Üstüme alınıp alınmamakta tereddüt etmedim değil.
Gerçi konuşmanın başka yerlerinde şahsen ‘alınganlık’göstermemi gerektirecek cümleler de var.
Gülen Hareketi’nde çeşitli üst düzey görevlerde bulunmuş İlahiyatçı Hüseyin Kara’nın VideonTr’ye verdiği röportajdan söz ediyorum.
Geçmişte cemaate yakın yayın organlarında çalışan gazeteciler ve şimdilerde Hareket’e eleştiriler yönelten gazetecilerle ilgili açıklamaları benim adıma bir cevap iktiza ettiriyor.
***
Açıkçası röportajın ilgili bölümü bir kısa video olarak sosyal medyada önüme ilk çıktığında duyduklarıma inanamadım.
İstemsiz bir bulantı ve hayretle tekrar tekrar dinledim.
İçinde hem hilaf-ı hakikat bilgiler hem de gazetecilere yönelik ‘marazi’ ve su-i kuruntularla dolu lakırdılar vardı.
Ciddiye alıp almamak, cevap verip vermemekle bu ağır haksızlığa karşı ağzıma geleni söylemek arasında gidip geldim.
Biraz daha soğukkanlılıkla baktığımda mutlak bir cevap vermek gerektiği kanaatine vardım.
Bunun en önemli sebebi, Hüseyin Kara’nın bühtan derecesindeki sözleri değil.
Biliyorum ki bu sadece Kara’ya mahsus bir algı bozukluğu değil çünkü. O, cemaat içerisinde bazı insanlarda var olan çarpık zihniyeti, kendine has Rizeli mizacı ile dışavurmuştu sadece.
Aslında meseleye onun gibi bakan insan sayısı hiç de az değil.
“Gazetecilik ve Aidiyet” başlıklı video sunumumda tam da bunları anlatmaya çalışmıştım.
Orada bir zihniyeti remzetmek adına ifade ettiğim cümleleri, Hüseyin Bey kendi ağzında müşahhaslaştırarak ete kemiğe büründürdü.
Bu haliyle belki kendisine teşekkür etmek bile lazım.
Bu vesile ile bazı şeylere açıklık getirmek, bir kere daha altını çize çize vurgulamak gerekiyor demek ki!..
****
Hüseyin Bey şöyle diyor:
“Ben bizim kendi arkadaşlarımıza gazeteci demiyorum zaten. Hasbelkader demişiz ki sen televizyonda şu işi yap, ötekine demişiz ki sen de şu işi yap. Bunlar gazeteci değil. Gazetecilik okusalar bile bunlar Hizmet’in insanlarıdır. Hizmet insanlarıdır. Gazeteci değil. Bizim arkadaşlarımız hasbelkader gazetede görev yapmışlar.”
Evvelemirde şunu ilan edeyim :Kendim ve gazeteciliklerine kefil olduğum yüzlerce arkadaşım adına bu saçmalığı reddediyorum!
Belki başkaları adına konuşmam yakışık almaz. Bu cümlelere karşı bir şey söylemek isteyen zaten söyleyecektir. Söylüyorlar da zaten.
En azından ben kendi namıma, Kara’nın bu hezeyanlarını kabul etmiyor ve iade ediyorum.
****
Biliyorsunuz, bu yukarıdaki cümlelerin aynısını zaten cemaat karşıtı çevreler yıllardır söyleyegeliyor zaten.
Şimdi yıllarca Hareket içerisinde önemli makamlar işgal etmiş birisi olarak Kara’nın çıkıp bu şekilde konuşması, onların bütünüyle haksız bir şekilde kendilerine ‘haklılık payı’ çıkarmasına neden olacaktır.
O halde benim ve benim gibilerin her iki zihniyete karşı mücadele etmek gibi zorlu bir görevi de var.
Bu kadar olumsuz şartlar içerisinde bir de böylesi talihsiz konuşmalara cevap yetiştirmek zorunda kalmak bile zûl aslında.
