Bundan önceki yazıda, Tümamiral Cihat Yaycı’nın 15 Temmuz gecesi Marmaris’teki otelde ne aradığını, neden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında olduğunu sorgulamıştık.
Bunun sebebinin, o sırada tuğamiral olan Yaycı’nın görevi ile bir ilgisinin olup olmadığı sorusunu da ortaya atmıştık. Yaycı, 15 Temmuz sırasında Harp Akademileri Çok Uluslu Müşterek Harp Merkezi Komutanı’ydı.
Burası, yine Harp Akademileri’ne bağlı olan Atatürk Harp Oyunu ve Simülasyon Merkezi (HOSİM) bünyesinde görev yapan bir komutanlık. Yeri de zaten HOSİM binasının ikinci katında.
HOSİM bünyesinde iç ve dış tehditlere karşı senaryolar yazılıp oynanıyor. Olaylar önceden simüle edilerek sanal tatbikatlar yapılıyor.
Buradan hareketle 15 Temmuz’un da önceden burada simüle edilip edilmediğini; Cihat Yaycı’nın da bu ‘senaryolara’ vukufiyeti nedeniyle o gece Erdoğan’ın hemen yanı başında olup olmadığını irdelemiştik.
****
Bu özetten sonra kaldığımız yerden devam edebiliriz.
O gece yaşananlar gerçekten de bir hazırlık yapıldığını, olayların önceden simüle edildiğini gösteriyor.
Bunun izlerini hem Yaycı’nın kendi ifadesi hem de yaşanmış olaylar üzerinden inceleyelim.
Gelin öncelikle Cihat Yaycı’nın ‘tanık’ sıfatı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği ifadeye yeniden göz atalım.
Şöyle diyor:
“15 Temmuz 2016 tarihinde hain darbe girişimi sırasında İstanbul Yeni Levent’te bulunan, Harp Akademileri’ne bağlı Çok Uluslu Müşterek Harp Merkezi’nde tuğamiral rütbesiyle görev yapıyordum. Önceden ailemle de yapmış olduğumuz planlar çerçevesinde Ramazan Bayramı sonrası 8 temmuz 2016 tarihinde 27 Temmuz 2016 tarihine kadar yıllık iznime ayrılmaya karar verdim. Bu nedenle izne ayrılarak İstanbul’dan eşimle birlikte ayrılıp Antalya ilinde eşimin ailesine ait yazlıkta tatil yapıp dinlendim. 11 Temmuz 2016 tarihinden itibaren de daha önce yer ayırttığımız, Marmaris ilçesinde bulunan Marmaris Palas Oteli’nde konaklamaya başladık.”
Burada bir mola verelim.
Adı geçen otel, Erdoğan’ın kaldığı Grand Yazıcı.
Recep Tayyip Erdoğan ve ailesi buraya hangi tarihte geliyor?
11 Temmuz’da.
Yaycı da aynı gün kayınvalidesinin yazlığından buraya geçiyor.
Ahmet Nesin’in de dediği gibi, orada yazlığı varken insan niye bu pahalı otele geçer ki?
Dahası; hemen oracıkta beş yıldızlı otel konforunda olan Deniz Kuvvetleri Aksaz misafirhanesini niye tercih etmez?
O yüzden demiştim; bu iki ismin aynı gün aynı otele yerleşmesini, asker olanın sivil olana sufle vermesini ve sonrasında Yaycı’nın 15 Temmuz sürecini yöneten en kritik adam haline gelmesini bir tesadüften ibaret görenler, yazının devamını okumasınlar diye…
****
İfadeye kaldığımız yerden devam edelim:
“15 Temmuz 2016 tarihinde Marmaris ilçesinde otelde akşam yemeği sonrasında eşim ve oğlum ile birlikte çay içtiğimiz sırada tahminen saat 21.30 ila 22.00 sıralarında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nda emniyet müdürü olarak çalışan, daha önceden tanıdığım Koray Öner telefon ile beni arayarak Ankara’dan aradığını, yanında Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ve Başsavcı Vekili Necip Cem İşçimen bulunduğunu söyleyerek ‘paşam darbe oluyor galiba’ dedi. Ben de daha önce darbe tehlikesi hakkında görüş alış verişinde bulunduğumuzdan ve bu görüşmeleri de bana telefon açan emniyet müdürü Koray Öner ile yaptığımızdan ve bu uyarımız çoğunlukla dikkate alınmadığını göz önüne alarak Koray Öner’in bana tatil yaptığım sırada şaka yaptığını zannettim.”
