“Geç kalmış bir hasbihal-1” başlıklı bir önceki yazıyı bitirirken cemaatin üzerine yapışan ‘soru çalma’ veya ‘soru verme’ meselesi ile devam edeceğimi belirtmiştim.
Konu, Tr7/24 yazarı Alper Ender Fırat’ın, benim ismimin de geçtiği “Bir hasbihal…” başlıklı yazısındaki şu cümleler üzerine buraya gelmişti: “Gerçekten bir soru çalma hadisesi yaşanmışsa kimlerin, hangi sınavlarda yaptığını yazmak, yen kırılmışsa dışarı çıkarmak boynumuzun borcudur. (…) Bunu yapmadığımız sürece hem varsa cemaatin ismini kullanarak soru çalanlar bünye içinde kendini saklayacak hem de hayat boyu böyle bir şeyin yanına yaklaşmamış yüzbinlerce insan işlemediği günahın vebalini çekecek.”
Ben de “Alper Bey’in bu satırlarının bir yüzleşmeyi ve arınmayı tetikleyeceği ümidiyle bir sonraki yazıda size bazı şahitlikleri aktaracağım.” demiştim.
****
Önce bir noktanın altını çizerek başlayalım.
Bu bir ‘tencere dibin kara…’ döngüsü.
Ya da kaba tabirle ‘Ellere var da bize yok mu?…’
Kadrolaşma bir Türkiye gerçeği.
Anka Kuşu’nun üzerine oturduğu dal burası.
Çünkü bizim toplum halen aşiret düzeninde varlığını sürdürmekte.
Bu aşiretlerin üzerine giydirilmiş bu devlet de hiç bir zaman bir demokratik hukuk devleti olamadığından, tutanın elinde kalan bir “sihirli süpürge” olagelmiştir.
Yani bu en başta devletin kendini konumlandırma biçimi ve siyasetin işlevi ile alakalı bir sorun.
Daha en baştan ideolojik devletin kurulumu ile başlayan ve sonra o kuruluma uygun kadro tasarımı ile devam eden bu döngü, siyasi iktidarlar ve hakim unsurlar değiştikçe herkesin bir kere tadına bakmak istediği bir parmaklık bal bu.
Fazlasını isteyenlerin parmaklarının kesildiği…
****
Malum, bizde hangi parti iktidar olursa bürokrasiye hızla kendi yandaşlarını doldurmaya başlar.
Bu bir nevi haktır.
“Şimdi sıra bizim”dir…
“Bir tur da ben bineceğim”dir…
Zaten seçmenler bunun için o oyları vermiştir. Beklentisi de budur.
90’ların başındaki SHP’li bakanlarının kadrolaşması, bugün halen bu zihniyeti en iyi açıklayan sembolik cümlelerle doludur.
Dönemin adalet bakanlarından Mehmet Moğultay, bir parti toplantısında şunları demişti: “Kendi örgüt elemanlarımı almayıp da MHP’li militanları mı işe alacaktım?”
O konuşma, Türkiye’deki her bir aşiretin ‘devlete’, ‘siyasete’, ‘hükümet etmeye’ nasıl baktığını ve onlar için ne anlam ifade ettiğini çok güzel özetliyordu.
Şöyle diyordu Moğultay: “Sayın Seyfi Oktay (bir önceki SHP’li adalet bakanı) zamanında iki bin civarında hakim alındı. Benim dönemimde de bin civarında hakim alındı. Üç bin hakim alındı. Bu örgüte (parti teşkilatını kastediyor) kadro vermeyecekler kime verecekler? MHP’ye mi verecekler? Eskiden sınavlar olurdu, sınavların yapılacağı tarih kimseye bildirilmezdi. Bilinmedik gazetelerde ilanları yapılırdı. Şimdi en azından biz adil davranıyoruz, örgütü haberdar ediyoruz, örgütü bilgilendiriyoruz. Örgütün sınava girme olanağını sağlıyoruz. Yanlış mı yapıyoruz?”
Evet, soru bu: Yanlış mı yapıyoruz?
Kime soruyor: Tabanına. Teşkilatına.
Tabanın bu konuda ne düşündüğünü ve ne cevap vereceğini bildiği için soruyu bu şekilde soruyor zaten.
Arkasından gelen cümleler daha da önemli: “Yapılacak en akıllıca hareket, kendi devr-i iktidarında örgütleneceksin, kadrolaşacaksın ve bu kadrolar günün birinde gelecek yine senin yolunu açacak.”
Moğultay, eleştiriler üzerine kendini şöyle savunacaktı: “Bu aldığımız kadrolar, ileride yeşerecek demokrat insanlardır. Yaptığım suçsa işlemeye devam edeceğim. Ben yılmayacağım, bu makamı da terketmeyeceğim.”
