Kendisine ulaşan darbe ihbarından hiç söz etmeden Genelkurmay Başkanı ile darbe toplantısı yapma başarısını gösteren MİT Müsteşarı Hakan Fidan, saat 20.30’a doğru Karargâh’tan ayrılmış ve Diyanet İşleri Başkanı ile çorba içmeye gitmişti.
Hulusi Akar ise tek başına makamında oturuyordu.
Eğer sabahleyin hiç bir gerekçe göstermeden seyahatini iptal etmemiş olsaydı, şimdi İstanbul’da olacaktı.
Ama kalmıştı.
Demek ki beklenmedik bir son dakika programı çıkmıştı. Olağanüstü bir şeyler olmalıydı. Özel Kalem’ine, Emir Subayı’na ve korumalarına da sebebini söylemediğine göre, son derece önemli ve gizli bir gelişmeydi bu.
Ya da akşam yaşanacaktı.
Belki beklediği bir şey vardı, belki de çok yorulacaktı.
Saat 21.00 olmuştu.
Kapı çaldı.
Gelen, Tümgeneral Mehmet Dişli‘ydi.
****
Sonrası tam bir muamma.
Yakın tarihin en büyük bilmecelerinden biri yaşandı o odada.
İçeriye kimlerin girdiğinden tutun da orda neler yaşandığına kadar her şey bulanık.
Her kafadan bir ses çıkıyor.
Çünkü komuta katının kamera görüntüleri yok. Sadece giriş kapısının olduğu bölgeyi görebiliyoruz. Oysa Akar’ın odasını gören kamera kayıtları da dosyaya girmiş olsaydı, o dakikalarda Genelkurmay Başkanı’nın makamına kim giriyor, kim çıkıyor, içeride ne kadar kalıyor, neler yaşanıyor görebilecektik.
Mehmet Dişli de savunmasında bu durumdan şikayet ederek, “Dosyada, Genelkurmay Emniyet Subaylığı 1A Giriş görüntüsü 15 Temmuz saat 19.53’de başlıyor. Son görüntü de gece saat 01.13’te bitiyor. Son iki kare arasındaki zaman aralığı 5 saat 20 dakika. Ancak görüntü uzunluğu 3 saat 6 dakika. Dolayısı ile iki saatten fazla görüntünün eksik olduğu anlaşılıyor. Acaba bu eksik kısımlarda ne vardı?” diye soruyor.
Tam da en önemli olayların yaşandığı zaman aralığında görüntüler kesilmiş anlayacağınız.
Hal böyle olunca Hulusi Akar farklı, Mehmet Dişli farklı, Emir Subayı Levent Türkkan ayrı, Özel Kalem Ramazan Gözel ayrı konuşuyor.
Örneğin Levent Türkkan, mahkemedeki ifadesinde yaşananları kendi gözünden anlatırken çarpıcı iddialar sıralıyor.
