Bu yazıyı hazırladığım şu esnada bile nice insanlar haksız yere ‘soru çalma’ iddiası ile gözaltına alınıyor, tutuklanıyor.
Geçmişini çok iyi bildiğim, karakterinden, kabiliyetinden ve zekâsından zerre kadar şüphe duymadığım kişiler, soru çalma suçlamasından aklanmaya çalışıyor.
Neden?
Hem hasetle dolu konu-komşu, akrabanın “Olsa olsa…” diyerek başarılı gençleri ‘ihbar’ etmesi hem devletin at ile it izini ayırmadan bir işgal ordusu gibi hareket etmesi hem de zamanında cemaatin belli alanlarda bu iğrenç yola tevessül etmiş olması nedeniyle binlerce temiz insan lekelenmiş durumda.
Cemaat kadrolarının genelinin ne kadar iyi eğitimli, ne kadar zeki ve düzgün insanlardan oluştuğunu, bugün en keskin muarızları bile kabul ediyor aslında.
Hele o kadrolar olmaksızın geçen bu 5-6 yıldan sonra, bu hakikat biraz daha iyi anlaşılmış durumda.
Cemaatten hiç hazzetmeyen, bunu her fırsatta dile getiren bir emekli subay tanıdığım geçenlerde dedi ki, “Bunlara baktıktan sonra diyorum ki yine cemaatteki çocuklar çok iyiymiş. Hem daha dürüstlerdi hem de daha kabiliyetlilerdi. Bunlar hepten paçoz çıktı.”
Aynı şekilde onyıllardır yurtdışında uluslararası ticaret yapan ve cemaatle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir dostum, “Sana bir şey diyeyim mi, Türkiye’nin dışarıya bakan kurumlarının neredeyse hiçbirinde doğru düzgün muhatap olacak adam kalmadı. Bunu sadece bizler değil, yabancılar da söylüyor. Kalite yerlerde. Dil bilmeyen, konuşmasını bilmeyen, oturma kalkma bilmeyen insanlarla doldu her yer. Yabancı muhataplarımız da bundan muzdarip.” dedi. Bu şikâyetleri, özellikle cemaat kadrolarının farkını anlatabilmek için dile getiriyordu.
Bundan dolayı devletin bir şekilde bazı KHK’lılara yeniden kapıyı açmaya mecbur kalacağını söyleyenlerin sayısı artıyor.
Mesela Hava Kuvvetleri’nde yıllardır kullanılan İngilizce eğitim ve talimnamelerin dil bilmeyen yeni subaylar yüzünden Türkçe’ye çevrilip dağıtıldığını okumuştuk.
Eski Genelkurmay İstihbarat başkanı Emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, Youtube’daki Neyin Nesi TV’de yaptığı açıklamada, cemaat kadroları için şu itiraflarda bulunmuştu: “Bu çocuklar tam da komuta kademesinin istediği çocuklar. Yani zeki, ‘emredersiniz’ diyor, çok fazla eleştirmiyor, her türlü görevi yapıyor… Yani tam böyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, TSK komuta kademesinin aradığı konuları tespit etmişler ve bunları o şekilde sundukları zaman bunların FETÖ’cü olarak bilinmelerine gerek yok ama bunların hepsi öyle bir gelmişler ki şeye, aranan adam olmuşlar. Bunların hepsi çok çalışkan insanlar olmuşlar, yani bana da deseler şimdi ‘Kimleri seçeceksin?’ diye, onlardan seçerim. Çünkü bunlar hem zeki hem işte master yapmış, doktora yapmış, birkaç yabancı dil biliyor, bir kaç yerde çalışmış, Doğu’da Güneydoğu’da güzel görevler yapmış. Şimdi bu adamlar ister istemez komuta kademesi tarafından, en küçüğünden en büyüğüne kadar, seçilip çalışılmak istenen adamlar.”
Fanatikler hariç bunu artık herkes kabul ediyor.
Doğal olarak cemaatçi diye tutuklanan Harbiyeli gençlerin cezaevinden girdiği sınavları derece ile kazanması karşısında, “Hani bu çocuklar soru çalarak askeri okula girmişti?” şeklinde tepki gösterenler de haklı durumda.
Çünkü gerçekten de bu Hareket içerisindeki gençlerin ezici bir çoğunluğu sınav sorularının verilmesine ihtiyaç duymayacak zekâvette ve donanımda.
****
Bu girişi, şu soruya cevap aramak için yaptım: “Peki öyleyse cemaat neden sınav sorularını kendi seçtiği öğrencilere veriyordu?”
Evet, cemaat.
Yine hemen bir öfke kabarması olacak şimdi, biliyorum.
“Neden cemaat diyorsun? Belki soruları münferiden çalan veya etrafına dağıtan bazı ahlaksızlar olabilir, neden cemaatin geneline çamur atıyorsun?” diyenler olacaktır.
Olsun. Bu cümleyi bilerek kurdum. Çünkü biliyorum ki bu bir ‘cemaat’ organizasyonuydu. Daha doğrusu cemaatin içinde ayrı bir cemaat olan ve kimseye hesap vermeyen karanlık birimlerin organizasyonu. Soru verme de orada sistematik olarak yapılan bir uygulamaydı.
Cemaatin yüzde doksanının bunları bilmiyor oluşu, yeni yeni öğrenmeye başlayışı veya duyduğunda inanamayışı, bu işin yapılmadığının kanıtı değildir. Cemaatin dual yapısının kanıtıdır. Küçük ama çekirdeği teşkil eden, Hareket’in geri kalanından ayrışmış, bambaşka gündemleri olan ve yapıp ettiklerini en başta da cemaatin bu geri kalan diğer büyük parçasından gizleyen bir başka yapılanmanın kanıtı…
Kesin konuşuyorum, evet.
Çünkü ‘soru çalma’ iddiaları gerçek, biliyorum.
Bilen başka binlerce insan gibi…
Geç de olsa öğrendim.
Daha önce ilk duyduğumda ben de bunu bir kaç düzdânenin marifeti sanmıştım.
Peki beni bugün bunun sistematik bir irtikap olduğu noktasına ne getirdi?
Anlatayım.
15 Temmuz sonrasında büyük bir sorgulama başladı ve geçmişte susan bir çok kişi yaşadıklarını anlatmaya başladı.
Hem “Soruları aldım” diyen hem de “Soruları verdim” diyen onlarca isimle konuştum. Dinlediklerimin doğruluğunu farklı kaynaklardan teyid ettim.
Şimdi bunlardan bazılarını paylaşıp yukarıdaki soruya geri döneceğim. Yani “Neden?” sorusuna… Bu sınavlara giren şahısların hemen tamamı zaten kendi başlarına da üstesinden gelebilecekken, soruları almaya hiç ihtiyaçları yokken neden birileri önlerine bu soruları koydular?
Asıl tartışılması gereken nokta bence burası.
****
Müstear adı Kerem…
Yıllarca mahrem hizmetlerde bulunmuş, hapse girmeden yurtdışına çıkmış, 30’lu yaşlarda bir cemaat gönüllüsü.
Bana diyor ki, “Sizce neden hususi arkadaşlardan bu kadar çok itirafçı çıktı, hiç düşündünüz mü?”
Genel itibariyle etkin pişmanlıktan yararlanan sayısı 20 bin civarında bu arada. Bunlardan kaçı “hususi hizmetler”den bilmiyorum. Ama kendi okuduğum dosyalardan bile sayının epey kabarık olduğunu görebiliyorum.
Tamam ama… Bu sorunun cevabı işkence değil mi?
Bilhassa bu mahrem yapılanma içerisinde yer aldığı tespit edilenlere çok ciddi işkenceler yapıldı. Hayatını kaybedenler oldu. Kaçırılanlar, bir daha kendisinden haber alınamayanlar var.
Kerem, “Evet, bu doğru. Fakat hakikatin tamamı değil.” diyor. “Bazı ifadelere bakın, bunu anlarsınız.” dedikten sonra kendi cevabını şöyle veriyor: “Çünkü sisteme inancını yitiren çok sayıda arkadaş vardı. Özellikle son yıllarda işin çivisi iyice çıkmıştı. ‘Biz ne yapıyoruz?’ diye soran, vicdan azabı çeken, ‘mutlaka fetvası verilmiştir’ diye cevap aldığında tam tatmin olamayan, akşam kafasını yastığa koyduğunda içinde bir burukluk hisseden ve hep ‘Ben Hocaefendi’den daha iyi bilecek değilim ya! Vardır bir hikmeti.’ diyerek kendini teselli eden bu arkadaşların çoğu, 15 Temmuz’dan sonra dağıldı. Çünkü ‘Meğer bir hikmet yokmuş’ demeye başladılar. O yüzden önemli bir kısmı gidip itirafçı oldu.”
****
Kerem’in kastettiği vicdan azabı veren bu işler arasında soru verme de vardı.
“Mesela bir arkadaş GATA’ya girecekti. Sorular verildi. Ancak arkadaş kabul etmedi. Sonra da sırf bu yüzden Hizmet’le ilişkisini kesti.” diyor.
Peki sorular nasıl veriliyordu?
Müstear adı Polat…
Bu kısmını da ondan dinleyelim: “15 Temmuz olduğunda 23 yıldır Hizmet Hareketi’nde, 11 yıldır da hususi hizmetlerde bulunuyordum. Bu soru çalma meselesi…Yüzde yüz canım! Ben kendim kaç tane öğrenciye verdim. Bilmesem, içinde olmasam ben de komplo teorisi derim. Konduramam. Ama maalesef bu var. İsmi bile var bu işin: ‘Fetih okuma’. Sınav sorularını vermenin şifreli adı ‘Fetih okuma’dır. ‘Bu arkadaşa Fetih okunacak mı? Bu arkadaş Fetih okudu mu?’ diye tedbirli söylenir. Bunun anlamı, sorular verildi mi, demektir. Fakat bunun için bazı şartlar vardır. Herkese ‘Fetih okutulmaz’. Beş beşlik, güvenilir olması lazım. Onun da kriterleri vardır. Bu kriterleri karşılamıyorsa verilmez. Sadece bu da yetmez. Bir de ilgili atama için o arkadaşın uygun görülmüş olması gerekir. Çünkü bizim bir kariyer planlamamız vardır. Eğer arkadaş için yapılan planlama o sınava girmesini gerektiriyorsa ve de yüzde yüz güvenilir bir arkadaşsa o zaman sorular verilir. Bunu, o birimlerdeki herkes bilir. Yukarıdan geldiği söylenir ve sen de zaten onu bilerek yaparsın.”
Polat, işleyen sistemle ilgili şu tür detaylar veriyor: “Ben kendi baktığım birim için söyleyeyim. Mesela kurum içi sınavlar oluyor. Terfi sınavları. Arkadaşlardan uygun gördüğümüze diyoruz ki, ‘Bu sınava başvur. Şu şu kitapları al, şu testleri al, çalış’. Bunu söylerken işyerinde çalışması özellikle vurgulanır. Böylece herkes onu çalışırken görür. O sınava gireceğini herkes bilir. Hiç bir zaman kişiye, ‘Sana soru vereceğiz, rahat ol, sıkıntı yok’ demeyiz. Arkadaş zaten sınava hazırlanır. Sınava bir veya iki gün kala Fetih okuma olayı gerçekleşir. Sorular bize yukarıdan dijital ortamda gelir. Diyelim ki 100 soruluk sınav; A paketinde 70 tane soru, B paketinde 70 soru, C paketinde 70 soru var ama bunlar aynı 70 soru değil. Birbirinden farklı 70 soru, ki aynı şıkları işaretlemeleri tedbirsizlik olur. Fetih okunmadan önce bir yemin metni vardı, onu okutuyorduk. Kuran-ı Kerim’i getiriyoruz, çocuk abdestli bir şekilde geliyor ve yemin metnini biz söylüyoruz, arkadaş tekrarlıyor. Bunu en yakınları dahil kimseye söylememesi için… Sonra dijital ortamda sorular verilir. Kağıt kalem kullanmak yasaktır. Arkadaş iki-üç saat bilgisayar ortamında sorulara ve cevaplarına bakar. Bu ya bizim evimizde olur ya da onun. Tabi ki sınavda başarılı olur. Yüz sorudan yetmiş tanesi moda-mod sorudur. 10 tane, 15 tane de kendisi yapsa başarılı bir şekilde sınavı kazanır. 100 sorunun hepsi verilmez. Çünkü hepsini doğru yapar, bu da tedbir açısından sıkıntı doğurur. Zaten baraj 70’tir. Belki sorular verilmese de arkadaş kazanacak ama riske edilmiyordu. Diyelim ki oraya 30 kişi alınacaksa 30’unun da bizden olması isteniyordu. Buna göre kariyer planlamaları yapılıyordu. Diyelim ki o sınava üç kere girme hakkı var ve arkadaşın bu üçüncü girişi ise riske edilmek istenmiyordu. Genelde yukarıdan bunlar ayarlanıyordu. Kimin sınava son giriş hakkı, kimin yaş haddi vesaire hep bakılıyordu. 17 Aralık sürecinden sonra sorular dijital gelmemeye başladı.”
Peki bu sorular nereden geliyordu?
Polat, “Başımızdaki kişiden geliyordu. Muhtemelen okul komutanlıkları sınav komisyonunda olanlardan geliyordu. Ancak sadece askeri okul sınavları değil. KPSS, YDS (Yabancı Dil Sınavı) da geliyordu. ALES de geliyordu. Hepsi geliyordu. ÖSYM’nin yaptığı sınavların soruları da geliyordu. Ben konumum itibariyle bunların hepsini bilgi ile söylüyorum size.” cevabını veriyor.
****
Şunu belirtmem gerekir ki Polat, etkin pişmanlıktan yararlanmış bir isim.
“Bana itirafçı/iftiracı diyecekler biliyorum. Evet, itiraflarda bulundum. Çünkü yaptıklarımdan çok pişmanım. Ama söylediklerimde tek bir tane yalan yok.” diye vurguluyor ve bir çağrı yapıyor: “Kod adımdan kim olduğumu bilmesi gerekenler biliyor. Benim birimimde adı geçen herkesle yüzleşmeye hazırım. Özellikle de benim bağlı bulunduğum, hiyerarşik olarak üstümde yer alan ve kamuoyunun yakından tanıdığı, molla olarak, Hocaefendi’nin talebesi olarak bildiği, yazar olarak bildiği abilerle yüzleşmeye hazırım. İsterseniz sizin Youtube kanalınızda canlı yayında kendileri ile bunları konuşup tek tek, cümle cümle yüzleşebilirim.” ifadelerini kullanıyor. Bu noktada bir kaç isim de sayıyor. Ancak ben bu isimleri burada yazmayı uygun görmüyorum. Sadece şu kadarını söyleyeyim; aralarındaki ilişkiyi teyid ettim. Ayrıca ‘Fetih okuma’ da dahil olmak üzere Polat’ın anlattığı hiç bir şeye kimse ‘yalan’ diyemedi.
