Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar Akıncı’ya intikal ettiğinde artık tarihler yavaş yavaş 16 Temmuz 2016’ya dönüyordu.
Saat 23.30’a geliyordu.
Üs’te VIP karşılama oldu.
Elleri kolları serbest bir şekilde kararlı adımlarla helikopterden indi.
Karargâh’ın önünde bulunan birkaç personel Komutan’ı selamladı. O da ‘iyi akşamlar’ diyerek onlara karşılık verdi.
Kapıdan girerken saygı nöbetçisi esas duruşa geçti.
Mehmet Dişli ile Üs Komutanı’nın odasına girdiler.
Herkes onun olaylara Akıncı’dan komuta edeceğini sanıyordu. Çünkü daha o gelmeden üste böyle bir bilgi yayılmıştı. Saat 21.30’dan itibaren konuşulan buydu.
Bazı iddialara göre 1 nolu harici kıyafetini de yanında getirtmişti. Üzerine kılıç kuşanıp beyaz eldiven giymesi halinde bu, tören kıyafeti oluyordu. Kenan Evren’in darbe konuşmasını yaptığı harici kıyafetin bir benzeriydi. Çünkü Hulusi Akar’ın da sabah TRT 1’de konuşma yapacağı ve yönetime el koyduğunu ilan edeceği ileri sürülüyordu.
Hatırlarsanız bir önceki bölümü Hulusi Akar’ın eski başdanışmanı Orhan Yıkılkan’ın mahkemedeki bir cümlesi ile bitirmiştim.
Çatı davası hakimi Oğuz Dik kendisine Genelkurmay Başkanı’nın şapkasını istemesinin ne önemi olduğunu sorması üzerine Yıkılkan, “Eğer bir basın açıklaması yapacaksanız önemlidir,” şeklinde imalı bir cevap vermişti.
İşte kastedilen buydu.
****
Gerek Üs Komutanı Hakan Evrim gerekse de Genelkurmay’dan itibaren kendisine eşlik eden İhraç Tümgeneral Mehmet Dişli’nin söylediği gibi, Akıncı’da adeta kendi özel karargâhındaymış gibi hareket ediyordu. Genelkurmay’dan gelen personel etrafında dönüyor, emirlerini yerine getirmek için sağa sola koşturuyorlardı.
Fakat ne Akıncı’ya ilk geldiği dakikalarda ne de gecenin ilerleyen saatlerinde Akar’dan darbe girişimini sonlandıracak sahici bir girişim gelecekti.
Tek yaptığı, yanındakilere, “Gidin şunları ikna edin, daha fazla zarar vermeden bu işe bir son versinler,” diye talimatlar vermekti.
Halbu ki daha fazla zarar oluşmadan o işe son vermek kendisinin elindeydi.
Üs komutanlığı odasında bacak bacak üstüne atmış oturuyor, televizyondan olayları izliyordu.
Bir yandan pide geliyor, bir yandan çay, kahve, çerez, gazoz ikramı yapılıyordu.
Burada bir detay vereyim; Hulusi Akar’ın en keyifli olduğu zamanlarda kahve içtiği biliniyor. O gece bir kaç kez kahve ikramı yapıldığına göre keyfinin nasıl olduğunu sizin yorumunuza bırakıyorum.
Midesi rahatsız olduğu için normalde akşamları kahve tercih etmiyor.
Fakat bir çok ifadede geçtiği üzere o gece Akıncı’da üst üste filtre kahve içtiğine göre ne midesini ne de keyfini bozacak bir durum olmuş.
****
Odada o sırada kimler vardı?
Sadece dönemin Çiğli 2. Ana Jet Üssü Komutanı Tümgeneral Kubilay Selçuk.
Normalde o gün izinli olduğunu, ziyaret amacıyla Akıncı’ya geldiğini ve Üs Komutanı Hakan Evrim’e sürpriz yapmak istediğini söyleyen Selçuk…
Ama ne hikmetse Evrim’in odasında Genelkurmay Başkanı’nı karşılıyor.
