Gece 03.00 sularında evine bırakılmış olmasına rağmen 15 Temmuz sabahı normal vaktinde mesaiye başladı.
Makamına gelir gelmez, o gece çıkacakları İstanbul seyahatini iptal etti.
Garip şeyler oluyordu.
Bugüne kadar üzerinde fazla durulmayan ama bence dikkat çekici olan bir başka gariplik daha var o sabah.
Hatırlarsınız, bir önceki bölümde Özel Kuvvetler Komutanlığı ihtisas kursu mezuniyet töreninin bir gün önceye çekildiğini ve böylece 15 Temmuz gününün boşaltıldığını yazmıştım.
Oysa 15 Temmuz günü Kara Kuvvetleri Komutanı ile görüşmesi dışında bir programının olmadığını, onun da rahatlıkla başka bir güne alınabileceğini ifade etmiştim. Dolayısıyla böylesine teamül dışı bir değişikliği gerektirecek önemli bir durum yoktu.
Peki dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’la görüşmesi nereden ve nasıl çıkmıştı?
İşte o sözünü ettiğim diğer önemli gariplik burada.
Salih Zeki Çolak, 14 Temmuz sabah saatlerinde, yani 1 gün önce Hulusi Akar’ın makamına gelerek, Ankara dışındaki bazı programlarını arz ediyor. Salı günü katılacağı devir-teslim törenleri vardır. Bundan dolayı İstanbul ve İzmir’e gideceğini, ama YAŞ hazırlıkları için Komutan kal derse de kalacağını ifade ediyor.
Genelkurmay Başkanı Akar ise kendisine, “Gerek yok, git törenlere katıl. YAŞ için gerekirse önümüzdeki hafta sonu çalışırız,” diyor.
Bunun üzerine Çolak o gün İstanbul’a gidiyor. Ertesi sabah, yani 15 Temmuz Cuma sabahı kara yolu ile İzmir’e hareket ediyor. Balıkesir’de mola verdiği sırada kendisini arayan Hulusi Akar, acilen Ankara’ya dönmesini emrediyor. Salih Zeki Çolak da hızlıca İzmir’e intikal edip oradan kendisine tahsis edilmiş askerî uçakla Ankara’ya dönüyor. Tabii eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk’ü de yanına alarak…
O gece daha olaylar başlar başlamaz MİT eliyle ‘darbenin 1 numarası’ ilan edilecek olan Akın Öztürk’ü…
Peki ne oluyor da bir gün önce Salih Zeki Çolak’a, git, diyen Hulusi Akar, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la 5 saat baş başa görüştüğü gecenin sabahında onu arayıp tekrar apar topar Ankara’ya çağırıyor?
Çok önemli bir şey olmuş olmalı.
Hem kendi İstanbul seyahatini iptal ediyor hem de İzmir yolundaki Kara Kuvvetleri Komutanı’nı alelacele Ankara’ya getirtiyor.
Neden?
****
Tuhaflıklar öğleden sonra da devam ediyor.
Mesela AKP İstanbul Milletvekili Emekli Tümgeneral Şirin Ünal, randevusuz olarak Karargâh’a gelip Genelkurmay Başkanı ile baş başa bir görüşme yapıyor.
Saat 14.00 sularında başkanlık binasına giren Ünal, 16.00 civarında ayrılıyor. Fakat o sırada Hulusi Akar, telaş içerisinde “Nizamiyeleri kapatın, Şirin Ünal geri gelsin,” talimatını veriyor ve onunla bir süre daha görüşüyor.
Acaba bu kadar önemli ve acil olan ne idi?
Daha da esrarengiz olanı ise şu: Hulusi Akar görüşmenin hemen ardından Emir Subayı Levent Türkkan’ı çağırıp, “Oğlum bu görüşme kesinlikle kayıtlara girmesin,” diye özel talimat veriyor. O da nöbetçi özel kalem işlem subayı Mehmet Akçara‘ya “Komutan’ın emriyle bu ziyareti programdan çıkarıyorsun,” diyor. Akçara da denileni yapıyor. Bunu kendisi de ifadesinde teyid etti.
