Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun yeni bir parti kurup kurmayacakları tartışıladursun ben çok önemli bir belgeye ulaştım. “Ulaştım” diyorum, çünkü bu belgeyi bir yerlerde bulabilmek imkansız gibi. Sözünü ettiğim bu belge, Gül ve beraber hareket ettiği kadronun ilk seçim beyannamesi. “Seçime giremeyecek partinin beyannamesi mi olur?” demeyin. Önce içinde neler yazıyor bir bakalım, sonra bu soruyu da cevaplayacağım.
Buraya beyannamenin içinden bazı maddeleri alıyorum. Buyurun, hep beraber okuyalım:
GENÇ BEYİNLER YURTDIŞINA GİDİYOR: “Ülke, iç ve dış yatırımcılar açısından cazibesini kaybetmiş, bunun sonucunda Türkiye ürkütücü boyutlarda mali ve beşeri sermaye kaybına uğramıştır. İyi yetişmiş, nitelikli insanlarımız arasında bile işsizlik had safhaya ulaşmış, yetenekli genç beyinler, geleceklerini yurt dışında aramanın telaşına düşmüşlerdir.”
ENERJİMİZİ İÇ MESELELERLE TÜKETİYORUZ: “Dünyada köklü dönüşümler yaşanırken, Türkiye, zamanını ve enerjisini iç meseleleriyle uğraşarak tüketmektedir. Elli yılı aşan çok partili siyaset tecrübesine rağmen, Türkiye yeterince demokratikleşemeyen, temel hak ve özgürlüklerin tam olarak kullanılamadığı ülkeler arasında yer almaktadır.”
ADİL SEÇİM YOK: “Seçimler, genel, eşit ve gizli oy esasına göre yapılmalı ve yönetime talip olan değişik siyası görüşlerin eşit şartlarda yarışmasına izin verilmelidir.”
ÖZGÜRLÜKLER, ÜLKENİN İÇ ŞARTLARINA BAĞLI DEĞİLDİR: “Ülkenin iç şartlarıyla bağlantılı düşünülemeyecek kadar önemli olan temel hak ve özgürlükler, uluslararası düzenlemelere konu olmaktadır. Bir ülkenin sadece kendi şartlarını dikkate alarak düzenleme yapamayacağı alanların başında, temel hak ve özgürlükler gelmektedir.
İNSANLIK BİR DAHA TOPLU FELAKET GÖRMEMELİ: “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, insanlığın bir daha toplu felaketlerle karşılaşmasını önleme yönündeki çabalar, insan haklarının evrensel düzeyde tanımlanmasını ve güvencelerinin oluşturulmasını gerektirmiştir. Bu çabalar sonucunda İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Paris Şartı gibi belgeler yürürlüğe konularak temel hak ve özgürlüklerin uluslararası boyutta güvence altına alınması yönünde önemli bir adım atılmıştır.”
İŞKENCE VE KAYIPLAR OLMAYACAK: “İşkence, kayıp, göz altında ölüm, faili meçhul cinayet gibi demokratik hukuk devletinde kabul edilemez insan hakları ihlallerinin üzerine ciddiyetle gidilecektir.”
DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ SINIRLANAMAZ: “Yaşama ve mülkiyet hakkını, düşünce, ifade, inanç, teşebbüs ve örgütlenme özgürlüğünü sınırlayan hükümler, evrensel hukuk ve özgürlük anlayışı dikkate alınarak yeniden düzenlenecektir.”
KATILIMCI DEMOKRASİ: “Partimiz demokrasiyi, halkın geniş boyutlu katılımı ile sürekli geliştirilmesi gereken bir süreç olarak görmektedir. Bu kapsamda, çoğulcu ve katılımcı demokratik siyasal sürecin sivil toplum örgütlerine açılması ve karar verilecek konularda ilgili toplum kesimlerinin görüş ve önerilerinin alınması sağlanacaktır.”
SEÇİMDEN SEÇİME DEMOKRASİ OLMAZ: “Sivil toplum kuruluşlarının yönetime daha aktif katılımı ile temsili demokrasinin katılımcı demokrasiye doğru gelişmesi sağlanacaktır. Böylece vatandaş, sadece seçimden seçime değil, güncel gelişmeler için de iradesini siyasal sürece yansıtma fırsatı kazanacaktır.”
MEDYA DENETİM GÖREVİ GÖRÜR: “Partimiz, çoğulcu demokrasi ve rekabetçi piyasa anlayışının bir gereği olarak, modern toplumlarda doğru bilgi edinme ve denetim görevi yürüten medyanın çoğulcu ve rekabetçi bir yapıda gelişmesini savunur. Kamusal bir hizmetin farklı taraflarını oluşturan siyaset ile medya ilişkisinin, karşılıklı saygıya dayalı bir diyalog içinde yürütülmesinden yanadır.”
TEPEDEN İNMECİ YÖNETİM SON BULACAK: “Kamu yönetiminde tepeden inmeci ve tek yönlü anlayışlar terk edilecek, yönetişimci bir anlayışla devlet-toplum diyaloğuna ve eğitim, sağlık, çevre gibi sosyal boyutu olan hizmetlerde işbirliğine dayanan modeller geliştirilecektir.”
HUKUK, KORKUTMA VE CEZALANDIRMA ARACI OLMAMALI: “Demokratik ülkelerde, hukukun evrensel ilkelerine saygı, hak arama yollarının açık tutulması, kanun önünde eşitlik, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması, idarenin hukuka bağlılığının sağlanması temel değerlerdir. Partimiz hukuku, korkutmanın ve cezalandırmanın değil, adaleti sağlamanın aracı olarak görmektedir.”
