Bu yazıya, bir önceki bölümden bir bakiye ile başlamak istiyorum.
Düzeltme de diyebiliriz.
5. bölümü bitirirken Mustafa Özcan’ın vizesi olmadığı için Mısır’a gittiğini yazmıştım.
Fakat edindiğim son bilgilere göre gerçek sebep bu değildi. Özcan’ın yeşil pasaportu vardı ve rahatlıkla bir Avrupa ülkesine de gidip yerleşebilirdi. Nitekim aynı dönem Almanya’yı ve diğer birkaç Avrupa ülkesini daha dolaşmıştı.
Fakat Gülen’den dolayı onun asıl gitmek istediği yer Amerika’ydı.
Mısır’a gitme nedeni ise biraz karışık.
Yaptığı bazı icraatlar, gizli görüşmeleri, toplantıları, Cemaat içi ‘paralel’ yapılanması şikâyet konusu oluyor. (Bunlara ilerleyen bölümlerde değineceğiz.)
Gülen kızıyor ve Mustafa Özcan’ı Mısır’a tayin ediyor. O da Kemalettin Özdemir durumuna düşmemek ve “Gitmedi” dedirtmemek için sadece ‘görüntü vermek’ maksadı ile kısa bir süreliğine Mısır’da bulunuyor.
İşte tam bu esnada vize için müjdeli haberi alıyor.
Hikâyenin geri kalanı anlattığım gibi…
Yani Mısır’da iken ABD Ankara Büyükelçiliği’nden arandığı, pasaportunu Türkiye’ye gönderdiği ve 8 yıl aradan sonra kendisine vize verildiği detayları net.
2015 Şubat ayında Amerika’ya gidiyor. Gülen’in ikamet ettiği kampta kalıyor.
Bir süre sonra tekrar Avrupa’ya dönüyor. İngiltere’de ve Almanya’da bulunuyor.
15 Temmuz’dan 1 hafta önce de yeniden Amerika’ya, kampa dönüş yapıyor.
****
Şimdi asıl bu bölümün konusuna geçelim.
Birçok okuyucu, “Kimin parasını kimlere peşkeş çekmişler” şaşkınlığını ve üzüntüsünü yaşıyor.
Özcan’ın hükmettiği bu paraların ne parası olduğunu da merak ediyorlar.
Onu anlatacağım.
Zira, konumuzla, yani 15 Temmuz’a giden süreçle de yakından ilişkisi var.
Zaten normalde para ilişkileri başlı başına bir konu ve belki de ayrıca ele almak gerekecektir.
Ancak ben 15 Temmuz’a bağlanan yönleri ile de burada bir miktar konuya dahil olacağım. Özcan’ın Cemaat parası üzerinden kurduğu ‘imparatorluk’, küçümsenmemesi gereken bir detay.
Parayı takip etmek lazım.
****
Önce bu paranın ne parası olduğundan başlayalım.
Bu bir çeşit ‘örtülü ödenek’.
Buna ‘yüzde 15 kasası’ deniyordu.
Cemaat içerisinde toplanan bütün paranın yüzde 15’i bu kasada tutuluyordu.
Bütün illerde ve birimlerde toplanan himmetlerin yüzde 10 ila 15’i bu kasaya gönderiliyordu. Bölge imamları, il imamları ve birim sorumluları her ay düzenli olarak bu yüzdeleri merkez kasaya aktarıyordu.
Hatta bazı imamlar bu paralara Mustafa Özcan’ın muhasebecisinin adını takmışlar, kendi aralarında öyle kodluyorlardı.
Maaşlardan ‘himmet’ olarak alınan yüzde 10’lar da bu kasada toplanıyordu.
Sadece yurt içi de değil. Avrupa’da toplanan himmetlerin, bağışların veya diğer gelirlerin de belli yüzdeleri M.Özcan’ın kontrolündeki bu kasaya kalıyordu.
Özcan’ın sırf bu yüzden 2010’lardan sonra her ay Almanya’yı ziyaret etmeye başladığı yönünde bilgiler var. Çünkü bu ülkede ciddi bir finansal potansiyel olduğunu görmüştü.
Avrupa’dan bu kasaya aktarılan paraların yıllık ortalama 3 milyon euro olduğu belirtiliyor.
