Yeni parti kurma çalışmalarını sürdüren Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz. Gelin hafızanızı bir yoklayın. İleride Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman, eminim en kritik dönemlerden, birkaç aydan biri 7 Haziran ile 1 Kasım arasındaki dönem olarak yazılacaktır.” şeklindeki sözleri tartışılmaya devam ediyor.
Bazıları Davutoğlu’nun Erdoğan’ı işaret ettiğini ve Cumhurbaşkanı’nın 7 Haziran’dan sonra koalisyon kurdurmamak için terörü azdırdığını ima ettiğini düşündü.
Bazıları da Davutoğlu’nun aslında muhalefetin anladığı manada bir konuşma yapmadığını, 7 Haziran-1 Kasım arasında kendisinin teröre karşı kritik bir rol üstlendiğini ama yalnız bırakıldığını anlatmaya çalıştığını söylüyor.
Konuşmanın bütününe bakıldığında ikinci yorumun daha doğru olduğu görülüyor.
****
Davutoğlu tam olarak neyi kastettiğini açıklamadığı için farklı görüşler dillendirilmeye devam edecektir.
Aslında Davutoğlu teşhisi doğru koyamamış olsa da tespiti 5 yıl önce yapabilmişti.
29 Temmuz 2015 tarihli AKP grup toplantısında, “Tam koalisyon görüşmelerine başladık, perde gerisinden bir odak, üç terör örgütünü birden eşzamanlı olarak harekete geçirdi. Hedef demokrasi. Hedef hükümet kurma çalışmalarıdır.” demişti.
Her ne kadar Davutoğlu adresi başka yerde arasa da bu cümlelerin daha iyi anlaşılabilmesi için 7 Haziran’dan önceki son 5 ayda yaşananlara hızlıca bir göz atmakta yarar var.
17-25 Aralık’ın gölgesinde gittiği 10 Ağustos 2014 tarihli Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda seçilen Erdoğan’ın gündeminde artık ‘Türk tipi başkanlık’ vardı. Daha doğrusu ‘tek adam’ rejimine geçmek…
Bunun için 7 Haziran’da yapılacak seçimleri çok önemsiyordu. Anayasa’yı tek başına değiştirecek bir çoğunluk olursa komisyonla, muhalefetle ‘uğraşmadan’ yeni sistemi kuracaktı. Bunun için de 400 milletvekili çıtası koymuştu.
“400 VEKİLİ VERİN, HUZUR İÇİNDE ÇÖZÜLSÜN”
Bu hedef doğrultusunda sanki bir parti lideri gibi meydanlara indi Cumhurbaşkanı. ‘Toplu açılış töreni’ adı altında mitingler yapıyor ve AKP’ye oy istiyordu.
6 Şubat 2015 tarihinde Bursa’daki toplu açılış töreninde, muhalefetin direncinden şikayet ederek, “Diyoruz ki, eğer yeni anayasa istiyorsak 400 milletvekilini vermek lazım, bunlarla böyle uğraşmaya gerek yok. Bir başkanlık sistemini istiyorsak 400 milletvekilini vermek lazım ki, bu gerçekleşsin. Çözüm süreci istiyorsak 400 milletvekilini vermemiz lazım ki gümbür gümbür iktidarda olan bir parti bunu gerçekleştirsin.” çağrısında bulunuyordu.
20 Şubat’ta Elazığ’da, “400’ü verin yeni Türkiye’yi kuralım. 400’ü verin, yeni anayasayı yapalım. 400’ü verin, başkanlık sistemini kuralım. 400’ü verin çözüm sürecine koşalım. Bunu başarmamız lazım.” diye seslendi.
28 Şubat’ta Dolmabahçe mutabakatı adı verilen toplantı yapıldı. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala ve AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal’dan oluşan AKP heyeti ile İmralı heyetinde yer alan HDP’li İdris Balüken, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan Dolmabahçe Sarayı’nda bir araya gelip 10 maddelik bir mutabakat metni açıkladılar.
Aynı günün akşamında Suudi Arabistan’a giden Cumhurbaşkanı Erdoğan, havaalanında düzenlediği basın toplantısında, Dolmabahçe mutabakatı için, “Silahların bırakılması çağrısı bizler için çok çok önemli bir beklentimizdi. Şimdi de çözüm süreciyle devam eden ve artık bunu noktalayalım diye bir çağrıdır. Çağrılar güzeldir, bu uygulama seçim öncesinde araziye ne kadar yansıyacak Bundan önce Mart seçimlerinde maalesef yansımadı, cumhurbaşkanlığı seçiminde yansımadı. Temennim odur ki yapılan açıklamaların arkasında durulur.” dedi.
