İşadamı Cavit Çağlar ve Emekli Tümgeneral Zekeriya Öztürk ile olan ilişkisi, Hulusi Akar’ın Rusya’ya yanaşmasının işaretlerinden biri olarak kabul edilebilir mi?
Tek bir olay, tek bir kişi ya da tek bir ilişki üzerinden bir paradigma kurmayacağız, merak etmeyin. Bu gülünç olur. Sosyal bilimleri katletmeden bir takım olgusal gerçekler üzerinden ilerleyelim.
Hulusi Akar’ın Amerikancı mı Avrasyacı mı olduğu sorusu, tartışmaya değer bir nokta.
Akar, kariyeri boyunca neredeyse “Amerikancılığı”, “NATO’culuğu” tartışma götürmez biri olarak kabul edilmiş bir profil.
Peki öyleyse 15 Temmuz’u nereye koyacağız? 15 Temmuz’un bu şekilde neticelenmesi, çoklarının gördüğünün aksine, Batı’nın da istediği bir şey miydi yoksa?
O halde 15 Temmuz’un ardından başlayan Avrasyalılaşma eğilimini, Rusya ile gelinen noktayı, S-400’leri, NATO ile atılmakta olan köprüleri ne yapacağız?
Yoksa kimi uzmanların ortaya attığı üzere, bizdeki “Avrasyacılık” damarı da aslında “İngiltere’nin çocuğu” mudur?
****
Yorumlarımı yine sona bırakarak bazı noktaları hatırlatarak başlayayım.
Akar’ın özgeçmişinden bir kaç bilgi…
Hulusi Akar, 1982 yılında Kara Harp Akademisi’ni, 1985 yılında da Silahlı Kuvvetler Akademisi’ni bitirdikten sonra 1987 yılında ABD Silahlı Kuvvetler Kurmay Koleji’nden mezun oldu.
1990-1993 yılları arasında Napoli’deki NATO Müttefik Kuvvetler Güney Bölge Komutanlığı Karargâhı’nda istihbarat subayı olarak görev yaptı. Takip ettiğim kadarıyla Akar’la ilgili çalışmalarda bu noktanın üzerinde yeterince durulmuyor. Hulusi Akar, pek bu yönünün üzerinde durulmasa da, istihbaratçı tarafı ağır basan bir karakter. Bunu hayat tarzı haline getirmiş bir “yarı-asker” kişilik. Bir askerî-politik portrede başka türlüsü düşünülemezdi zaten. Bir önceki bölümde ifade etmeye çalıştığım ilişkiler ağı, bir yönü ile ‘siyaset’ ise eğer, bir yönü ile de istihbaratla ilgili. Napoli’deki bu görevinden sonra ordunun çok farklı noktalarında komutanlıklar yaptı ama istihbaratçılıktan hiç vazgeçmedi.
****
Parantezi kapatıp devam edelim…
Tuğgeneral rütbesindeyken 2000-2002 yılları arasında yolu bir kez daha Napoli’ye düştü. Bu kez NATO Müttefik Kuvvetler Güney Bölge Komutanlığı Karargâhı Plan ve Prensipler Başkanı idi.
Eskiden orduda yükselmenin en önemli şartlarından biri olarak NATO görevleri gösterilirdi. 2000’lerde bunu kırmaya yönelik yeni arayışlar başlasa da TSK halen bir NATO ordusu. Hulusi Akar da kariyer basamaklarını hızla tırmanırken hep bu NATO görevleri ile anıldı. Her ne kadar bir çok komutanın özgeçmişinde benzer NATO görevleri bulunuyor olsa da Hulusi Akar için yapılan “sadık bir Amerikancı” yakıştırması hep daha bir vurgulu oldu.
****
2015 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı olarak Washington’da “NATO’ya sağladığı sıradışı katkılar nedeniyle” liyakat lejyonu madalyası (Legion of Merit) alması da bunun bir nişanesi olarak görüldü.
Üstelik ödülü, 2003 yılında Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirilmesi emrini veren ve ödülün verildiği sırada ABD Kara Kuvvetleri Komutanı olan Raymond Odierno’nun elinden almıştı.