Fakat açıkça yalın gerçeği yüzlerine söylemek ve fazlasıyla ihlal ettikleri sınırlarının içerisine kendilerini geri itmek de şart: Hayır beyefendi, siz isteseniz de istemeseniz de, kabul etseniz de etmeseniz de bizler gazeteciyiz!
‘Hasbelkader’ de değil üstelik.
Bilerek, isteyerek, mücadele ederek, çalışarak, üreterek ve başararak…
Azimle ve tutku ile…
Siz hangi yetki ile, hangi bilgi ile, hangi mesleki tecrübe ile, hangi süreçlerden geçerek bu densiz açıklamaları bu kadar kolay bir şekilde şetmedebiliyorsunuz?
Nasıl bu kadar insanın emeğine, mesleğine, şahsiyetine bu kadar pervasızca kara çalabiliyorsunuz?
****
En iyi bildiğim yer olduğu için söyleyeyim: Zaman’daki muhabir arkadaşlarım gazeteciydi. Hem de çok çok iyi gazetecilerdi. Nokta muhabirleri ile foto muhabirleri ile çoğu transfer teklifleri alan, gittikleri yerde başarılı olan, adından söz ettiren gazeteciler hem de…
Şimdi meslekle, kurumla alakası olmayan bir zat-ı muhterem çıkıp kendi kafasındaki marazi ve muhayyel varsayımlarla bu çeşit konumlandırmalar yapıyor diye bu gerçek değişecek değil elbette.
****
Gazetecilerin bir kısmına ‘insan değiller’ derken bir kısmına da ‘gazeteci değiller’ diyor.
Düşünün ki Hüseyin Kara 5 yıl boyunca Ankara’da Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı temsilciliği yapmış.
Vah ki ne vah!
Ört ki ölem!
Üzerine uzun uzun konuşmaya gerek yok.
Cemaat bugün gelinen noktayı biraz da buralarda aramalı değil mi?
****
Hüseyin Bey’in röportajında izah isteyen bir başka bölüm daha var.
Cemaate eleştiri getiren gazetecileri tezyif ederek şunları söylüyor:
“Bugün iki türlü tenkit yapılıyor. Birileri, gazeteci ağırlıklı arkadaşlara da bakıyorum, onlar Hizmet’in çok derinliklerini de bilmiyorlar. Hatta bazen Hizmet’in kazandırdığı adabı da aşıyorlar. Anlıyorsunuz ki Hizmet’in hassasiyetini bilmeden sadece tenkit yapıyorlar. Bunlarla bir yere varılmaz. Ha dinlemeyelim mi? Dinleyelim onları. Ama bunların yol gösterdiği yolla hedefe varılmaz. Ama birileri de var ki, akademisyen arkadaşlarımız var, Hizmet’te yıllarını vermiş tecrübeli arkadaşlarımız var. Onlar da müspet tenkitler yapıyorlar. Bunlara kulak asmamız lazım. Çünkü bu Hizmet kıyamete kadar devam edecektir. Bu bir süreç. Yarın birgün bitecek, işimize kaldığımız yerden devam edeceğiz biz. Gene bu mevcut arkadaşlarla yapacağız bu işi. Dolayısıyla müspet tenkit yapan insanlarla bu meseleleri oturup enine boyuna oturacağız, konuşacağız. Birbirimize karşı hazımlı olacağız, dinleyeceğiz birbirimizi. Öteki arkadaşların konuşmaları oldu. Yani gazeteci ağırlıklı arkadaşların. Onları aldılar götürdüler Hocaefendi’ye. Buyurun, konuşun. Davanın sahibi ortada. Asrın müceddidi ortada. Hala başımızda ve danışacağımız bir insan olması itibariyle problemlerimizi Hocaefendi’ye götürmemiz lazım.”
