Tutuklu işadamı Hazım Sesli’nin cezaevinde uğradığı saldırının arkasında kim ya da kimler vardı?
Saldırgan hangi motivasyonla hareket etti?
Sesli’nin Eylül ayındaki duruşmada söylediği, “Bakanlarla ilgili çok şey biliyorum. Bildiklerimi anlatırsam yer yerinden oynar.” şeklindeki sözler ile bu saldırı arasında bir bağ var mı?
İlk iki bölümde bu açıklamanın kimleri muhatap almış olabileceğine değinmiştim.
Bu ve bundan sonraki son yazıda ise yukarıdaki sorulara cevap arayacağız.
Bitirirken kendi yorumumu da paylaşacağım.
****
Dağcıların yaptığı gibi düğüm ata ata, istasyon kura kura ilerleyelim.
Bir: Saldırgan Fatih Oktay, bu saldırıyı kendi kendine planlamış ve gerçekleştirmiş olabilir mi?
Önce Fatih Oktay’ın kim olduğuna bakalım.
İki ayrı cinayetten 20 yıl hapse mahkumken 4 yıl önce cezaevinden firar ediyor.
Arkadaş olduğu ve evinde gizlendiği Çelebi Aydaş isimli bir işadamını Haziran 2019’da silahla öldürüyor.
Çanakkale’de yakalanıyor ve Menemen Cezaevi’ne konuyor.
Geçtiğimiz Şubat ayında yapılan ilk duruşmada yaptığı savunmada, Aydaş’ı siyasi bir tartışmanın sonunda öldürdüğünü iddia ediyor. Ayrıca daha önce Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde tedavi gördüğünü söylüyor
Aynı Fatih Oktay’ın koğuşta da bir başka mahkumun kafa derisini yüzme girişiminde bulunduğu anlatılıyor.
Karşımızda tam bir psikopat profili var.
İşte bu azılı katil, hapse girdikten 9 ay sonra Hazım Sesli’ye saldırıyor.
****
Bu arada Hazım Sesli, daha önce de cezaevinde adli suçluların tehdidine maruz kalmıştı.
Bazı mahkumların, “Siz FETÖ’cülerin yaşaması haram. Sizin burda yediğiniz, içtiğiniz bile haram. Sizin kendinizi koğuşta asmanız gerekiyor.” şeklinde taciz ve tehditte bulunduğu belirtiliyor.
Bundan dolayı Sesli çeşitli kereler cezaevi yönetimine dilekçe vermişti.
Ancak tehdit edenler arasında Fatih Oktay yoktu.
Çünkü o bu cezaevinde yeni.
Bütün bunlar, saldırganın bireysel bir eylemde bulunduğu anlamına gelir mi?
Hayır.
Neden hayır?
Bunun bir kaç tane nedeni var.
Hepsini tek tek sıralayacağım.
****
a-) Öncelikle saldırgan ile Hazım Sesli arasında herhangi bir husumet yok. Birbirlerini tanımıyorlar. Daha önce de dediğimiz gibi katil, Menemen Cezaevi’nde yeni sayılır. Sesli ise zaten hücre hapsinde olan bir mahkum.
Siyasi nedenlerle saldırması için de Hazım Sesli’yi biliyor ve tanıyor olması gerekir.
Fatih Oktay, siyasi bir kişilik değil. Cezaevinde bir mahkumu öldürmek isteyecek kadar politik kimliği yok.
Ancak bir psikopat.
Toplumda bir nefret objesine dönüşen “FETÖ” algısı ve insandışılaştırma nedeniyle Sesli’yi infaz etmek istemiş olabilir mi?
Öyle ya cezaevlerinde bu tür ‘ahlak’ (!) infazları ve saldırıları sık karşılaşılan durumlardan. Bilhassa toplumda infial uyandıran cinsel suçlar gibi suçlardan hapse girmiş kişilerin, içeride kendine ‘görev çıkaran’ başka mahkumlarca peşin peşin infaz edildiği bir çok örnek olay biliyoruz.
Bu da onlardan biri olabilir mi?
Evet, teknik olarak mümkün olmakla birlikte çok çok düşük bir ihtimal.
Nedenleri bundan sonraki maddelerde daha iyi anlaşılacaktır.
****
b) Burası bir yüksek güvenlikli cezaevi.