****
Polat ise “Bizim yatacak yerimiz yok.” ifadesini kullandıktan sonra şöyle devam ediyor: “Hizmet içerisinde beni vicdanen en çok rahatsız eden şey bu. Biz Hizmet içerisinde bir paralel yapıydık. Paralel Hizmet’tik biz. Bu tarz faaliyeleri bir esnaf, bir ev hanımı, bir öğretmen arkadaş veya yurtdışındaki safiyane bir arkadaş bilmez. Duysa da inanmıyor bile. Fakat benim anlattıklarım birebir gerçek. Bunları ben yaşadım. Daha anlatmadığım şeyler var. Bunlar geçekler. Ben bu güzel Hizmet’in sırtına kene gibi yapışan bizlerin, yani bu Paralel Hizmet’in, bu safranın temizlenmesini ve Hizmet’in tekrardan tasaffi etmesini istiyorum. Tek dileğim bu. Ne pislikler var. Bunları o zaman nasıl kendi aklımızla izah etmişiz, bağdaştırmışız anlayamıyorum. O zaman bir akvaryumun içindeydik. Bu olayları ben şu an değerlendirebiliyorum. O dönem böyle düşünmüyorduk. ‘Savaştaydık’. ‘Cihat ediyoruz, zamanında onlar çaldı, şimdi biz çalıyoruz’ diyorduk. ‘Allah rızası için’ diyorduk. Kendimizi rahatlatıyorduk. Ancak şimdi o akvaryumdan çıkınca anlıyorum yaptıklarımızın vehametini. Düşünün, Ümraniye’de bir yurt yapılıyor. Esnaflar metrekare başına bir maliyet üstleniyor, aralarında para toplayıp o yurdu yaptırıyorlar. Biz o yurdun bilmem ne katında ‘Fetih okutuyoruz’… Hizmet içindeki bu paralel yapının, bizlerin çok ciddi vebali olduğunu, hesabımızın çok ağır olacağını düşünüyorum. Hakiki, safiyane Hizmet zaten bir alternatif üretecektir. Hizmet durmaz. Bitmez. Kendince bir çözüm veya yol belirleyecektir. Ama bizim yaptığımız işlerin ortaya çıkmasıyla birlikte Hizmet’in safrasını atacağını ve iç temizliğini yapacağını düşünüyorum.”
****
Peki bu yine de sistematik olduğunun kanıtı sayılır mı?
Polat’ın cevabı şöyle: “Bunu biz hiç sorgulamıyorduk ki zaten! Bu zaten öyleydi. Herkesçe kabul edilen bir şeydi. Yani yukarıdan, abilerden geliyordu. Bize her şeyin Hocaefendi’nin bilgisi dahilinde olduğu söyleniyordu. Zaten sistem kurulmuştu, tıkır tıkır işliyordu. Bütün bunlar zaten bireysel olamazdı ki… Bizim birimdeki, benim altımda ve üstümde yer alan bütün abiler, arkadaşlar bunu biliyor, yapıyordu. Öyle söyleniyordu. Ancak her şeye rağmen ben de bugün tek bir sorunun cevabını merak ediyorum: Gerçekten de Hocaefendi’nin bilgisi var mıydı, yok muydu? Düzenli olarak Bamteli’ni izliyorum. Bazen ‘Hangi Hocaefendi gerçek?’ diye düşünüyorum. Bize, birimdeki abilerin söylediği ve her şeyden haberi olduğu söylenen Hocaefendi mi gerçek yoksa Bamteli’nde izlediğim Hocaefendi mi? Bunu netleştiremiyorum.”
****
Şimdi bir başka tanıklığa geçelim.
Müstear adı Halil…
O da hiç tutuklanmadan yurtdışına çıkabilen eski mahrem abilerden.
‘Hususi Hizmetler’in asker veya polise değil, sivil bazı memurlara bakan tarafında bulunmuş. İzmir’de.
Aslen öğretmen olan ve 17-25 Aralık sürecinden sonra bu hususi göreve getirildiğini anlatan Halil, şahit olduklarını şöyle aktarıyor: “Ben bu göreve gelince hep merak ettiğim, ‘soru çalma’ şayialarının gerçeği yansıtıp yansıtmadığını öğrenmek istedim. Bizimle aynı birimden olan ve eskiden beri bu hizmetlerde bulunan bir arkadaşla yürürken, taş atıp tavşan çıkartmak kabilinden, ‘Yahu şu sınav soruları meselesinin de amma suyu çıktı ha!’ dedim. Demez olaydım. Arkadaş beni o birimde eski zannetti ve dedi ki, ‘Hocam eskiden biz sinevizyondan yansıtır yemin ettirirdik, şimdi ise sorular elden ele dolaşmaya başladı…’ Ben meseleyi biraz daha kurcalayınca arkadaş dedi ki, ’17-25’ten sonraki yıl bile falanca sınavda bu iş devam etti. Bazı branşlarda 12-13 yıldır, bazılarında 7-8 yıldır soruları veriyoruz.’ diye anlattı… Benim bütün dengem bozuldu. Çünkü oraya atanmadan önce görev yaptığım bir başka ilde sohbetler yapıyordum. Özellikle 17 Aralık sonrası yapılan sohbetlerde soru çalma olayını kesin bir dille reddediyordum. ‘Olsa ben bilirdim’ diye düşünüyordum. Ama şimdi sırçalı köşke çakıl taşı değmişti. Meğer olay doğruymuş. Hem de yıllardır bu iş yapılıyormuş. Ben sonrasındaki ilk toplantıda başımızdaki şahsa ‘Hocam bunu nasıl yaparsınız, bu 72 milyon insanın hakkına girmek değil mi? Bu kesinlikle caiz değil. Buna kimse fetva veremez’ dedim. Başımızdaki arkadaş bana dedi ki, ‘Abi bunlar konjoktürel şeyler. Türkiye’nin gerçekleri bunlar. Abiler mutlaka Hocaefendi’nin onayını almışlardır.’ Ben de dedim ki, ‘Buna değil Hocaefendi, Peygamber Efendimiz bile gelse cevaz veremez. Çünkü düpedüz kul hakkı bu’ dedim. Ve birimdeki görevim ile ilgili ilk çatırdama burda başladı. Ben bu meseleyi burda bırakmayıp kendi mesul olduğum, aşağı yukarı benle yaşıt olan ve aklı başında iki elemanıma da açtım. O gece tam 5 saat bu meseleyi konuştuk. Hocam inanın bu arkadaşlar benden sizden üç-dört kat daha zeki insanlar. Her şeylerini bir çırpıda verebilecek kadar da samimiler. Çünkü birisi 6 aylık maaşını, diğeri 8 aylık maaşını himmet etmişti o yıl. Çok çok zengin olabileceklerken kıt kanaat yaşıyorlardı. Her ikisi de biraz şaşırarak bana baktılar. En başta bana dediler ki ‘Abi sen bundan önce nerde çalışıyordun?’ Ben de uzun süre yurt dışında öğretmenlik yaptığımı vesaire anlattım. Haktan hukuktan, Hocaefendi’nin bundan haberinin olamayacağından, olsa da kesinlikle cevaz vermiyeceğinden başlayınca dediler ki, ‘Abi ben şu tarihte şu sınava girdim ve bu sınavın soruları önüme konmuştu, ki Hocaefendi o tarihlerde Türkiye’deydi’ dedi. Diğeri, ‘Abi aslında haklısınız, benim çocuğun da geçen yıl ….. sınavından bir gün önce sorular önüne konulunca oğlum ‘Allah belanızı versin’ deyip kapıyı çarpıp Hizmet evini terketti ve o gün bugündür ‘Baba bana abiler mabiler deme sakın…’ diyor. Oysa ki benim oğlum Türkiye derecesi yapan bir çocuktu. Bu olaydan sonra Hizmet’ten koptu.‘ dedi. Ben de bunun üzerine ‘Ee o zaman her işte bir gerçeklik payı varmış. Bu yenen tokatlar da boşa değilmiş’ deyince, her ikisi de ‘Değil tabi abi’ diye tasdik ettiler.”
****
Dediğim gibi, bu son 4 yılda soru aldığını ve verdiğini bizzat söyleyen onlarca kişi ile konuştum. Bunlar arasında, yukarıdaki örnekte olduğu gibi soruları reddettiğini ve cemaate küstüğünü anlatan gençler de var. Bazıları ile düzenli olarak görüşüyorum.
Bir de bugünlerde şahit olduğum enteresan bir yüzleşme oldu. Tanıdığım bir aile, bu soru çalma mevzuundan dolayı bir çeşit travma yaşıyor. Çünkü başından beri iddiaların gerçeği yansıtmadığını savunan bu dost aile, geçtiğimiz günlerde kendi oğullarının, “Biliyor musunuz, polis akademisi sınavlarının soruları bana verilmişti” itirafı ile sarsıldı. Yıllar sonra gelen bu itiraf sonrasında bir süre gerçeği kabul etmekte zorlanan anne-baba, bir süre sonra bir çeşit savunma mekanizması geliştirerek, “Demek ki o zaman öyle olması gerekiyormuş.” şeklinde kendini rahatlatma yolunu seçti.
O zaman öyle mi olması gerekiyordu gerçekten?
İşte şimdi, baştaki o soruya gelmiş bulunuyoruz.
Cemaat, son derece zeki ve başarılı gençleri bünyesinde barındırmasına rağmen neden aradan seçtiği bazı kişilere soruları veriyordu?
İşte bunun cevabı burada gizli. Bir önceki “Geç kalmış bir hasbihal-2” başlıklı yazıda çok daha fazlasını bulacağınız bir sosyolojik gerçeklikten dolayı.
Bir çeşit savaş hali içerisinde herkes devlette daha fazla güce ve koltuğa sahip olmanın mücadelesini veriyordu.
Kadrolaşma konusunda agresif bir tutum takınan ve dizginlenmesi zor iştahı nedeniyle işi şansa bırakmak istemeyen cemaatteki bazı birimler, neticeyi garanti altına alabilmek için gerekirse sorulara ulaşmakta ve bunları adaylara vermekte beis görmüyordu.
Bir yere 40 kişi gelecekse mümkünse tamamı cemaatten olsun isteniyordu. Bunun için hedefler veriliyordu. Bürokrasiye o yıl kaç tane adam sokulacağına ilişkin olarak cemaat birimleri arasında rekabet vardı.
Nasıl ki AKP’den Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunulan ‘Gizli’ ibareli raporda, “Tüm kilit noktalarda ön koşulsuz olarak sadece partimizle yüzde yüz uyumlu çalışacak personelin istihdamının gerçekleştirilmesi gerek” deniyorsa burada da aynısı geçerliydi.
Eski SHP’li bakan Mehmet Moğultay da aynı bakış açısıyla, “Yapılacak en akıllıca hareket, kendi devr-i iktidarında örgütleneceksin, kadrolaşacaksın ve bu kadrolar günün birinde gelecek yine senin yolunu açacak.” diyordu.
Daha önce de dediğim gibi, bu bir ‘tencere dibin kara…’ döngüsü.
Ya da ‘Ellere var da bize yok mu?’…
Kadrolaşma bir Türkiye gerçeği.
Anka Kuşu’nun üzerine oturduğu dal burası.
****
Durum böyleyken cemaat tabanının bu kadar büyük bir şok yaşaması ve söylenenleri kabulde bu kadar zorlanmasının nedeni ne peki?
Çünkü onların gaye-i hayal haline getirdiği, ömrünü adadığı davada buna yer yoktu. Gülen’den yıllarca bunun tam tersini okumuş ve dinlemişti. Meriç’ten karşıya geçtikten sonra yakıp ısındığı odunların parasını oracığa bırakan insanlar topluluğuydu burası. Hal böyle iken Hareket içerisinden herhangi birinin bilerek ve isteyerek böyle bir suçu irtikap edebileceğini kabul edemiyorlar.
“Bir hasbihal…” başlıklı yazısı ile bu dizinin kaleme alınmasına vesile olan Tr7/24 yazarı Alper Ender Fırat da aynı duygularla şu itirazı yapıyordu: “Allah da şahitti ki onlarca sınava giren çocuklarıma hiçbir zaman çalınmış bir soru gelmedi, ne benim çocuklarıma ne gazeteden tanıdığım insanların çocuklarına, ne yeğenlerime, ne akrabalarıma ne de benim herhangi bir şekilde tanıdığım birisine girdiği sınavın soruları önceden verilmemişti. Peki ben, çocuklarım ve kendisine herhangi bir soru verilmemiş hizmete sempati duyan yüzbinlerce genç bu günahı niye yüklensin, niye soru çalma ile anılsın ki?”
Doğrudur.
Gerçekten de cemaatin yüzde 90’ının soruları alması gibi bir durum söz konusu değildi. Hatta bundan haberdar dahi değiller.
Geri kalanı da aslında kendi girdikleri sınavları kazanabilecek donanımda olmalarına rağmen gönül verip dava belledikleri bir yolda ‘daha iyi hizmet edeceğiz’ zehabı ile abileri tarafından kullanıldılar. Bu günaha alet edildiler. Kirletildiler.
O yüzden bunun için ‘vicdan manüplasyonu’ tabirini kullanmıştım.
Aynı zamanda ‘ahlakın manüplasyonu’…
Yani normalde doğru kabul etmediği veya etmeyeceği bir şeyi, kendi menfaatleri söz konusu olduğunda ‘ahlakîleştirmek’…
Gerçi burada diğer gruplar gibi cemaat de adı konmamış bir şekilde ‘ahlakın müphemliği’ üzerinden hareket ediyor ama…
Bu kavramın sahibi Bauman bile tam olarak bunu söylemiyor olsa da ahlakın da doğrunun da birden fazla yorumu olabileceği görüşünden hareket eden bu tür gruplar, hukukun dışında bir çete gibi hareket eden devlet düzeni içerisinde, ahlakî seçimlerin göreceli olduğu düşüncesi ile soru çalma gibi suçlara cevaz verebildiler.
Çünkü halktaki karşılığı binde sıfır sıfır bilmem kaçlarla ölçülen bir partinin lideri bile kendine yakın kadrolar için “Cumhuriyetçiler iş başında” diyebiliyordu. “Bizim arkadaşlarımız” dediği bazı askerler ve yargı mensupları ile devleti kendi tekellerinde görebiliyordu. Kimse de bunu sorun etmiyordu. Bu onlara doğuştan verilmiş bir hak gibiydi.