Burada bir mola daha alalım.
Acaba Cihat Yaycı, Emniyet Müdürü Koray Öner’i nereden tanıyordu?
Darbe tehlikesini defalarca nerede konuşmuş olabilirler?
Harp Oyunları salonunda olmasın?
Ayrıca o saatte Koray Öner ile Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak ve Vekili Necip İşcimen neden bir arada?
Daha sonra öğreniyoruz ki aslında dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek, HSYK Başkan Vekili Mehmet Yılmaz, Anayasal Suçlar Soruşturma Bürosu Savcısı Serdar Coşkun, Harun Kodalak ve Necip İşcimen hepsi Dikmen’deki Hakimevi’nde bir arada.
O gece kimse kimseye ulaşamazken; hatta MİT Müsteşarı Cumhurbaşkanı’na ulaşamazken, Özel Kuvvetler Komutanı bile Ankara’da bilinmeyen bir adreste sabaha kadar eşini teselli ederken yargının en tepesindeki isimler kolayca bir adreste toplanıyorlar.
Daha saat 01.00’de Savcı Serdar Coşkun, 15 Temmuz tutanağını hazırlıyor. Fakat ne hikmetse tutanağa daha olmamış olayları bir bir yazıyor.
Bunun belgesini, 4 Şubat 2019 tarihli “İŞTE 15 TEMMUZ’U SARSACAK BELGE: Savcı, olaylar daha olmadan tutanağa yazmış” başlıklı yazımda paylaşmıştım.
Serdar Coşkun, henüz gerçekleşmemiş olayları ve hiç bir zaman gerçekleşmeyecek olayları daha saat 01.00’de tutanağa nasıl yazabilmişti?
Sakın bir simülasyondan yola çıkılarak hazırlanmış olmasın?
****
Keza oradaki isimlerden Mehmet Yılmaz da bu tutanak imzalanır imzalanmaz saat 01.00’de yaklaşık 3 bin hakim ve savcıyı görevden alıyor. Bunu da kendisi ballandıra ballandıra anlatacaktı daha sonra.
Hemen yanlarındaki Necip İşcimen de daha sabah gün doğmadan NTV’ye bağlanıp darbeyi kimlerin yaptığını açıklayacak ve onlarla iltisaklı yargı mensuplarını görevden aldıklarını ilan edecekti.
Neden?
Askerlerden bile önce yargı mensuplarının görevden alınması sayesinde, sabahın ilk ışıkları ile birlikte başlayacak toplu tasfiyelere direnecek kimse kalmayacaktı.
Hepsi çok ince bir şekilde hesaplanmıştı.
Üstelik Koray Öner ile Yaycı’nın konuşması, Boğaz Köprüsü’ne giden İstanbul Emniyet Müdürü ile 1. Ordu Komutanı’nın bile daha darbe olduğunu anlamadığı dakikalarda gerçekleşiyor.
O sırada daha uçaklar bile havalanmaya başlamamış.
Fakat Ankara’daki Koray Öner durumu hemen anlıyor ve ilgili savcılarla bir araya geliyor.
****
Yaycı’nın ifadesine devam edelim:
“Önceden tanıştığımız, birlikte çalışma yürüttüğümüz Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Sayın Fahri Kasırga Bey’i aradım. Fahri Kasırga Bey bana, ‘Ne oluyor Paşam, hiç bir kuvvet komutanına ve Genelkurmay başkanımıza ulaşamıyoruz’ dedi. Ben de hain darbe girişimini FETÖ terör örgütü üyelerinin gerçekleştirdiğini, bu kalkışmanın emir komuta zinciri içinde olmadığını, bu nedenle kuvvet komutanları ile Genelkurmay Başkanı’nın derdest edilmiş olabileceğini, bundan dolayı kendilerine ulaşılamamış olabileceğini söyledim. Tedbir olarak da sayın Genel Sekreter’e kalkışmanın FETÖ’cü kalkışma olduğunu, Türk askerine ait olmadığını, emir komuta zinciri içinde yapılmadığını, halka duyurulmasını, polis ve halkın kalkışmacıların önüne çıkıp direnmesi gerektiğini, halkın direniş sırasında tamamının Türk bayrağı kullanması gerektiğini, diğer ülkelerin 2-3 saat gelişmeleri izleyip kazananın tarafında yer alacakları, teşebbüsün hemen engellenmesi gerektiğini söyledim. Sayın Genel Sekreter de aynı kanaatte olduğunu söyleyerek ben telefonda iken talimatlarını vermeye başladı.”