****
Burada kritik olan nokta şu: Her bir siyasi oluşum, her bir sosyal kesim, ideolojik grup, cemaat, tarikat kendini ‘biricik’ görüyor.
Kendini, ülkeyi kurtaracak ahlaki donanıma sahip bireylerden oluşmuş varsayıyor.
Dolayısıyla diğerlerinden üstün…
Diğerlerinin ‘yetersizliklerine, ahlaksızlıklarına, ihanetlerine’ terkedilemeyecek olan bu mukaddes yurdun ‘asıl sahipleri’…
Haliyle de bu uğurda yapılacak bazı hukuksuzluklar veya hak ihlalleri onlara mübah kılınmıştır.
‘Geçici bir dönem için bu çarelere başvurmak elzemdir.’
‘Oyunu kuralına göre oynamak gerekir.’
‘Çünkü Türkiye’nin kurulu düzeni içerisinde mutlak adaletle iş görmek imkânı yoktur.’
‘Üstelik çok fazla zaman da kalmamıştır. Türkiye’yi bir an evvel başına bela olmuş zehirli sarmaşıklardan kurtarmak için bu kadrolara ihtiyaç vardır.’
****
Ama bu bir vicdan manüplasyonudur.
İçmeyin dendiği halde herkesçe içilen bir ‘delirten suyu‘dur.
Ve herkesi yenmiştir.
Herkesi delirtmiştir.
Her gelen parti, bir daha iktidar yüzü göremeyecekmişçesine ve pervasız bir şekilde kadrolaşabildiği kadar kadrolaşmıştır.
Hiç bir siyasi iktidar bundan berî değildir.
Ve hepsi kirlenmiştir.
Bugün gelinen noktaya baktığımızda, artık AKP’nin sınav yapmaya bile ihtiyaç duymadığı bir ‘seviyeyi’ yakalamış durumdayız.
Ocak 2015’te “Bizimkiler KPSS’yi kazanamıyor, kaldıralım” önerisinin yer aldığı bir rapor medyaya yansımıştı, hatırlarsınız. “Beyefendiye Arz, çok gizli” notu ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘a sunulan rapor, sınavların kaldırılması tavsiyesinde bulunuyordu.
O rapordaki şu cümleleri alın, Moğultay’ın 30 sene önceki sözleri ile yan yana koyun, bakın bakalım bir değişiklik var mı: “Devlet kurumlarındaki paralel yapı temizliğinin, o kurumların partimizle ilişkileri açısından yeterli olmadığı, bu nedenle de tüm kilit noktalarda ön koşulsuz olarak sadece partimizle yüzde yüz uyumlu çalışacak personelin istihdamının gerçekleştirilmesi… Partimiz il ve ilçe teşkilatları ile iltisaklı tüm kadroların, devlet kurumlarında azami ölçüde istihdam edilmesi teşkilatlarımızın genel talep ve arzusunu oluşturmaktadır.”
****
Burada anahtar kelimeler; ‘sadece’ ve ‘yüzde yüz’…
‘Sadece partimizle’ ve ‘yüzde yüz uyumlu çalışacak’ deniyor.
Yani başkasına hayat hakkı yok.
Nitekim çok geçmedi, bir kaç yıl içerisinde sınavları by-pass edecek siyasi yüzsüzlük sürecini de tamamladılar.
Göstermelik yapılan mülakatlarda çıkan sorular herkesin malumu. Sık sık sosyal medya paylaşımlarında alay konusu oluyor. İşte ne bileyim, “Reis’in kaç çocuğu var, isimleri neler?”, “Sana göre en etkili siyasi lider kimdir?”, “Rabia işareti nasıl yapılır”, “İHH’nın açılımı nedir?” vs gibi…
Atanması istenmeyenlere ise “Kirpinin kaç tane iğnesi vardır?”, “Bonanza kaç yılında çekildi?”, “Pinpon topunun ağırlığı ne kadardır?” gibi sorular geliyor.
Bir bakıyorsunuz birinci sıradaki 85 KPSS puanlı aday elenirken 70 puanlı otuzuncu sıradaki adayın ataması yapılmış.
*****
Bu tespiti yaptıktan sonra gelelim cemaatle ilgili suçlamalara…
Cemaat bir siyasi parti değil.
Seçmenin karşısına çıkıp yetki istemiyordu. Onlara çeşitli vaatlerde bulunmuyordu. İş ve aş karşılığında oy talep etmiyordu.
Sonunda halka hesap vereceği bir ilişki biçiminden de özenle uzak durmuştu.