HUKUK YOKSA EKONOMİK KALKINMA DA YOKTUR: “Partimiz hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim anlayışının teminatı olacaktır. Ülkemizde yaşanan krizlerin temelinde, evrensel normlara uygun bir hukuk devleti ve adalet sisteminin eksikliği yatmaktadır. Demokratik bir hukuk devleti anlayışını hayata geçiremeyen ve adalete güveni tesis edemeyen ülkelerin, ekonomik yönden kalkınması da mümkün değildir.”
İDARE, YARGI DENETİMİ DIŞINDA OLAMAZ: “Hukuk alanındaki reformlara yeni bir anayasa yapılarak başlanmalıdır. Bu anayasa, hukuk devleti ilkelerini hayata geçirecek, bireyleri devlete ve örgütlü güçlere karşı koruyacak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin getirdiği ilke ve standartlarda temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını sağlayacaktır. Yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki ilişkiler açık, net ve anlaşılabilir bir şekilde belirlenecek, idarenin hiçbir eylem ve işlemi yargı denetimi dışında bırakılmayacaktır.”
YARGI BAĞIMSIZLIĞI ŞART: “Yargı gücünü kullananların görevlerini yasaların emrettiği doğrultuda tarafsız olarak kullanmaları kişi hak ve özgürlüklerinin en önemli teminatıdır. Ülkemizde yargıya çeşitli şekillerde müdahalelerin olduğu, yargıçların tarafsız olarak karar vermelerinin engellendiği, yüksek yargı organlarının başkanları tarafından da sürekli olarak dile getirilmektedir.”
HUKUKUN SİYASALLAŞMASININ ÖNÜNE GEÇECEĞİZ: “Partimiz, yargı yetkisini kullanan kişi ve kurumların bağımsız ve tarafsız karar vermelerini sağlayacak bir yargı reformunu gerçekleştirmek için; Anayasa ve yasalardaki yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı ile bağdaşmayan hükümleri yeniden düzenleyecek, hakimlerin tarafsızlığını ve hukukun siyasallaşmasını engelleyen önlemler alacaktır.”
****
Bu cümleler, yeni partinin ilk seçim beyannamesinden. İlk kez bir seçime girecek olan bu partinin adı ise Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP).
Tabi ki 31 Mart yerel seçimlerinden söz etmiyoruz.
Bu, AKP’nin 3 Kasım 2002 seçimleri öncesi hazırladığı beyannameydi.
AKP, bu vaatlerle seçmenin karşısına çıkıyor ve kurulmasının üzerinden 14 ay geçtikten sonra tek başına iktidara geliyordu.
Şimdilerde yeni bir parti veya partilerin kurulacağından söz ediliyor. Kurucularının da yukarıdaki seçim beyannamesini hazırlayan AKP’nin ilk kadrosunda yer alan Abdullah Gül, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu olacağı konuşuluyor. Gül ve Davutoğlu’nun ayrı ayrı parti kuracağı iddiaları dikkate alınırsa 2 ayrı siyasi oluşum yolda.
Şimdi tekrar dönüp bildirgeye baktığımızda, aslında Türkiye’nin siyaseten 2002 şartlarının bile gerisine düştüğünü görüyoruz. Aynı zamanda bu beyanname, yeni bir partiye olan ihtiyacın da delili.
Çünkü AKP 17 yıl önce bu hedefleri göstererek mevcut siyasi iktidarı yerle bir ettiğine ve bugün Türkiye tekrar aynı noktaya (hatta çok çok daha gerisine) döndüğüne göre; yeni bir iktidarın şartları da oluşmuş demektir. Bugün Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu şartlara bakarak yeni bir parti kurmak isteyen kadrolar, aynı söylemlerle, aynı manifesto ile AKP’ye meydan okuyabilir.
Peki bu mümkün mü? Sadece şartların oluşmuş olması yeterli mi? O ayrı bir yazı konusu.
Erdoğan ve partisi, bu beyanname ile bugün kendisine muhalefet eder konuma düşmüştür. Belki de o yüzden, AKP’nin resmi internet sitesinde artık bu beyannameyi bulabilmek mümkün değildir. Sitede bulamazsınız. O yüzden yazıya başlarken, ’Bu belgeye ulaşmak artık çok zor’ dedim.
Geriye dönüp herhangi bir AKP seçim bildirgesini açıp okuyun, sanki bugün kendi kurdukları sisteme karşı bayrak açmış gibidirler.
Kendi kendini inkârın bundan daha net bir ifadesi olamaz.
İddia ediyorum; AKP’nin seçim beyannameleri içinde bugün tam tersi noktaya evrilmediği tek bir cümle bile bulabilmek çok zordur.
Bir parti düşünün ki 17 sene sonra kendi programını, kendi beyannamelerini, kuruluş mantığını, misyonunu bu derece ters-yüz etmiş olsun.
Üstelik bu ilk beyanneminin alt başlığı da ‘İlkeli Siyaset’ idi.
Acıklı ki ne acıklı…
Dönüp dolaşıp yine aynı yere gelmişiz.
Banker Maho’nun Almanya diye kamyona doldurup İstanbul’da bıraktığı köylüler gibiyiz.
Türkiye’de aslında hiç bir şey değişmiyor.