Dinleyelim: “Sayın Hulusi Akar, o gece Mehmet Dişli vasıtası ile eşiyle görüşmemi istemiş ve kendisinin iyi olduğunu, her şeyin yolunda olduğunu söylememi istemiştir. Ben onu derdest etti isem veya ona silah çektiysem, kendisine silah çeken birisinden böyle bir şey istenir mi? Ve ben Sayın Hanımefendi’yle o gece görüştüm. Komutanımızın iyi olduğunu söyledim. Sayın Hanımefendi’ye sorulabilir. Şunu da söyleyeyim: O gece Genelkurmay Başkanı arka tarafa, yani kendi dinlenme bölümüne ve tuvalete gitti. Genelkurmay Başkanı’nın odasında ve tuvaletinde acil durumlarda kullanacağı alarm butonu var. Hadi odada iken basamadı, yanında birileri vardı. Ancak tuvalette yanında kimse yoktu. Tuvalette çok rahat bir şekilde alarm butonuna basabilirdi ve Genelkurmay Başkanı butona bassa tüm korumaları, tüm Genelkurmay personeli ve Özel Kuvvetler anında alarma geçer. Farklı bir durum olduğunu anlar. O ses var ya her tarafı inletir, durdurulamaz. Genelkurmay Başkanı’nın 40 kişilik koruma birliği var. Hepsi anında orada olur ve duruma el koyar. Herkes anlar ki Genelkurmay Başkanı zor durumda. Bildiğim kadarıyla korumalardan 3-4 kişi burada sadece. Diğerlerinin hepsi dışarıda. Hani siz herkese soruyorsunuz ya Başkanım, darbeyi öğrendiğinde ne yaptın diye, işte bu soruyu Genelkurmay Başkanı’na sormak çok daha uygun olur. Çünkü tek engelleyebilecek kişi tabi ki Silahlı Kuvvetler’in komutanı olan kendisidir. Velev ki önceden darbeyi bilmiyordu. Fakat Mehmet Dişli’den öğrendim diye kendisi ifade ediyor. O zaman bu aşamada sadece butona bassa yeterli olurdu. Herkes tarafını seçerdi. Kimse ‘Ben emir komuta zinciri içinde hareket ettim, Genelkurmay Başkanı var zannettim’diyemezdi. ‘Genelkurmay Başkanı bu olayda yok’ derdi. Her şey siyah ve beyaz kadar açık olurdu. Olayların seyri çoktan değişirdi. Ancak durum öyle değil. Butona basılmadı. Çünkü derdest olayı olmadı.”
****
Levent Türkkan, bunun neden derdest olayı olmadığını izah ederken de önemli iddialarda bulunuyor: “Güya derdest edilip kendi ifadelerine göre şiddete maruz kaldıktan sonra, nasıl derdest edildiyse artık, abdest alıp namaz kılabiliyor. Yine nasıl derdest ise kendisine ve Mehmet Dişli’ye çay isteyebiliyor. Meyve çayı içebiliyor. Sonra da Mehmet Dişli ile beraber koltuklara oturup televizyon izleyebiliyorlar. Etrafındaki emir subayı ve görevli personele emirler vermeye devam edebiliyor. ‘Televizyonu aç, çay getir, su getir, dışarıya bakın, bu sesler ne, Akıncı’ya gideceğim’ vesaire vesaire… Akıncı’ya da kendisi gitmek istiyor Sayın Başkanım. Bizlere ve Özel Kalem’e bu yönde talimat veriyor. Mehmet Dişli vasıtasıyla. Sonra kendisine helikopterin geldiği söylenince namaz vesaireden dolayı hazır olmadığı için ikinci periyotta gidiyor. O bekletiyor. O sırada helikopter gelip gidiyor. Her zaman olduğu gibi Hulusi Akar’ın keyfi ne zaman isterse o zaman gidiliyor Akıncı’ya. Hazır olunca çıkıyor, montunu istiyor. Montunu Serdar Tekin (Emir Subayı Yardımcısı) giydiriyor. Kendisi ve Mehmet Dişli komutan kapısından çıkıyor. Nasıl derdest ise o kapıdan başka kimse çıkmıyor. Özel Kuvvetler de bu kapıdan çıkmıyor. Kamera izleme merkezindeki Fahri Kafkas burada ifadesinde bunu belirtti, şu an da kendisi dışarıda. Devamında da kamera görüntülerinde olduğu şekilde devam ediyor. Helikoptere binerken yanındakileri yönlendiriyor. Talimatlar veriyor.”
****
Peki burada adı geçen Fahri Kafkas ne diyor bu konuda?
O sırada üsteğmen rütbesi ile Genelkurmay Destek Kıtaları Grup Komutanlığı’nda takım komutanı olan ve yargılama sonunda bütün suçlamalardan beraat eden Kafkas, o gece komuta katında yaşananları Genelkurmay Görüntü İzleme Merkezi’nde saniye saniye izleyen kişi. O da mahkemedeki ifadesinde, Hulusi Akar’ın herhangi bir zorlama olmaksızın odasından çıkıp binayı terkettiğini söylüyor.