Devletin kendisi yıllarca atamalar için etek boylarını ölçüp, adayın evindeki vitrinde içki şişeleri olup olmadığını araştırmadı mı?
Kritik yerlere atanacak kişiler için mahalle bakkalından kapıcıya kadar sorgulama yaparak ailesinde başörtülü olup olmadığı hakkında bilgiler toplamadı mı?
Bu devletin kendini korumak için öne koyduğu bir çeşit ‘ödev’se eğer, bu gruplar da işte kendi varlıklarını koruyabilmek için aynı ‘müphem’ alana sığındılar.
Burada kendisi ahlaki ölçütlere ve hukuka göre hareket etmeyen devletin, kendi vatandaşlarını da benzer yöntemlere ittiği, dolayısıyla da onlara hukuk ile veya etik kurallarla yaptırımda bulunma yetkisinin olmadığı görüşü ile hareket ettiler.
****
Ancak burada cemaat için aslında varoluşsal bir çelişki bulunuyor.
Bu argümanlara sarılmakla, yaptıkları tahribatı ıslah etmek iddiasıyla ortaya çıktığı diğer gruplar ile kendini eşitlemektedir. Muhalefet ettiği yöntemlerin aynısını, çok daha mahir bir şekilde kullanarak onların önüne geçmemekte, tam tersine onların da altına inmektedir.
Çünkü yapılanın yanlış olduğunu söyleyen ne modernitedir ne modernitenin ürettiği otoritedir; bizzat Hareket’in kendi kutsal referans kaynaklarıdır.
Üzerine bastığı ve yükseldiği zeminin kendisini belirsizleştiren, muğlaklaştıran, aşındıran bir hareket, en başta kendi durduğu yeri inkâr eden bir harekettir. Kendi kendini bağladığı ahlaki normları bizzat kendisi, kendisi adına ve kendisi yararına ihlal eden bir hareket, iddiasını nasıl sürdürebilir?
Bu soruların cevabını vermek, cemaatin suça bulaşmamış olan masum ve kalabalık kitlesine düşer.
-BİTTİ-
2 yıl önce yazmıştım. 4 yazı halinde
Link: https://www.munferit.net/2018/12/snav-sorularnn-verilmesi-1_15.html?m=1
O zamandan beri birileri uyanır da hesap sorar diye bekliyorum. İki önemli nokta var birincisi neden verildi, bu sadece hepsi bizden olsun mantığı ile açıklanamaz. Kişileri gebe bırakma durumu var.
Sadece birim ve hususiler değil soru çalma işleri bölgelere de bulaşmış dershanelere de, yani kimse bilmiyor değil. Şu an itiraz edenlerin çoğu bilmesine rağmen ayrılmıyor. Hocaefendinin bir bildiği vardır görüşü hakim ve bu apaçık “Kült”lüğü gösteriyor.
Son olarak bu soru çalma cemaatin Hususi biriminin yaptığı en “BASİT” şey. Buz dağının görünen ve en bilindik yüzü soru çalma.
En kötüsüde, tüm bunlara rağmen tüm çarklar yerinde ve devam ediyor. Yeni kurbanlar, yeni hayatlar mahvoluyor. Yeni suçlar yeni fetvalar devam…
6 aylık maaşını, diğeri 8 aylık maaşını himmet etmişti ama soru çalmayı biliyor ve dahil olmuşlar. Cemaatin prototipi budur zaten.
“Şahsi konularda en fedakar grubu adına en bencil” @mucahitbilici nin sözüydü.
İş grubun menfaati olunca Dava için sözü devreye girince insanlar şeytanlaşıyor, sorgulamıyor. Abilerin Gülen’in bir bildiği vardır diyorlar. Kitle zaten böyle hareket ettirilir, Hitler’in de yaptığı tüm pislikleri değil almanlar naziler bile bilmiyordu ama kulaklarına geliyordu o işkence kampları, ama sorgulamadılar düşünmemeyi tercih ettiler.
Mahkemede ben ortaokul 3 talebesiyken soru aldığı için yargılananları gördüm. İşkence falan yok hepsi mahkemede itiraf ediyor anlatıyor, zaten yaşları hala küçüktü, üniversite öğrencileri napsınlar itiraf etmeyip de? Dolu dava var böyle yüzlerce kişinin yargılandığı, hepsi bulunup gazetecilere verilebilir yani size. Delil çok. Ama neden o kişiler tekrar ifşa olsun ki? Zaten tek bedel ödeyen yargılananlar onlar oldu bir de abileri, kalan herkes kurtuldu, yurtdışından gazel okuyor. Bir de bu yurtdışındakiler bir zahmet iftira demesin diye neden o çocuklar tekrar ifşa olsun? Mahkemede zaten insanlar rezil oldular. Eminim bu yazıya gelip müstear verme gerçek ad soyad ver diyen, bu işin göbeğinde her şeyi bilen tipler çıkacaktır, onlara yazıyorum bunu.
” …Zaten tek bedel ödeyen yargılananlar onlar oldu bir de abileri, kalan herkes kurtuldu…” demişsiniz;
Ömrü boyunca hiçbir suça bulaşmayan, bütün bu pisliklerden bihaber, dini bir cemaat içinde yer aldığını düşünüp buna göre hareket etmiş onbinlerce Fethullahçı mazlum alınlarına yapıştırılmış hırsız, terörist yaftaları ile hayatlarından ihraç edildiler.
Ama bir kitle daha var:
Bunlar yalnızca masum değil ; Cemaatle, Fethullahçılıkla zerre ilgileri, alakaları bulınmayan, Fethullahçılığın arka kapısından bile geçmedikleri halde bu yazıda konu edilen soysuz güruhun günahları fırsat bilinip 15 Temmuz sonrasında cemaatin tüm cürümleri sırtlarına yüklenerek FETÖ’cü diye yaftalananlar; çayını, çorbasını bile içmedikleri cemaate mensubiyetleri isnat edilerek hürriyetlerini, mesleklerini, geçmişlerini ve geleceklerini kaybedenler; 7 sülaleleri bütün hayatları didik didik edildiği halde cemaat bağlantısı tespit edilemeyince beraat edip hürriyetlerine kavuşsalar da, halen kendi ülkelerinde çöpçülük bile yaptırılmayanlar!
Bu grupta yer alan ilgisiz / alakasız bir mazlum olarak başta F.Gülen isimli soysuz dinbaz olmak üzere, bu pisliğe bulaşanların, bu zulmün yolunu açanların tamamının iki cihanda yakalarının bir araya gelmemesini temenni ediyor, Allahın kahreden gazabına hedef olmarını diliyorum. Çünkü son 4-5 yıldır bu ülkeyı kasıp kavuran zulüm dalgasından hırsız bir siyasi iktidar kadar, bu soysuz güruhun da vebali var…
Ahmet Bey bunları ifşa ederek çok büyük bir hizmette bulunuyor.
Kusura bakma Ahmet Bey ama bu yazıya kadar birşeyler yazıyor okunacak diye bakıyordum ama iyice saçmalamışsın. Bence bir doktora görünmende fayda var.
Onlar da çalıyordu ve kadrolaşıyordu bahsini daha fazla açmak gerekiyor. Türkiye’nin darbelerle sık sık hizaya getirilmesine inanan, güneydoğu’da onbinlerce insanı hukuk önüne getirmeden infaz eden, İnsanların hayatına karışacak kadar cüretkar ve 15 Temmuz’da da bağırsaklara jop sokan Bit zihniyetin varlığını daha da açmanız gerekiyor. Bilmem size de aynı muamele yapıldığınız da “biz gerçekten nasıl insanlara katlı mücadele etmişiz” der miydiniz acaba?
Poyrazköy iddianamesi idi galiba. İddianamesi İnternette duruyordur. Bir tapede Çağdaş yaşam vakfını arayan askeri yetkilinin imalı olarak, soruları verilen gençlerin çok yetersiz olmasından dem vuruyordu. Soruların tamamına yakınını doğru cevaplamış bu öğrencilerin sözlü Mülakatlarda Çok zorlandıklarından şikayet ediyordu. Alü Tatarı da iyi araştırın derim. Mezhepsel kadrolaşma için neler yaptıklarını otoriter güç odaklarının, çarklarını devam ettirmek için yaptıklarını da detaylıca terazinin diğer tarafına koymanız üzerinize borç.
Ahmet Altan gibi o korkunç mekanizmanın ne vahşetler yaptığını, 17 bin insanın saklanan katilleri olduklarını, 15 Temmuz öncesi yazdığı Cumhuriyet Gazetesinde dahi geri adım atmadı ve yazdı. Ve o zihniyetin 15 Temmuz sürecinde Suriye’nin işkenceci Baas rejimi gibi nasıl hunharca kumpaslar, ağıt işkenveler yapacak potansiyeli taşıdıklarını ispatladılar. Emin olun ki bugün hedefe koyduğunuz o insanlar olmasa tüm halkına Bombalar yağdıran Suriye Rejimi ordusundan farklı olmayacaktı. Tıpkı 17 bin insanı öldürürken vatan hainlerini ve döllerini temizliyoruz düşüncesiyle yüzbinleri rahatça yok edecek olduklarını kendi ağızlarından ortaya dökmek zor değil.
Saygılarımla
Onlar böyle yapıyor diye biz de aynı iğrenç yöntemlerle mi mücadele edeceğiz? Farkımız ne? Onlar bizim hocamız mı? Mafya ile mücadele mafyatik yöntemle mi olur? İnsi Şeytanların pislikleriyle mücadele ederken biz de mi şeytanlaşacağız?
Sebepleri inkar edip tüm tesiri hakiki Allahın elindedir diye inanıp sonra sebeplere taparcasına ahlaksız yöntemlere baş vurmak nasıl açıklanır?
Firavunlar, deccaller, stalinler en ahlaksız şeyleri yapabilir, herkes kendi karakterinin gereğini sergiler, Allaha dayanmış teslim olmuş bizlerin farkı ne? Allahın emrettiği güzel ahlak ve yöntemler yetmiyor mu, Allah bizden şeytanın yöntemlerini mi istiyor, şeytani yöntemlere başvurmayınca dualarımızı duymayıp tesiri hakikisini tecelliettir miyor mu?
Cemaatin bu konuyla yüzleşmesi gerek. Sorun cemaatin iman ettiği ilkelerin ihlali ve vicdanların yaralanması.
Onlar yapıyor diye değil. Hem raftan klişe lafı yerleştirmenin anlamı yok. Yorumun içerisindeki bütünlük cevap veriyor bu klişeye. Hakedenin önünü kapayan uzuncadır belirli bir kota üzerinden soruların verildiği bir devlet yapılanmasından bahsediyorum. Buna güvenerek 1000 yıl sürecek iddiasındalardı. Düşünsenize ülkenin %70-80’i anneleri başörtülü iken annesi başörtülü olanı askeri okullara almıyorlar. Böylesi akıl almaz kriterlerin konu edilmemesi yüzünden tek taraflı sorgulamalar mevzuyu izah edemez oldu.
Ayrıca gece gündüz öğrenci çalışıyor ve hakettiğine inanıyorsun ama biliyorsun ki belirli Kota alım kontenjanını daraltmiş. Adamlara yargı, askeriye, emniyet vs. güç merkezlerindeki belirli sayılardaki kadrolar Kanlı Ve baskın mekanizmayı devam ettirmek için yetiyor.
Doğrusu sınavı Hem zekasıyla hem de çalışmasıyla kazanmayı hakettiğine inandığım öğrencinin önünün kapanmayasınız öncelerim.
Bizler tabiki unuttuk. Ülkenin cumhurbaşkanının(Özal) dahi kendisine suikast teşebbüsü yapanları kimseye şikayetçi edemediği günleri. Solcuların Susurluk’ta, dindarların 28 şubatta, Kürtlerin Jitem ve benzerleri gibilerin yaşattığı kaoslara isyan günlerini. Ortada bir tiyatro yaşanıyor. Sanki ülke ritminde gidiyormuş da cemaat gereksiz bir müdahele etti gibi algı yaşatılıyor. Dün yer yerinden oynatılan sorunlar birden puff! diye kalktı da bizler bacak bacak üstüne atmış kimsenin Türkiye’nin kalkmayacağına inandığı bu gerçeğinin üzerine gidilmesini kınıyoruz. Herkes çok samimisiz.
kendi ifadesiyle %10’u böyle dediğini sürekli konu ediniyor da, o eleştirdiği çabaların ortaya çıkmasına neden olan % 100’ü kirli ve kanlı olan diğer mevzuyu şöyle dudağının ucuyla geçiştiriyor. Siz de öyle.
Kardeş sizi anlayamıyorum. Zaten bahsettiğiniz çirkeflikleri ortadan kaldırmak için yola çıkıldı. İyi de yöntem bu mu olmalı? Yani onlar kötü diye yapılan yanlışlar aklanıyor mu?
T.C de yapılan zulümleri yazmışsınız. Zulüm yeni mi başladı? Yetmiyorsa cahiliyeye kadar git say. Konu bu değil ki, konu bütün bunları düzeltmek uğruna yola çıkmış insanlar ve davalarına leke karışması.
Bunlarla yüzleşmedikten sonra ”eskiler şöyle zalimdi” demek, Akp nin ”bizden önce istanbulda sular akmıyordu” demesi gibi oluyor.
Tamam onlar şeytan, kütleri öldürdüler, başörtülüleri almadılar, zindanlarda çürüttüler, anladık da… Biz neyiz? Kimiz? Nasılız? Nasıl olmalıyız?
Hayır eskiden sular akmıyordu değil bugün yüzbinlerle sivile, ev hanımına, çocuklara, bebelere, yaşlı insanlara kadar zulmeden, işlenceler eden bir zihniyetin nasıl da canlı bir organizma olduğu gerçeğinden bahsediyorum. “Çocuklarına kadar intikam alacağız” yeminlerini gerçekleştirecek kadar hali hazırdaki kinli ve acımasız en büyük gerçeğini karşısında sadece diyalektik cümlelerle savuruyorsunuz .
Hasip karlı.. kutsadigin hocafendi mürşit diye bildiğin o sufyan, bedduaları da ” Allah yedi sülalesini…” Demiyor muydu.!? Hangi dinde, hangi insanlikta var boyle bir lanet okuma..
Hizmetin bir kısmı yaptı diyorsunuz, ama esnaftan para toplayan, okul dersane açanlar ile hususilere soruları dağıtan aynı idareciler, aynı karar vericiler.
Tabanda safyane çalışanlar elbette bilmiyordu, fakat hizmetin rotasını çizenler bu tür “cihat” anlayışına onay verenlerdir.