Bu konu, Milli Savunma Bakanı olarak TBMM çatısı altında CHP’li Özgür Özel’le yaşadığı sert tartışmada da önüne çıkacaktı.
Özgür Özel, “çuvalcı paşanın elinden liyakat madalyası almış olmasını” gündeme getirince Hulusi Akar, “Efendim, bu madalya meselesi, dillere dolandı bu. Arkadaşlar, sayın milletvekilleri, bilmeyenler, lütfen açın, internete bakın. Bu bir âdet gibi, bu bir gelenek gibi, bu bir -efendime söyleyeyim- usul gibi olmuş, Amerika’ya varıldığında. Madalya almayan yok, bunun bir anlamı da yok. Gittik oraya, paldır küldür verdiler. Ne talebimiz var ne şeyimiz var,” sözleriyle kendini savunuyordu.
Oysa gerçek böyle değildi.
Hulusi Akar göz göre göre yalan söylemişti.
Benim yaptığım araştırmaya göre daha seyahat başlamadan Hulusi Akar bu madalyanın verileceğini biliyordu zaten. Önceden kendisine tebliğ edilmiş ve davet gönderilmişti. Bunu bilerek Washington’a uçtu. İstese, nazikçe geri çevirebilirdi.
Bilakis gayet de istekle ve hevesle almıştı bu madalyayı. Hatta biraz hırs da göstererek…
Washington’un tarihi soğuklardan birini yaşadığı bir Ocak ayına rastlamıştı tören. 27 Ocak günüydü. DC’de çok kar vardı. Pentagon yetkilileri “Kardan dolayı klasik protokol törenimizi yapamayacağız. Düşük profilli başka bir törenle vereceğiz madalyanızı,” dediklerinde Hulusi Akar’ın “Hayır, herkese nasıl tören yapılıyorsa bana da öyle yapılacak,” diye ısrar ettiği belirtiliyor. Onun bu diretmesi ile törenin yapıldığı ve Akar’ın da bu sayede memnuniyetle o madalyayı boynuna astığı biliniyor.
****
Raymond Odierno demişken…
Hulusi Akar, madalya konusunda eleştirileri savuşturmaya çalışırken Odierno’nun ‘çuvalcı general’ olmadığını öne sürüyordu. Bu konunun yanlış bilindiği görüşündeydi.
Fakat Şubat 2014’te, henüz bir kaç aylık Kara Kuvvetleri Komutanı iken, ABD’li mevkidaşı Odierno kendisini ziyarete geldiğinde yaşadığı panik böyle söylemiyordu.
Dönemin ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Odierno, Akar’ı makamında ziyaret etmek istemişti. Savunma kaynakları o sırada Akar’ın, “Eyvah, ‘çuvalcı generalle görüştü’ diyecekler. Daha ilk senemde bu bana kurulmuş bir tuzaktır,” diye paniklediğini anlatıyordu. Fakat ne hikmetse Odierno’ya ‘hayır’ da diyemiyordu.
Kendine göre ‘kurnazca’ bir çözüm buldu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e, “Odierno gelmişken sizi de ziyaret etmek istiyor komutanım,” bilgisi verdi. Sonra misafirini alıp karargâha götürdü. Kısa ziyarette bir de fotoğraf alındı. Ertesi gün gazetelerde bu fotoğraf vardı. Odierno aslında mevkidaşı Hulusi Akar’ı ziyaret etmişti, ev sahipliğini de kara kuvvetleri komutanı olarak Akar yapmıştı. Fakat medyada, ‘Çuvalcı generalden Özel’e ziyaret’ haberleri vardı. İddialara göre fotoğrafı sızdıran da Akar’ın kendisiydi. Böylece birinci başkanı kendine paratoner yapmıştı.
Hulusi Akar hayatı boyunca böyle “ince” oyunlar oynamayı iyi beceren biri olmuştu.
Genelkurmay Başkanı olduktan sonra da, Kasım 2015’te, ‘çuval olayı’ndan bu yana ABD`nin İncirlik Üssü’nü ziyaret eden ilk Türk genelkurmay başkanı olarak kayıtlara geçecekti.
****
Gelelim İngiltere’ye…
Hulusi Akar’ın İngiltere hayranlığı da sır değil.
