı Saray’lara sığmıyordu.
****
Evet, gerçi bizi kıskanan bütün gelişmiş memleketler korona zamanlarında milyarlarca doları vatandaşlarına dağıtırken bizim Reis’in vatandaşa IBAN dağıtması biraz yakışıksız kaçmış olabilirdi.
Evet belki tebaası için yeniden “Tekalif-i Milliye” çağrısı yapıyor da olabilirdi.
Evet, hepimizde “Acaba paramıza pulumuza mı çökecek?” tedirginliği de başlamıştı.
Sebepsiz de değildi.
Çünkü bu işte ne kadar iyi olduğunu görmüştük.
Ama yine de bir tesellimiz vardı.
En azından itibar vardı. Bilirdik.
Yiyecek ekmeğimiz yoktu ama “bir mermi kaç para” diye düşünürdük.
Ayranımız yoktu belki içmeye ama başımızdan keyif çayları yağardı her gece.
Ve biz durmadan gülüşürdük.
****
“330 bin liralık bir Mercedes lüks mü ki ya?” diye soran bir liderimiz, hanımında Hermes’imiz, askıda ekmeğimiz, kütüphanede kekimiz, çayda demimiz…
“Halimiz itten beterdi ama keyfimiz paşada yok”tu.
Ama şimdi bu ‘çakma Hermes’ de nerden çıktı?
İtibarımıza ne olacak şimdi?
Hermes’siz yaşarız ama itibarsız yaşayamayız biz.
Hande Fırat, bunu da yaz.
Kusursuz.sizi ilk defa okudum.yazı bitmesin istedim
Afferim Ahmet Dönmez, seni alkışlıyorum. Millet İzmirdeki depremle uğraşırken sen bu tuzağa düşmedin, esas Gündemi yakaladın.
Belkide İzmirdeki depremde Emine hanımın çantaları gibi çakmadır, gündemi saptırmak için yapılmıştır, bu hükümet bunuda yapar. Afferim sana sen böyle 7/24 nöbette kal ben millet adına seni Emine hanımın özel gözlemcisi olarak tayin ettim. Gözünü dört aç haaa