Ama işte o sırada Kafkas’ın canlı canlı izlediği o görüntüler, mahkeme dosyasına konmadı. Dolayısıyla kamuoyu da Hulusi Akar’ın odasından nasıl çıktığını göremedi.
****
Bu iddialara göre;
1- Hulusi Akar, alarm butonuna basabileceği halde basmıyor.
2- Emir Subayı’na eşini aratıp iyi olduğunu haber verdiriyor.
3- Odadayken Mehmet Dişli ile oturup televizyon izliyor, içeriye çay servisi yaptırıyor, personele emirler veriyor.
4- Belli bir süre bekledikten sonra Akıncı’ya gitmeyi kendisi istiyor.
5- Bunun için helikopter geldiğinde, ‘Hazır değilim’ deyip bekletiyor. Helikopter geri gidiyor. Sonra geri geliyor ve Akar ne zaman, “Tamam, hazırsak Akıncı’ya geçelim” derse o zaman yola çıkılıyor.
6- Genelkurmay binasını terkettiklerinde saat 23.04 civarı. Yani Dişli’nin odaya girmesinden sonra 2 saat geçiyor. Türkkan’ın anlatımları doğru ise Hulusi Akar içeride oyalanıyor. Vakit geçiriyor.
Buradaki kritik soru şu: Neyi bekliyor? Akıncı’ya gitmek için özellikle belirli bir saatin gelmesini mi bekliyor?
****
Kaldığımız yere geri döneceğim ama bu noktada size bir kaç ifade hatırlatayım ki taşlar daha iyi otursun:
Bir; Akıncı Üssü’nün o sırada Harekât Başkanı olan İhraç Kurmay Albay Ahmet Özçetin, ifadesinde, “Bize, hadiselerin planlanandan farklı geliştiği, bu nedenle Hulusi Akar’ın Akıncı’ya gelerek harekâtı buradan idare edeceği söylendi,” diyor.
Yani Akar’ın gelişinin, olayları Akıncı’dan yönetmek olduğu bilgisi dolaşıma sokuluyor.
Hulusi Akar’ın eski özel kalem müdürü İhraç Kurmay Albay Osman Kılıç da mahkemede dedi ki, “Saat 21.30 sıralarında daha önce ÖKK’da birlikte çalıştığım Binbaşı Şükrü Seymen beni aradı. Nerede olduğumu ve Genelkurmay Başkanı’nın durumunu sordu. Akıncı Üssü’nde olduğumu, bu nedenle Genelkurmay Başkanı’nın durumunu bilmediğimi ilettim. Bana Genelkurmay Başkan’ının Akıncı Üssü’ne geleceğini, kendisine de bir kısım görevler verildiğini, benim bilgim olup olmadığını sordu.”
Burada adı geçen Şükrü Seymen kim? Gökhan Şahin Sönmezateş’le birlikte “Bize Marmaris’e gidip Cumhurbaşkanı’nı emniyetli bir şekilde Ankara’ya getirme görevi verildi” diyen ÖKK tim komutanı.
Akar’ın Akıncı’ya gelip gelmediğini soruyor. Saat kaçta? 21.30.
Demek ki kendisine Genelkurmay Başkanı’nın Akıncı’ya geleceği bilgisi önceden verilmiş. Fakat belli ki 21.30 civarında gelmiş olacağı söylenmiş. Bu programa göre bir gecikme söz konusu.
Dikkatinizi çekerim, “Bana bir kısım görevler verildi,” ifadesi de doğrudan Hulusi Akar’la bağlantılı bir cümle içerisinde geçiyor.
O sırada Hulusi Akar nerede?
Genelkurmay’daki makamında televizyon izleyip meyve çayı içiyor.
Ve bir şeyi bekliyor.