Oğlu Selim Akar’ın uzun yıllardır İngiltere’de çalışıyor olmasından dolayı değil tabi ki…
Hulusi Akar ve İngiltere denince ilk akla gelen şey, malum, Abdullah Gül, Fehmi Koru ve Şükrü Karatepe ile çektirdikleri o fotoğraflar oluyor.
Ben buna çok anlamlar yükleyenlerden değilim. Herkes bir yerlerde öğrencilik yapar ve orada arkadaşları ile hatıra fotoğrafları çektirir.
Ama burada ilginç olan şuydu: Hulusi Akar o sırada henüz genç bir üsteğmendi. Askerî personelin o yıllarda yurt dışına çıkmalarının ne kadar zor olduğu malum. Hatta askerî uzmanlar yakın tarihe kadar bu durumun geçerliliğini koruduğunu vurguluyor. O fotoğrafların çekildiği 1970’lerde de yurt dışı izin isteği kuvvet karargâhına kadar çıkardı. Hulusi Akar gibi paranoyaklığı şiar edinmiş pimpirikli birisinin, kariyerinin en başında böyle bir riski göze alabilmiş olması oldukça ilgi çekici. O tarihte 42 gün gibi uzun sayılabilecek bir süre izin alıp İngiltere’ye gitmiş olması, belki de bu yüzden, eskiden beri tuhaf karşılanıyor.
Bununla ilgili ikinci bir husus da, Gül ile Akar’ın arasında sıkı bir ilişkinin varlığını göstermesi.
Şimdiki gibi akıllı telefonların, e-mail trafiğinin olmadığı, hatta uluslararası normal telefon bağlantısının bile çok müşkül olduğu bir zamanda Akar’ın izin alıp Gül’ü ziyarete gitmesi, aralarında devam eden kuvvetli bir irtibatın ve haberleşmenin olduğunu gösteriyor.
Kayseri Lisesi’nden arkadaş olmaları nedeniyle bu tabii karşılanacaktır elbette ama yakınlıklarının bu derece ileri olduğunu her iki tarafın da bu kadar uzun süre gizlemesi tuhaf.
Fakat kaderin cilvesine bakın ki aradan tam 50 yıl geçecek ve o Hulusi Akar, Genelkurmay Başkanı olarak askeri helikopterle Abdullah Gül’ü ziyaret edecek ve Tayyip Erdoğan’a karşı muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olmaması için telkinde bulunacaktı.
Bu da Hulusi Akar’ın kişiliğine dair önemli göstergelerden bir tanesi.
****
Akar, Genelkurmay 2. Başkanı olduğu tarihten itibaren düzenli İngiltere seyahatleri yapan bir komutandı.
Bu dönemde hemen hiç Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya ziyareti söz konusu değilken sık sık İngiltere’ye gitmesi dikkat çekici.
Silahlı Kuvvetler’in en fazla askerî malzeme aldığı ülkelerin başında Amerika geliyorsa ikinci sırada Almanya bulunuyor. Örneğin Fırtına obüslerinin motor kısımları Almanya’dan ithal ediliyor. Türkiye’ye gelen Patriot bataryaları da NATO şemsiyesi altında Alman bataryalarıydı. İtalya ile ortak ATAK helikopteri projesi vardı. Fransa’dan, güdümlü füzeler alındı.
Savunma kaynakları, askerî açıdan ziyaret edilmesi gereken en son yerlerden bir tanesinin İngiltere olması gerektiğini söylüyor.
Fakat Hulusi Akar için durum tam tersiydi.
****
Tabii bir de 2015 yılında yapılan önemli bir görüşme var.
O sırada Kara Kuvvetleri Komutanı olan Akar, Genelkurmay Başkanı olmasından 3 ay önce Uluslararası Savunma Sanayii Fuarı’nda (IDEF) dönemin İngiltere Büyükelçisi Richard Moore ile özel bir görüşme yapmıştı.
Bu o zaman dahi Ankara gazetecileri ve bilhassa savunma muhabirleri için çok ilginç bir buluşmaydı. Fakat hiç bir yerde haber olmadı. Gerçi çok gizli tutulmuştu. Görüşmeye bir İngiliz orgeneral de dahil olmuştu. Başka hiç kimse yoktu. Üç kişi arasındaki görüşmede ne konuşulduğu bilinmiyor.