Nitekim Hulusi Akar ne savcılığa verdiği tanık ifadesinde ne de diğer konuşmalarında bu ziyaretten bahsedecekti. Adeta bir sır gibi saklayacaktı bu görüşmeyi.
Aynı şekilde Şirin Ünal da daima bu ziyareti gizleme ihtiyacı hissetti. O günkü güvenlik kamera görüntülerinin iddianameye yansıması ve oradan da medyaya düşmesi üzerine öfkelenen Ünal, kendisini arayan Hürriyet muhabirini azarlayacak ve “Savcı halt etmiş”diyerek sinirle telefonu kapacaktı.
****
Gölcük Donanma Astsubayı Hüseyin Gürler’in ifadesine göre bir aydan fazla bir zamandır darbe hazırlığından haberdar olan Şirin Ünal, o gün Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’la ne görüştü, bilmiyoruz.
Ama aynı Şirin Ünal’ın akşam daha 21.30 civarında telefonla sağı solu arayıp, “Başkomutanımızın emri var, halkı meydanlara toplayın. Ulaşabildiğiniz herkese haber verin,” diye organizasyona girmiş olması bazı ipuçları veriyor. (Bu konuyla ilgili detayları, 27 Mart 2019 tarihli “15 Temmuz, saat 21.30’da bir telefon: “Başkomutan halkı sokağa çağırıyor” başlıklı yazımda bulabilirsiniz.)
Henüz kargaşanın bir askeri darbe girişimi olduğu dahi anlaşılmadan, dönemin başbakanı Binali Yıldırım’ın ekrana çıkıp konuşmasına 1 buçuk saat varken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın canlı yayında halkı sokaklara dökmesine 3 saat varken Şirin Ünal’ın bu şekilde halkı mobilize etmesi şüphe çekici.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Şirin Ünal’ın o gün plansız ve kayıtsız bir şekilde Hulusi Akar’la görüşmesi çok daha anlamlı hale geliyor. “Acaba Şirin Ünal’ın 15 Temmuz mesaisi erken mi başlamıştı?” diye sormadan edemiyor insan.
Bağımsız bir yargı her ikisine de o gün ne konuştuklarını sormadan gerçek bir 15 Temmuz hikayesi yazmak mümkün olmayacak.
****
Peki dönemin Genelkurmay Emir Subayı Levent Türkkan ne diyor bu ziyarete?
15 Temmuz çatı davasındaki savunması sırasında buna geniş bir bölüm ayıran Türkkan, önemli bir noktaya dikkat çekiyor: “Hulusi Akar’ın yanına kim gelirse gelsin, kiminle telefonla görüşürse görüşsün, buna Cumhurbaşkanı, Başbakan veya kendi ailesi kızı, oğlu fark etmez, hepsini ben ayarlarım. Yüz yüze görüşme veya telefonla fark etmez. Hepsini ben ayarlarım. Kendisinin ve ailesinin bütün özel işlerini, aklınıza gelebilecek her şeyi, burada ifade edemeyeceğim özel hususları da ben takip ederim. Valize koyulacak kıyafetler dahil, ilaçlar, doktor randevuları, kayıtlı ve kayıtsız görüşmeler… Ama 14 Temmuz gecesi ve sonrasında, 15 Temmuz günü Hulusi Akar’ın Hakan Fidan ve Şirin Ünal ile görüşmelerini ben ayarlamadım. Bunlardan haberim olmadı. Şirin Ünal gelince Hulusi Akar hiç de şaşırmadan ve onu hiç bekletmeden baş başa görüşmeye başladılar. Bu durum benim kafamda, hele ki olaylar meydana geldikten sonra, ciddi soru işaretleri oluşturuyor. Kim ayarladı bu ziyaretleri? Kim olabilir?”