****
Eski Albay Osman Kılıç’ın ifadesine devam edelim: “Saat 23.00 sıralarındaydı. Helikopter sesi duyulunca Genelkurmay Başkanı’nın üsse geldiği konuşuldu. Belli bir süre sonra Mehmet Dişli General’in bulunduğum binaya geldiğini gördüm. Yine bundan yarım saat sonra salonda ‘Gökhan Şahin Sönmezateş ve Şükrü Seymen ile irtibatı olan var mı?’ diye sordular. Benim kapıma gelip bana da sordular. Ben de Seymen ile akşam saatlerinde irtibat kurduğumu söyledim. Kendilerinin ulaşamadığını ve Şükrü’ye görevin iptal olduğunu söylememi istediler. Ne görevi diye sorunca, ‘o görevi biliyor’ diye cevap verdiler.”
Demek ki Hulusi Akar’ın yanındakiler de Sönmezateş ve Seymen’in görevinden haberdar. Onlarla irtibatı olan var mı diye öğrenmeye çalışıyorlar.
Fakat ne hikmetse onlara kimse ulaşamıyor. Görev iptal olmuş ama bu kadar önemli bir emir İzmir Çiğli’de bekleyen timlere ulaştırılamıyor.
Sonrasında Sönmezateş mahkeme huzurunda şunları söyleyecektir: “Birileri bizi 4 saat bekletti. Tuzağa düşürüldük. Birileri bizi oyuna getirdi. Bir üst akıl bizi 4 saat beklettikten sonra özellikle Cumhurbaşkanı otelden ayrıldıktan sonra oraya gönderdi. Hesap sormak için Ankara’ya döndüm. O gün evimde uyudum. Sabah Genelkurmay’ı aradım. ‘Teslim ol’ dediler. Kandırılmışım. Kimse onurlu durmadı. Herkes, ‘Benim haberim yok’ diyor. Herkes salağa yatıyor. Bu kadar insanı tuğgeneralin yönetmesi mümkün değil. Kral kim onun peşine düşün. Bu kadar adamı kim organize etti? İyi ki darbe gerçekleşmemiş, iyi ki emrin arkasındakiler başa geçmemiş.”
Bu üst akılın kim olduğu soruldu kendisine mahkemede.
İşte bir önceki bölümde bahsettiğim ‘kral’ benzetmesini o zaman yaptı. Hulusi Akar’ı işaret ederek William Wallace’a ihanet eden kendi kralından söz etti. Ve “İşte ben de kendimi William Wallace gibi hissediyorum,” ifadelerini kullandı.
****
Şimdi kaldığımız yere geri dönelim.
Ne diyorduk?
Evet, Hulusi Akar’ın sanki özellikle bir şey için vakit geçirdiğini, Genelkurmay’daki odasında gelişmeleri bekleyip oyalandığını ve artık vaktin tamam olduğuna inandığı bir anda, tamamen kendi iradesi ve keyfi ile Akıncı’ya hareket ettiğini söylüyorduk.
Oysa Hulusi Akar darbeye direndiğini, saldırıya uğradığını, tehdit edildiğini, derdest edilip zorla Akıncı’ya götürüldüğünü ileri sürüyor.
Adı geçenlerse bunu reddediyor.
Eldeki kapı görüntüleri ve ifadelerle şunu net olarak söyleyebiliriz: Hulusi Akar’ın derdest edilmiş bir görüntüsü yok.
Diğer komutanların eli kolu bağlanırken, bazıları çatışmalarla etkisiz hale getirilirken Hulusi Akar odadan elini kolunu sallayarak çıkıyor.
Etrafındaki Özel Kuvvetler personeli sanki Komutan’ın güvenliğini alır gibi dizilmiş ve öyle hareket ediyor. Korumalar ve diğer personel de etrafında.
Genelkurmay Başkanı onlara emir verir vaziyette yürüyor. Vücut dili, tavırları, jest ve mimikleri hala işe vaziyet ettiği yönünde.
Duruma hakim.
Son derece rahat.
Emir-komuta devam ediyor.
Onu derdest ettiği öne sürülen Özel Kuvvetler timinden İhraç Binbaşı Adnan Arıkan, mahkemedeki savunmasında bu duruma dikkat çekerek, “1A kapısından çıkarken bile herkes onu takip ediyor. O yavaşlayınca herkes yavaşlıyor, durunca herkes duruyor ve devam edince herkes devam ediyor. Böyle derdest mi olur?” ifadelerini kullanmıştı.
