Expressen`de yayımlanan yazımın Türkçe çevirisi: Artık İsveç’te yaşamak mümkün değil

* Bu yazı, İsveç gazetesi Expressen`in 18 Eylül 2024 tarihli nüshasında yayımlanan “Det går inte längre att leva i Sverige (Artık İsveç’te yaşamak mümkün değil)” başlıklı yazımın Türkçe çevirisi ve orijinal halidir.

***

Martin Gelin‘in (İsveçli gazeteci) Dagens Nyheter‘de yayımlanan ‘Jag älskar New York, men det går inte att leva i USA (New York’u seviyorum, ama Amerika’da yaşamak mümkün değil)’ başlıklı yazısını okuduğumda, İsveç‘i terkedip Amerika‘ya taşınmama sadece on gün vardı. Artık bu güzel ülkedeki son günlerimizdi.

Tullinge‘deki küçük dairemizde, sekiz yıldır bizim buradaki mutlu anılarımızın parçası olan eşyalarımızı bir bir elden çıkarıyorduk. Son günlerde her anıma tanıklık eden hüznümle beraber okudum Martin‘in yazısını. Bir gazeteci olarak yirmi üç yıldır yaşadığı Amerika‘dan Fransa‘ya taşınma kararı almıştı. “Yüzyıllar boyunca aileler, çocuklarının daha iyi bir yaşam sürmesi umuduyla Atlantik’i geçtiler. Biz de aynı sebeple buradan ayrılıyoruz,” diyordu. Tam da ben, onun güzergâhının tersine doğru, ama tıpkı yüzyıllar boyunca Atlantik‘i geçenler gibi bir yolculuğa hazırlanırken… Hem de aynı nedenle…

Peki ama neden?

3 Mayıs 2022 tarihinde Expressen‘e “Min sexåriga dotter blev vittne till överfallet (Altı yaşındaki kızım saldırıya tanık oldu)”  başlıklı bir yazı yazmıştım.

Stockholm‘de, o zaman 6 yaşında olan kızımı okuldan alıp eve dönerken, sokak ortasında ölümcül bir saldırıya uğradıktan 45 gün sonrasıydı. Yoğun bakımla beraber hastanede 3 hafta kaldıktan sonra evimde iyileşmeye çalıştığım günlerdi.

O yazıda bir elma ağacından söz etmiştim. 20 Eylül 2016‘da İsveç’e ilk geldiğimiz günün ertesinde, Arlanda Havaalanı`nın hemen yanındaki Märsta‘da kampta kalırken, o sırada 6 yaşında olan oğlum benden elma istediğinde ve ben alamadığımda, yolun kenarında karşımıza çıkan o dolgun elma ağacı idi bu…

Umutsuz ve üzgün bir anımda karşımıza çıkan bu ağaç, Adem ile Havva’nın cennetten kovulmasına neden olan ‘yasak elma’ değil, tam tersine, bizim için özgürlüğün, bereketin ve umudun sembolü olmuştu. Benim için İsveç demek, o elma ağacı demekti.

İşte o yazıda, “Benim o elma ağacıma ne oldu? O artık yasak bir elma mı? Artık özgür değil miyiz?” diye sormuş ve yazıyı, “Ağaç hâlâ özgür, verimli ve umutlarla dolu. (…) Yine de başımın üzerindeki dalda bir elma görüyorum. (…) Ve hâlâ bu ağacın gölgesinde yaşıyoruz,” cümleleri ile bitirmiştim.

Peki ya şimdi?

 Martin‘in yazısını okurken ve Amerika‘ya taşınma ile ilgili son hazırlıkları yetiştirmeye çalışırken bu soruyu kendime bir kere daha sordum. O ağaca ne oldu? Artık bu ülkeyi terketme kararı aldığıma göre o ağaç da bizim için kurumuş mu oluyordu?

Bu soruya cevap vermeden önce size veda hikayemi anlatayım.

Ben daha hastanedeyken ABD‘den bazı arkadaşlarım eşimi arayıp “Orada güvende değilseniz sizi buraya getirmek istiyoruz. Buradan bir avukatla görüştük ve sizin EB-1 vizesi, yani extraordinary ability vizesi alabileceğinizi düşünüyor. Ahmet’in gazetecilik ve yazarlık üzerinden bu vizeyi alabileceği kanaatinde. Eğer kabul ederseniz başvuru işlemlerini hemen başlatabiliriz. Avukat, Ahmet’in hikayesinden çok etkilendiği için ücretsiz olarak dosyayı üstlenecek,” diyor. 

Ben taburcu olduktan sonra aynı arkadaşlar beni arayıp bana da aynı teklifi sundular. Ben de kabul ettim. 

