19 Ekim 2010… Çamlıca tepesinde bir kafe… AKP Bursa Milletvekili Hayrettin Çakmak, İran ajanı olduğu öne sürülen dostu Akabe Vakfı Başkanı Hüseyin Avni Yazıcıoğlu’na bir sır veriyor: “Başbakanımız (Erdoğan) ‘Elime fırsat geçtiği gün ben NATO’ya da Avrupa’ya da İsrail’e de ne yapacağımı biliyorum. Bunların analarını s…ğim’ dedi.”
Fazla mı ‘hard’ bir giriş oldu?
Peki.
Bu cümleler, Yazıcıoğlu’nun kendi notlarından alındı ama olsun…
O zaman en baştan alayım.
O sırada masanın etrafında Hüseyin Avni Yazıcıoğlu ve Hayrettin Çakmak’ın yanı sıra AKP Muş Milletvekili Seracettin Karayağız ve onları tanıyan 7 kişi daha vardı. Karayağız, İran konusunda parti politikalarını şöyle izah ediyordu:
“Türkiye, geçmişte İran sınırını ABD, İsrail ve Avrupa’nın bir cephesi haline getirmişti. Ama günümüzde bu sınırın böyle bir cephe olmasına izin vermiyor ve bunda direniyor. Hatta bunun da ötesine geçerek komşu ülkelerle ve İran’la ilişkilerini süratli bir şekilde güçlendiriyor. Ekonomik, siyasal, askeri ilişkiler kuruyor ve bunları da güçlendirmeye çalışıyor.”
Arkasından, ABD’nin muhtemel bir İran saldırısına karşı Malatya Kürecik’e kurmak istediği NATO füze kalkanına sözü getiriyor. Erdoğan’ın bundan rahatsızlığını ifade ettikten sonra “Bu durum, son 8 yılda oluşturulan ilişkilerin (İran’la) tamamını imha edecek bir tuzaktır ve Tayyip Bey bunun farkında” diye ekliyor.
İşte tam bu noktada araya giren AKP’nin Rize kökenli Bursa Milletvekili Çakmak, Erdoğan’ın NATO’nun annesi ile ilgili planlarını açık ediyor.
Peki biz bunları nereden biliyoruz?
Bu konuşmaları bir kâğıda not eden H. A. Yazıcıoğlu, doğru Naser Ghafari’ye ulaştırıyordu. Ghafari kim? İran’ın İstanbul başkonsolosluğunda siyasi ateşe. Aynı zamanda İran Devrim Muhafızları Ordusu/Kudüs Gücü’nün Türkiye sorumlusu.
Yazıcıoğlu’nun hazırlayıp Ghafari’ye ulaştırdığı bu notlar, İstanbul Emniyeti’nin hazırladığı Selam-Tevhid fezlekesine de girmişti.
Şimdi olan bitene bir de bu notlar çerçevesinden bakmakta yarar var. 15 Temmuz darbe girişimi, NATO’cu subayların tasfiyesi, Avrasyacıların zaferi, ABD’deki Zarrab davası nedeniyle Erdoğan’ın verdiği tepkiler, Batı ile bütün bağları koparma girişimleri ve Norveç’teki NATO tatbikatında yaşanan son skandal zinciri üzerinde bir kere daha düşünelim.
NATO ile köprüleri tamamen atmayı hedefleyen sert çıkışlarına bakılırsa Erdoğan, Çakmak’ın bahsettiği o eyleme geçmiş demektir.
‘HENÜZ NATO’YA REST ÇEKECEK GÜCE ULAŞMADIK’
Yine H. Avni Yazıcıoğlu’nun kendi ajandasından bir başka nota daha bakalım. Bu kez tarih 26 Kasım 2010… Yer Ankara Balgat’ta bir kafe (Kuvvetle muhtemel AKP’li Faruk Koca’ya ait olan S’lo Cafe – AD)… AKP Eskişehir Milletvekili ve TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Murat Mercan, ‘İrancı’ bazı dostları ile sohbet ediyordu. Gündemde 1 hafta önce Lizbon’da yapılmış olan NATO toplantısı vardı. Hatırlanacağı üzere bu toplantı Türkiye açısından son derece gergin geçmişti. ABD, İran’ın tehdit olarak bildirgeye geçmesini istemiş ama Türkiye karşı çıkmıştı. Yine de “Yeni NATO ve Nükleer Savunma Stratejik Konsepti” anlaşmasını imzalamıştı. Nitekim bu anlaşmaya dayanılarak Malatya Kürecik’e füze savunma sistemi kurulacaktı.