Hizmet Ahmet Kurunun dediği gibi kendini feshetmelidir. Çünkü amacı iyi insan yetiştirmekten öte, ortaçağ sosyolojisine uygun bir şeriat sistemidir. Cihat anlayışı yalan ve takiyye üzerine kuruludur.
Cemaatin %90’ını masum %10’unu suça bulaşmış gördüğünüz anlaşılıyor ancak Fethullah Gülen konusu net anlaşılmıyor. Sonuç olarak bunlar olduysa (soru çalma vs) bunun cevazı / tavsiyesi / talimatı Hocaefendi tarafından verildi mi diyorsunuz yok sa Hocaefendi’ye rağmen mi bunlar oldu demek istiyorsunuz?
Elimde kesin bir bilgi olmadan bu soruya cevap veremem.
F. Gülen’in soru hırsızlığına kılıf olabilecek fetvası vardır. Bu soruların çıkacağını nereden biliyorsunuz, diyenlere bu fetvadan ilhamla: “Abiler rüyalarında görmüş.” diyorlarmış. Peki sorular rüyada görülebilir mi? Bu soruyu F. Gülen Fasıldan Fasıla-4 kitabının “Rüya Hakikatı” başlıklı bölümünde şöyle cevaplıyor: “Meselâ, bazı kimseler, daha sonra kazanacakları bir başarıyı, çok öncesinden rüyalarında görebilmekte ve gireceği imtihan sorularını bütün ayrıntılarıyla müşahede edebilmektedirler. “
Bu soruya verilecek cevap herkesin malumu ve çok açık; ‘hakka batıl yoldan gidilmez.’
Yazınız, Iskender Pala’nın ‘İki Darbe Arasında’ yazdıklarını ve Metin Gürcan’ın t24 de ‘Sivil-asker boşlukları, nasıl yönetilmeli’ yazısını aklıma getirdi. Bunların hepsi Nurettin Topçu’nun ‘Yarınki Türkiye’ sinde önsözde, ilk paragrafta yeralan satırlara zihnimi yönlendirdi; “Anadolu’nun kurtuluş savaşı, ruh cephesinde henüz yapılmadı. …. Bu toprağın insanı kuvvetlinin elinde her zaman esirdir. Kuvvet kazanınca da başka insanları esir edicidir.” Başkaları bundan farklı anlamlar çıkarabilir, yazarın ifade etmek istediği şuydu diyebilir. Ancak ben, halen bedevi bir toplum olduğumuzu çıkarıyorum.
Dünyanın en aşağılık işini irtikap eden ispiyoncu ve muhbirlerinden istifade edip ödüllendiriyor. Başkalarının canı, özgürlüğü ve sağlığına kendi pis nefislerini kurtaramaya çalışan insanlardan bu dünyada daha kötüsü kim olabilir. Davaları adına banka soygunlarında dahi işlenceyi göze alıp arkadaşlarını satmayan solcuları öve öve bitiremezken, Türkiye’nin dün ve bugün en canilerine karşı kurdukları girip engellerini aşmaya çalışan insanlarını hedefe koyuyorsunuz.
Konunun ana fikri itirafçılar değil. Cemaat üyeleri başka insanlara düşman diye iftira yalan komplo kuruyor, hakkını yiyor, ayağını kaydırıyor, bunu islam adına cihat diye yapıyorsa büyük problem var. Bu artık saklanamaz hale geldi. Tabandaki birçok insan bunları sadece duymakla kakmadı, yapanlar vicdanen rahatsız cemaate inançları sarsıldı. İtirafçıları lanetleyip herşeyi göz kapamak çözüm değil, açık yüzleşme ve tevbe gerekli.
Soru verilen kişinin ‘borçlu’, ‘minnettar’, ‘suç ortağı’ durumuna düşürülerek verdiği ‘açık’, o kişiyi yönlendirenler için her daim kullanışlı bir koza dönüşür.
Gülen cemaati de olsa Kemalist cemaat veya herhangi başka bir cemaat, ‘cemaat’ olmalarının yapısı gereği, tahmin edilenin, gözlemlenenin çok ötesinde ve organize metotlarla mensuplarını ‘kafeslemek ve kafeste tutmak’ için yoğun mesai harcarlar.
Dolayısıyla soru çalmadan, kendi başarısıyla bir yerlere gelebilen kişiler de her daim organize yapıların potansiyel kurbanlarıdırlar.
Rüşvet vb çarklar da aynı mantıkla işler. Bundan dolayı ‘dürüst’ kalmaya gayret eden kişiler makbul değildir ve mutlaka bir şekilde ayağının sürçmesi ‘sağlanır’ ve böylece cendereye alınır.
“Paralel hizmet”: Sorun tam da bu.
Birileri tarafından hep başında olunacağı vehmiyle bir güç odağı oluşturuluyordu.
HE’nin bu fiillerden bilgisi veya sorumluluğu olduğu kanaatinde değilim. O TR’deyken bile birileri iş çevirmiş olabilir. Çok mümkün.
Fakat, acizane, “yumurtaları kırmama” düşüncesinde -bazı şeylerin hasır altı edilmesine sebep olacak kadar- fazlaca hassasiyet gösterdiğini düşünüyorum.
Fazla merhamet bizim millete zarar. Gerektiğinde lider göstere göstere kelle almalı diye düşünüyorum. Sonra küçük küçük A.Öksüz’ler türer, bu da nesi diye şaşırmaya devam ederiz.
HE’nin yanında istişarenin hakkını verebilecek kalibrede insanlar olmasını dilerim.
Henim bildiğim bu iş 30 yıl önce, 91 de bile vardı. Organize bir şekilde yıllardı devam ediyor.
Böyle önemli bir konudan habersiz bir liderin ardından gidilir mi? Allahın yardımı ve yönlendirmesi arkasında bildiğimiz, kararlarının ilahi teyit altında olduğunu sandığımız bir lidere hiç mi malum olmamış?
Tüm hizmet bir yalanmış diyesim geliyor.
Uzun süredir bu kadar uzun bir yazıyı üşenmeden okumamıştım çünkü değer bulmamıştım. Hakkında bilgi ve fikir sahibi olmadığım birini önyargılardan arınmış şekilde soluksuz okudum ve altında isminizi gördüm Ahmet bey cidden müthiş bir yazı dizisi. Fikrimi beyan etmeyi bir borç olarak gördüm, keyifli günler olsun…
Hatalarin olmasi hareketin guzelligine perde cektirmemeli, yanlislar olmustur ama dogrulari gormeli, bu yazi neye hizmet ediyor, hizmet adina konusamam, hicbir resmi gayri resmi vazifem yok ama sunu soyleyebilirim, yuzde 5 ine tekabul etmeyen bir kesimin yaptigi dogru yanlislari surekli dile getirmektense, guzel gormek lazim. Peygamberler gunahtan Masum, ama zelle yapmis olabilir bir KISMI, bu hizmet insanlardan olusuyor, peygamber degiller, hatalari bar olabilir ama guzellikleri konusursaniz yapici olursaniz bu size yakisir. Simdi her olumlu konusunca bu nasil bir zihniyet? Acaba hizmete karsi gizli bir kininiz mi var?
Evet yanlislar var tamam, bu yazilar insanlarda belki daha hassasiyet olusturur ilerde ama surekli olumsuzluk insan sagligini bozar. Size tavsiyem kinle yazmamaniz, bit gruba dusmanliginiz sizi haktan ayirmasin, Allah insanlarin yaptiklarini teraziye koyacak,
Bu hizmet teraziye konunca, ben agir tarafin hizmetin guzelliklerinin olacagina inaniyorum,
Benim de umidimin Kirik olduğu yerler var ama eleştirilecek konu cok: abilerin hâlâ eski düzenlerini koruma gayreti, maas larını, koltuklarını koruma gayreti, cagi okuyamama problemleri var, patronluk vs vs bir kısmında var ama….
soyleyin bana daha iyisi var mi? Varsa oraya gidelim…yoksa var olani yok etmek icin acele etmeyelim. Düzeltme her elestirerek olmuyor,
düzeltme de, iyi yönler vurgulanır
Eskikler belirtilir, çözümler sunulur, test edilir….cozumunuz var mi? Güzellikler var mi?…feedback hep kotumu olmali?
Hocaefendinin haberi yoktur gibi bir anlayış var. Bunu diyen ya çok naiftir ya da aklımızla dalga geçiyor.
Bu kadar organize, yaygın, kilit noktaları ilgilendiren ve üst düzey bir eylemi HE nin bilmemesi mümkün mü? Cemaatin genel tedbir ve cihat anlayışı zaten buna izin veriyor.
Eğer HE bunu biliyorsa artık bu cemaate nasıl güveneceğiz? (Sanmıyorum ama) eğer HE nin haberi yoksa böyle habersiz aciz ve saf bir yöneticinin arkasından gidilir mi? Allah davasını bu beceriksizliğe mi emanet ediyor?
‘79da polis kolejine girdim. cevap anahtarını vermeye kalkışan olmadı.
yıllllaaar sonra, sembolik önemi olan bir rütbe terfii sınavının cevap anahtarını bir devrem bana vermeye kalkıştı. “bu cevap anahtarını tüm devreye mi dağıtıyorsun?” diye sordum. o da: “sadece bizim arkadaşlara”diye cevaplandırdı. anahtarı elimin tersiyle ittim.
yine bu arkadaşla belki de 20 yıl sonraki bir muhabbetimizde “polis memurluğu” sınavlarında “belirlenmiş isimlere” nasıl kazandırdıklarını anlattı. hatta “bakan beyin listesini bile kaale almadıklarını, abiden gelen listenin üstünlüğünü” anlattı.
yine hh içindeki muhalif bir arkadaşla, sadık bir arkadaşın çocuklarının “askerî okul sınavlarına hazırlıkta” gördüğü farklı muameleye babanın ağzından şahidim. sadık’ın çocuğu; soruların cevaplarına çalıştırılmıştı, muhalifin çocuğundan gizli gizli.
böyle.
sevgili dönmez; elbette gazetecilik yapıyorsun. ama bu icraatın aynı zamanda “arınma”.
yazdıkça soluğun güçleniyor, arınıyorsun, kurtuluyorsun. tıpkı, az önce yazdıklarımla, daha ferahlalık hissetmem gibi.
ellerine sağlık.
rutin gelirim olsun, söz valla, şu sayfaya desteğimi daha da somut ve ölçülebilir hale getireceğim.
sağlıcakla.
bu örnekte de olduğu gibi örtbas edilmiştir.
ÖSYM BASIN AÇIKLAMASI (16.09.2014) Gazetelerde Yer Alan Asılsız İddialar
Bugün bazı günlük gazetelere ilan vererek, 2014-TUS/DUS Sonbahar Dönemi sınavı ile ilgili asılsız iddialarla Sayın Cumhurbaşkanımızı ve Sayın Başbakanımızı yanıltıcı mahiyette açık mektup yazan bir grup isim, ÖSYM’yi ağır suçlamalarla töhmet altında bırakacak ifadeler kullanmışlardır.
Son dört yıl içinde geliştirmiş olduğu sınav sistemi, güçlendirilmiş insan kaynağı ve günün koşullarında modernize edilmiş teknolojik altyapısı ile ÖSYM, yapmış olduğu her işlemi saniyesi saniyesine kontrol altına almış ve her saniyenin hesabını verebilecek duruma gelmiştir.
ÖSYM’nin sınavlarında sorduğu her bir soru farklı zamanlarda çok sayıda akademisyen tarafından titizlikle hazırlanmakta ve denetlenmektedir. Buna rağmen bazı sorular, ortaya çıkan ve çoğu zaman da esasa ilişkin olmayan ancak mutlak adalet bakımından gerekli olduğu düşünüldüğünden, sınav sonrasında adayların verdikleri cevapların analizi ve bilim kurullarının görüş ve tavsiyeleri ile ÖSYM Yönetim Kurulu tarafından iptal edilmektedir. Ancak, sürekli değişerek gelişen ve tıp gibi son derece geniş bir alanda farklı yorum ve bakışlara dayanılarak çoğu zamanda umulmadık biçimde mahkemeler tarafından iptal edilen sorular da olmaktadır. Bu durumlar, ÖSYM tarafından adayları asla mağdur etmeyecek biçimde yönetilmektedir.
İlanda yer alan ve iddiadan ibaret gerçek dışı bazı hususlara incelendiğinde;
ÖSYM sınavlarına giren ve isteyen her aday, sınavda kendi kullandığı soru kitapçığını, cevap kağıdını ve kendisine ait cevap anahtarını inceleyebilmektedir,
ÖSYM hiç bir zaman adaylara, iddia edildiği gibi, “soruları ezberle” demez,
Veri tabanında değişiklik yaparak herhangi bir kişiye sağlanacak haksız bir kazanç, karşılığında ağır cezaları gerektirmektedir. Bu ve benzeri düzenlemeler 6114 sayılı Kanunda açıkça yer almıştır,
ÖSYM hiç bir adaya asla haksız kazanç temin etmez.
Söz konusu ilan, ticari malzemesi giderek tükenen bir TUS hazırlık dersanesinin organizasyonu olup asla itibar edilmemelidir. Toplam 39 ismin yer aldığı ve bu isimlerden de sadece 13’ünün 2014 yılında TUS/DUS sınavlarına girdiği halde “Tüm adaylar adına” açıklama yapıldığı iddiası tam karşılığı ile gerçek dışı ve gülünçtür. Mezkur dershanenin bu saldırılarını yönetmekle görevli olduğu sosyal medya paylaşımlarından anlaşılan, listede ismi bulunan, dershane idarecisi kişinin, bu deshaneye bir şekilde bağlı kişileri organize etmek suretiyle infial ve aynı zamanda reklam amaçlı böylesi bir girişimde bulunduğu açıktır. Kaldı ki, ÖSYM’nin oluşturduğu teknik altyapı sayesinde malum dershane sahibi olarak tanınan diğer bir kişinin de eski bir tarihte başkasının yerine sınava girdiği tespit edilmiş, ancak başlatılan soruşturma zaman aşımı dolayısıyla akim kalmıştır.
ÖSYM, sadece hak edene hak ettiğinin verilmesini gerçekleştirmek amacıyla sınav güvenliğinden taviz vermeksizin ölçme kalitesini korumaya yönelik faaliyetlerinden asla vazgeçmeyecek ve Türkiye için olabilecek en güvenilir sınav sistemini sürdürmeye devam edecektir.
Adaylara ve kamuoyuna duyurulur.
ÖSYM BAŞKANLIĞI
Gülen meşhur bedduasında ”…eğer bizim arkadaşlar İSLAMIN TEMEL PRENSİPLERİNE, TÜRKİYE CUMHURİYETİ HUKUKUNA, EVRENSEL HUKUKA, DEMOKRASİYE… aykırı davranmışlarsa Allah evlerine ateş salsın….” diyordu.
