ABD’de yürüyen Reza Zarrab (Hakan Atilla) davası milli bir dava mı? Bu davanın sanığı Türkiye mi?
Bu sorulara cevap vermeye devam ediyoruz.
Geçen bölümde demiştim: Reza Zarrab ne kadar milli ise bu dava da o kadar millidir!
… Ve bu çerçevede Zarrab’ın İran rejimi ve Devrim Muhafızları ile ilişkisine değinip “Bu mu milli davamız?” diye sormuştum.
Bugün de Zarrab’ın profilini ortaya koymak istiyorum. Çünkü Zarrab’ın tam olarak kim ve ne olduğu anlaşılamadan bu tartışmanın da sığ kalmaya mahkûm olduğunu düşünüyorum.
Reza Zarrab, sadece bir ambargo tüccarı mı? İran devletinin ‘ekonomik cihad’ için imtiyaz verdiği ‘dellal’lardan biri mi sadece?
Öyleyse neden o tarih itibariyle 27 yaşında olan toy bir adama bu kadar büyük paraların döndürülmesi işi emanet edildi?
Devrim Muhafızları’nın öyle her önüne gelene bu imtiyazı vermediğini çeşitli kaynaklardan biliyoruz. Peki nedir Reza’nın özelliği?
Burada iki önemli isim karşımıza çıkıyor: Hüseyin Zarrab ve Babek Zencani.
Hüseyin Zarrab, Reza’nın babası. 30 yıldır altın ticaretiyle uğraşan biri. Dubai’de yaşıyor. İran devleti ve Devrim Muhafızları ile iyi ilişkileri olan bir adam. Türkiye’de üzeri kapatılan Selam-Tevhid soruşturması fezlekesinde onun da adı geçiyordu. Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü komutanlarından General Seyid Ali Ekber Mirvekili onu iyi tanıyor. Mirvekili, Kudüs Gücü’nün Türkiye yapılanması kurucularından olduğu iddia edilen Hakkı Selçuk Şanlı ile Mayıs 2013’te yaptığı bir telefon görüşmesinde Reza’dan bahsederken, “Babası çok mert bir adam. Şu anda Reza’nın babasıyla bile ilişkisi kesilmiş. Babası ona küfrediyor” diyor. Nedenini bilmiyoruz. Belki İran Devrim Muhafızları gibi o da Ebru Gündeş’le evlendiği için kızıyordur ya da başka parasal bir anlaşmazlık vardır.
BİR PARÇASI BABEK ZENCANİ
Reza Zarrab, ‘ticareti’ babasından öğrenmiş hırslı bir genç. Ortaokul mezunu. Sonra ‘hayat üniversitesi’ni bitirmiş. Bu işi sokaklarda öğrenmiş. 16 yaşında kendi işlerini kurmuş. Hızlı ve kolay para kazanmanın yollarını her daim bulabilen, illegal alanlara kaymaktan hiç imtina etmeyen, yükselmenin yollarını iyi çözmüş biri.
Tıpkı Babek Zencani gibi… Reza ondan bazen ‘patron’, bazen de ‘reis’ olarak bahsediyor. Zencani, Türkiye’de okumuş ve sonra Kont Kozmetik diye bir şirket kurmuş bir girişimci. Aynı zamanda Onur Air’in gizli sahibi.
Kendini ‘Velayet’in askeri’ ve ‘Ekonomik Besiç’ olarak niteliyordu. ‘Velayet’in askeri’ tabiri, kendini İran rejimine adadığının ifadesiydi. ‘Ekonomik Besiç’ ise nasıl bir ‘askerlik’ anlayışı olduğunun özeti. ‘Besiç’, İran rejiminin gönüllü milis ordusu. Rejim karşıtlarını ve muhalifleri kaba kuvvetle yola getiren, infazlar yapan, bombalar patlatan bir nevi ‘kara gömlekliler ordusu’. Ekonomik Besiç de bu militanlığı ekonomi alanında yapan, ‘ekonomik cihad’da savaşan askerler demek.
Babek Zencani, eski İran Merkez Bankası Müdürü Mohsen Nourbakhsh’ın makam şoförlüğü yaptığı dönemde Devrim Muhafızları ile irtibat kuran ve ticari zekâsı sayesinde kısa sürede onların güvenini kazanan bir adam.
3 yıl içinde İran bankalarına ait 17 milyar doları, binde 7 komisyonla yurt dışına çıkartan ve kişisel serveti 13.5 milyar dolara ulaşan bir ambargo tüccarı.