Yani aslında Erdoğan’ın çözüm sürecinden ve mutabakattan anladığı, kendisine başkanlık yolunun açılmasından başka bir şey değildi. Abdullah Öcalan’ın daha önce İmralı heyetine söylediği ve tutanaklara da yansıyan “Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz” sözlerinin gereğinin yapılmasını istiyordu. Bunun için HDP üzerinde baskı kuruyordu.
Erdoğan ve AKP kurmayları HDP’nin seçime bağımsız olarak girmesini istemişti. Bu sayede bu partinin çok daha az milletvekili çıkaracağını biliyorlardı. Fakat HDP, “Biz parti olarak gireceğiz” deyince Erdoğan ve iktidar partisi son derece rahatsız oldu. “Bunların arkasında dış güçler var”, “Demirtaş bir proje” demeye başladılar. HDP’nin barajı geçmemesi için ellerinden gelen yöntemi sahnelemeye başladılar.
“SENİ BAŞKAN YAPTIRMAYACAĞIZ”
Erdoğan dozajı giderek artırırken yavaş yavaş tehdit etmeye ve aba altından sopa göstermeye başladı. 7 Mart 2015 tarihinde Gaziantep’teki toplu açılış töreninde, “7 Haziran’da bir seçim var mı? Bu seçimde Türkiye’yi, yeni Türkiye hedeflerine, yeni anayasasına, başkanlık sistemine, çözüm sürecini güçlendirerek kavuşturmak için hazır mıyız? Kardeşlerim, 400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün” ifadelerini kullandı.
HDP’den gelen cevaplar ise olumsuzdu. 17 Mart’ta partisinin Meclis grup konuşmasını yapmak üzere kürsüye gelen HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, çok kısa ama çok net bir mesaj verdi. Sadece ikibuçuk dakika süren tarihin en kısa grup konuşmasında sadece bir cümle kurdu: “Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız!”
Erdoğan bunun üzerine tabiri caizse çileden çıktı. ‘Çözüm süreci’ masasını devirdi. 22 Mart’ta Ukrayna dönüşü uçakta yaptığı açıklamada, “Dolmabahçe toplantısı yanlıştı” dedi. 25 Nisan tarihinde de “Ne Dolmabahçe mutabakatı?” çıkışına imza attı. “Ne Dolmabahçe mutabakatı? Nereden çıkmış böyle bir şey? Böyle bir mutabakat falan söz konusu değil.” Diye rest çekiyordu. Halbuki daha sonra toplantının oturma düzenine kadar kendisinin karar verdiği ortaya çıkacaktı.
Demirtaş’ın restine rağmen Erdoğan, 400 vekilde ısrarcıydı. “Bu iş huzur içinde çözülsün” diye diretiyordu.
31 Mart 2015 tarihinde gittiği Slovakya’da dahi gurbetçilerden 400 vekil istiyordu. Gece kaldığı otelin önünde toplanan Türklere seslenen Erdoğan, “Ama burada bir şey var. İki başlık. Bir; ya 400… Ki onunla parlamentoda bu işi çözmek. Bir ikincisi; halka gitmek.” diyordu.
İSTEDİĞİNİ ALAMAYINCA ‘HUZUR İÇİNDE’ ÇÖZÜLEMEDİ
Sandığa bu şartlarda gidildi. Sonuç Erdoğan için tam bir hüsrandı. AKP, yaklaşık 9 puan kaybederek yüzde 40,8 oy oranı ile ancak 258 vekil çıkarabildi. Erdoğan şehir şehir, ülke ülke gezip başkanlık için 400 vekil istemişti ancak millet ona hükümet kuracak kadar bile sandalye vermemişti. Parti olarak seçime girmemeli, barajı aşmamalı dediği HDP ise yüzde 13 oy alarak 80 vekil çıkarmıştı.
Erdoğan 4 gün boyunca ortalıkta görünmedi. Yalnız 9 Haziran akşamı Saray’da Başbakan Davutoğlu ile başbaşa bir görüşme yaptı.