Ancak bu demek değildi ki bu rekabete girmeyecekti.
Sonuçta onun da bir toplum tasavvuru vardı.
Kimileri ‘dindar nesil’ hayal ederken onun da hayalini kurduğu bir ‘altın nesil’ vardı.
“Kudret olmadan hikmet olmazdı…”
Yani hükmedici bir gücün olmaksızın hayal ettiğin vaat edilmiş ümrana ulaşamazdın.
İşte bunun için de yönetici kudrete, yani seçkin kadrolara ihtiyaç vardı.
Delirten suyundan böyle böyle içmeye başlayacaktı.
****
Yazının burasında sizden özür dilemem gerekiyor.
Çünkü normalde bu yazıda bu başlığın detaylarını yazacaktım. O yüzden baştan dizinin iki bölüm olacağını ilan etmiştim.
Fakat yukarıdaki genel çerçeveyi ve sosyo-politik arka planı hatırlatmadan bunun eksik olacağını düşündüm.
Her ne kadar kısa bir özet yaptıysam da buradan devam etmem halinde yazı yine de çok uzayacağı için bu başlıkta yazacaklarımı -müsaadenizle- bir sonraki bölüme bırakmayı uygun gördüm.
Gecikmeden onu da görüşlerinize sunacağım.
MUTFAKTA BİRİ Mİ(T) VAR ?
Ahmet dönmez yalan söylüyor olamaz mı ?Çünkü hep güvenilir ama bizce meçhul kişilere ve kaynaklara dayandırıyor. Ne kadar doğru ve ne kadar güvenilir ?
Ahmet dönmez in Şerdoğana sorduğu o 3 soruyu baskasi degil de neden ah8met dönmez sordu, ondan daha cesur gazeteci yokmuydu ? Sakin Şerdoganı Hizmete kıskirtmak icin gorev ve rol geregi sormuş olmasınm olamazmı?
Ahmet dönmezin bu işler için seçilmesi de hizmetin içinden biri gibi görünmesinden dolayı,şahsi görüşüm bu programı yapan iki şahısta aynı sınıftan ,yani Mit in elemanları olabilir ama doğrusunu ancak Allah bilir .
Hizmetin bu soruları o anda kavgaya taraf olmayan başka bir gazetecinin sormasını isteyeceğini hiç cemaatle alakası olmayanlar bile bilir.
Halkın en çok kendisini mağdur edilidiğini düşündüğü ve etkilendiğıi konu bu olduğu için bunu mit yaptırıyor olmasın ?
Eğer öyle ise ler ,isit,elnusta,elkaide, elkaide,selam tevhid,pkk dururken masum insanlara iftira ve suç atmayı görev sayıp bu işi yapanları basta ŞErdogan ve avanesini, Mit , Mhp ve chp den bu ısi yapanları ,perinceki ve bu gazeteci musvettelerinin Allah belalarını versın haklarından gelsin diye O Kahhar,Cabbar olan Allah a cc.havale ediyoruz.Bi adedi zerreti kainat Amin .
Ama unutmayın üstüne birilerince çamur atılan Altın ‘ ı aşindırmaya çalısanlar aslinda onu parlatıyorlardır ama farkında değillerdir.Eskiden oldugu gibi Işık ışıl parladıgında çatlayacaklar yaptıklarına ,çatlasinlar cehennem onlara olsun. Amin.
Haluk bey sen aklını iradesini bir faniye teslim etmiş, robotlaşmış birine benziyorsun . Bir insan biraz doğruları söyledimi hemen mitci şuncu buncu, hemen fitneci hayin oluyor. Aynı PKK nın sistemi. sorgulayan insan hemen ajan oluyor. demokrasiyi dilinizden düşürmüyorsunuz ama sizde demokratlıktan eser yok.Haluk bey sende muhtemelen avrupanın vicdanlı kucağında oturan yurtdışına kacıp ülkesine sallayan bir tipe benziyorsun.size diyeceğim sakı ola gelmeyin oralarda geberin ki leşleriniz güzelim ülkemizin atmesforine karışmasın.
Kışkırtma hakkında söylediklerinize katılmıyorum. Sadece bu olay üzerine Ahmet Dönmez’i MİT elemanı olmakla suçlayamazsınız. Öyle olsa sanki hiç Zaman gazetesi haber yapmamış gibi konuşuyorsunuz. O zaman onlar da mı MİT elemanı ? O zaman haksızlık karşısında susalım. Çünkü konuşursak karşı tarafı kışkırtabilir MİT elemanı olabiliriz. Ve ayrıca söylemleriniz hiç hoş değil. Bir cemaat mensubuna yakışmayan hakaretler etmişsiniz.