Neresinden bakarsanız bakın ilginç bir olay.
Buradan bir şey söylemeye çalışmıyorum ama yine de dikkate değer bir nokta: 1 yıl sonra gerçekleşecek 15 Temmuz lanetinin ana aktörü Hulusi Akar olacak ve Batı ülkelerinden bir tek İngiltere, AKP hükümetine yüzde yüz destek verecekti. Bunda elbette ki Moore’un büyük bir katkısı vardı. NATO, ABD, Almanya ve AB istihbaratları olaya temkinli yaklaşırken bir tek Moore, “Bu darbe girişiminin arkasında Gülen Hareketi’nin olduğunu iyi biliyoruz,” demişti. (Bu konuyla ilgili biraz daha detaylı bilgi için 20 Mart 2017 tarihli ‘İngiliz istihbaratı 15 Temmuz enigmasını ne zaman çözecek?’ başlıklı yazıma göz atabilirsiniz.)
Aynı Richard Moore’un geçtiğimiz günlerde İngiltere’nin dış istihbarat teşkilatı MI6’in başkanlığına getirildiğini de lütfen hatırdan uzak tutmayalım.
Yine unutmamakta fayda var ki, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve ABD’den Sorumlu Devlet Bakanı Alan Duncan da darbe girişiminin arkasında Gülen cemaatinin olduğunu iddia etmişti. Aynı gün dönemin İngiltere Başbakanı Theresa May, Türkiye’ye gelerek AKP hükümeti ile 125 milyon dolarlık savunma anlaşması imzalamıştı.
****
Gelelim Rusya’ya…
En az İngiltere kadar ilginç detaylar var burada.
Silahlı Kuvvetler’de Soğuk Savaş’tan kalma bazı alışkanlıkların halen devam ettiğini hepimiz biliyoruz.
Fakat Hulusi Akar’ın kara kuvvetleri komutanı olur olmaz Rusya’ya seyahat programlamak istemesi son derece önemli.
İlk yurtdışı ziyaretlerini İngiltere, Amerika ve Rusya olarak sıralamıştı. “Bu üç ülkeye gitmek istiyorum ve mümkünse hemen gitmek istiyorum,” diyordu.
Askeri tarihi bilenler açısından bu önemli bir talepti. Çünkü Soğuk Savaş’tan bu yana kuvvet komutanları düzeyinde iki ülke arasında hiç karşılıklı ziyaret olmamıştı. Çok uzun zamandır iki ülke arasında bir askeri ilişki mevcut değildi. Tek başına ziyaretin kendisi değil, sadece bir kuvvet komutanının Rusya’ya resmî ziyaret yapmak istemesi bile önemliydi.
Çünkü Hulusi Akar, son yıllarda devletteki eksen değişikliğini iyi süzmüştü. Havayı iyi kokluyordu. Bundan dolayı o da Rusya ile bağ kurmaya çalışıyor, en azından İngiltere ve ABD ile olan ilişkilerini dengeleme gereği duyuyordu.
Bu iki ülkeye gitti ancak Rusya’ya gidişini bir isim engelledi. Bu kişi kimdi dersiniz: Cihat Yaycı.
O sırada Türkiye’nin Moskova Askerî Ateşesi olan Cihat Yaycı, Akar’ın ziyaretini engellemek için elinden geleni yapmış ve başarmıştı.
Belki Hulusi Akar Rusya’ya gidemedi ama sonra bir şekilde “Rusya Genelkurmay’a geldi”.
Askeri kaynaklar, Atatürk’ten beri hiç bir Rus generalin Genelkurmay’ın içine girmediğini ama 15 Temmuz’dan sonra silahları ve sistemleri ile beraber girer olduğunu vurguluyor.
Kimi askeri uzmanlara göre de bu normal bir durum. ‘Çünkü şartlar değişiyor. Artık Soğuk Savaş’ın ezberleri ile hareket etmenin anlamı yok. Nasıl ki bir Amerikalı general gelebiliyorsa Ruslar da gelebilir. Türkiye ilişkilerini çeşitlendirmeli ve dış dengeleri kendine göre bağımsız bir şekilde kurabilmeli.’