Bu görüşmenin perde arkasını 13 Haziran tarihli Zaman’da, “Saray’ın 3 aşamalı erken seçim planı” başlığı ile yazmıştım. Buna göre Erdoğan, Türkiye’yi erken seçime götürecekti. Bunun üç aşamasından ilki; AKP’nin gerilim dilini bırakması idi. Buradaki amaç, ileride açıklanacak olan erken seçimin sorumluluğunun kendisine yüklenmemesiydi. İkinci aşama koalisyon görüşmelerini tıkamak ve erken seçimi dayatmaktı. Burada da yine hükümet kurmamanın sorumluluğu muhalafete yıkılacaktı. Üçüncüsü de HDP’ye kayan oyların geri alınması için kaos planları devreye sokulması ve bunun faturasının da HDP’ye yüklenmesi idi.
Ancak belli ki Davutoğlu Erdoğan’la aynı fikirde değildi. Koalisyon kurabilmek için elinden geleni yapacaktı.
Zaman kazanmaya ve kamuoyundaki psikolojiyi dağıtmaya çalışan Cumhurbaşkanı, tam 32 gün sonra, 9 Temmuz’da hükümet kurma görevini Ahmet Davutoğlu’na verdi.
Davutoğlu, 13 Temmuz’da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 14 Temmuz’da MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve 15 Temmuz’da da HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la görüştü.
20 Temmuz’da terör saldırıları başladı. Suruç’ta 32 kişinin kaybettiği IŞİD saldırısı oldu.
İki gün sonra Ceylanpınar’da iki polis gece uykularındayken şehit edildi. Saldırının arkasında PKK’nın olduğu bildirildi.
Aynı gün Tayyip Erdoğan, çözüm sürecinin resmen bittiğini ilan etti. 28 Temmuz’da da HDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılması için çağrı yaptı.
Fakat ne hikmetse daha sonra Ceylanpınar davasında yargılanan herkes beraat edecek ve dosyanın üzeri örtülecekti.
“HEDEF KOALİSYON GÖRÜŞMELERİ”
İşte Ahmet Davutoğlu 29 Temmuz’da partisinin Meclis grup kürsüsüne bu şartlarda çıkmıştı. 1 haftada şehit güvenlik görevlisi sayısı 10’u geçmişti.
47 dakikalık konuşmasında baştan sona aynı mesajı veriyordu. Sözlerine şöyle başlamıştı: “Türkiye 7 Haziran’dan sonra yeni ve güçlü bir demokratik bir süreç için harekete geçmek üzereydi. 9 Temmuz’da grup toplantımızı müteakip Sayın Cumhurbaşkanımız’dan hükümeti kurma görevini aldık. Son derece samimi bir şekilde hükümet kurma çalışmalarını yürütürken son günlerde çok yoğun bir terör saldırısı ile karşı karşıyayız. Bu terör faaliyetlerini yapan örgütler, arkalarındaki odaklar, önlerindeki maşalar kim olursa olsun hepsini lanetliyorum.”
Hükümet kurma görevini aldıktan sonra bulunduğu temasları anlatan dönemin AKP Genel Başkanı, “Türkiye yeni bir hükümet oluşum sürecinde soğukkanlı, metanetli, sabırlı bir yolculuğa hazırlanmak üzereydi.” hatırlatması yaptı.
“Burada hepimizin görmesi gereken bir tablo var.” dedi ve ekledi: “Her şeyden önce 7 Haziran’dan bugüne kadar bilinçli, kasıtlı ve planlı bir terör tırmanması ile karşı karşıyayız. 7 Haziran seçimleri yeni bir siyasi tablo ortaya koymuş ve biz AK Parti grubu olarak bu siyasi tablonun gereğini yapma çabası içindeyken, TBMM Başkanını vakurlu bir şekilde seçmiş, başkanlık divanını oluşturmuş, Cumhurbaşkanı’mızdan görevi almış, Türkiye’yi hükümetsiz bırakmama çabasındayken bir takım şer odakları Türkiye’ye karşı harekete geçtiler. Üç terör örgütü, üç temel hedef için Türkiye’ye eş zamanlı bir saldırıda bulundular.”