Acaba Gülenin arkadaşları bu hukuklardan bazılarına aykırı hareket etmiş midir?
Soru ile milletin hakkını çalma, ihaleleri hukuka aykırı şekilde şakirtlere verme, kasetlerle milleti dinleme, komplo iftira sahte delil ile insanları suçlama, hapsetme, attırma… gibi iddialar arasında doğru olan var mıdır?
Acaba Allah Gülenin bedduasını kısmen de olsa kabul etmiş midir?
Yazı içeriğinde cemaat içinde bir grup diyip yazı genelinde sürekli cemaat yazarak Gülen göndermesi yapmışsınız.
Eğer yazdıklarınızda samimi olsanız cemaati net olarak ayırıp bu pisliği organize yapanlara derin cemaat veya herne denecekse diyerek %90’a bir lekede siz sürmeye devam etmezsiniz vesselam.
ya ahmaksınız, ya bu topluluğa düşman…
Bülent Keneş gibi iddianamelere destek olmak dışında anlamsız bir metin.
Zerre incelediniz mi iddianameleri? Cemaatle en ufak bağlantısı olanın hırsızlıkla suçlanmakla olduğunu gördünüz mü? Haberi yok dediğiniz -sizin eyyamınızla- %90’ın da o havuza atıldığını biliyor musunuz?
Yazın geçin, vebal nedir, sonuç nedir umursamayın…
Burada insanlar kendini savunurken “Ama Ahmet Dönmez itiraf etti” denince mutlu olursunuz inşallah…
Dileğim, saçma mantığınızda “doğru” bulduğunuz açıklamaların TR’de insanlara çektirdiği cefayı kendiniz de çekesiniz.
İnandırıcı gelmedi pek. Eğer soru verilenlere Kuran’a el basıp yemin ettiriyorlarsa, kendileri de göreve gelirken yemin ettirilmiştir diye tahmin ediyorum. Hangi cesaretle size anlatiyorlar bunlari. Hem Kuran’a el basarak yemin et, hem yemini boz. Ahirette nasıl olacak? Sessiz sedasiz tövbe edeceğine bir de günahını paylaşıyor…. Bunlar bence kuyruk acisi yasayanlar sanki, vicdan değil. Varsa cesaretleri gitsinler hesaplassinlar, eger yurt disindaysalar ve daha önce böyle görevler yaptılarsa o emir veren insanlara çok rahat ulaşabilirler , ortalığı dagitsinlar, anlatsinlar herkese kendi içlerinde(hizmet) kimse de o insanlari kale almasinlar, itaat etmesinler bundan sonra. Bunlari yapmaya cesaretleri yoksa demekki iclerinde bazi emin olmadiklari noktalar var ya da yalan soyluyorlar. Tanimadan yalan soyluyor demekte tabi dogru değil. Yani demek istediğim çözüm ariyorlarsa çözüm kolay ama çözüm kesinlikle bunlari size anlatmak değil! Bu yazıyla Erdoğan haklı çıkıyor. Haklı çıkartıyorsunuz. Paralel devlet kurmaya çalışmışlar hizmettekiler. Hizmet haksız o zaman.
Asil benim merak ettiğim. Bir savaş var iyi ile kötü arasinda su an dunyada. Hizmet ile Erdoğan demiyorum. Genel olarak iyi ve kötü. Siz de anlaşılan iyilerin tarafını tutuyorsunuz yazilarinizla ama savaş esnasinda iyilerin içindeki çürüklerle meşgulsünz. Su an itibariyla benim fikrim iyilerin icindeki çürüklerin bize zarari yok, sonraki donem belki zarar olur. Sizin gibi aydinlar su an kotulerin kotuluklerini daha çok anlatip, iyilere aşk şevk verip daha çok iyilik yapmaya tesvik etmesi lazim değilmi,. Ama yazilarinizla tam tersine iyibtarafin tarafini tutanlari şüpheye dusurerek gittikleri yolundan alikoyarak kotulere hizmet ediyorsunuzn sanki. Zaten onlarin isteği de bu. Insanlar ortada kaliyorlar. Dediginiz gibi hayatini bi davaya harcayanlari hayal kirikligina ugratarak belki de bazilarin deyizme dogru gitmelerine sebep olabilirsiniz. Saygilarimla. Hatalarim icin sorry. Gerçi okuyacaginizi da zannetmiyorum ama olsun fikrimi ben yazayimda.
Aynelyakin yazı dizisi-1
Hak ne demek aceba?
Hakdemek, tarafı olduğun yerin haklı çıkması adına savunma yapmamıdır?
Ya da tersine hak demek, bir şeyin tarafı olsan bile (en zoruda bu) tarafı bulunduğun yerde haksızlık görsen bile, hak adına hakkın neresi olduğunu söyleyebilmekmidir?
Ben şuna 100 de 1 şahit oldum. Bir futbol maçında herşey ayan beyan çok somut olarak belli olsa bile (örneğin bir futbolcu açıkca diğerinin ayagını kırmıs. Teşhis bile konulmuş ayagı kırık) benim takımım haksız ya da benim takımın futbolcusu haksız diyeni 100 de 1 gördüm..
Bu bir insanın bir şeyin tarafı olduğunda neler yapabileceğini, aka kara diyebileceğini ve karaya ak diyebileceğini ve söylerken sanki haklıymış gibi yüzünün dahi kızarmayacağını tecrübeyle maalesef gösterdi.
Sözüme güç kazandırmak için herkes tarafından iyi bilinen atıflarda bulunmayı bazen çok hastalıklı buluyorum.
Ama çok aşikar bir mesele bir konu (herkes tarafından aksi düşünülmeyecek şekilde açık olduğu için atıfta bulunuyorum. Çünkü tartışmalarda hiç hoşlanmadığım bir durum bu. İçinden çıklamıyacak bir durum olunca (birçok anlam çıkabilecek bir örneği sadece kendi işine geldiği şekilde yorumlayıp aktarma) hemen atıfta bulunma. Bu durumun daha sonra çok daha büyük yaralar doğuracağı açık. Atıfta bulunduğu insanları itibarsızlaştırma tehlikesi)
Bediüzzaman’ın siyaset ile verdiği örnek: çok iyi birine siyasi menfaat için kötü, ya da kötü birine iyi demek (özetle). Ve burda Bediüzzaman tarafgirlik damarından bahseder. Okuyanlarda hiç kendine kondurmaz. Hep başkalarının tarafgirlik adına neler yaptığını görür. Peki Bediüzzaman o kitaplarda kardeşlerim, VS. Diye hitap ettiği insanlara mı daha çok birşey anlatmak ister yoksa tarafgirlik yapanlaramı? (bence açık kardeşim dediklerine, yani daha çok kitap okuyan, kitaba muhatap olanlara) Bu kitap okuma ve sohbet etme konularının da iyi ele alınması gerekir. Şimdi sohbet etmek için gelen kişi, kılıcı eline alıyor kendine değil başkalarına sallıyorsa bu sohbetten haz alamıyorum. Ama ben sohbet dinleyen olarak orada izlemek istediğim şey o kılıçla sohbet edenin kendine neler yapacağı. (neyse uzun mesele)
Özetle çok fırın ekmek yemeliyiz.
Neden mi? En önemli konu olan hakkı tutup hak oldugu yere koyamadığımız için.
Hak diye savunduğumuz şeylere Sadık kalamadığımız için.
50 yıllık bir (belik 100) güzelliği berbat hale getirdiğimiz için. (Ama en azından üzerimizde bulunan bu sorumluluğu atabiliriz. Gelecekteki insanlara güzel bir örnek ve onları bu konuda gebe bırakmayız.)
Örnek vermek iyi olacak: M. Fırıncı risalei nur talebesinden biri, ne kadar eleştirmişizdir. Haksızlıklar karşısında destek olmadığı, doğruyu söyleyemediği, hatta tam tersini yaptığı için. Ya da benzer şekilde risalei nur cemaatlerinin ne kadar geride (günün şartlarına göre anlayış bakımından) kaldığını açıkca görmüşüzdür. Bunu gördük ama tarafı olduğumuz cemaatteki insanlarında yanlış şeyler yapabileceğini düşünemedik.
Yahu 3 maymunu oynamaktan vazgeçmeliyiz. Değer verdiğimiz şeyler adına vazgeçmeliyiz. Neden mi? Günah işleyenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir.
Bu günahı bizatihi sen işlememiş olabilirsin. Tamam kabul. Ama neden sağır sultanın bile duyduğu ve senin birçok kişiden net bir şekilde duyduğun ya da bizzat şahit olduğun şeyi en azından hak adına yanlış deyip kesip atmıyorsun. Yanlış de bünyeden at.
Hala hiçbirşeyi olmamış gibi mi davranacaksın. Neden? Ne uğruna? Hiç başkalarına gelmiş gibi sürekli söylediğimiz ayetleri kendinize okudunuz mu?
Örneğin: Bilerek dünya hayatını ahirete tercih ettiler manasına gelen ayet gibi.
Hangi yüce gördüğün değere istinaden hak olana hak demiyorsun. Aceba biz bunu ulvi değerler adına vs. mi yaptık diyorsun. Lütfen kendimizi kandırmayalım. Doğru hedeflere yanlış yol ve yöntemlerle (hemde savunduğuna tam ters) gidilmez.
Kusura bakma Mustafa K. Bey ama bu yazı bir şeyler ifade ediyor. Hatta, “doktora tezi” olabilir.
Aynelyakin Yazı dizisi 2
Bir de şu tepkiyi anlayamıyorum. Kimse de buna bir cevap yazmamış gibi. Bu tepkiden başka doğru düzgün bir neden de veremiyorlar zaten. “Bu durumların açıklanması Türkiye dekilere zarar verirmiş”.
Yani herşeye bir kılıf bulma diye buna denir sanırım. Bu tepkiye şunları söylemek istiyorum.
– Türkiye dekilere nasıl bir zarar olur aceba? Mesela? Örneğin?
Şunu diyorlar mesela: “İşte bak herkes itiraf etti soru çalındığını sen de itiraf et diye hapistekilere baskı yapıyorlarmıs”. Birincisi hapiste bunu söyledikleri kişiler soru alma meselesinden mi hapisteler? Biliyoruz ki soru çalma meselesi ile hapiste olanların sayısı %10 bile değildir. Geneli 15 Temmuz meselesi sonrası (uydurma şekilde terör örgütü üyesi ya da yönetici olarak) içeri alındı. Yani verilen tepki %10 hapiste olanlar için verilen bir tepki (%10 tabiki ççoook çook önemli ama onuda açıklayacağım). Bunu açıklamadan önce şu soruya cevap bulmalıyız. Eğer birisi soru dağıttı ya da bu soruları kullandı ise cemaatten ya da değil (tek bir sınavdan bahsetmiyoruz, Kpss, ales, üds, askeri, polislik sınavları VS.) bu noktada bu suçun cezasını çekmelimidir, yoksa ahirete mi kalmalıdır. Önce bu soruyu cevaplayalım. Yoksa sorunun cevabı o şartlarda o gerekiyordu ve o zaman soru çalmak VS. Lerin suçu da günahı da olmaz mı demek istiyorsunuz. Önce burda anlaşırsak sonrasının çözümü kolay. Eğer birinci cevapsa yani soru çalan varsa cezasını çekmelidir diyorsanız. Zaten burda Ahmet dönmez in yazısı sebebiyle bir problem olmaz. Çünkü soru çalmamışsa sorun yok. Çalmış ise de zaten çalmışsa cezasını çekmeli diyoruz. Hatta Ahmet Dönmez beyin yazısı ile birlikte cemaatin tümüne atılan leke, tümünün suçlu olmadığı küçük bir kısım insana ait olduğu açıkça bildiriliyor. Yani masum insanlar ayırt ediliyor. Yani cemaat tümden karalanmıyor. Eğer bu soru çalma meselesine karışılmışsa ki bu tüm insanlar tarafından böyle biliniyor (biz kafamızı kuma gömüp bu doğru değil desek bile, bunu kabul etmek hizmetimize zarardır desek bile. Tabi bunu derken tüm herkesin cemaat soruları çalmıştır diye zaten kabul ettiğini dikkate almadan konusuyoruz. Yani sen ne dersen de.. Zaten cemaat soruları çaldı düşüncesi herkesçe kabul görmüş bir durum..) bu madem böyle, şunu yapmalıyız. Eğer soruları çalmayla hiç ilişkimiz yoksa avazımız çıktığı kadar bağıralım. Sosyal medyada VS.. Ne gerekiyorsa söyleyelim. Bunun için ortaya koyabileceğimiz tüm kanıtları ortaya serelim, gerek yazılı gerek sözel. Yok cemaat olarak eğer soruları çalmayla bir ilişkimiz olmuşsa durumu aydınlatalımki tüm herkes zan altında kalmasın. Bunun cevabını vermemiz tüm zan altında kalanları bu zandan kurtarmak adına ayrı bir vebaldir. Ahmet Dönmez in yazısında da söylediği gibi bu işe bulaşan hizmet içerisinde belki % 1 lik bir kesim.. Yani çok küçük (ama maalesef hizmetin ana çekirdeği ve hizmetin gücü elinde olan yönetici pozisyonunda hizmetin özellikle görünmeyen kanadındakiler, görünen kanadında da olanlarda olabilir) bir kesim. Ya durum böyle olunca tüm herşey değişiyor. Diyorumki ben bu hizmette neden vardım. Allahını rızası, ve iyilik için. Şimdiki düştüğümüz pozisyon ne? Yüce idealler uğruna bir çok soru çalma olayına eğer bulaşan varsa bunları saklayayım mı? Bu benim tarafımda birileri bunlara sahip çıkayımmı diyeyim. Ya da işin ucu bizede dokunur. Bizimde yaptığımız şu işlerde ortaya çıkar diye bu meselelerden 1 kişi bile olsa haksızlığa uğrayanların hakkına girmeye devammı edelim. Ya da bu meseleleri ben mi çözeceğim canım, deyip asıl sorunun bizim bu konuları gizlediğimizden kaynaklandığını görmezden mi gelelim.
Soru çalma meselesi konusu cemaatin tek problemi değildir. Ama birşeyleri gizli yapma, gizli tarafgirlik duygusu, benden olma duygusu, yukarıdan (burda hocaefendiden geliyor denilerek her işin içine hocaefendi isminin gücünü katma hem ona karşı yapılmış büyük bir saygısızlık, hem büyük bir hastalık. Ayrıca yanlış h.e den gelse ne değişir. O bir insan değilmi. Onun düşünceleri bile olsa önce mantıklı olup olmadığı düşünülmelidir. Ki bir klikten bahsediliyor. Ben hocaefendi nin bu konularda izni alındığı kanaati taşımıyorum ancak eğer haberi varsa o zaman daha büyük bir iç çöküş yaşanır ki bu da bir ihtimal tabiki. ) gelen gündemi sorgulamama
Bir grubun yüzde doksanı masum bile olsa, eğer idareciler kirli işlere bulaşmışsa, ve bu kirli işler açığa çıktıktan sonra o yüzde doksan hala idarecilerin arkasında ise, suçlara ortak olurlar. Onlara masum denemez.