Kısa sürede Devrim Muhafızları, İran Petrol Bakanlığı ve Merkez Bankası’nın gözde elemanı olmayı başarmış. İran bakanlar kurulu toplantısına bile katılabilecek ve petrol bakanı ile direkt görüşmeler yapabilecek kadar güçlü. Besiç liderlerinden Hassan Mir-Kazemi’nin de çok yakın arkadaşı. Bir ayağı Türkiye’de olan ve 60’tan fazla şirketin dahil olduğu ticari bir imparatorluk kuruyor.
BİR DİĞER PARÇASI HAPPANİ
Reza’nın portresini tamamlayan bir diğer önemli parça Abdullah Happani. Kilisli Happani ailesi de 1970’lerden beri altın ticareti yapıyor. Fakat bir o kadar önemli bir diğer özellikleri, dünyada ‘Hawal sistemi’ olarak bilinen yeraltı bankacılık sisteminde uzmanlar. 70’li yıllardan beri bu sisteminin içindeler.
Nedir Hawal sistemi? Kısaca özetleyecek olursak; bugünkü bankacılık sistemi geliştirilmeden önce var olan ve paranın güvenilir kişiler aracılığıyla uluslararası taşınmasına verilen ad. Şimdi de uluslararası terör örgütleri, mafya ve kara para kaçakçılarının kullandığı bir yöntem olarak kullanılmaya devam ediyor.
İşte Reza Zarrab, para kazanma yollarını ergenlik çağında keşfeden, haylazlıklarından dolayı babasının bile küfrettiği, uluslararası ticaretle çok paralar kazanmak isteyen, bu sayede gücünü Abdullah Happani ile birleştiren ve son olarak bir kolu Türkiye’de olan Zencani ile yolları kesişince önü açılan bir muhteris.
Yani aslında İran Merkez Bankası’ndan imtiyaz almadan önce de kara para ticaretine başlayan ve bu alanda kısa sürede sivrilen biri Reza. Zaten Babek Zencani’nin ilgisini çekmesi ve ortaklık kurmasının sebebi de bu.
İRAN’DAN İMTİYAZ ALMADAN ÖNCE…
Dikkatinizi çekerim: Reza’nın İran Merkez Bankası’na mektup yazdığı tarih 2011. Yani bu tarihte, ambargo kapsamında olan petrol ve doğalgaz paralarının İran’a geri getirilmesi için imtiyaz almak istiyor. Fakat Türkiye’ye soktuğu kara paraların tarihi 2007’ye kadar dayanıyor.
Altı çizilmesi gereken nokta burası.
Eğer Reza Zarrab’ın kim olduğunu, tam olarak ne iş yaptığını bilirsek bu davanın da gerçekten yerli ve milli bir dava olup olmadığını anlayabiliriz. Reza’nın gerçek profili çıkarılmadan bu tartışma yapılamaz.
Bu davaları sadece İran’a yönelik ambargonun delinmesi, Reza’yı da Amerika’nın haksız dayatmalarına karşın Türkiye ve İran’ın çıkarları doğrultusunda savaşan bir ‘ekonomik mücahid’ olarak lanse ederseniz tabi ki bilgisiz insanları kolayca kandırırsınız.
Fakat işin aslı öyle değil.
Karşımızda, İran ambargosundan bile önce kara para işi yapan bir kaçakçı var. Kendini legalize edebilmek için şöhretli bir sanatçı ile evlilik yapan, İbrahim Tatlıses’ten Günel’e kadar şarkı sözleri yazan, Trabzonspor’a milyonlarca dolar ‘bağış’ yapan, Beşiktaş Kulübü’nden loca satın alıp Başkan Fikret Orman’la çok özel yemekler yiyen, Fenerbahçe Kulübü’nde bağlantı kurmaya çalışan uyanık bir Şark kurnazı…
Örnek… 11 Aralık 2012 tarihli bir ihbar…
Daha önceki yazıda da bahsettiğimiz Mali Müşavir Şeref Derici, Reza Zarrab hakkında bir ihbar dosyası hazırlıyor. 3 klasörden oluşan bu dosyayı, yukarıdaki tarihte Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, MİT, Adalet Bakanlığı, Maliye Bakanlığı ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderiyor. 15 gün sonra da Zarrab’ın şirketlerine ait 405 sayfalık banka hesap ekstresini toparlayıp Maliye’ye teslim ediyor.
