HABER – YORUM
Yeni bir parti kurması beklenen eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın Saray’a giderek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la görüşmesi, siyasi gündemin en önemli başlıklarından bir tanesi. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül rehberliğinde yeni parti kurma hazırlıklarında sona yaklaşan Babacan’ın bu ziyareti neden yaptığı ve içerde neler konuşulduğu merak konusu oldu.
Aslında bu ziyaretin arkasında Abdullah Gül’ün yönlendirmesi var. Sebebi de Gül’ün mizacı ve siyaset anlayışından kaynaklanıyor. Ayrıca bu hareket, yeni partinin artık kesin olarak kurulacağına dair hem fiili hem de sembolik anlamlar içeriyor.
Nedenini şöyle anlatayım: Abdullah Gül, 21 yıl önce Fazilet Partisi içerisinde Yenilikçi Hareket’i başlattıklarında da benzer bir adım atmıştı. Hareket’in lideri Necmettin Erbakan o zaman siyasi yasaklıydı. Partinin başında emanetçi olarak İsmail Alptekin bulunuyordu. Fakat Abdullah Gül, Bülent Arınç, Recep Tayyip Erdoğan, Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu, Abdüllatif Şener ve M. Ali Şahin gibi isimler ‘Yenilikçi Hareket’i başlatma kararı almıştı. Partinin mevcut politikalar, söylemler ve kadrolarla devam edemeyeceğini savunan bu kanat, kongreye gidilmesini ve partinin baştan sona yenilenmesini istiyordu.
Ama Yenilikçi Hareket’i resmileştirmeden önce Abdullah Gül arkadaşlarına, “Gidip Hoca ile görüşmemiz lazım. Kararı bizim ağzımızdan duyması gerekiyor. Medyadan okursa ayıp olur. Bize yakışmaz. Medenice gidip konuşmak, gerekçeleri anlatmak ve kararı kendisine şahsen iletmek gerekiyor.” demişti.
Peki ama bunu kim yapacaktı? Çünkü Erbakan sadece bir siyasetçi değil, aynı zamanda karizmatik bir dini otorite gibiydi. Katıydı. Parti içerisindeki bu tür muhalif hareketlere karşı hoşgörüsüzdü. Ağır konuşuyordu. Sanki dinin bir rüknünü çiğnemişler gibi muamele ediyor ve en hafifinden “Tövbe edin” çağrısında bulunuyordu.
Abdullah Gül, “Ben giderim.” dedi. “Madem ki aday ben olacağım, o halde benim gidip konuşmam gerek” diye ekledi. Nitekim bu görüşme gerçekleşti. Beklendiği gibi Erbakan, Abdullah Gül’ü tersledi. “Daha tecrübesizsin, sıranı bekle.” dedi.
Fakat ‘ak saçlılar’ olarak adlandırılan mevcut parti yönetimi bu rüzgara direnemedi. Kongre kararı alındı.
14 Mayıs 1998 tarihinde yapılan 1. Olağan kongrede Erbakan, Recai Kutan’ı aday yaptı. “Hocayı satanı biz de satarız”, “Hocaya sadakat şerefimizdir” sloganları altında yapılan kongrede Kutan 633 oy, Gül ise 521 oy aldı. Her ne kadar Kutan kazanmış gibi görünse de Erbakan’ın bütün baskısına ve Milli Görüş Hareketi’nin katı gelenekselci anlayışına rağmen Yenilikçiler’in bu kadar çok ay alması, büyük bir olaydı. Asıl kazanan Gül ve Yenilikçiler’di. Nitekim o kadronun iktidar yürüyüşü de böyle başlamış oluyordu.
O kadro sadece iktidar olmadı. Türkiye’nin 20 yılına damga vurdu. Etkisi daha onyıllarca sürecek ve belki hiç unutulmayacak kadar derin etkiler bıraktılar. Tayyip Erdoğan, o kadro ve anlayışı tasfiye edip ‘tek adam’ haline geldikten sonra bu isimlerin çoğu bu kez başka bir ‘yenilikçi hareket’ başlattı.
Aradan 20 yıl geçtiği için bu kez ‘ak saçlılara’ karşı genç isim olarak Gül’ün kendisi yok elbette. Onun yerine Ali Babacan’ı hazırlıyor. Abdullah Gül, siyasette cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve bakanlıklar yapmış bir isim olarak yeni oluşuma ‘ağabeylik’ yapıyor. Belli ki ilk tavsiyelerinden birisi, Ali Babacan’a “Saray’a git ve kararını kendin tebliğ et. Tayyip Bey medya üzerinden takip etmesin. Bize yakışmaz. Gerekçelerini sırala ve kararını açıkla.” demiş. Tıpkı kendisinin Erbakan’a karşı yaptığı gibi. İşte yeni partinin artık kurulma aşamasına geldiğinin sembolik anlamı burada yatıyor.
23 Haziran’dan önce gerçekleştiği ortaya çıkan Erdoğan-Babacan görüşmesinden sızan bilgiler de arkadaki ‘Gül etkisini’ gösteriyor. Buna göre Ali Babacan, “Sayın Cumhurbaşkanım, ben AK Parti’den ayrılacağım. Başkalarından değil, benden duyun istedim.” dedi. Gerekçelerini bir rapor halinde Erdoğan’ın önüne koydu.
Bakalım bu hareket de 20 yıl önceki gibi başarılı olabilecek mi? Milli Görüş geleneği içerisinden çıkıp Erbakan Hoca efsanesini yendiği gibi AKP içerisinden Erdoğan efsanesini yıkabilecek mi? Aynı şekilde buradan yeni bir iktidar doğurup son yıllarda Türkiye’ye verdikleri ağır tahribatı tedavi edebilecekler mi? Yoksa tam tersine tahribatı daha da mı büyütecekler?
Göreceğiz…