Aynelyakin Yazı dizisi 2
Bir de şu tepkiyi anlayamıyorum. Kimse de buna bir cevap yazmamış gibi. Bu tepkiden başka doğru düzgün bir neden de veremiyorlar zaten. “Bu durumların açıklanması Türkiye dekilere zarar verirmiş”.
Yani herşeye bir kılıf bulma diye buna denir sanırım. Bu tepkiye şunları söylemek istiyorum.
– Türkiye dekilere nasıl bir zarar olur aceba? Mesela? Örneğin?
Şunu diyorlar mesela: “İşte bak herkes itiraf etti soru çalındığını sen de itiraf et diye hapistekilere baskı yapıyorlarmıs”. Birincisi hapiste bunu söyledikleri kişiler soru alma meselesinden mi hapisteler? Biliyoruz ki soru çalma meselesi ile hapiste olanların sayısı %10 bile değildir. Geneli 15 Temmuz meselesi sonrası (uydurma şekilde terör örgütü üyesi ya da yönetici olarak) içeri alındı. Yani verilen tepki %10 hapiste olanlar için verilen bir tepki (%10 tabiki ççoook çook önemli ama onuda açıklayacağım). Bunu açıklamadan önce şu soruya cevap bulmalıyız. Eğer birisi soru dağıttı ya da bu soruları kullandı ise cemaatten ya da değil (tek bir sınavdan bahsetmiyoruz, Kpss, ales, üds, askeri, polislik sınavları VS.) bu noktada bu suçun cezasını çekmelimidir, yoksa ahirete mi kalmalıdır. Önce bu soruyu cevaplayalım. Yoksa sorunun cevabı o şartlarda o gerekiyordu ve o zaman soru çalmak VS. Lerin suçu da günahı da olmaz mı demek istiyorsunuz. Önce burda anlaşırsak sonrasının çözümü kolay. Eğer birinci cevapsa yani soru çalan varsa cezasını çekmelidir diyorsanız. Zaten burda Ahmet dönmez in yazısı sebebiyle bir problem olmaz. Çünkü soru çalmamışsa sorun yok. Çalmış ise de zaten çalmışsa cezasını çekmeli diyoruz. Hatta Ahmet Dönmez beyin yazısı ile birlikte cemaatin tümüne atılan leke, tümünün suçlu olmadığı küçük bir kısım insana ait olduğu açıkça bildiriliyor. Yani masum insanlar ayırt ediliyor. Yani cemaat tümden karalanmıyor. Eğer bu soru çalma meselesine karışılmışsa ki bu tüm insanlar tarafından böyle biliniyor (biz kafamızı kuma gömüp bu doğru değil desek bile, bunu kabul etmek hizmetimize zarardır desek bile. Tabi bunu derken tüm herkesin cemaat soruları çalmıştır diye zaten kabul ettiğini dikkate almadan konusuyoruz. Yani sen ne dersen de.. Zaten cemaat soruları çaldı düşüncesi herkesçe kabul görmüş bir durum..) bu madem böyle, şunu yapmalıyız. Eğer soruları çalmayla hiç ilişkimiz yoksa avazımız çıktığı kadar bağıralım. Sosyal medyada VS.. Ne gerekiyorsa söyleyelim. Bunun için ortaya koyabileceğimiz tüm kanıtları ortaya serelim, gerek yazılı gerek sözel. Yok cemaat olarak eğer soruları çalmayla bir ilişkimiz olmuşsa durumu aydınlatalımki tüm herkes zan altında kalmasın. Bunun cevabını vermemiz tüm zan altında kalanları bu zandan kurtarmak adına ayrı bir vebaldir. Ahmet Dönmez in yazısında da söylediği gibi bu işe bulaşan hizmet içerisinde belki % 1 lik bir kesim.. Yani çok küçük (ama maalesef hizmetin ana çekirdeği ve hizmetin gücü elinde olan yönetici pozisyonunda hizmetin özellikle görünmeyen kanadındakiler, görünen kanadında da olanlarda olabilir) bir kesim. Ya durum böyle olunca tüm herşey değişiyor. Diyorumki ben bu hizmette neden vardım. Allahını rızası, ve iyilik için. Şimdiki düştüğümüz pozisyon ne? Yüce idealler uğruna bir çok soru çalma olayına eğer bulaşan varsa bunları saklayayım mı? Bu benim tarafımda birileri bunlara sahip çıkayımmı diyeyim. Ya da işin ucu bizede dokunur. Bizimde yaptığımız şu işlerde ortaya çıkar diye bu meselelerden 1 kişi bile olsa haksızlığa uğrayanların hakkına girmeye devammı edelim. Ya da bu meseleleri ben mi çözeceğim canım, deyip asıl sorunun bizim bu konuları gizlediğimizden kaynaklandığını görmezden mi gelelim.
Soru çalma meselesi konusu cemaatin tek problemi değildir. Ama birşeyleri gizli yapma, gizli tarafgirlik duygusu, benden olma duygusu, yukarıdan (burda hocaefendiden geliyor denilerek her işin içine hocaefendi isminin gücünü katma hem ona karşı yapılmış büyük bir saygısızlık, hem büyük bir hastalık. Ayrıca yanlış h.e den gelse ne değişir. O bir insan değilmi. Onun düşünceleri bile olsa önce mantıklı olup olmadığı düşünülmelidir. Ki bir klikten bahsediliyor. Ben hocaefendi nin bu konularda izni alındığı kanaati taşımıyorum ancak eğer haberi varsa o zaman daha büyük bir iç çöküş yaşanır ki bu da bir ihtimal tabiki. ) gelen gündemi sorgulamama.
Benzer savunmalar maalesef para toplama işlerinin şeffaf olmayan yöntemlerle toplanmasında da ısrarla devam ettiriliyor. Ahmet Dönmez beyin yazısında da dile getirdiği gibi sen kocaman bir sivil toplum kuruluşun hala çok büyük bir kitleye hitap ediyorsun ve şuanda bile o kadar büyük miktar yardım paraları toplanıyor ki.. Ama sen ne kadar para toplanıyor ve bu paralar nerelere götürülüyor. Kaydın yok. Açıklaman yok. Şu sıralar şeffaflık konusu çok dillendirildiği için biz şeffafız demek adına şeffafmış gibi davranma ve bunu dillendirmek söz konusu ancak şeffaflıktan kastın ne olduğunu dahi bilemeyecek ya da bilmemezlikten gelerek destek olan insanları tabiri caiz ise salak yerine koyma durumu, aklıyla alay etme durumu var. Açıklamalarda Türkiye ye giden paranın şeffaf hale getirilemeyeceği ısrarla vurgulanıyor. Ve bu destekçilere de kabul ettirilmiş. Peki Yunanistan şeffaf hale getirilsin. Yunanistana giden destekler zaten şeffaf olduğu dillendiriliyor. Peki nasıl bir şeffaflık detay yok.
Şeffaflık demek yardımların toplanmasından kimlere dağıtıldığı ne kadar dağıtıldığına kadar tüm detaylara bugün herhangi birinin bir platform da ulaşabilmesi oldugu gibi 10 yıl sonra bunlara ihtiyaca göre ulaşılabilmesidir. Bunun bağımsız kişilerce teftiş edilebilmesi daha bir sürü ayrıntı var bu şeffaflığı sağlanabilmesi için.. Google da şeffaf bir yönetim ne demektir diye lütfen aratın. Bu konuda birçok bilgiye ulaşabilirsiniz. Bu sadece cemaate ait bir şey değil, tüm yönetimlere ait genel bir kuraldır. Bu konuda uzar gider…
Ahmet dönmez yalan söylüyor olamaz mı ?Çünkü hep güvenilir ama bizce meçhul kişilere ve kaynaklara dayandırıyor. Ne kadar doğru ve ne kadar güvenilir ?
Ahmet dönmez in Şerdoğana sorduğu o 3 soruyu baskasi degil de neden ah8met dönmez sordu, ondan daha cesur gazeteci yokmuydu ? Sakın Şerdoganı Hizmete kıskırtmak icin gorev ve rol geregi sormuş olmasınm, olamazmı?
Ahmet dönmezin bu işler için seçilmesi de hizmetin içinden biri gibi görünmesinden dolayı,şahsi görüşüm bu programı yapan iki şahısta aynı sınıftan ,yani Mit in elemanları olabilir ama doğrusunu ancak Allah bilir .
Hizmetin bu soruları o anda kavgaya taraf olmayan başka bir gazetecinin sormasını isteyeceğini hiç cemaatle alakası olmayanlar bile bilir.
Halkın en çok kendisini mağdur edilidiğini düşündüğü ve etkilendiğıi yalan iftira konsu bu olduğu için bunu mit yaptırıyor olmasın ?
Eğer öyle ise ler ,işit ,elnusta, elkaide, elkaide, selam tevhid, pkk dururken masum insanlara iftira ve suç atmayı görev sayıp bu işi yapanları basta ŞErdogan ve avanesini, Mit , Mhp ve chp den bu ısi yapanları ,perinceki ve bu gazeteci musvettelerinin Allah belalarını versın haklarından gelsin diye O Kahhar,Cabbar olan Allah a cc.havale ediyoruz.Bi adedi zerreti kainat Amin .
Ama unutmayın üstüne birilerince çamur atılan Altın ‘ ı aşındırmaya çalışanlar aslinda onu parlatıyorlardır ama farkında değillerdir.Eskiden oldugu gibi Işık ışıl parladıgında çatlayacaklar yaptıklarına ,çatlasinlar cehennem onlara olsun. Amin.
YAZİNIN BASLGINI GORMADE YAZMIŞTM AMA SIMDİ EMINIM MUTFAKTA BIRI Mİ(T) VAR?
Ahmet dönmez yalan söylüyor olamaz mı ?Çünkü hep güvenilir ama bizce meçhul kişilere ve kaynaklara dayandırıyor. Ne kadar doğru ve ne kadar güvenilir ?
Ahmet dönmez in Şerdoğana sorduğu o 3 soruyu baskasi degil de neden ah8met dönmez sordu, ondan daha cesur gazeteci yokmuydu ? Sakın Şerdoganı Hizmete kıskırtmak icin gorev ve rol geregi sormuş olmasınm, olamazmı?
Ahmet dönmezin bu işler için seçilmesi de hizmetin içinden biri gibi görünmesinden dolayı,şahsi görüşüm bu programı yapan iki şahısta aynı sınıftan ,yani Mit in elemanları olabilir ama doğrusunu ancak Allah bilir .
Hizmetin bu soruları o anda kavgaya taraf olmayan başka bir gazetecinin sormasını isteyeceğini hiç cemaatle alakası olmayanlar bile bilir.
Halkın en çok kendisini mağdur edilidiğini düşündüğü ve etkilendiğıi yalan iftira konsu bu olduğu için bunu mit yaptırıyor olmasın ?
Eğer öyle ise ler ,işit ,elnusta, elkaide, elkaide, selam tevhid, pkk dururken masum insanlara iftira ve suç atmayı görev sayıp bu işi yapanları basta ŞErdogan ve avanesini, Mit , Mhp ve chp den bu ısi yapanları ,perinceki ve bu gazeteci musvettelerinin Allah belalarını versın haklarından gelsin diye O Kahhar,Cabbar olan Allah a cc.havale ediyoruz.Bi adedi zerreti kainat Amin .
Ama unutmayın üstüne birilerince çamur atılan Altın ‘ ı aşındırmaya çalışanlar aslinda onu parlatıyorlardır ama farkında değillerdir.Eskiden oldugu gibi Işık ışıl parladıgında çatlayacaklar yaptıklarına ,çatlasinlar cehennem onlara olsun. Amin.
Türkiye de Futbol külüplerinin şike ve diğer haksızlıklar ile şampiyon olmak istemelerine anlam veremiyordum.Üstelik kendi taraftarlarının bile onaylaması bende şu soruyu uyandırıyordu..: Böyle bir Şampiyonluğun ne değeri olurki ? böylesi bir şampiyonluğa sevinmek şöyle dursun Futbol ilgim nefrete döner.
Nasılki bir Futbolkülübü yöneticisi bu haksızlıkları açıklamak için diğer kulüpleri bahane edemez Cemaat de TR de bir ilki gerçekleştirip Temize çıkması gerek. Cemaatin elinde kalan gelecek semayesi kristalize olmuş yaşanası bu Güzel İnsanları ve tahmin ediyorum ki tastamam dağılmadıysa sebebide bu .
1995 yılında istanbul üniversitesi iktisat fakültesi kamu yönetimi bölümünde okumak için hatay’dan istanbul’a gelen ahmet dönmez isimli genç, 1999 yılında mezun oldu.
Kamu yönetimi bölümü mezunu olmasına rağmen imam hatip lisesi mezunu olduğu için kamu sıvavlarına çalışsa bile 28 şubat soğuğunun en şiddetle devam ettiği o günlerde, kaymakam, idari hakim, sayıştay denetçisi vb. devlet memuriyeti görevlerine giremeyeceğinin çok iyi bilincindeydi.
Diğer taraftan gerek mizacı, gerekse kişisel özellikleri klasik bir “plaza çalışanı” profilinden fersah fersah uzak olduğu için Alarko Holding vb. bir holdingte iyi bir kariyer başlangıcı yapma şansı da yoktu.
Peki ahmet dönmez ne yaptı?
Çok sevdiği zaman gazetesi çalışanı ve hemşehrisi olan murat abisinin eteğine tutunarak zaman gazetesinde işe girdi.
Burada hayati öneme sahip olan nokta şudur;
1- zaman gazetesi ahmet dönmez’i işe başlattığı pozisyona eleman aradığına dair hangi kanallardan eleman alım ilanı vermişti? Bu ilanlar ne kadar süre boyunca yayında kaldı?
2- bu pozisyona gerek iletişim fakültesi mezunu, gerekse de ahmet dönmez gibi iletişim fakültesi mezunu olmayan, hizmet hareketi içinden ve dışından kaç kişi başvurmuştu?
3- ahmet dönmez hangi üstün nitelikleri dikkate alınarak diğer adaylara tercih edilerek işe kabul edildi? Diğer adaylar neden elendi?