****
Aynı şekilde kurban paralarının belli bölümlerinin de bu kasaya aktarıldığı ifade ediliyor.
Hangi kurban paraları mı?
Misal olarak Afrika’da kurban kesilecek. Hayır sahiplerinden hisse olarak örneğin 100 ila 120 Euro civarında bir miktar talep ediliyor. Ancak kurban, 20-30 Euro civarına kesiliyor. Kalan miktar hiçbir kayda girmeden başka harcama kalemlerine yöneliyor. Bunlardan biri de “yüzde 15 kasası”.
Meselâ sadece 2006 yılında Etiyopya’da tam 40 bin kurbanın kesilmediği, kesilmiş gibi tevillere gidildiği ve bu paraların belli kısmı başka harcamalara giderken ilgili oranın da ‘merkezî kasa’ya aktarıldığı ileri sürülüyor.
Neden 2006 yılı ve Etiyopya örneği veriyorum? Çünkü bir Cemaat görevlisi o yıl aldığı bir duyum üzerine bu iddiaları özellikle araştırıyor ve söylentilerin üzerine gidiyor. Sonuçta yukarıda anlattığım gerçeği ortaya çıkarıyor.
Yıllarca bu organizasyonlar içerisinde yer almış aynı yetkili, sadece Afrika üzerinden elde edilen kurban “kârlarının”, yani gerçek hisse tutarından arta kalan meblağın yıllar içerisinde 100 milyon Euro’yu geçtiğini bildiriyor.
Aynı kişi, bunun hesabını sormak üzere çok uzun bir süre uğraşmasına rağmen hiçbir sonuç alamayınca sırf bu nedenle hiyerarşi ile yollarını ayırdığını da özellikle vurguluyor.
****
Peki bu ‘örtülü ödenek’ veya ‘yüzde 15 kasası’ nereye harcanıyordu?
Bir; maaşlara. Merkezden maaş alan herkesin aylıkları bu kasadan ödeniyordu.
İki; yatırımlara. Örneğin Kırgızistan ve Tacikistan’daki AVM’ler ile Kazakistan’daki hastanenin buradan yapıldığı belirtiliyor. Şimdi bu AVM’lerden biri satıldıktan sonra parasının nerede olduğu, kimin hesabına yattığı ve bulunduğu ülkenin kara para soruşturmasına takılıp takılmadığı merak konusu.
Üç; hususi hizmetlerin ihtiyaç duyacağı bazı ödeneklere. Mustafa Özcan’ın özel olarak maaşa bağladığı isimler de buna dahil. Ödenen çanta çanta paralar, komisyonlar, pahalı hediyeler buradan karşılanıyordu. Bazı cemaat yöneticilerine gönderilen zarflar da bu kaleme dahildi.
Dört; maddi imkânları kısıtlı ülkelerin takviyesine. Ülkelerin derken tabii ki Cemaat’in o ülkedeki varlığını kastediyorum.
Beş; sübvansiyona ihtiyaç duyan Cemaat kurumlarına.
****
Bu kasada biriken toplam miktarın büyüklüğünü Mustafa Özcan ve birkaç kişi hariç kimse bilmiyor. Çünkü kayıtsız bir meblağ.
Bunun kontrolünü kimse yapamadığı gibi hesabını da kimse soramazdı.
Denetime tabi bir kasa değildi.
Paralar tek bir yerde durmuyordu. Özcan’ın belirlediği birkaç farklı adres vardı. Örneğin bir muhasebe ofisi, bir hastane kasası ve Bank Asya’daki çeşitli hesaplara dağıtılıyordu.
Tayyip Erdoğan‘ın ‘havuz sistemi’nden farkı, devlet ihalelerinden alınan komisyonlarla değil de hayırseverlerin gönüllü olarak kendi ceplerinden verdiği himmetlerden yapılan kesintilerle oluşturulmuş olması.
****
Peki bütün bunları neden anlatıyorum?
Konumuzla, yani Cemaat’in 15 Temmuz’a sürüklenmesi ile bunun ne alâkası var?
Çok ilgisi var; çünkü mali gücün verdiği imkânlar ve bu kasayı daha da büyütme hırsı, işleri rayından çıkaran hususlardan bir tanesi.
Zamanla Mustafa Özcan ve adamları, gelir getirecek her türlü parlak projeye veya şirkete ilgi duyar hale geldi.