Kimi ifadelere göre darbeyi tebliğ ettiği öne sürülse de kendisi, “Sadece yaşanan olayları özetleyip Komutan’ı bilgilendirdim,” şeklinde savunma yapıyor.
Daha sonra odaya ara ara Akıncı Üs Komutanı Hakan Evrim ve dönemin Kuzey Deniz Saha Komutanlığı Kurmay Başkanı Ömer Faruk Harmancık da girip çıkacaktı. Ailesi Ankara’da yaşayan Harmancık da o gün İstanbul’a uçmak amacıyla üsse geldiğini söyleyecektir.
****
Fakat ilk anda içeride sadece Selçuk vardı. Genelkurmay Başkanı Akar’dan sonra o sırada kıdem olarak üsteki en üst rütbeli kişiydi.
Hulusi Akar’ı buyur etti. Bir şeyler konuştular. Televizyonu açtı. Birlikte televizyona bakmaya başladılar.
Tıpkı Genelkurmay’daki makam odasında tam olarak neler olduğu bilinemediği gibi o gece Akıncı’daki o odada neler konuşulduğu da büyük bir sır olarak halen çözülmeyi bekliyor.
Soru işaretleri, çelişkiler ve çözümü zor düğümlerle dolu orası.
Sabaha kadar bir sürü tuhaf gelişmeler oluyor.
İfadelere baktığımızda da herkes başka bir hikaye yazıyor. Bilinçli bir karartma söz konusu. İfadeleri çapraz okuduğunuzda herkesin bir şeyleri gizlediğini, kimsenin doğruyu söylemediğini rahatlıkla anlıyorsunuz.
Hulusi Akar dahil herkes az ya da çok yalan söylüyor.
Bir biri ile çelişen bir çok nokta mevcut.
Mesela Kubilay Selçuk, Hulusi Akar odaya ilk getirildiğinde yüzünde veya boynunda bir yara izi olduğunu anlatıyor.
Ancak ertesi sabah Genelkurmay Başkanı’nı Akıncı’dan Çankaya Köşkü’ne götüren helikopterin pilotu Uğur Kapan, “Boynunda herhangi bir iz yoktu,” diyor.
Gerçekten bir iz var mıydı, varsa bu ne yarasıydı, nasıl oluştu, bilemiyoruz.
Bu bilinmezliği en çok besleyen husus, Hulusi Akar’ın davranışlarında 14 Temmuz’dan itibaren başlayan gariplikler.
****
Bu soru işaretleri o gece de fazlasıyla göze çarpıyor.
Mesela Kubilay Selçuk’a talimat vererek, “Akın Paşa nerede? Bir bak, ulaşamaz mıyız? Çağır, gelsin,” diyen de Akar’ın kendisi.
Tam o sırada Akın Öztürk de İstanbul Moda’daki düğünde bulunan dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ın ricası üzerine neler olup bittiğini öğrenmek üzere üsten birilerine ulaşmaya çalışıyordur.
Üssü arar, Kubilay Selçuk açar telefonu. “Neler oluyor?” diye sorar. Selçuk, “Komutanım operasyon var. Birinci Komutan da (Hulusi Akar) burada, sizi bekliyor,” der.
Bunu hem Mehmet Dişli hem Kubilay Selçuk hem de Akın Öztürk ifadelerinde bu şekilde anlatıyor.
Yani Hulusi Akar, daha sonradan “darbenin 1 numarası” ilan edilecek olan Akın Öztürk’ü, lojmandan kaldırıp oraya getirtiyor.
****
Sonra neler oluyor?