4- Eğer ahmet dönmez bu proseslerin hiçbiri uygulanmadan zaman gaztesinde işe başlatıldıysa, bu işe kendinden daha layık iletişim fakültesi veya başka fakültelerden mezun kaç kişinin hakkını yedi?
Evet, bu soruların hepsi cevapsız.
Ancak ahmet dönmez’in, sınavsız – değerlendirmesiz bir şekilde “ABİ TORPİLİYLE” zaman gazetesinde işe başlayarak sadece bir kişinin hakkını bile yediyse, yediği hak, zaman gazetesinden aldığı maaş, ikramiye vs.’nin her kuruşu zehiri zıkkım olsun ve olacak.
Öte yandan kendi web sitesinde 13.07.2019’da yayınladığı https://www.ahmetdonmez.net/bu-karadan-o-karaya-sesim-duyuluyor-mu/ başlıklı yazısında;
ilahiyatçı hüseyin kara’nın;
“Ben bizim kendi arkadaşlarımıza gazeteci demiyorum. Hasbelkader demişiz ki sen televizyonda şu işi yap, ötekine demişiz ki sen de şu işi yap. Bunlar gazeteci değil. Gazetecilik okusalar bile bunlar Hizmet’in insanlarıdır. Hizmet insanlarıdır. Gazeteci değil. Bizim arkadaşlarımız hasbelkader gazetede görev yapmışlar.”
Şeklideki beyanına adeta çıldıran ahmet dönmez;
“Gelelim mevzuun asıl can alıcı noktasına.
Asıl bu yazıyı yazma nedenime gelelim.
Sözkonusu açıklamanın ne kadar vahim olduğunu, ne manaya geldiğini hala anlamamış olabilir mi ki bu kadar insan?
Şaşkınlığım bundan.
O zaman ben size bir şey söyleyeyim: Şu anda yürütülen bu cadı avı davalarında tek bir paragraf var, biliyor musunuz? O binlerce iddianame tek bir paragraftan oluşuyor. O da Sayın Hüseyin Kara Bey’in söylediği o yukarıdaki cümlelerden ibaret.
Siz boşverin sayfa sayfa dosyaları, ek klasörleri vesaire…
Hepsinin dediği ve demeye çalıştığı tek şey bu: “Karşımızda bir dini cemaat yok. Bu bir suç örgütüdür. Bu örgütte Ahmet, Mehmet yoktur. Bu örgüt için asker, polis, gazeteci, hakim, savcı, işadamı, öğretmen de yoktur. Örgütün piyonları vardır. Abileri kimini alıp oraya koymuştur kimini de buraya… Hasbelkader ona demiştir ki sen memursun, sen de gazeteci… Ona demiştir ki şu soruşturmayı yapacaksın buna demiştir ki sen falanca operasyonu yapacaksın berikine de demiştir ki üniformanı giyecek, ne zaman harekete geç dersem geçeceksin! Gazetecisine de demiştir ki sen de ne dersem onu yazacaksın!”
Bütün iddianamelerin özü ve özeti bu.
Şu an tutuklu olan, yargılaması devam eden veya hüküm giymiş gazetecilerin hepsi için ortak suçlama bu.
Diyorlar ki “Bunlar gazeteci değil. Ne gazetecisi! Bunlar örgütün tetikçileridirler.”
****
Bu arkadaşların hepsi sanık sandalyesine çıkıp, “Ne münasebet, ben gazeteciyim. Hiç bir zaman hiç bir yerden talimat almadan işimi yapmaya çalıştım.”diyorlar. Duymayan kulaklara bunu duyurmaya çalışıyorlar. Canhıraş bir şekilde.
Fakat o da ne?!
Oradan çıkıyor cemaatin 40 yıllık Hüseyin Ağabey’i ve diyor ki, “El Hak doğrudur. Biz onlara gazeteciler demeyiz. Kimini almışız hasbelkader o televizyona koymuşuzdur, kimini bu gazeteye koymuşuzdur.”
Sonra oradan çıkıyor Gazeteci Tuncay Opçin, Kara’ya tepki gösteren meslektaşları için seri twitler atıyor ve diyor ki, “Ey kendini gazeteci zanneden sefiller, açtırmayın ağzımı bak! Hizmet olmasa hepiniz çöptünüz. Bu Hizmet sizi bataklıktan aldı, adam etti. O abileriniz olmasa hiç biriniz haber bile yazamazdınız. Onlar verdi, siz yazdınız. Bu mesleği USB’den önce, USB’den sonra diye ikiye ayırmak lazım. USB içinde gelenlerle gazeteci oldunuz. Şimdi hiç gazetecilik nutukları atmayın.”
Aslında söylenecek çok şey var Tuncay Opçin’e.
Çok şey…
Yazdım yazdım sildim, yazdım yazdım sildim.
Ama gerçekten daha fazla uzatmak, yeni yeni cepheler açmak istemiyorum.
Sadece bir şeyin altını çizip devam edeceğim: Ben şimdi desem ki Tuncay Opçin’e, ‘O gazetecileri açıkla’, açıklamayacak. Genelleme yaptığı için de kendimi ayrıştırmak bana düşer.
Sana meydan okuyorum Tuncay Opçin: Çık de ki ‘sen gazeteciliğini falanca abiye borçlusun’, ‘seni falanca cemaat kişisi beslemiştir’, ‘falanca bürokratla cemaatsel ilişkiye geçip haberler almışsındır’…
Mesela aldığım tek bir USB dosyası adı ver.
Kibir ya da ego değil; bir kaç senedir AKP cenahının saldırıları ile darmadağın olmuşken şimdi de cemaat içerisinde resmen kendimizi, haysiyetimizi, mesleğimizi savunmak zorunda kalıyoruz. Akıl almaz bir durum.
Enaniyet değil. Yaşadığım süreçleri biliyorum. Onun için ifade etmekte bir beis görmüyorum ki meslekte geldiğim noktayı tek bir kişiye bile borçlu değilim! Üzerimde emeği ve hakkı olan meslek büyüklerim var tabi ki. Şükran borçluyum hepsine. Ama mesleki kariyerimi tek bir ‘cemaat abisi’ne, tek bir ‘cemaat bürokratı’na borçlu değilim…
Tam tersine ‘cemaate yakın’ bürokratlar daima önümüze bir engel olarak çıkmıştır. ZAMAN muhabirleri olarak genellikle bunun dezavantajını yaşamışızdır. Tedbir yapan ne kadar bürokrat varsa biz kendilerini bilmesek bile onlar bizi Zaman muhabiri olarak bildikleri için uzak durmuşlardır. “Aman cemaatçi demesinler” diye, başka kaynaklardan elde ettiğimiz dosyaları bile zaman zaman yazdırmamaya çalışmış, “Bunu falanca yer yazsın” diye trafik yürütmüşlerdir. Bunu da çok sonraları öğrenebilmişizdir.
****
Madem bu kadar kara çalan var, söyleyeceğim. Benim hemen her partiden haber kaynaklarım vardı. AKP muhabiriydim ama MHP’den de CHP’den de bilgi alabiliyordum.
Ergenekon haberleri de yaptım ama “Ergenekoncu” olarak nitelenen çevrelerden de çok sayıda görüştüğüm, haber aldığım insanlar vardı. Şahsi dostluk kurduklarım da…
Mason locaları ile ilgili çok sayıda haber yazdım, canlarını acıtan kulislere imza attım. Fakat buna rağmen son 3 Büyük Üstad ile yakın diyaloğum vardı. Orada da gruplaşmalar ve kendi aralarında güç mücadelesi söz konusu idi. Fakat ben grupların her ikisi ile de diyalog kurup her ikisinin de saygısını kazanıp her ikisinden de haber alabiliyordum. Hem İstanbul’daki büyük loca binasını hem de Ankara’daki “vadi” binasını üstadları tarafından özel olarak gezdirilmiş bir gazeteciyim. Birlikte yemekler yedik. Aklımdaki her soruya cevap vermek istediğini söyleyen ve saatlerini harcayan mason üstadları ile sohbetlerim oldu.
Bunları ne için anlatmak zorunda kalıyorum? Kendimi methetmek ve ‘ego tatmini’ için mi?
Hayır. Birileri zannetmesin ki biz ‘hasbelkader’ gazeteci olmuşuz veya birileri tarafından beslenmişiz de her şeyimizi onlara borçluyuz…
Tuncay Opçin, kastettiği o ‘cemaat abilerini’ iyi tanır. Onlar tarafından bilgilere, dosyalara, USB’lere boğulanlar varsa onları da en iyi Tuncay Opçin bilir. Başkalarını zan altında bırakıp çamur atacağına dürüstse çıksın bunları anlatsın. Kimlere hangi kripto bilgiler gitmiş, hangi dergiler çıkarılmış, hangi kitaplar yazılmış, anlatsın da bilelim.
****
Doğal olarak Nedim Şener ve tayfası aldı Hüseyin Kara’nın açıklamalarını, çarptı Opçin’inkilerle, tepindiler de tepindiler üstünde. İçlerindeki bütün nefret ve kini kustular, flood yaptılar.
“Biz bunları zaten biliyorduk da bakın işte şimdi kendileri itiraf etmeye başladılar” dediler.
İşin garibi ne biliyor musunuz?
Bazı gazeteciler cemaat içindeki bir takım yanlışlıkları eleştirdiğinde, “Düşmana koz veriyorsunuz! Dava dosyalarına delil oluşturuyorsunuz!” diye avaz avaz hücum eden zevat, bu kez “Aman canım, amma da büyüttünüz” diye işi hafifleştirme, basitleştirme, küçültme çabasına girdiler.
Bana göre bütün gazeteciler bir araya gelip günlerce eleştiriler neşretsek bir şu Hüseyin Bey’le Tuncay Bey’lerin açıklamaları kadar güzel malzeme sunamazdık.
****
İşte en son arkadaşım ve sevgili ‘hemşehrim’ Levent Kenez’in yazısı geldi.
“Üstten üstten bir haltmış gibi sanki kim olduğunu kimse bilmiyormuş gibi ayar vermeler…” deyip kim olduğunu bilmediğimiz birilerine üstten üstten ayar veriyor.
Sadece şu cümlenin kendisindeki kabalık ve nobranlık yetmezmiş gibi başkalarını kaba ve nobran olmakla suçluyor arkadaşım.
Biraz Hüseyin Bey’e bir şeyler dermiş gibi yap, ama tek kelime etme, tepkinin çoğunu onu eleştirenlere yönelt, üslup dersi ver, araya bir de mağdur hikâyesi ekle, al sana mis gibi ‘özlenen ve beklenen’ yazı…
Çok güzel!..
Bir de Levent Kenez sık sık üslup eleştirileri alan ve o eleştirileri “Yine geldi üslupçular…” diye tersleyen bir arkadaşımız olmasa daha da güzel olacaktı ama talihsizlik işte…
****
Kenez’in yazısında sözü edilen mağdur, Hüseyin Kara isimli acılı bir baba…
Aynı iki isim üzerinden bir kurgu yaparak tarize yöneliyor. Güzel bir düşünce…
Fakat ne ki bir Hüseyin Kara’nın mağduriyeti, diğer Hüseyin Kara’nın onu daha da mağdur edebilecek cümlelerine perde yapılıyor, kötü olan o.
Sanki bu Hüseyin Kara’nın sözleri o Hüseyin Kara’ların mağduriyetine dahasını da eklemeyecekmiş gibi!..
Sanki bu Hüseyin Kara’nın sözlerine itiraz etmek, mağdur Hüseyin Kara’nın mağduriyetini dile getirmeye engelmiş gibi!…
Ve de ayrıca sanki bizler mağdurları umursamıyormuş ya da gündeme getirmiyormuşuz gibi!..
Diyor ki, “Bence bugün konuşulacak, dertlenilecek ve dinlenilecek tek Hüseyin Kara, yukarıda Ömer Faruk Gergerlioğlu’na mektubundan ayrıntılar paylaştığım acılar içinde kıvranan baba.”
Yani diğer Hüseyin Kara’yı konuşmaya da gerek yokmuş, onu anlıyoruz.
Bu Kara’dan o Kara’ya nasıl böyle bir bağlantı kuruyor, onu anlamadım.
Onlardan hangisini konuşup hangisini daha çok önemsememiz gerektiğini de hiç üstten bakmayan ve ayar vermeyen bir tarzda söylese daha isabetli olabilirdi.
Yine de kendi görüşü. Zaten cümlenin başında ’bence’ diyor.
Bense her iki Kara’yı da konuşmaktan yanayım.
“İçerideki insanlar çıktıklarında ‘Biz içerdeyken siz bunların muhabbetini mi yaptınız?’ diye sorduklarında mahcup olmayalım.” diyor.
Bence de olmayalım.
İçeriden çıkan insanların, bu dışarıdaki açıklamalardan hangisine tepki gösterip hangisini hoşgöreceğinden de çok emin olmayalım derim.
Mesela tam da onların içinden bir gazetecinin hasbelkader “Niye bizi zan altında bırakan bu açıklamaya bir çift laf etmediniz?” diye sormayacağının garantisi mi var sizde?”
DİYEREK, kendisinin aslında ne kadar mükemmel bir gazeteci olduğunu, mason localarından bile takdir gördüğünü, buna rağmen gerizekalı bazı hizmet mensuplarının ise bunu anlayamadığı gibi bir de ergenekoncuların ekmeğine yağ sürdüğünü iddia edecek kadar insaf ve izandan uzaklaşmıştır.
Evet, ahmet dönmez hizmet hareketine yaptığı her eleştiriye karşılık kendisine yapılan eleştiriler karşısında biraz daha firavunlaşmakta, kendi toplumunu yok etmek için çabalayan belam-ı baura gibi içinden geldiği hizmet hareketini yakıp yıkmaya çalışmaktadır.
Bu durumun en acı tarafı, evrildiği yolun şahsi kibrinden kaynaklandığı göremeyecek kadar kör olmasıdır.
Ancak kendisinin görmediği kibrinin er veya geç Ergenekoncular tarafından görüleceği ve örgüt amaçları için kullanılacağı açıktır.
Bunun, aydınlık gazetesinde köşe yazarlığı yaptırılarak mı, yoksa necip hablmemitoğlu gibi soğuk bir kış günü gözüne ve beynine şarjör boşaltılıp suçun hizmet hareketine tahvil esilmesiyle mi yapılacağını ya da daha önce hiç denenmemiş bir yolla mı yapılacağını allah bilir.
Sonuç olarak; 15 yıldan fazla bir süre boyunca zaman gazetesinden aldığı ücretin helal olup olmadığı belli olmayan bir gazeteci bozuntusunun kendisine tamamen art niyetli ve kurgu olarak gelen üç-beş sui misalle bütün bir hizmet hareketini zan altında bırakma çabası nafile bir hezeyandan başka bir şey değildir.