****
Bu sorular hala cevapsız.
Levent Türkkan, Akar’ın kendisine Şirin Ünal’ın ziyaretini kayıtlardan silme emrini verdiğini anlattıktan sonra da şunları ekliyor: “Şimdi Sayın Başkan, dışarıdan bakınca, yani sizlerin nazarında ne kadar garip veya normal karşılanıyor bunlar bilmiyorum ama bu işi ve işleyişi bilenler için bu emir garip, hem de çok gariptir. Hele o görüşmenin gecesinde yaşanan hadiseleri ve bir tarafta Hulusi Akar diğer tarafta Şirin Ünal’ın üstlendikleri rolleri dikkate aldığımızda, bu görüşmeyi, sizlerin tabiriyle hayatın olağan akışındaki sıradan bir tesadüf olarak tanımlamak mümkün değildir.”
****
Hayatın ‘olağan’ akışında başka neler oluyordu o sırada, bakalım.
Kara Havacılık Komutanlığı’ndan Binbaşı Osman Karacan, Şirin Ünal’ın Genelkurmay’a geldiği sıralarda, saat 14.20’de MİT Müsteşarlığı’na giderek darbeyi ihbar ediyor.
Altını kalın kalın çizmek gerekir; sadece Fidan’ın kaçırılacağına dair ihbarda bulunmuyor Karacan; “darbe olacak” diyor.
Bunu nereden biliyoruz? Kendi ifadesinden.
Önce Savcı Alpaslan Karabay MİT’e yazı yazarak Osman Karacan’ın ifadesine başvurmak istiyor.
Neden MİT’e başvuruyor? Çünkü o bir MİT personeli. 15 Temmuz’dan hemen sonra bir KHK ile ‘Cemaatçi’ olduğu gerekçesi ile TSK’dan ihraç edilmiş olsa da MİT hemen onu korumaya alıyor ve teşkilat bünyesinde görev veriyor. Daha sonra Karacan’ın aslında son 2 yıldır MİT’e çalıştığı da ortaya çıkacaktır.
İşte o MİT, Savcı Karabay’a ifade için izin vermiyor.
Neden?
Aslında kahraman olan ve bu kahramanlığın şanını şöhretini doya doya çıkarması gereken askeri niye izole ediyor MİT? Niye ballandıra ballandıra anlattırmıyor?
Hadi diyelim ki, korumak için.
İyi de yargıdan da mı koruyor?
Savcıdan da mı koruyor?
15 Temmuz’u soruşturan bir savcının o ihbarcı binbaşının ifadesini almasından daha haklı ne olabilir?
Ama MİT bu izni vermiyor.
Daha sonra, 11 Ağustos 2016 tarihinde, dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak ile 15 Temmuz ana soruşturmasını yürüten Başsavcıvekili Necip Cem İşçimen görüşüyor Osman Karacan ile. Fakat bu resmî bir ifade alma işlemi şeklinde olmuyor. MİT izin vermediği için bu görüşme sadece ‘tutanak’ olarak imza altına alınıyor.
Peki tutanakta ne yazıyor?
Osman Karacan, “MİT’e darbeyi ihbar ettim,” diyor. Savcıların ısrarlı soruları üzerine, “Darbe olabilir kelimesini kullandığımı çok iyi hatırlıyorum,” diye özellikle vurguluyor.
Dikkatinizi çekerim, daha öğle saatlerinde darbe MİT’e ihbar ediliyor.
Yani herkesin her şeyden haberi var.
Ama durdurmak için hiç bir şey yapmıyorlar.
Osman Karacan’la bu ‘mülakatı’ yapan ve ifadesini tutanak haline getiren Başsavcı Kodalak ve Başsavcı Vekili İşçimen de daha sonra sürpriz bir şekilde görevlerinden alınıyor.