Yani adından da anlaşılacağı üzere burada güvenlik tedbirleri diğer cezaevlerinden çok daha yüksek seviyede.
Koğuştan her çıkışınızda, koğuşa her girişinizde mutlaka üstünüz aranıyor. İstisnası yok.
Hazım Sesli’ye saldırı telefon görüşü sırasında oldu.
Farklı cezaevlerinde kalıp tahliye olmuş onlarca kişi ile konuştum. Her telefon görüşü öncesi ve sonrası muhakkak üstlerinin arandığını ifade ettiler.
Bunlar siyasi tutuklulardı. Onların bile üzeri her defasında aranırken daha önce firar etmiş böyle bir psikopat katilin aranmaması söz konusu olabilir mi?
Ya da saldırganın ‘şiş’ diye tabir edilen bu delici aleti saklayabilme ihtimali var mı? Yok. Ancak göz yumulması gerekiyor.
Eğer gardiyanlarla anlaşmış değilse saldırganın böyle bir aramadan ‘temiz‘ çıkması mümkün değil.
Eğer ona göz yumulmuşsa bu da cezaevi yönetiminin kendisine yol verdiği ve suç ortaklığı yaptığı anlamına gelir.
****
Bu tür cezaevleri ile ilgili daha net bilgiler alabilmek için bir çok eski savcı ile konuştum. Bunlardan biri de Eski Cumhuriyet Savcısı Mehmet Bakır Özkan’dı. Onun verdiği bilgiler şöyle:
“Kanunun yüksek güvenlikli cezaevi yönetimlerine yüklediği ekstra sorumluluklar var. Buralar, bazen aynı odada kalanların bile görüşlerinin kısıtlanabildiği yerler. Adli suçlular ile siyasi suçluların aynı koridorda bulunmaları bile çok rastlanan bir durum değil. Telefona götürüldüklerinde de bu durum geçerli. Güvenliği kolayca sağlayabilmek ve riski minimize edebilmek için de mümkün mertebe aynı koğuşta bulunanlar veya birbirleri ile sorun yaşamayacak tutuklular birlikte getirilip götürülüyor. Kasten adam öldürme suçlusu ile siyasi bir tutuklu veya kamuoyuna mal olmuş cinsel suçlardan tutuklu bir başkası yan yana getirilmez. Mutlaka önlem alınır. Birbirine ceza veremeyeceğine dair hemen hemen kesine yakın kanaat olan kişiler ancak yan yana getirilir.”
****
c) Saldırısı sırasında etrafta hiç bir gardiyan yoktu.
Hazım Sesli zaten hücrede kalan biri. Hücreden alınıp hücreye bırakılıyor. Telefon konuşması esnasında etrafta hiç bir gardiyanın bulunmaması tuhaf.
Üstelik telefon görüşü bu azılı katille aynı ana ve yan yana olacak şekilde denk getiriliyor.
Katil Oktay’ın bu saldırıyı kendi kendine planlaması için, telefon görüş saatinin Hazım Sesli ile aynı ana denk geleceğini bilmesi lazım. Bundan emin olmadan, üst araması sırasında üzerinde ‘şiş’ bulundurma riskini alması mantıklı olmaz.
Eski Cumhuriyet Savcısı Mehmet Bakır Özkan da Hazım Sesli’nin orada hiç bir gardiyanın bulunmamasının kuşku vericiği olduğunu belirtiyor. “Tutuklular telefon görüşüne götürüldüğünde gardiyanlar o mahallin demir parmaklıklı kapısını kilitler ve içeridekileri görecek şekilde kapı önünde bekler.” bilgisini veren Özkan, genel bir çerçeve olarak şunları söylüyor: “Görüşler bittikten sonra da güvenli bir şekilde tekrar infaz koruma memurları aracılığıyla koğuşlarına götürülürler. Kanunun öngördüğü durumlar ve kurallar bu şekilde iken o ortama kasten öldürme suçundan bir tutuklu ile siyasi bir tutuklunun aynı anda götürülmesi, iyi niyetle yorumlanması mümkün olmayacak bir durum. Bu ancak doğrudan kasıtla, cinayete davetiye çıkarmakla mümkün olur.”