Ahmet dönmez hizmet gemisinden inmiştir. Bu nedenle Hizmet Geminin sahili selamete ulaşması en büyük korkusudur.
Bundan sonraki bütün hayatı hizmet gemisinde yeni delikler açarak geminin batmasını bekleyerek geçeçektir. Ancak bu geminin sahibi fethullah gülen veya etafındakiler değil, Allahtır.
Üfleyerek güneşin sönmeyeceği gibi, ahmet dönmezin küçücük elleriyle açmaya çalıştığı deliklerle bu gemi batmayacaktır. Ne yazık ki kendisi sadece kendi fena sonunu hazırlamaktadır.
Va esefa ahmet… Va esefa…
Soru çalmak suçtur ahlaksızlıktır vicdansızlıktır kul hakkıdır bir dini cemaat bu iş bulaştı ve hala sessizse bu vebaldir demek yerine kıvırınca böyle up uzun yazmak zorunda kalıyorsun işte.
1- Gazeteciliğe nasıl başladığımla ilgili soruların hiç biri cevapsız değil. Madem ki o dönem yakınımdaki birisin, bunu da biliyor olman lazım, adını açıklayamayacak ve yüzleşemeyecek kadar kadar korkak, pısırık kardeşim. O bahsettiğin “tanıdık”, gazeteci olmayı çok istediğimi bildiği için 4 yıl boyunca bana mesleki tavsiyelerde bulundu. Ayrıca üniversite son sınıfta bir kaç arkadaşla dergi çıkardık. 6 sayı çıkardıktan sonra dergi moddi imkansızlık nedeniyle kapandı. Ben de o ara mezun olmuştum. Gazetecilik yapmak istiyordum. Önce Nokta dergisine gittim. Nokta genel yayın yönetmeni, “Seninle çalışmak isteriz ama bilmeni isterim ki şu an batmak üzereyiz, sana stajyer maaşı bile veremeyiz. Tamamen gönüllü çalışman lazım” dedi. Oysa benim en azından kiramı ödeyecek kadar paraya ihtiyacım vardı. Sonra bu sözünü ettiğin arkadaşım, “Bizde stajyer alımları var, gel bir görüş istersen” dedi. Ben de yayınladığımız 6 sayıyı koltuğumun altına alıp o zamanın bir yöneticisi ile mülakat yaptım. Dergilere baktı, yazılarımı inceledi. Sonra, “8 ay bir stajyerlik süreci başlatalım. Bu süreçte stajyer maaşı veririz. 8 ay sonunda sen devam etmek istersen, biz de senden memnun kalırsak kadroya girersin.” dedi. Kabul ettim. Sonrasında ilk yaptığım haberler de ilk çalıştığım Haber Merkezi’ndeki muhabirler de şahittir ki tamamen mesleki istidad ve tutku sayesinde kadroya alındım.
2- Sen, beni yakından tanıdığı izlenimi veren ama adıyla sanıyla karşıma çıkamayıp kinini, yıllanmış nefretini, hasetini kusan küçük adam, dinle: Uzun uzadıya bütün yazdıklarına cevap vermeyeceğim. Sadece en son yazdığın aşağılık cümlelere, yani Hizmet Hareketi’nin sahili selamete ulaşmasının en büyük korkum olduğu, bu Hareket’i yakıp yıkmak için hareket ettiğimi söylediğin cümlelere şöyle cevap veriyorum: “Eğer böyle bir korkum veya tam tersinden bir arzum, hatta kırıntısı varsa Allah beni her iki cihanda kahr-u perişan eylesin. Fakat yoksa Allah seni her iki cihanda kahr-u perişan eylesin.
Gazeteden aldığım maaşın helal olup olmadığını bana değil, bütün yöneticilerime sorabilirsin. Kendi adınla yazamayacak kadar ezik ve sinsi bir canlı olmasaydın onlardan alacağın cevapları da burada paylaşma yürekliliği gösterirdin. Fakat ne soracaksın ne de alacağın cevapları paylaşacaksın. Zavallı!
Eskiden bedenin ufak, yüreğin büyüktü, kibrin-egon yoktu. Şimdi ise bedenin aynı, kibrin-egon dağ gibi şişmiş, yüreğin ise serçe yüreği kadar ufalmış.
“Hizmeti hareketinin bağırsaklarını temizliyorum” diye kaleme aldığın ama gerçekte hizmet hareketine yönelik iftiralara Ergenekoncular tarafından “Aha bak, adamında gol diyor!!!” dedirtmekten başka hiçbir boka yaramayan yazılarını alkışlayan üç tane şakşakçı seni ne hale getirmiş, yazıklar olsun sana.
Biliyorsun; Said Nursi Hazretleri diyor ki;
“Sen bir bayram namazı için Ayasofya Camisine gitsen, camide üç beş çocuk veya gayrimümeyyizi eğlendirmek için maymunluklar ve şaklabanlıklar yapsan o çocuklar ile gayrimümeyyizlerle beraber oradaki ecnebileri, münafıkları ve zındıkları güldürürsün ama binlerce ihlaslı ve ciddi müslümanın öfkesini nefretini çekersin…”
İşte senin durumunda tam bu. Kendine göre tevil et.
Bu yazına 3 yorum gönderdim, birini yayınladın, ikinciyi yayınlamaya yüreğinin yetmedi, üçüncüyü de yayınlamaya yüreğin yetmediği gibi ondan makasladığın bir parçayı “Koşun dostlar!!! Şeftalü gibün ancuğumu sikecüler!!!” diye kendine acındırmak için Twitter’da paylaşmışsın.
Burada yayınlamayamadığın yorumu takipçi ve yorum sayısı kasmak için Twitter’da paylaşacak kadar zavallısın!
Evet hiç merak etme. Sen bu kafayla şöhret için kendini Twitter’da ifşa etmeye devam edersen hizmet hareketi mensupları değil ancak Ergenekoncular şeftali gibi amcığını kanırta kanırta ve hunharca sikecekler.
Bence Necip Hablemitoğlu gibi gözünden vurulacak değil, yatırılıp götünden sikilecek adamsın. Ama senin hakkında benim verdiğim hüküm değil, Ergenekoncu abilerinin vereceği hüküm önemli.
Bundan sonra burda yayınlamaya yüreğinin yetmediği yorumları sağda solda paylaşıp kendine acındırmaya çalışma, ibneliğin dibine vurma. Hizmet hareketinden bir insan sana kurşun atmaz, seni götünden de sikmez, en fazla yüzüne tükürür. Hatta artık onu da yapmaz çünkü sen yüzüne atılan tükürüğe bile değmezsin.
Aynelyakin Yazı dizisi – 3
Kusura bakma ama sen beyefendi (Anonymous) sana diyorum. Yazdığın şeyleri kendin Bi daha okudunmu. Hani filmlerde olur ya çirkin yüzünü tam bitmek üzere iken gösterir. O hale düşmüşsün. Sen ağzını bozmayan biri isen hiçbir zaman bozmazsın. Yazdığın çirkin ifadeler ben hizmetteyim diyen birine hiç yakışmıyor. Tam da burada Ahmet Dönmez in haklı olduğu anlaşılıyor.
Buyur yine Bediüzzaman’dan (hani sen ondan bir örnek verince kendini haklı sanmışın ya) bir güzel söz. “Medenileri galebe ikna iledir.” Eğer anlamadıysan Google da yaz anlamı gelir diye düşünüyorum.
Başka güzel söz mü istersin.
(Ama unutma benim birilerinden güzel sözleri kullanmam benim haklı olduğum anlamına gelmez.)
Deniliyor: Devekuşuna demişler, “Kanatların var, uç.” O da kanatlarını kısıp “Ben deveyim” demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Hâlbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler, “Madem deveyim diyorsun, yük götür.” O zaman kanatlarını açıvermiş, “Ben kuşum” demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş.” (Lem’alar)
Ve yukarıda anlatılan durum, işine geldiği gibi hareket eden insanlar için de geçerli değil mi? Bununla birlikte aleyhine işleyişe karşı da: “EY GAFLETE DALIP ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talip bedbaht nefsim! Bilir misin, neye benzersin? Devekuşuna! Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, ta avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda; avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.”(Sözler)
Ya nedir bu tarafgirlik damarı (sen neymişsin ya)
H.E. (tabir caizse basbas bağırırken). ” Biz gayri meşru muhabbetin cezasını çekiyoruz.” Bir suçlu aranıyorsa herkes kendinden bilmeli. Bu kendini hesaba çek. Sistemini hesaba çek demek. Ama sen Ak partiye gelince herşeyini eleştiriyorsun, cemaate gelince şimdi sırası değil diyorsun. (Ama nereden biliyorsun belki Ak parti içinde eleştirinin sırası şimdi değildir. Belki kendilerine göre kaos bitince eleştiri yapacaklar. Doğrumu?)
Arkadaşım önce tarafsız olacak, iğneyi kendine sonra çuvaldızı başkasına batıracaksın. Oh ne güzel yaşam..
Eğer derdin ahiretse, üzülme burda yanlışlarınla karşılaş ki ahirette (üzülme!.. )
Senin bu yanlışlarınla karşılaşma seni tümden haksız yapmaz. Anla!..
Bu seni adaletli yapar. Yeri gelince hak için kendi kolunu kesmelisin. (Anlıyorum çok zor bir durum). Ama kahramanca işler hep zor olmuştur.
Birinin Hz. Ömere (ki Sasanileri – o zamanın 2.büyük devleti- dize getiren halife) cemaatin içinden herhangi biri çıkıp üzerindeki gömleğin hesabını ver diyor. (ve yıllarca cemaat bunu sohbetlerde kendimiz anlattık)
Şimdi bunu anlatma değil yaşama zamanı. Ama bir fark var onu belirteyim. Hz. Ömerin vereceği tam doğru 100 de 100 doğru bir cevabı var. (oğlu Abdullah çıkıp cevap veriyor. Ben gömleğimi yarısını babama verdim. Öyle bir gömlek etti diyor.).
Cemaat bu süreçte dışardan linç edilmiştir. Bir suçu varsa bile ceza böyle verilmez. Hak olur adalet olur. Ama zalimden de adalet beklenmez.
Ama herşeyini adalete, doğruluğa, dürüstlüğe bağlamış, dünyaya bir değer katmak isteyen bir cemaatten de bu bağlandığı değerlere bağlı kalması ve bir tarafından bakınca arkası görünecek şeffaflıkta olması beklenir.
Kardeşim gel hatada ısrar etme. Günah işleyenlerin en hayırlısı tövbe edenlerdir. Önce Allah’a bir tövbe borcumuz var. İçinden gelerek :
Özür dilerim Allahım. Elime yüzüme bulaştırdım için özür dilerim. Ee bakarsın önce Allah seni affeder. Sana başka imkanlar açar. Çünkü gerçekten bazı yanlışlar var. Bu kesin. Ama nerede yanlış yaptıysan bunları açıklaki bunlardan artık uzak oldugu, doğru ile yanlış ortaya çıksın. Doğru ve yanlışın ne olduğu cemaat içindeki insanlar arasında bile artık bir karmaşa. Ne doğru ne yanlış.. Örneğin İslam için de olsa kesin yanlış olan özellikle bazı kul hakları işlenebilirmi. Tarihe bu yanlışı işler hale getirip mi gitmek istersin yoksa bu yanlışı yapan ama hatasını anlayan ve bu hatayı telafi edecek yeni güzellikler yapan olarakmı? (İşte senin imtihanın)
İşin şuna benzer. Bir yaşpasta yapmışsın. Herşey güzel ama içerisine insanları zararı olan bir madde katılmış. İşte vazifen o maddeyi bu pastadan temizlemek. Ya bu pastayı insanlara ikram edeceksin ya da yeniden tertemiz bir pasta yapabilme imkanın varken. Ağır, temkinli, istişareli, şeffaf, içindekilerin ne olduğu yazılı ve aksi iddia edilemez (kanıtlı) yeni ve daha güzel ve lezzetli, tüm dünyadaki damak tadına uygun bir pasta yapmanın planlarını yapacaksın.
Peki bu tövbeyi etmesen ne elde edersin. Sadece deve kuşu örneğindeki bir kısır döngüye düşersin.
F. Gülen’in soru hırsızlığına kılıf olabilecek fetvası vardır. Bu soruların çıkacağını nereden biliyorsunuz, diyenlere bu fetvadan ilhamla: “Abiler rüyalarında görmüş.” diyorlarmış. Peki sorular rüyada görülebilir mi? Bu soruyu F. Gülen Fasıldan Fasıla-4 kitabının “Rüya Hakikatı” başlıklı bölümünde şöyle cevaplıyor: “Meselâ, bazı kimseler, daha sonra kazanacakları bir başarıyı, çok öncesinden rüyalarında görebilmekte ve gireceği imtihan sorularını bütün ayrıntılarıyla müşahede edebilmektedirler. “
Ömrümde bu kadar muğlak bir yazı görmedim . Adam iyi operasyon çekiyor. Hazır kod isimli dostlarını bulmuşsun aşağıdan yukarı doğru hiyerarşiyi deşifre etsene . Bulduğun ip ucundan tutarak kaynağı deşifre etsene . İsimleri net ve acıkca yazarak Gazetecilik bu değil mi . Sen işini yap cemaat ne yaparsa yapsın onların sorunu. Dedi kodu yapma tuttuğun yerden kopar.
Senin niyetin üzüm yemek değil bağcıyı dövmek.
Ahmet dönmezin bu konu ile ilgili tüm yazılarını dikkatle okudum . kesinlikle operasyon çekiyor. Bu bahsettiği olaylar oldu yada olmadı demiyorum .işin içinde olan bilir . Ama yazıları okuyunca niyeti rahatlıkla anlıyorsunuz. Bir türlü bahsettiği ana konunun varlığına dair SOMUT kanıt vermiyor .Hayalet gibi etrafında dolaşıp duruyor. Varlığını iddia ettiği yapının halkalarından olan kod adlarını verdiği kişilerle görüştüğünü söylüyor. Onların sözlerini aktarıyor. Oradan yola çıkıp bir yerlere ulaşma gayreti hiç göstermiyor. Ayrıca kod isimli o sahısların sözlerine gazetecilik gözüyle bakıp şüphelenmesi gerekmez mi ? hiç şüphelenmeden mutlak doğru kabul ediyor.
Bir çok yazısında şunu ifade ediyor isim verdim de ne oldu? Ne yaptınız ?
Sen gazeteciliğini yap kardeşim irdele ince somutlaştır olanı ortaya koy mızlarla mışlarla iş yapma.
Bu ülkede o kadar çok operasyon yazısı okuduk ki artık sırıtıyor.