Bir mola daha…
Fahri Kasırga ile geçmişte “birlikte hangi çalışmayı yürüttüklerini” geçelim hadi.
Peki nasıl oluyor da o saatte daha kimsenin haber alamadığı komutanların derdest edildiğini anlıyor?
Daha Hulusi Akar’ın kendisi bile ‘derdest edildiğini’ anlamamış…
Cihat Yaycı, darbeyi kimlerin yaptığını da aynen tespit etmiş.
Çünkü bunlar defalarca çalışılmış olmasın sakın?
Devamı daha da ilginç…
Polis ve halkın sokağa çıkması gerektiğini söylüyor. Ne zaman? Daha Cumhurbaşkanı ekranlardan bu çağrıyı yapmadan önce…
****
Burada bir parantez açıp o gecenin bir diğer kritik ismi olan Şirin Ünal’ın bir telefon konuşmasını hatırlatayım.
Onu da 27 Mart 2019 tarihli “15 Temmuz, saat 21.30’da bir telefon: “Başkomutan halkı sokağa çağırıyor” başlıklı yazımda anlatmıştım.
Gölcük donanmada görevli Astsubay Hüseyin Gürler, saat 21.30 civarında Şirin Ünal’ın kendisine telefonda, “Başkomutanımızın emri var, meydanlara iniyoruz. Tanıdığın bütün arkadaşlarına söyle.” dediğini anlatıyor. Hem de mahkeme huzurunda. Hem de gerek avukatlar gerekse mahkeme başkanının ısrarla “21.30’da olduğuna emin misin?” sorularına “Evet, eminim” cevabını vererek…
Bakın daha ‘Başkomutan’ın halkı meydanalara çağırmasına 3 saat var.
Fakat AKP Milletvekili Emekli Tümgeneral Şirin Ünal da Tuğamiral Cihat Yaycı gibi önceden bunu biliyor.
Nereden?
Sakın bir simülasyondan olmasın?
****
Parantezi burada kapatıp devam ediyorum: Cihat Yaycı o kadar soğukkanlı ki o hengâme içerisinde her bir detayı düşünüyor ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga’ya milletin sadece Türk bayrakları ile çıkmasını sağlaması telkininde bile bulunuyor. O saatte herkes can derdinde iken kamu diplomasisini hiç ihmal etmiyor Yaycı Paşa.
“Çünkü” diyor, “Diğer ülkeler 2-3 saat gelişmeleri izleyip kazananın yanında yer alacak!”
Bu cümle de simülasyona uygun.
Nitekim her şey bir kaç saat içinde olup bitiyor.
Cihat Yaycı duruma tamamen hakim.
Ondan sonra yaşananlar; sivillerin vurulması, Meclis’in ve Saray kavşağının bombalanması, 10 tane askerle CNN Türk’ün basılması gibi normal bir darbe mantığı ile bağdaşmayan, darbecileri iyice nefret objesine dönüştürecek, halkın, polisin ve medyanın hıncını çoğaltacak hadiseler…
Meclis’i bombalamanın darbe ve darbeciler açısından hiç bir artısı, hiç bir mantığı, anlaşılabilir hiç bir tarafı yok.
Sabah 06.00’dan sonra, Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın kendisinin değil de yan tarafındaki kavşağın bombalanmasının da keza hiç bir makul izahı yok.
O gece normal bir askeri mantıkla, normal bir kurmay akılla izahı yapılamayacak onlarca hadise var.
Sadece Moda’da ve dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal etrafında yaşananlar bile yeteri kadar soru işareti barındırıyor.
Tutuklu Gazeteci Ahmet Altan’ın “Bir İtalyan parodisini andırıyor” dediği, dönemin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ‘internet oyunu’ yakıştırmasında bulunduğu olaylar serisi yaşandı o gece.
Ne demişti Biden: “‘Biz olaylar olurken bunun gerçek olup olmadığını veya bir internet oyunu olup olmadığını, ciddi olup olmadığını anlayamadık.”
****
Ama netice itibariyle maksat hasıl oluyor.
“Allah’ın lütfu” işte…
Koalisyon ortağı müşterek kuvvetler memnun.
Ama…
Ertesi sabah, Erdoğan’dan çok akıllıca bir hamle daha geliyor: O da Hulusi Akar’ı görevde tutmak.