Hazım Sesli’nin yaşadığı saldırı özelinde ise değerlendirmeleri şöyle: “Orada hiç bir gardiyan olmaması, bireysel bir eylem olmadığı görüşünü iyice güçlendiriyor. Bilinçli bir şekilde adeta böyle bir saldırı gerçekleşsin diye ortam hazırlanmış. Neden bu kadar iddialı konuşuyorum? Şundan dolayı: Telefona götürülecek iki kişi, odasından çıkarılırken üstü aranır. İkisinin de usulüne uygun şekilde aranması lazım. Telefon mahalline şiş ile birlikte gitmek ancak mutlak bir göz yumma ile olur. İhmal bile olmaz. Daha basit saklanabilen şeyler olsa, cepte veya ayakkabı içinde saklanabilecek küçük bir şey olsa ihmal diyebilirsiniz de kalem, şiş gibi keskin şeyler için bunu söylemek mümkün değil. Ya arama yapılmamış ya da biline biline o kişi oraya götürülmüş. Burada mutlak bir güvenlik zaafı var. Bu, tartışma götürmeyen bir konu. Burada soruşturmanın mutlaka infaz koruma memurlarından yukarıya doğru silsile şeklinde derinleştirilmesi lazım.”
****
d) Alınan bilgilere göre cezaevi yönetiminin ihmalden dolayı gardiyanlara verdiği herhangi bir idari ceza yok.
Müdürlük, topu savcılığa atmış durumda. Savcılığın da adli soruşturmaya gardiyanları ne şekilde dahil edeceğini göreceğiz.
Şimdilik bir cezasızlık hali söz konusu.
Bu da saldırganın kollandığını gösteriyor.
Bu noktada yine Mehmet Bakır Özkan’ın görüşlerine müracaat edelim. Deneyimli bir cumhuriyet savcısı olarak Özkan’ın değerlendirmeleri şöyle: “Bir infaz koruma memurunun ceza infaz kurumundaki rolü çok sıradandır. Böyle bir saldırının gerçekleşebilmesi için öncelikle saldırganın bir husumetinin olması gerekir. Bu tek başına yetmez. Çok önceden hazırlık yapılması gerekir. Her iki tutuklunun aynı anda telefona götürülmesinin kararını veren birileri olması gerekir. Üst araması yapan gardiyanın, cinayetten mahkum kişinin üzerinde şiş bulundurmasına göz yumması lazım. Bütün bu koşulları birlikte düşündüğümüzde bu saldırının bireysel bir ihmal veya kasıt ile olduğunu kabul etmemiz güç. Bunun organize bir şekilde, en azından iki elin parmağını geçecek kadar insanın katılımı lazım. Cezaevinde hiyerarşideki tüm kişilerin aynı anda bu plana dahil olması gerekir. Örneğin koridor sorumluları vardır. Tutuklular telefon mahalline giderken minimum dört ayrı koridordan geçer. Her bir koridorun ayrı bir sorumlusu olur. Bunlar infaz koruma memurudur. O noktada bulunan kişilerin de görmezden gelmesi lazım. Neden? Çünkü yan yana gelmemesi gereken iki tutuklu aynı anda o koridorlardan geçerek telefon mahalline gidiyor. Oradaki bütün memurlar bunu görüyor. Bir de olaydan sonrası var… Olaydan sonra orada ilk müdahale edecek ekipler vardır, acil yardım alarmına bakan kişiler… Bu acil yardım ekiplerinin de ayarlanması gerekir. Çünkü acil müdahaleye gelecek kişinin olan biteni orada görmesi ve mağdur kişiyle konuşarak işin içyüzünü öğrenme ihtimali yüksek. Yani bu ekibin de bir şekilde haberdar edilmesi ve plana dahil edilmesi şart. Bir infaz koruma memurunun veya acil müdahale ekibinden memurların buna göz yumması için, daha sonra açılacak görevi ihmal soruşturmasının en hafif ceza veya cezasızlılıkla sonuçlanması noktasında bir güvenceye sahip olması lazım. Çünkü işin ucunda adam öldürmeye teşebbüse iştirak gibi bir suç var. Aksi halde bu suçtan da yargılanacaktır. Bu konuda bir güvenceye sahip değilse hiç bir memur buna göz yummaz. Saldırı sonrası işlem yapılmaması da bunu gösteriyor. Demek ki o güvenceler sağlanmış. Tüm bunları topladığımızda bunun bireysel bir girişim olmadığı kanaatindeyim. Bu arada işlem yapılmamazlık olmaz. Mutlaka bir işlem yapılır veya yapılacaktır. Ama bu etkin bir işlem olmayacaktır. Zamana yayılır, vesaire.”