Dürüst olmak gerekirse başlangıçta İsveç’ten ayrılmayı düşünmüyordum. Çünkü hem bu ülkeyi seviyor hem de çocuklarımın yeni bir travma yaşamasını istemiyordum. Yine de böyle bir vize almanın zararı olmayacağını düşünerek teklifi onayladım. Fakat ondan sonra yaşananlar, bir ırmağın yatağının değişmesi gibi kıvrım kıvrım beni ABD’ye sürükledi. Önce polis ve savcılık bana yapılan saldırıyla ilgili soruşturma dosyasını kapattı. Hem de 2 ay gibi kısa bir sürede. Gerekçe, uğradığım saldırı ile ilgili hiçbir ize ve delile ulaşılamamasıydı. Bu benim için büyük bir hayal kırıklığıydi. Çünkü saldırıdan kısa bir süre önce, Türkiye’deki siyasetçilerin yolsuzlukları ve mafyayla ilişkileri hakkında yaptığım yayınlar sonrası Türk mafyasından aldığım ölüm tehditleri nedeniyle polise suç duyurusunda bulunmuştum. Polis yetkilileri son derece ilgisiz davranmış ve hiçbir koruyucu tedbir almamışlardı. Saldırganlar günlerce evimin önünde keşif çalışmaları yapmış ve arabamı takibe almıştı. Kızımı okuldan aldığım saatleri tespit etmişler ve suç duyurusundan 10 gün sonra da göz göre göre bana saldırmışlardı.

Beyin travması sonucu hastaneye kaldırıldığımda, doktorum günler sonra bana “Ölebilirdin, şanslıymışsın” dedi.

Savcılık ve polisin olayı aydınlatamaması ve dosyayı kısa sürede kapatması, bunun sadece bir güvenlik zaafı olmadığını, aynı zamanda siyasi olarak da kendimizi güvende hissetmememiz gerektiğini düşündürttü bana. Endişelenmeli miydim?

Aynı günlerde, Expressen‘deki yazımın yayınlanmasından birkaç gün sonra Migrationsverket‘in (İsveç Göçmenlik Dairesi) 1,5 yıldır beklettiği kalıcı oturum başvurum reddedildi. Gerekçe, bir freelance gazeteci olarak finansal tablomun istikrar vaat etmemesiydi. Oysa ben ailesinin geçimini sağlayan, İsveç devletinden maddi destek almayan, ülkeye mali yük olmayan, vergisini veren bir gazeteciydim. Skatteverket (İsveç Vergi Dairesi), Migrationsverket‘in red gerekçesini ortadan kaldıran belgeyi sunmasına rağmen itirazım reddedildi. Mahkeme de itirazımı reddetti. Daha sonra AB oturumu olan varaktigt bosatt için yaptığım başvurum da aynı gerekçe ile reddedildi.

Yani aslında Migrationsverket bana, “Gazetecilik yapma. Hizmet sektöründe herhangi bir işte kadrolu, kalıcı bir işe girersen sana kalıcı oturum veririm” demek istiyordu. Nitekim bu şekilde başvuru yapan arkadaşlarımın hepsi kalıcı oturumlarını ve vatandaşlıklarını alırken ben ve birkaç gazeteci arkadaşımın başvuruları reddediliyordu. 

Oysa ben bu ülkeye mesleğimi özgürce yapabilmek için gelmiştim. 70’lerden beri Türkiye’deki antidemokratik ve hukuk dışı uygulamalardan dolayı yüzlerce Türk aydını İsveç’e gelmiş ve ifade özgürlüğünün bütün nimetlerinden yararlanmışlardı. Benim için burası bir demokrasi kalesi ve özgürlük sığınağıydı. Bu nedenle bu ülkeye gelmiştim. Ancak şimdi mesleğim bir yük veya bir engel haline gelmişti.

2022 Mayıs ayında Migrationsverket bana 8 aylık bir oturum verdi. 2023 Şubat ayında bunun süresi doldu ve tekrar kalıcı oturum başvurusu yaptım.

Aynı yılın Ekim ayında ABD, EB-1 vizesi talebimi onayladı. Henüz adım atmadığım ülke, bana İsveç’te iken kalıcı oturum ve Green Card veriyordu. ‘Sen iyi meziyetlere sahip nitelikli bir gazetecisin. Gel ve mesleğini benim ülkemde yap. Ülkemin demokrasisine ve kültürüne katkıda bulun’ diyordu.

Artık önümde iki yol vardı. Ya kalacak ya da gidecektim.

Resmi prosedürler tamamlandığında 2024 Mart ayı olmuştu. ABD‘nin Stockholm elçiliği bana ve aileme çıkış için vize vermek istediğinde önümüze bir engel çıktı: Benim bir pasaport ya da seyahat belgem yoktu. Çünkü on üç aydır oturum kararı bekliyordum. Seyahat belgemin son tarihi Mayıs ayında doluyordu ve bu da uçuşuma engeldi. Yeni bir seyahat belgesi gerekiyordu. Bu da oturum almama bağlıydı. ABD elçiliği bu şartlarda bana vize veremeyeceklerini ve Migrationsverket‘in kararını beklemekten başka çare olmadığını söyledi.

Bunun üzerine aylarca sürecek bekleyiş dönemi başladı. Bu sürede hemen her hafta Migrationsverket‘e ve dosya memuruma e-posta atmama rağmen hiçbir ilerleme olmadı.