Verilen ifadelere bakılırsa Hulusi Akar gerek Akın Öztürk’e gerekse de Mehmet Dişli’ye emirler vererek, “Gidin şunlarla konuşun, bu kalkışmaya son versinler,” minvalinde şeyler söylüyor. Onlar da bunu yapıyor. Fakat bu sözlerin muhatabının tam olarak kimler olduğu halen muamma.
Çünkü darbenin liderleri olduğu söylenen kişiler zaten o odada ve kendisi ile görüşme halindeler.
Her ne kadar ara ara girip çıksalar da bu komutanlar devamlı Akar’la diyalog halinde.
Burada önemli bir hususun altını çizmek gerekir. Hemen bütün ifadelerden ortaya çıkan Akıncı Üssü manzarası, bir kaosun hakim olduğu ve kimliklerin birbirine karıştığı bir keşmekeş yumağı.
Ancak gerek Akın Öztürk olsun gerek Dişli gerekse de Kubilay Selçuk’un sabaha kadar darbeyi önlemek için mücadele verdiği anlatılıyor.
Aynı Akın Öztürk’ün darbenin 1 numarası olduğu, Kubilay Selçuk’un da Akıncı’da darbeyi yöneten kişi olduğu ileri sürülüyor.
Öte yandan Akın Öztürk, Hulusi Akar’ın odada bulunan Kubilay Selçuk ve Ömer Faruk Harmancık’ı işaret ederek “Akın Paşa bunlar bunlar bu işi yaptılar. Bunlarla konuş, bunları ikna et. Bunlar darbeye kalkıştılar,” dediğini anlatıyor. Bunu mahkemede, her iki ismin yüzüne bakarak dile getirdi üstelik.
Akın Paşa’nın verdiği bilgilere göre gerçek ikna girişimleri ancak darbenin başarısız olacağı anlaşıldıktan sonra başlayabildi.
Hatta Harmancık’ın, “Eğer arkamızda durulsaydı, bize sahip çıkılsaydı bu iş başarılı olurdu,” dediğini bile öne sürdü Akın Öztürk. Her ne kadar Harmancık bu iddiayı reddetse de…
Fakat Kubilay Selçuk’un o zamanki Emir Astsubayı Mehmet Feyzi Ünal bile ifadesinde, Hulusi Akar’ın odadan dışarıya doğru, “Yanlış yapıyorsunuz,” diye bağırdığını anlatıyor.
Selçuk ise daha ilk anda, televizyonu açıp köprünün kesildiğini görür görmez, “Bu darbe başarılı olamaz,” dediğini ve karşı yönde gayretlerde bulunduğunu savunuyor.
****
Diyorum ya, burada ifadelerden yola çıkarak gerçek bir Akıncı fotoğrafı çıkarmak hayli zor.
Ve bu dizinin ana konusu bu değil.
Olayı daha da karmaşıklaştırmadan sadece “Hulusi Akar’ın Akıncı’sı”na odaklanmak istiyorum.
Akar’ın davranış analizinin yapılması gerek.
Ne hikmetse derdest edilmiş bir Genelkurmay Başkanı, darbenin merkez üssü olarak tabir edilen bir yerde, en üst komutanlara emirler vererek kalkışmanın bitirilmesi için girişimde bulunmalarını istiyor ve onlar da filolar arasında mekik dokuyor ve kimse onları engellemiyor.
İşin daha da enteresan tarafı, bu isimlerin tamamı mahkemedeki savunmalarında, ortada bir darbe girişimi olduğunu kabul ediyor. Üste darbecilerin olduğunu da ifade ediyorlar.
Sadece bu darbecilerin kimler olduğunu bilmediklerini, kimseyi tanımadıklarını ve hatırlamadıklarını söylüyorlar.
Ve Akın Öztürk, Mehmet Dişli, Kubilay Selçuk gibi isimler bu koşturmaca sırasında odaya her girişlerinde Genelkurmay Başkanı’na selam veriyorlar. Yani orada komutan hala Hulusi Akar. İnisiyatif onun elinde.