Röportajı yapan Zeynep Kaya Hanımefendi kendisine, “Bu söylediğiniz hadise yeni bir hadise mi? Bu eleştiren gazeteci arkadaşlar yeni mi Hocafendi’ye götürüldü?” diye soruyor.
Cevap şöyle: “Yo, 5-6 ay önceki bir hadise. Yani 1-2 senedir eleştiriyorlar da güya kendilerine muhatap bulamıyorlar. Abiler dediler ki ‘Gelin, muhatap ortada.’ Yaşıyor Hocaefendi yani. ‘Gidin dertlerinizi anlatın.’ Anlattılar dertlerini. Bitti. Yani çözümün merkezde olacağını bilemediklerinden dolayı medyada yazıyor. Ya medyada yazmakla siz çözüm üretemezsiniz ki!”
Zeynep Kaya tekrar soruyor: “Bitti derken onların ortaya koyduğu sorunlar çözüme kavuştu mu? Yoksa onlar o sorunları dillendirmekten mi vazgeçti? Nasıl sonuçlandı o görüşme?”
Cevap: “Bir; Bir kere muhatap buldular. Bir insan muhatap buldu mu rahatlar. Hocaefendi gibi bir muhatap buldular. İki; Baktılar ki bazı tenkitlerin aslı yok. Yani oturacağı bir yer yok. Blokajı yok tenkitlerin. Onlardan da vazgeçtiler. Ha bazıları da haklı olabilir. Onlara da Hocaefendi dedi ki, ‘Bakın bunlara, bu arkadaşları dinleyin.’ Katiyen bunlara kulaklarımızı tıkamak gibi bir lüksümüz olamaz.”
Ardından Zeynep Hanım şu soruyu yöneltiyor: “Bu eleştirileri yapan arkadaşlar, gazeteci arkadaşlar Hocaefendi ile görüştükten sonra ve Hocaefendi’nin ‘Bu arkadaşları dinleyin, sorunlar neyse çözüm bulunsun’ tavsiyesi üzerine eğer bir çözüm bulunduysa neden o gazeteci arkadaşlar çıkıp bir açıklama yapmıyor? Çünkü yapmış oldukları eleştiriler ya da ortaya atış oldukları şeyler bir çok kişinin aklında soru işareti kalıyor öyle değil mi?”
Hüseyin Kara, “Evet. Ama bakın o ilk zamanlardaki gibi konuşmaları gibi şimdilerde öyle ciddi bir konuşma bulamıyorsunuz. Yapacakları bir şey yok yani. O da ayrı bir şey.”şeklinde cevap veriyor.
****
Bir kere ‘Hizmet içerisinden rahatsızlığı olan bir gazeteci arkadaş’şeklindeki yaklaşımı kabul etmiyorum.
‘Hasbelkader’ bile olsakabul etmiyorum.
Ben bir gazeteciyim ve mevzua bahis olan ilişkiyi de ‘gazeteci-muhatap’ ilişkisi çerçevesinde tanımlıyorum.
Bu meyanda;
Böyle bir toplantı oldu mu olmadı mı bilmiyorum. Oldu ise ben orada değildim. Bilgim de yok.
O yüzden en başta burada üzerime alınmamı gerektiren bir husus olmadığını düşündüm.
Fakat bir süredir belirli eleştiriler ve sorular yönelten bir gazeteci olarak akıllara gelen isimlerden biri ben olduğum ve bu yönde sorulara da muhatap olduğum için bir açıklama yapma ihtiyacı hissettim.
1- Benim Gülen’le bir görüşmem olmadı.
2- Görüşme talebim oldu, fakat olumlu cevap alamadım.
3- Profesyonel bir gazeteci sıfatı ile mülakat yapma isteğim kabul edilmezken‘ikna etmeye matuf’olarak Gülen’le görüştürülme önerilerini ise ben geri çevirdim.“Muhabir olarak görüşmeyi talep ediyorum. Sorular sormak ve alacağım cevapları da yazmak istiyorum. Bu çerçevenin dışındaki bir görüşmeyi kabul etmiyorum.” dedim.