Karar bir an önce çıksın diye kalıcı oturum başvurumdan feragat edip geçici oturuma razı olduğumu yazdım. Fakat yine hiçbir cevap alamadım. Aylar geçti. Haziran ayının ikinci yarısında ABD elçiliğindeki dosya memuruna bir e-mail attım ve “Ben hâlâ bir oturum alamadım. Dosyamın güncel durumu nedir?” diye sordum. Ertesi gün çok şaşırtıcı bir cevap aldım. Bana, süresi dolmuş seyahat belgemle beraber 15 gün sonrasına bir mülakat tarihi verdiler. Artık Migrationsverket‘in kararını beklemeyeceklerini, bana istisnai bir uçuş belgesi tanzim edeceklerini ve vizemi tek sayfalık bu belgeye (waiver) basacaklarını söylediler. 

Mülakat sonrası da kısa süre içerisinde ABD biletlerini almamı ve kendilerine hangi tarihte, hangi havaalanlarını kullanarak Amerika’ya uçacağımı bildirmemi istediler. Çünkü pasaportsuz uçacağım için havaalanı personelinin bilgilendirilmesi gerekiyordu. Öyle yaptım. 21 Ağustos 2024 tarihine bilet aldım ve hızlıca İsveç’ten taşınmak için hazırlıklara başladm.

İşte 11 Ağustos‘ta Martin‘in yazısını bu şartlarda okudum.

Onun 23 yıl sonra terk etme kararı aldığı ülkeye gidiyordum ben. O Avrupa‘ya taşınırken ben Avrupa‘dan ABD‘ye gidiyordum. Üstelik oğlum ve kızım “Baba, gitmeyelim” diye gözyaşı dökerken… Onların İsveç’ini ve onların İsveç’teki hallerini seviyordum. “Stockholm’u seviyordum, ama İsveç’te yaşamak mümkün değildi (Jag älskade Stockholm, men det gick inte att leva i Sverige.)

“İyi ki gazeteciler var” dedim Martin‘i okurken. Çünkü artan güvenlik kaygıları, demokrasideki aşınmalar, tırmanan ırkçılık ve ayrımcılık, çoğalan korkular, düşmanlıklar, savaşlar ve yükselen duvarlar nedeniyle dünyanın hiçbir yeri artık cennet değil. Ve giderek geçmişteki o büyüleyici bahçelerinden cehenneme dönmeye başlayan her bir ülkede gazeteciler, artık daha iyisini bulma umuduyla bir ülkeden başka bir ülkeye taşınıyor. Ve iyi ki ayrılma gerekçelerini yazıyorlar, ki bu sayede belki geride bıraktıkları ülkelerdeki insanlar düşünme fırsatı bulurlar. Bir yerlerde bir yanlışlık olduğunu, bir şeyleri düzeltmek için hâlâ çok geç olmadığını, nereden gelip neye dönüşmeye başladıklarını düşünebilirler.

Ne Martin gittiği ülkede cennete kavuşacak, ne de ben.

21 Ağustos‘ta, İsveç‘ten, sekiz yıl önce geldiğim gibi ayrıldım. Daha önce iki kez geçici oturum aldığım halde, o gün itibariyle Migrationsverket tam on sekiz aydır dosyamı bekletiyordu. Bir İsveç oturumum olmadan geldiğim bu ülkeden yine oturumum olmadan gidiyordum.

Türk pasaportumu teslim ederek sığındığım bu ülkeden, pasaport veya seyahat belgem olmaksızın, ABD’nin sağladığı tek sayfalık istisnai bir uçuş belgesi ile uçağa biniyordum.

Yaklaşık 2,5 yıl önce kızımın gözleri önünde uğradığım ağır saldırı ile ilgili hiçbir kanıta ya da ize ulaşılamamıştı. Hayatta kaldığım için şükrederek gidiyordum.

Uçağın koltuğuna oturduğumuzda, dokuzuncu yaş gününü altı gün önce kutlamış olan kızım ağlamaya devam ediyordu. “İsveç’ten gitmek istemiyorum ama sanırım artık çok geç” dedi hıçkırarak. Elindeki su şişesinde İsveç’in suyu vardı ve onu içmek istemediğini, her gün ondan bir yudum içeceğini ve mümkün olduğunca uzun süre bu suyu saklamak istediğini söylüyordu. Çünkü musluklarından kana kana ve özgürce içilebilen bu dünyanın en lezzetli suyu, onun için İsveç demekti. Sekiz yıl önce benim için bir elma ağacının temsil ettiği İsveç‘i, kızım için o su sembolize ediyordu.

Peki benim o ağacıma ne oldu?

Märsta’daki Arlanda Havalimanı‘nın yakınındaki o ağaca…

Hâlen dallarından yerlere kadar kırmızı elmalar sunmaya devam ediyor. Sadece artık biz onun gölgesinde değiliz.

Ahmet DÖNMEZ

ahmetdonmez.net\\\\\\\'e Patreon ile destek olun..
Become a patron at Patreon!

CEVAP VER

Yorumlarınızı giriniz!
Buraya isminizi giriniz