****
Şimdi bu görüşler ve eldeki verilerle bu noktaya bir istasyon kurabiliriz: Saldırı bireysel bir eylem olamaz.
Saldırganın her halükârda cezaevi idaresinden bir destek aldığı, korunup kollandığı anlaşılıyor.
Bu da bizi güçlü ve etkin bir azmettiriciye götürüyor.
****
Şimdi buradan hareketle ikinci istasyonumuzu kurmaya çalışalım.
Soru şu: Saldırı korkutma amaçlı mıydı yoksa öldürme kastıyla mı yapıldı?
Saldırı anına ilişkin kamera görüntüleri savcılığa intikal etmiş durumda. Biz henüz bu görüntüleri izlemiş değiliz.
Ancak Hazım Sesli’nin yakınlarına anlatımlarından medyaya yansıyan bazı bilgiler var. Bu aktarımlar doğru ise gelen ilk darbe, doğrudan kalbe yönelik. Sesli’nin saldırıyı hiç beklemediği, habersizce telefonla konuştuğu ve bütünüyle savunmasız olduğu esnada kalbe yönelen bu salvo, saldırganın niyeti hakkında bir ipucu veriyor.
Fatih Oktay’ın öldürme kastı ile hareket ettiği anlaşılıyor. Yani bu bir çeşit infazdı.
İlk salvoyu kalbe yapmış olması, hamlenin boşa gitmesi üzerine Hazım Sesli’nin üzerine atlaması, yerde boğuşmaya başlaması ve peş peşe darbelerle şişi tam 7 kez batırması, saldırganın sadece göz dağı amacıyla hareket etmediğini, belli bir misyonlar, motivasyonla ve niyetle hareket ettiğini gösteriyor. Çünkü o ilk vuruş kalbe denk gelse muhtemelen Hazım Sesli ya orada ölecek ya da saldırgana karşılık veremeyecek kadar ağır yaralı olduğu için katil ikinci ve üçüncü darbeyi de vurma fırsatı yakalayacaktı.
Yani Hazım Sesli’yi Allah korudu.
****
Eski Savcı Mehmet Bakır Özkan’ın bu konuda söyleyecekleri de önemli.
Özkan, şu tespitleri yapıyor: “Normal bir ceza uygulamasında yüzde yüz öldürmeye teşebbüsün bazı koşulları vardır. Birincisi, aracın öldürmeye elverişli olması gerekir. Bıçak, şiş gibi kesici ve delici bütün aletler öldürmeye elverişli aletler olarak kabul edilir. Dolayısıyla burada araç açısından teşebbüsün koşulları oluşuyor. İki; hedef alınan vücut bölgesinin doğrudan ölüme yol açacak bir nokta olması gerekir. Burada ilk hamlenin göğüs bölgesine doğru yapılması, yüzde yüz öldürmeye teşebbüs olarak kabul edilir. Ayrıca darbe sayısı ve sonrasında darbelerin peşi peşine devam etmiş olması da öldürmeye yönelik olduğunun diğer unsurları. Bu saldırının tipik bir öldürmeye teşebbüs olayı olduğu rahatlıkla söylenebilir.”
*****
Şimdi buraya ikinci istasyonumu da kuralım: Amaç Hazım Sesli’yi ortadan kaldırmaktı. Yani infaz etmekti.
Eğer saldırı bireysel değilse ve öldürme kastı ile yapıldıysa o zaman üçüncü noktaya gelelim: Hazım Sesli’yi kim öldürtmek istedi?
Bunu kim, niye yaptı?
O arkadaki azmettirici her kim ise, bir yüksek güvenlikli cezaevi idaresinin tamamını hiyerarşik olarak etkileyebilecek, onlara böyle bir saldırının organizasyonunda güvence verebilecek kadar güçlü biri veya güçlü bir makam olması gerekir.
Peki kim o veya orası neresi?
İşte soru bu.
Bu da bizi Hazım Sesli’nin 6 ay önceki o açıklamalarına götürecek: “Bildiklerimi söylersem yer yerinden oynar!”
Üçüncü istasyonu buraya kurmaya çalışacağız.
-DEVAM EDECEK-