Çoklarını köşeye yatırarak…
En önemli, en hayati görev Akar’ındır çünkü…
Vazifesini kusursuz bir şekilde icra etmiştir.
Ama bundan sonrası da en az 15 Temmuz kadar mühimdir.
Onun eliyle diğer tasfiyeleri de gerçekleştirecek ve asıl misyon öyle tamamlanacaktır.
Bunu da Hulusi Akar olmadan asla başaramayacaktır.
(Yakında başlayacak bir başka yazı dizim bu nokta üzerine oturacak.)
****
Şimdi tekrar Cihat Yaycı olayını düşünelim…
Zekai Aksakallı ve İsmail Metin Temel tasfiyelerinin devamı olarak elbette…
Yok Fetömetre’ymiş, yok Mavi Vatan’mış, yok ihaleymiş vesaire…
Bunların hepsi bahane.
Peki öyleyse sudan bahane ile gelen bu tasfiye bize ne söylüyor?
Erdoğan’ın aslında Yaycı’ya güvenmediğini ve ondan kurtulmak için sadece gününü beklediğini…
O halde hayatının en kritik gecesinde, onu en mahreminde tutmasının bir açıklaması olsa gerek.
Eğer Yaycı’ya güvenmeyen ve onu tasfiye etmek isteyenler Avrasyacılar olsa ve sahip çıkan da Erdoğan olsaydı durum bambaşka olurdu.
Burada tam tersi bir fotoğraf var karşımızda.
Ulusalcıların asıl derdi, kendi mevzileri. Burada Cihat Yaycı’yı önemsedikleri veya gerçekten onu savundukları yok.
Eğer siyasi ömrü yeterse Erdoğan böyle böyle hepsini tasfiye ediyor ve edecek.
En son kimin ve neyin tasfiye edileceğini de hep beraber izleyeceğiz.
İşte bu da benim simülasyonum.
Dileyen sadece bir ‘harp oyunu’ deyip geçebilir dileyen komplo teorisi diyebilir dileyen de uygulamadaki reel yansımalarına bakıp üzerine kafa yorabilir.
Mobil de bu yazı çıkmıyor. Sitenin mobil versiyonu ile pc versiyonu farklı, mobilde anasayfa tıklıyorum süleyman soylu yazıları var tek arama kısmına cihat yazıyorum gene bu yazı çıkmıyor
Bu problem bazen oluyor, ilgileneceğim. Teşekkür ederim.
Hep parantez açıyorsunuz ama kapanmıyor. Hep araya başka konu giriyor. Soru çalma mevzusunu açacağım bylock sendika banka tüm dönen dolapları yazcam demiştiniz kaldı öyle.
Süleyman Soylu üzerinden derin devleti anlatacaktınız o yazı dizisi bitti galiba, ama pek bir derin devlet tablosu yoktu. Siyasi parti ilişkileri, network kasmış adamlar.
Hulusi akar’ı da yazı dizisi yapacaksınız anladığım kadarıyla, o da cemaatçi. yaycı’nın ipini çeken de o, erdoğan değil. Erdoğan neden yaycıya güvenmesin ki
Bu söylediğiniz problem kaçınılmaz olarak hep var olacak. Yani gündem değiştikçe maalesef araya başka konular girecek. Sonuçta bir haber sitesi değilim, aynı anda bir kaç gündemle alakalı haber ya da analiz giremiyorum. İster istemez parçalara bölünüyor. Fakat Soylu yazı dizisini noktalamadım. Kaldığım yerden devam edeceğim. Yalnız bir yanlış anlama olabilir. Soylu üzerinden derin devleti anlatma motivasyonu ile başlamadım yazı dizisine. Sadece Soylu’nun hikayesini ve yazılmamış biyografisini kaleme alıyorum.
Bylock, sendika vs konularına gelince… Sanırım siz her şeyi bir çırpıda, aynı anda, eşzamanlı olarak bir kaç günde yazıp bitirmemi bekliyorsunuz. İnsaf edin, ben de insanım:)
“Bana göre bizdeki en büyük yanılgılardan biri devleti derin devletten, derin devleti Ergenekon’dan, Ergenekon’u Avrasyacı’lardan ibaret sanmaktır.
Bence de Süleyman Soylu bugün artık devletin bir yerine tekabül eder hale gelmiştir.”
Evet yazı dizisi bitti sanmıştım, bu kısmı merak ediyordum sonlara doğru Soylu devletin neresine tekabül ediyor. Ve derin devlet avrasya ergenekon bunları çorba etmemiz üzerine.
Kolay gelsin