Ardından 7 Haziran’dan o tarihe kadarki terör olaylarının bir bilançosunu verdi. “Şunu gördük biz; perde gerisinde bir odak, birbiri ile ihtilaflıymış gibi görünen üç örgütü birden harekete geçirdi.” vurgusu yaptı. Bu odağın, koalisyon görüşmelerinden rahatsızlık duyan odak olduğunun altını çizdi. Ardından şunları söyledi: “Birinci hedef Türkiye’nin demokrasisi. Burada ne polislerimiz ne güvenlik görevlilerimiz ne vatandaşlarımızdır hedefte olan. Onların şehadetleri ve kayıpları üzerinden Türkiye Cumhuriyeti devleti son yılların en kapsamlı saldırısı ile karşı karşıya kalmıştır. Bidinci hedef, demokrasimizdir. İnsan hakları ve özgürlüklerdir. Türk demokrasisi tehdit edildiği için ben daha ilk gün, 20 Temmuz’da bütün liderlere ortak deklarasyon çağrısında bulundum. (…) Hükümet kurmaya çalışıyoruz, Türkiye’yi hükümetsiz bırakmamak için çaba sarfediyoruz, bu üç terör örgütü aynı anda bizim hükümet kurma çalışmalarımızı ve Türkiye’de demokrasinin sağlıklı işleyişini sabote etmeye çalışıyor. Bütün siyasi partilere, Meclis içi Meclis dışı bütün siyasi partilere, aktörlere sesleniyorum: Bu demokrasimize yönelik bir saldırıdır.”
MESAJLARIN HEDEFİ ERDOĞAN MIYDI?
Mesajların adresi neresiydi?
Koalisyondan kim rahatsız olurdu ki?
Yani koalisyonla yönetilen bir ülkenin tek başına iktidar sürecine geçmeye çalışırken saldırıya uğraması anlaşılabilirdi de koalisyon kurulacak diye kim saldırıya geçerdi?
Erdoğan ve onun ülkeyi tek başına yönetmesinden çıkarı olanlar dışında koalisyona karşı çıkan kimse yoktu.
O Gün Zaman muhabiri olarak, grup konuşmasını bu noktadan gördüm ve başlığı da buradan attım. Gazetem ertesi gün bu mesajları, ‘Koalisyon görüşmelerine başladık, bir odak terör örgütlerini harekete geçirdi’ başlığı ile yan manşetten verdi. O gün bizden başka hiç bir yayın organı o konuşmayı buradan görmemişti. 5 yıl sonra gelen Davutoğlu’nun bu açıklamasından sonra bir gurur mu yaşamalıyım bilmiyorum. Çünkü kendisi hala net değil.
Erdoğan, Davutoğlu’nun CHP ile hükümeti kurması halinde kendisini Anayasal sınırlarına çekilmeye zorlayacağını ve zamanla da partiye hakim olup kendisini yalnızlaştıracağını düşünüyordu. Bu yolun sonu da 17-25 Aralık’ın yargılanması ve kendisinin de siyaseten tükenmesine kadar gidecekti. Nitekim Davutoğlu, 17 Aralık’ta adı geçen 4 bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi için de irade koymuş ama doğal olarak Saray’ın iradesi onu ezip geçmişti.
Cumhurbaşkanı, Davutoğlu’na güvenmiyordu. Koalisyonu kurmaması için AKP heyetinin içerisine özellikle Ömer Çelik’i yerleştirmişti. Çelik’in görevi Davutoğlu’na ‘göz-kulak olmak’ ve koalisyona taş koymaktı.
Meselenin bir de ‘derin devlete’ bakan yönü vardı. Cemaatin tasfiyesi yönünde tarihi proje hayata geçirilmişken Erdoğan’ı iktidardan düşürecek, siyaseten zayıflatacak, cemaate oksijen pompalayacak herhangi bir yol kazasına müsaade edilemezdi.
Birbiri ile bağımsız üç ayrı örgütü aynı anda harekete geçirebilme kudreti ve imkanı kimdeydi? Hem koalisyona karşı olup hem de şehit cenazeleri için düğmeye basabilecek el kimdeydi? Bu iddiada bulunduğuna göre bugün bunu açıklamak Ahmet Davutoğlu’na düşer.
AKP HEYETİNİN ÜYESİ OSMAN CAN: KOALİSYONU ERDOĞAN ENGELLEDİ
AKP’nin eski MKYK üyesi Osman Can, 29 Mayıs 2018 tarihinde Cumhuriyet’e verdiği röportajda, koalisyonu Erdoğan’ın engellediğini ifşa edecekti. Can, şöyle diyordu: “Koalisyon için iyi bir zemin ve eğilim olmasına rağmen gerçekleşmedi. Seçimlerden sonra ilk MKYK toplantısında CHP ile koalisyon seçeneği ağırlık kazandı. CHP ile görüşmeleri yürüten ekipteydim. (…) Davutoğlu’nun koalisyon eğiliminin devam ettiğini, ancak Cumhurbaşkanı’ndan gelen sinyallerin olumlu olmadığını gözlemledim. Nitekim zamana oynandı, koalisyon için somut adım yerine Başbakan görevi iade etti. Cumhurbaşkanı da hükümet kurma görevini Kılıçdaroğlu’na vermeyerek sürenin tamamlanmasını bekledi ve seçim kararı verdi. Davutoğlu’nun son yaklaşımı seçimlerde aynı sonuçlar geldiğinde artık CHP ile koalisyonun önünde bir engel olmayacağıydı. Ancak gelişmeler çok farklı yöne evrildi.”