Belgeler, yurt dışından 2010 yılı öncesi ve sonrası Aktifbank İstanbul Şubesi, Garanti Bankası Merkez Şubesi, Denizbank Merkez Şubesi ve Kuveyt Türk Merkez Şubesi aracılığı ile 87 milyar dolar ve Euro’nun transfer edildiğini gösteriyordu. Kaynağı belli olmayan bu paralar, Maliye Bakanlığı’na hiçbir vergi beyanında bulunulmadan getiriliyor, muazzam bir haksız kazanç elde ediliyordu. Bu hesap hareketlerinin arkasındaki paravan şirketlerin sahibi ise Reza Zarrab’tı. Şeref Derici, “Benim evraklardan baktığım, 2008’den beri devam ediyor bu iş. Bunu evrak üzerinden söylüyorum. Daha öncesi de var ama elimde evrak olmadığı için bir şey diyemiyorum. Bu para gaz parası falan değil. Bu karaparadır” diyordu.
Tekrar vurguluyorum: “Bu para gaz parası falan değil, kara para.”
UYUŞTURUCU VE SİLAH KAÇAKÇILIĞI BAĞLANTISI
Gelelim bir başka örneğe. Tarih 12 Şubat 2007…
Kapıkule’de bir TIR’a düzenlenen baskında 202 kilo eroin ele geçiriliyor. Operasyonu yapan, dönemin Edirne Emniyet Müdürü Hanefi Avcı. Başlatılan soruşturma, polisleri TIR’ın arkasından çok daha karanlık yerlere götürüyor.
İşin içinde sadece eroin değil, silah kaçakçılığı da var. İran, Irak gibi bölge ülkelerinde uyuşturucu ve silah kaçakçılığından elde edilen kara para, Türkiye üzerinden aklanıyordu. Dinlemelerde, bütün yollar Reza Zarrab’ın Kapalıçarşı’daki Durak Döviz isimli şirketine çıkıyordu. Ancak daha sonra soruşturma bir yerde kesilecekti.
Bir başka örnek…
Reza’nın kuryeleri 14 Aralık 2011’de Moskova Havalimanı’nda bavul bavul dövizle yakalandı. Çantalarda 14.5 milyon Dolar ve 4 milyon Euro vardı. Bu paralar, 2008’den beri Rusya ile uygulanan kara para döngüsünün sadece küçük bir parçasıydı. 3 yıldır başarıyla uygulanan sistem, o tarihte patlak veriyordu.
Rusya’daki bankaların sıcak para ihtiyacını, uluslararası bankacılık teamüllerine takılmayacak şekilde karşılamak üzere geliştirilen bir sistemdi. Reza, belli bir komisyon karşılığı bu paraları taşıyor, Rusya’daki bazı illegal adamlara teslim ediyordu. Sonra da bu para bankalara yatırılıyor ve çeşitli paravan hesaplar ve ülkeler arasında dolaştırılarak bir şekilde legalize edilmeye çalışılıyordu.
O kuryelerden biri olan Adem Gelgeç (Karahan), bu paraların İran ambargosu ile bağlantısı olduğunu söylemiyor. Bir açıklamasında, “Rusya’ya o parayı ne için götürdüğümüzü bilmiyordum” diyor. 17 Aralık fezlekesinde de bu paraların İran parası olduğuna dair hiçbir tespit yok. Tam tersine bunun, başka bir kara para aklama sistemi olduğu belirtiliyor.
ERDOĞAN’IN HAVUZ SİSTEMİ VE REZA
Bu profil, Erdoğan’ın Reza’yı neden bu kadar tuttuğunu, onun uğruna neden bu kadar fazla riske göze aldığını, onu İran ambargosu konusunda Türkiye’de tekel haline getirdiğini açıklıyor.
Çünkü Erdoğan, 1994 yılından beri bir kara para düzeni kurmuştu. ‘Havuz sistemi’ adı verilen bu düzen, ihalelerden alınan komisyonların çeşitli bankalar, yurt dışı hesaplar veya adreslerde toplanmasına dayanıyordu. Hem milyarlarca dolarlık nakit para hem de farklı bankalardaki gizli hesaplardan söz ediyoruz.
Erdoğan özellikle son yıllarda bu paraları ustaca döndürerek politikalarını finanse etmektedir. Türkiye’yi hızla demokrasi ve hukuktan uzaklaştırırken ekonomik çöküntü olmasını da bu kayıt dışı paralar sayesinde engellemektedir. Bu kadar büyük çaplı bir organizasyon için de kara paranın efendileri ile başarılı işbirlikleri kurmuştur. Reza Zarrab, Erdoğan’ın bu sistem içinde kullandığı aktörlerden sadece bir tanesidir.
Aynı zamanda o, kendisine ve ailesine milyon dolarlık ‘küçük’ hediyeler sunan bir hayırseverdir.
TR7/24
http://www.tr724.com/erdoganin-kara-paraci-hayirseveri-zarrab-davasi-milli-bir-dava-mi-2/