İşte Murat Mercan bu toplantıdan bahsederken, “Lizbon’daki imza her şeyin sonu değil. Biz orada konseptin genel kurallarına imza attık. İşleyiş sürecinde müdahaleler olacak, vetolar olacak… Bu durum İran lehine sonuçlar verecek. Tamamen NATO’dan kopmamamız aslında İran ve diğer komşularımız açısından bir faydadır. Ancak şunu da bilmemiz gerekiyor: Türkiye ekonomik olarak, siyasal olarak NATO’ya rest çekecek güce ulaşamadı henüz.” diyordu.
DUGİN: PUTİN, TÜRKİYE’NİN NATO’DAN ÇIKMASINI İSTİYOR
Yani, “O ekonomik ve siyasi güce ulaştığımız anda NATO’ya rest çekeceğiz” demek istiyordu. Benzer bir yetersizlikten şikâyet eden bir diğer ülke de Rusya’ydı. Şubat 2009’da Sabah Gazetesi’nden Ferhat Ünlü’ye bir röportaj veren Prof. Dr. Alexandr Dugin, “Putin, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını istiyor. Fakat bu tür bir olayı tasarlayacak durumda değil. Eğer Rusya daha güçlü olsaydı belki daha fazla etkili olabilirdi” demişti.
Hemen hemen aynı zaman aralığında sarfedilmiş bu sözlerdeki gizli ajandayı, inatçı hazırlığı ve sabırlı bekleyişi görmemek mümkün değil.
Peki ne oldu? Türkiye mi ekonomik ve siyasi olarak yeterince güçlendi yoksa Putin mi ‘bu tür bir olayı tasarlayacak’ hale geldi?
Ekonomik ve siyasi tabloya bakacak olursak Türkiye lehine cümleler kurmak pek mümkün görünmüyor. En azından bu sözlerin sarfedildiği dönemden daha parlak durumda değiliz. Buna mukabil Rusya’nın, ABD seçimlerini uzaktan maniple edebilme türü olayları bile ‘tasarlayabilecek’ hale geldiği ileri sürülüyor. Ve de artık Erdoğan’ın içinde bulunduğu şartlar gereği, puan kaybına tahammülün kalmadığı haftalara, bir golün telafisinin mümkün olmayacağı dakikalara girilmişti. Erdoğan-Ergenekon konsorsiyumunun kurulması ve Zarrab’ın ABD’de tutuklanması ile beraber nihayet o ‘beklenen an’ gelmişti. 15 Temmuz güzel bir ‘tasarım’ oldu mesela…
TSK’yı en iyi bilen isimlerden, güvenlik analisti Emekli Yüzbaşı Metin Gürcan, 15 Temmuz’dan sonra Al-Monitor’a yazdığı “TSK’da büyük tasfiye” başlıklı yazısında şu tespitlerde bulunuyordu: “Atatürkçü, laiklik hassasiyeti yüksek, ABD ve NATO karşıtlığı belirgin, uluslararası sisteme daha bağımsızlıkçı ve Avrasyacı perspektiften bakan bu ekibin, TSK’nın mevcut stratejik kültürünü etkileyeceği muhakkak. İhraç edilen generaller incelendiğinde pek çoğunun Atlantikçi olarak tanımlanabilecek ABD, Avrupa ve NATO ile ilişkilere önem veren kişiler olduğu görülüyor. (…) Dolayısıyla, TSK’nın stratejik kültürünün daha az Atlantikçi ve NATO’cu, daha çok Avrasyacı bir karakter kazanacağını söylemek mümkün.”
‘BAZI YANLIŞLAR VARDIR Kİ ONLARI ANCAK ALÇAKLAR YAPAR’
Açıkçası Erdoğan’ın NATO’nun anası ile ilgili fantezileri pek umurumda değil. Hatta diyebilirim ki canı cehenneme. Burada benim pozisyonum ABD ve NATO müdafiliği de değil. Ama itirazlarım var. Osman Gazi’den bu yana yönü Batı’ya dönük olan bu ülkenin yüzünü, Rus emperyalistleri ile Türkiye’nin başındaki bir grup hırsız istedi diye tersine çeviremezsiniz. Türkiye’yi demokrasi özürlü, hukuk özürlü, insan hakları özürlü, keyfiliğin bir yönetim şekli olduğu, totaliter ve baskıcı rejimler altında yönetilen bir Avrasya ya da Şangay topluluğu üyesi haline getiremezsiniz. Türkiye’yi Tayyip Ağa’nın çiftliği haline getirip ilanihaye bir despotun keyfi ile yönetilecek bir ülkeye dönüştüremezsiniz.
“Bazı yanlışlar vardır ki onları aptallar değil ancak alçaklar yapar.”
TR7/24