İşte o evrilen yön, her gün tabutların geldiği ve şehit cenazelerinin olduğu bir yöndü. Erdoğan’ın kolunu tabutun üzerine koyup siyasi mesajlar verdiği bir yöndü.
7 Eylül’de Dağlıca saldırısı oluyor, 16 asker şehit düşüyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan o gece çıktığı ATV canlı yayınında, son dönemde yaşananlardan HDP’yi sorumlu tutarak “Eğer 400 milletvekilini alabilecek veya bir anayasayı inşa edebilecek sayıyı bir siyasi parti yakalamış olsaydı durum bugün çok daha farklı olurdu.” diyordu.
Saldırılar hız kesmiyordu.
8 Eylül’de Iğdır’da 13 polis hayatını kaybetti.
10 Ekim’de Ankara Garı önündeki patlamada 102 kişi can verdi.
Millet korkmuştu. Psikoloji, Sözcü gazetesinin 29 Temmuz 2015 tarihli “Lanet olsun!.. “ manşetindeki gibiydi. Gazetenin birinci sayfası büyük puntolarla yazılan şu cümlelerden oluşuyordu: “Milleti sonunda bunu dedirtir hale getirdiler!.. HDP acil kapatılsın, erken seçim olsun, AKP 400 vekil alsın, Tayyip başkan olsun. Yeter ki akan kanlar dursun! Şehit cenazeleri gelmesin!…”
7 Haziran-1 Kasım arasında 242’si sivil, 167’si güvenlik görevlisi olmak üzere 400’ün üzerinde insanımız hayatını kaybetti.
Türkiye, bu dehşet psikolojisi içerisinde 1 Kasım’da yeniden sandığa gitti.
AKP oylarını yüzde 49’a çıkarak 317 milletvekili ile tekrar tek başına iktidar oldu.
Anayasayı değiştirecek bir çoğunluk değildi belki ama en azından iktidarını muhafaza edebilmişti.
Başkanlık için Anayasa değişikliğine de sıra gelecekti.
Onun için de 15 Temmuz’un olması ve 250 şehidin kanı üzerine referandum sandığının kurulması gerekecekti.
DAVUTOĞLU ŞİMDİ BU SORULARA CEVAP VERMELİ
Ahmet Davutoğlu bu süreci çok iyi biliyor. 9 Haziran 2015 akşamı Saray’da yaptıkları toplantının içeriğinden başlamak üzere anlatabileceği yığınla karanlık sır var.
O zaman niye konuşmadığı, bu kadar kanlı planlar sahnelenirken neden isyan etmediği soruları muhakkak ki yerinde ve doğru sorulardır. Ancak bundan daha önemlisi Davutoğlu’nu bildiklerini açıklamaya teşvik etmektir. Üstü kapalı ve her yöne çekilebilen mesajlar vermek yerine Davutoğlu’na düşen, net bir şekilde bir devrin perde arkasını aralamaktır.
Şimdi kendisine sormak lazım: O süreçte kimin terörle mücadele ettiğini, kimin sizi yalnız bıraktığını bir yana bırakın; asıl o terör sürecini başlatan o odak kimdi, onu açıklayın. 5 yıl önceki o konuşmasınızda kastettiğiniz perde arkası güç kimdi? Tam da koalisyon görüşmeleri başlamışken IŞİD, PKK ve DHKP-C’yi eşzamanlı olarak harekete geçirenler kimlerdi? Kim koalisyondan rahatsızdı? Neden hükümet kurma çalışmaları ile terör saldırıları arasında bir bağ kurdunuz? Birbirinden bağımsız üç ayrı örgütü harekete geçirebilme kabiliyeti ve imkanı kimin elinde? Bu kadar gözü dönmüş, gözünü kan bürümüş, vahşetten bu kadar beslenen o caniler kimlerdi?
´´IŞİD, PKK ve DHKP-C’yi eşzamanlı olarak harekete geçirenler kimlerdi?´´
Hoca E. dedigniz ksinin yasadigi Ülke olabilir