****
Hulusi Akar bu anlamda başta Katar olmak üzere Körfez ülkeleri ordusuyla da özel ilişkiler geliştirmeye çalışan bir askerdi. Özellikle 2014 sonrası, Katarlı komutanlarla tanışmaya, buluşmaya özel önem veriyordu. Katar’da açılan askeri üs de bunun için elverişli bir vesileydi.
Aynı şekilde 2018 yılındaki Suudi Arabistan ziyareti ve Kral Selman’la buluşması da dikkate değerdi. Çünkü eskiden komutanlar, Mısır ve Ürdün gibi laik ülkeler dışındaki Arap ülkelerini ziyaret etmezlerdi. Akar’ın bu temasları, Türkiye Cumhuriyeti devletinin dönüşümünü göstermesi bakımından da sembolik önemi haiz.
****
Tekrar Avrasyacılığa dönecek olursak…
Doğu Perinçek’in açıklamalarına ve Aydınlık grubunun son 5 yıldaki Hulusi Akar yayınlarına bakınca abartılı bir Hulusi Akar güzellemesi görürsünüz.
Bir örnek vereyim, ki önemli bir göstergedir: Perinçek, Hulusi Akar’ın genelkurmay başkanı olmasından kısa bir süre sonra kaleme aldığı “Komutanı arkadan vurmak” başlıklı yazısında, Hulusi Akar’a kefil olduğunu açıklamıştı. “Çünkü bir savaştayız,” diyordu. Kendi içinde bulunduğu ulusalcı, sol çevrelere, “Fitneyi bırakalım. Komutanı sırtından vurmayalım!” çağrısında bulunuyordu. “Bu savaştan büyük bir zaferle çıkacağız!” diye teminat veriyordu.
Sonrasında da hep Hulusi Akar’ı korudular.
Perinçek, Hulusi Akar’a ‘içeriden’ gelen eleştirilere, ‘fitne’, ‘dil bombası’ yakıştırmaları yaptı.
Aydınlık da Akar’ın 15 Temmuz’daki pozisyonu için “darbe girişimi sırasında tutuklanarak ölümle tehdit edilen, buna rağmen darbe bildirisini imzalamayarak darbenin başarısızlığa uğramasına katkıda bulunan komutan” tarifinde bulunuyor.
****
Peki bütün bunlardan sonra Hulusi Akar için ne diyebiliriz?
NATO’culuğu, Amerikancılığı, Avrasyacılığı, İngilizseverliği gibi yakıştırmalardan hangisi gerçek?
Hulusi Akar’ın genelkurmay başkanlığına giden yolu da bu anlamda tartışmak gerekecek ama bu başlı başına bir bölüm olacağı için şimdilik sadece şu soruyu bırakarak devam edeyim: Akar’ın mucizevi bir şekilde önünün açılmasında bir dış bağlantı var mıydı? Ve 15 Temmuz yıllar öncesinden planlanmaya başlanmış bir süreç miydi?
Bana göre olay şu ki Hulusi Akar aslında kendi siyasetini güden bir politikacıdan başka bir şey değil.
Evet, 2011 yılına kadar Amerika’ya ve NATO’ya yakın, Batıcı eğilimde bir generaldi. Fakat kuvvet komutanlığından itibaren devletin ve hükümetin tavırlarına göre pozisyon almada çok ustaca davrandı.
Bir ara başdanışmanlığını yapan ve 15 Temmuz’dan sonra tutuklanıp ağırlaştırılmış müebbet cezalarına çarptırılan Eski Kurmay Albay Orhan Yıkılkan, mahkemedeki savunmasında şöyle bir şey söylemişti: “Dönemin ABD Genelkurmay Başkanı Ash Carter’a bağlı 5 kişilik bir ekip Türkiye odaklı çalışıyordu. Ekipten Desoto, ‘Türkiye kuruluş ilkelerinden uzaklaşıyor. Akar ve TSK’nın tavrı ne olur?’ sorusuna TSK askeri ataşesi, ‘Akar Atatürk’ün temel değerlerine bağlıdır. Biz de rahatsızlık duymaktayız. Daha da ileri gidilirse, Akar başta olmak üzere müsaade etmez ve müdahale eder,’ karşılığını verdi. Bunlar Akar’ın bilgisi, onayı dışında mı söylendi? Öyle olsa, o kişi bir gün duramaz orada. ‘Komutan Amerikalıları idare ediyor, Cumhurbaşkanı’nın da haberi var’ diye düşünüyordum.”