Odaya kahve, kuruyemiş servisi bile Akar’ın emri ile yapılıyor.
****
Bir kere orada zorla tutulan bir Genelkurmay Başkanı görüntüsü yok.
Odada silahlı bir asker bulunmuyor. Başına dayanmış bir silah yok.
Üs Komutanı Hakan Evrim bile, “İçeridekiler kendisine normal emir komuta çerçevesinde davranıyordu. Dışarıdaki silahlı personelin ise Genelkurmay başkanının korumaları olduğunu düşündüm,” diyor.
Fakat asıl önemli detaylar Mehmet Dişli’nin anlatımlarında.
Dişli, saat 21.00’den ertesi gün akşam saatlerine kadar Hulusi Akar’ın yanından hiç ayrılmamış tek kişi. Bütün o sancılı saatlere Akar’ın yanında şahitlik etti. Başka böyle bir isim yok. Dolayısıyla en önemli tanık aynı zamanda.
Buna ilaveten Dişli, Hulusi Akar’ın “Partigöç benim beynim, Dişli de kalbimdir,” dediği rivayet edilen bir general. Ayrıca Akar için, “Ben kendisini ailemin bir parçası olarak görürüm, o da bizi ailesinin bir parçası olarak görürdü,” diyecek kadar ona yakın.
O gece Komutan’a ‘sekreteryalık’ yaptığını ve Akıncı’da ‘tek kişilik karargâh’ vazifesi gördüğünü söylüyor.
Haliyle söyleyecelerinin apayrı bir önemi var.
Dişli’nin anlatımları da Hulusi Akar’ın o gece asıl alması gereken inisiyatifi almadığı doğrultusunda.
****
Bu noktada en önemli detay, telefon bağlantıları ile ilgili.
Belki de Akıncı ile ilgili masaya yatırılması gereken en önemli konu bu.
Mehmet Dişli’de o gece 2 tane cep telefonu var. Birisi şahsi numarası biri de Genelkurmay’da kullandığı hat.
Hulusi Akar o gece sabaha kadar kimi ara derse onu arıyor.
Yani, kendisini derdest ettiğini öne sürdüğü Mehmet Dişli’ye emir vererek istediği yerleri aratıyor.
Kimlerle görüşeceğine, sözde kendisini derdest etmiş olan Dişli karar vermiyor. Tam tersine Dişli’nin kimleri arayacağına Hulusi Akar karar veriyor.
Peki Akar kimleri aratmıştır sizce?
Biliyor musunuz?
Elinin altında telefonlar var. İstese Cumhurbaşkanı’nı, Başbakan’ı, Milli Savunma Bakanı’nı, diğer bakanları, MİT Müsteşarı’nı, parti liderlerini, televizyon kanallarını, gazetecileri arayabilir.
Hadiseler daha da vahim hale gelmeden bitirebilir.
Bu kadar insan ölmeden yetişebilir ve silahları susturabilir.
Peki arıyor mu?
Hayır.
Hiç birini aramıyor.
Veya aratmıyor, her neyse.
Ta ki sabah 07.30’a kadar. Yani, yerine dönemin 1. Ordu Komutanı Ümit Dündar vekâleten Genelkurmay Başkanı olarak atanıncaya kadar.
Yani iş işten geçinceye kadar.
Yani her şey bitinceye kadar.
****
Hulusi Akar ilk olarak eşi Şule Akar’ı aratıyor.
Hem de şu şekilde: Mehmet Dişli’den Emir Subayı Levent Türkkan’ı aramasını ve ondan eşini arayıp iyi olduğunu bildirmesini istiyor. Çünkü Levent Türkkan Akıncı’ya gelmemiştir. Genelkurmay Karargâhı’nda kalmıştır.