4- Dolayısıyla,“Anlattılar dertlerini. Bitti. Baktılar ki bazı tenkitlerin aslı yok. Yani oturacağı bir yer yok. Blokajı yok tenkitlerin. Onlardan da vazgeçtiler.” diye yansıtılabilecek bir durum da yok. Tam tersine; bir gazeteci olarak şahsen tespit ettiğim bazı gerçeklerin ve eleştiri konusu olan noktaların ‘aslının astarının’ fazlasıyla var olduğunu her geçen gün daha da fazla görüyorum. Sorular olduğu yerde duruyor. Hemen hiç birisi cevaplanmış değil.
5- Kara’nın,“Sorunların çözümü merkezde. Muhatap Hocaefendi’dir” şeklindeki yaklaşımı Gülen’i tek muhatap haline getirip geri kalan bütün ‘sorumluları’ sorumluluktan uzaklaştırmakta.
Bu sayede 15 Temmuz’dan Bylock’a, Bank Asya’dan ‘soru çalma’ benzeri şayialara kadar bir çok konuda hiç bir muhatap bulunamamakta.
Hemen hiç bir konuda ortada ‘sorumlu’ görünmemekte, adeta karanlığa karşı gölge boksu yapılmaktadır.
Hiç bir soruya cevap vermeden, “Aldılar cevaplarını, bitti. Sustular.” deyip kapatamazsınız.
Belki ‘hasbelkader’ kapattığınızı zannedebilirsiniz…
****
Yine bu cümleler içerisinden akıllarda soru işareti oluşturacak bir bölüm var ki ona da kısaca cevap vermeyi şahsım adına elzem görüyorum.
Hüseyin Kara’nın “Ama bakın o ilk zamanlardaki gibi konuşmaları gibi şimdilerde öyle ciddi bir konuşma bulamıyorsunuz. Yapacakları bir şey yok yani.” şeklindeki sözlerinden sonra bazıları bana, “Seni kastediyor” dediler.
Çünkü bir süredir tanıdığım, tanımadığım insanların, “Ne oldu, yazamaz oldun. Seni de susturdular.” şeklindeki şikayetlerine, imalarına ve tacizlerine muhatap oluyorum.
Bir kere twitter’da kısa bir cevap vermiştim ama yeterli olduğunu sanmıyorum.
Yeri gelmişken bir kere daha altını çizeyim: Kimse beni susturmuş değil. Böyle bir girişim de olmadı. Yazacağım hiç bir şeyden de vazgeçmiş değilim.
Bireysel bir gazetecilik yapıyorum. “Hasbelkader”…
Kendime göre önceliklerim, zamanlama tercihlerim oluyor. Kendi kendimin editörüyüm.
Bazı konularda araştırma süreçlerim devam ediyor. Hiç bir şeyi alelade veya ceffelkalem yazmak istemediğim, tam emin olmadan paylaşmak istemediğim için kılı kırk yararak ilerliyorum.
Ama bilinsin ki yazılması gereken her şey yazılacak!
Bu süreçte benim gibi gazetecilerin elini-kolunu bağlayan tek şey, Türkiye’deki bu kitlesel kırım sürecinin bu kadar vahşice gitmesinden başka bir şey değil.
Yola çıkarken de bunu açıkça yazmıştım: Hiç bir hukuk kuralı, evrensel değer tanımaksızın, bebeklere, kadınlara, lohusalara, hamilelere, çocuklara varıncaya kadar bu kadar alçakça ve kahpece giden bir süreçte yazacağınız her bir kelimenin, söyleyeceğiniz her bir sözün ağırlığı var. İyice hesap etmek zorunda kalıyorsunuz.
Bazı şeyleri bütün masumlar hapisten çıkmadan yazmayacağımı da baştan ilan ettim.
Ama sadece ‘bazı’ şeyleri…
Yazılacak çok şey var!