Hatta helikoptere doğru yürürken bir ara şapkasını içerde unuttuğunu farkediyor Hulusi Akar. Yanındaki korumalardan Astsubay Başçavuş Abdullah Erdoğan’a, “Oğlum şapkamı unuttum. Git getir,” diye emir buyuruyor.
Sonra kararlı adımlarla helikoptere doğru yürüyor.
****
Koruma Abdullah Erdoğan da mahkemede o anları şöyle anlatıyor: “Ben koridorda beklemeye devam ederken makam kapısı açıldı. Komutan, Tümgeneral Mehmet Dişli ile makamdan çıktı. Eş zamanlı olarak koridorda bulunan Özel Kuvvetler timi de koruma görevi için hazır oldular. Komutan net bir şekilde bana, ‘Şapkamı ve gözlüğümü unutma, hadi’ emrini verdi ve merdivenlerden inmeye başladı. Ben de komutanla hareket ederek hemen arkasından devam ettim. Emir subayı arkadan, ‘Komutanla sen gidiyorsun, telefonla irtibat halinde ol’ şeklinde emir verdi. Bir personel de şapka ve gözlüğü ulaştırdı. Koruma personeliyle komutana oldukça yakın bir halde Genelkurmay’ın ön bahçesine inen helikoptere yöneldik ve zaman kaybetmeden helikoptere binerek havalandık.”
****
Onları Akıncı’ya taşıyan helikopterin pilotu İhraç Yarbay Halil Gül, mahkemedeki savunmasında, “Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar yürüyerek, elleri ve gözleri açık, yanında birileri olduğu halde helikoptere geldi. Yanındaki şahısların Genelkurmay Başkanı’na silah doğrulttuklarını görmedim. Genelkurmay Başkanı’nın eli kolu bağlı değildi. Sadece benimle konuşabileceği telsiz yanında duruyordu. İsterse açıp konuşabilirdi,” şeklinde anlattı o anları.
Komutan’ın Genelkurmay’da emniyet içinde olmadığından dolayı Akıncı’ya gitmeyi kendisinin istediği iddiası, Halil Gül’ün ifadesinde de geçiyordu. Gül, mahkeme heyetine, “Ben Genelkurmay Başkanı’nı bir şeylerden kurtardığımı zannediyordum,” dedi.
Belki bundan olacak, iniş sırasında kuleye, “Komutan’ı kurtardık” diye anons geçtiği ve Akar için VIP karşılama talep ettiği de dosyaya girmişti.
****
Akar’ın eski başdanışmanı ihraç Kurmay Albay Orhan Yıkılkan da bir duruşma sırasında mahkeme heyetine ‘derdest’ görüntülerini izletti.
Ardından, Mahkeme Başkanı Oğuz Dik’e, “Şapkasını isteyince, kendisini derdest ettiğini öne sürdüğü koruma Abdullah’ın itaatine bakın. Bu gidiş, derdest adam gidişi değil,” yorumunu yaptı.
Hakim Dik, “Bir asker için şapka önemlidir,” deyince de Yıkılkan imalarla dolu şu karşılığı verdi: “Evet, basın açıklaması yapacaksanız önemlidir.”
-DEVAM EDECEK-
İki önceki yazınızda sivillerin ne yaptığı, hizmete nasıl kumpas kurulduğu, sivil ekip değişiklikleri vs yazmaya başlamıştınız ama gerisi gelmedi. Sebebini çok merak ediyorum en kritik noktada kesip bıraktınız konuyu. Bu yazdıklarınız da güzel ama sonuçta mahkeme ifadelerinden yeni birşey değil yani. Bu yazı dizisinin başında oldukça özel ve güzel bir çalışma sundunuz fakat gerisi gelmiyor maalesef. Heyecanını kaybetti yazı dizisi.