Tuhaf olan şu; eşine ulaşmak ve iyi olduğunu haber vermek için, “Beni derdest etti. Kafama silah dayadı, ‘Sık ulan!’ dedim. Boğazımı iple sıktı,” dediği Levent Türkkan’ı aratıyor. O da bunu yapıyor.
Hatta daha da ilginç olanını söyleyeyim. İlk önce, “Mesainin devam ettiğini söylesinler,” diyor.
Yahu ne mesaisi?
Bakın ne darbeden ne derdest edildiğinden ne canının tehlikede olduğundan bahsediyor. Yardım talebi yok. “Mesai uzadı deyin,” diyor.
Şimdi siz o sırada Akıncı’da yanında bulunan darbecilerin psikolojisini hesap edin. En üst komutanla ilgili ne düşünmüşlerdir?
Darbeye yaklaşımı ile ilgili nasıl bir beklentiye kapılmışlardır?
Nitekim bu durum mahkemede de uzun uzadıya tartışılacaktır.
Hatta müşteki sıfatıyla duruşmaya katılan AKP avukatı Muammer Cemaloğlu bile “Levent Türkkan biraz önceki ifadenize göre, elinde silahla Genelkurmay Başkanına silah doğrultmuş bir adam ve Hulusi Akar size diyor ki, eşimi ara, beni merak etmesin…” sözleri ile hayretini ifade ediyor.
Mehmet Dişli de cevaben şöyle diyor: “Ne yazık ki gerçek bu. Aynen budur yani, kendisine de sorun. Genelkurmay Başkanı’nın orada zaten Levent suyunu getiriyor, çayını getiriyor. Oradaki o hareketten sonra da Komutan’ın ona emirleri oldu. Yani bu biraz garip geliyor ben bunun farkındayım, Çatı davasında da aynı soru soruldu ama durum bu.”
****
Eşini arattığında saat henüz 23.47.
Daha Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CNN’e bağlanıp halkı sokaklara çağırmasına yarım saatten fazla bir zaman var.
Bir televizyon kanalına çıkıp konuşsa, olaylar daha da büyümeden bitecek. Çünkü darbe heveslisi olan askeri durduran Cumhurbaşkanı’nın konuşması değil, Genelkurmay Başkanı’nın konuşması olacaktır. Bu işin emir-komuta içinde olmadığını anlayan herkes duracaktır. Üsteki darbecilerin de hiç bir umudu kalmayacaktır.
Fakat Akar sabaha kadar beklentiyi diri tutuyor.
Birilerinin umudunu tüketmiyor.
Yapması gereken en önemli hamleyi bir türlü yapmıyor.
‘Mesaisi’ne devam ediyor.
Sonrasında yaşananları da bir sonraki yazıda tamamlayıp artık diziye bir son verelim.
-DEVAM EDECEK-
Bu yazıda akıncıdaki herkes yalan söylüyor dediniz ama tüm mahkeme ifadelerine erişebildiniz mi? Müyesser yıldız bile içerdeyken akıncı davalarını kaçırdım kimse de duruşmaları haber yapmadı demişti tabi onun kaçırdığı kısımda siviller ifade veriyordu.
Ayrıca akıncıda hangi odalarada kamera var, hangilerinde yok. kamera olan yerlerin kaçının görüntüsü dosyalarda. bu verilere ulaşılabiliniyor mu? Abidin ünal yada akın öztürk sanki bir şey ima etmişti bu konuda.
Gökhan sönmezateş akıncıdan emir aldım diyor peki emri veren kimdi yada o emri vereni diyorsa o kişi kimden aldım diyor. kimde tüm düğümler kitleniyor. abidin ünal’ı almaya giden konyadan özel kuvvetler personeline emri kim vermiş mesela. orta kademe emir verenler üst kademeyi ifşa etmiyor mu? Hep resmin bir parçasını görüyoruz. Herkes yalan söylüyorsa halk devletin senaryosuna inanır. Hulusi’yi derdest etmişler şimdi de saçmalıyorlar denir.