İşte bu son cümle, aslında Hulusi Akar olayının özeti gibi.
Herkesi idare eden bir profil Hulusi Akar.
Sadece son tercihlerini hep kazanandan yana kullanabiliyor, o kadar.
Son tahlilde ben hala Hulusi Akar’ın gönlünün ve tercihinin Batı’dan yana olduğunu düşünüyorum. Sadece Türkiye konjonktürünün buna uygun olmadığı için rüzgâra göre tavır aldığı kanaatindeyim.
ABD’nin eski Avrupa Kara Kuvvetleri Komutanı olan ve Avrupa Politika Analiz Merkezi’nde (CEPA) Stratejik Araştırmalar Bölümü Başkanlığını yürüten ABD’li Emekli Korgeneral Ben Hodges, bir röportajında, “Türk Savunma Bakanı Hulusi Akar müthiş bir adam. Kendisini yıllardır tanırım. O NATO’dan anlar, önemini bilir. Bu konuda eninde sonunda doğru zemine ulaşacağımıza güvenim tam. (…) Türk ordusunun yeniden Batı ile irtibatı olan, NATO deneyimi olan kadroları oluşturabilmesini ümit ediyorum… Hulusi Akar liderliğinde, Türk ordusunda bunun yeniden sağlanabileceğine inancım tam,” demişti.
Akar’ın bu güveni boşa çıkarmak istemeyeceğinden eminim.
Ancak herhangi bir ilke, ideal, vefa adına değil…
****
Okuyanlar hatırlayacaktır, 23 Mayıs 2020 tarihli “Cihat Yaycı’yı 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ın yanına kim yerleştirdi?” ve 27 Mayıs 2020 tarihli “Cihat Yaycı’yı 15 Temmuz gecesi Erdoğan’ın yanına kim yerleştirdi? (2)” başlıklı yazımda, 15 Temmuz’un bir konsorsiyum işi olduğu görüşünü savunmuştum. “Bu koalisyonun lideri Tayyip Erdoğan, beyni Hakan Fidan-Hulusi Akar ikilisi, aparatı da Avrasyacılar,” demiştim. Dış desteksiz olmaz tabii… Dış destekle beraber bunu bir ‘çok uluslu müşterek harp oyunu’na benzetmiştim.
Bu yazılardan ikincisini şöyle bitirmiştim:
“Ertesi sabah (16 Temmuz), Erdoğan’dan çok akıllıca bir hamle daha geliyor: O da Hulusi Akar’ı görevde tutmak.
Çoklarını köşeye yatırarak…
En önemli, en hayati görev Akar’ındır çünkü…
Vazifesini kusursuz bir şekilde icra etmiştir.
Ama bundan sonrası da en az 15 Temmuz kadar mühimdir.
Onun eliyle diğer tasfiyeleri de gerçekleştirecek ve asıl misyon öyle tamamlanacaktır.
Bunu da Hulusi Akar olmadan asla başaramayacaktır. (Yakında başlayacak bir başka yazı dizim bu nokta üzerine oturacak.)
Ulusalcıların asıl derdi, kendi mevzileri. Burada Cihat Yaycı’yı önemsedikleri veya gerçekten onu savundukları yok.
Eğer siyasi ömrü yeterse Erdoğan böyle böyle hepsini tasfiye ediyor ve edecek.
En son kimin ve neyin tasfiye edileceğini de hep beraber izleyeceğiz.”
****
Bu yazı üzerine yaptığımız Ahval Podcast yayınında da Erdoğan-Akar ikilisinin Avrasyacıları tasfiye edeceğini öne sürmüştüm.
Şimdilik bu yazıyı da aynı cümle ile bitiriyorum: En son kimin ve neyin tasfiye edileceğini de hep beraber izleyeceğiz.
Çünkü bu son, Hulusi Akar’la yakından ilişkili.
-DEVAM EDECEK-