****
İşte o Karacan’ın ihbarı sonrası MİT Müsteşarı Hakan Fidan, saat 18.00 sularında Genelkurmay’da Hulusi Akar’ı ziyarete gidiyor.
Yani Şirin Ünal çıktıktan bir, birbuçuk saat kadar sonra…
Gece sabaha kadar 5 saat baş başa görüşmüş olan ikili, bu kez Genelkurmay’da kafa kafaya veriyor.
Durum değerlendirmesi yapacaklar.
Fakat Hakan Fidan hiç ‘darbe’ demiyor. Karacan’ın darbe ihbarından bahsetmiyor.
Daha doğrusu bize öyle söylüyorlar. Meclis’e, yargıya, millete anlattıkları hikaye bu.
Fidan sadece “Üç helikopterle MİT’i basıp beni kaçıracaklarmış,” diyor Genelkurmay Başkanı’na.
Hulusi Akar da adeta “Dur seni rahatlatayım,” diyerek uçuş yasağı ilan ediyor.
Yani helikopterler kalkamazsa kimse Hakan Fidan’ı da kaçıramaz, öyle değil mi?
Ama o kadar dirayetli ve basiretliler ki bu kadarla yetinmiyorlar.
“Gelen ihbarın daha büyük bir planın parçası olabileceğini mütalaa ettik,” diyen Hulusi Akar, Etimesgut Zırhlı Birlikler Tümeni’ne adam göndererek hiç bir tankın dışarı çıkmaması emrini veriyor.
O halde insan sormadan edemiyor: Paşam, daha büyük plan ne olabilir? TSK içinden bir grup askerin MİT Müsteşarı’nı kaçırmasından daha büyük olup da darbe olmayan o plan ne olabilir? Bulduğunuz çözüm, Etimesgut’tan tank çıkmaması olduğuna göre, “Uçuş yasağı olursa Fidan’ı tankla kaçırabilirler,” diye mi mütalaa ettiniz? Yani mantığı ne idi bu kararın?
****
Tabii Balıkesir’den alelacele Ankara’ya çağırttığı Kara Kuvvetleri Komutanı Çolak da gelmiştir bu arada Karargâh’a.
Hulusi Akar, Hakan Fidan’la konuştuktan sonra Salih Zeki Çolak’ı, Kara Havacılık Okul Komutanlığı’na gönderiyor. Çünkü ihbara göre Fidan’ı almaya gelecek helikopterler oradan kalkacaktır. “Git bak bakalım orda hazırlık var mı, teftiş et. Varsa bir durum, hepsini askeri savcıya tutuklat,” talimatı veriyor.
Salih Zeki Çolak, oraya gidiyor. Komutanlardan kısa brifing alıyor, sonra yiyip içip geri dönüyor. Tabii ordan çıkarken Hulusi Akar’a, “Komutanım burası temiz. Burda hiç bir olağanüstülük yok. Helikopterler hangarlarda. Durum sakin,” diye de bilgi veriyor.
Öyleyse yapacak bir şey yoktur.
Artık Hakan Fidan rahatça teşkilata dönüp Diyanet İşleri Başkanı ile çorba içebilecektir.
Hulusi Akar da yapması gereken tek şeyi yapmadan oturmaya devam edecektir.
Nedir o yapması gerekip de yapmadığı şey?
Dönemin Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’nın da dediği gibi, “O dakika itibariyle bütün birliklere dışarı çıkmamaları emrini verse idi darbe başlamadan biterdi.”
Ama buna hiç gerek duymuyor.
Hakan Fidan’ı uğurladıktan sonra bir yarım saat kadar daha makamında oturuyor.
Eğer sabahleyin hiç bir gerekçe göstermeden seyahatini iptal etmemiş olsaydı, normalde o saatlerde İstanbul’da olacaktı.
Herhalde bize söylenmemiş bir sebebi vardı bu iptalin.
Bakalım buna değecek miydi?
-DEVAM EDECEK-