Agresif bir şekilde piyasa yoklaması yapıyor ve zor durumda olup da kâr getirecek şirketler için devreye giriyorlardı.
Bunlardan bazıları, 15 Temmuz’a giden süreçte çok anahtar rol oynayacaktı. Detaylarına ilerleyen bölümlerde gireceğiz. İlerleyen her bölümde bunu daha net göreceksiniz.
Zaten bütün bu para ilişkilerinden bahsetme gerekçem de bu.
Bazı hususi birim imamları da şirketler kurmaya, kendi sorumlu oldukları kurumlardan büyük devlet ihaleleri almaya, lüks arabalara binmeye başlıyor.
Bu da ‘devlet’ ile Cemaat içinden bazı kişiler arasında geçirgenlikler oluşmasına yol açıyor. O açılan kanal veya köprülerden kimlerin geçmeye başladığını da resmedeceğim.
Bunlar, 15 Temmuz’a giden sürecin en önemli ayakları arasında.
****
Aynı şekilde Cemaat’in geleceğini şekillendirme ve Gülen sonrası hesaplarda da önemli bir enstrüman para.
Cemaat içerisindeki yaygın bir söylentiye göre birimlerin paraları yurtdışına çıkarıldı.
Mustafa Özcan ve Ali Çelik’in de yüklü bir para çıkardığı söyleniyor. Çelik, “Tek bir kuruş bile çıkarmadık,” diyor ama Cemaat içerisinde belli bir seviyenin üzerindeki herkesin dilinde bu.
Bu paraların İngiltere, Almanya, Hollanda ve ABD’de farklı adreslerde toplandığı ifade ediliyor.
Bilhassa İngiltere’de kurulan şirket ve fonlarda…
“Hizmet’in parasını bu sayede kurtardık yamyamların elinden,” diyorlar.
****
Buradaki bir diğer problem şu; Cemaat ile şahıslar birbirine karışmış durumda.
Paranın ne kadarı şahısların, ne kadarı Cemaat’in belli değil. İzler birbirine bulaşmış.
Geçmişte bu şekilde büyük sıkıntılar yaşandığı bilindiği halde üstelik.
Bazı kurumlar ve şirketler, resmiyet açısından gerçek kişiler üzerine yapılıyor.
İnsanların keyfine, karakterine dayalı, güven esaslı yürüyen işler bunlar.
Şimdi bu risk tavan yapmış durumda.
Ve kimseye hesap vermiyorlar.
Satılan Cemaat okulları ve müesseselerin paralarının da İngiltere’deki bir fona aktarıldığı biliniyor.
Bu da tabii ki şahıslar üzerine.
Haliyle bir kaç yıl sonra bu para, fon ve şirketlerin ne şekilde kullanılacağı muamma.
Keza, Cemaat’in bir numaralı gündeminin ‘muavenet’, yani ihtiyaç sahiplerine el uzatma olduğu vurgulanırken bu kadar yüksek meblağların farklı farklı güç adacıklarında toplanması, grup ve grupçukların inisiyatifine terk edilmiş olması da tepki çeken bir hâl.
Konuşulanlara göre, herkes yarın için yığınak yapıyor.
Bunların hepsini tek tek açmak mümkün ama bu dizinin konusu değil.
Konuyu dağıtmamak ve mecrasından saptırmamak için bunları başka yazılara bırakalım.
Bir sonraki bölümde Mustafa Özcan’ın ekipçilik damarını ve Cemaat içinde kurduğu “paralel Cemaat”i işlemeye başlayacağız.
15 Temmuz akşamı gördüğünüz bazı olaylar ve Akıncı’daki siviller bu damarın uzantısı çünkü.
Allah hesabını sorsun, soracaktır da! Bazen sigortaları yatırmadılar, çoğu kez eksik yatırdılar, maaşları kimi zaman eksik kimi zaman geç yatırdılar. Gariban insanların samimi fedakarlık duygularını kullandılar. Bu hükümeti ve yöneticileri sevmiyorum ama en az onlar kadar yüzbinlerce masumun vebalini taşıyanlara da kızıyorum. Şimdi işlerinden atılan, hapislerde yatan, anne babalarından ayrı bırakılan, Meriç’te, Ege Denizi’nde vefat eden, yaşadığı travmalardan dolayı canına kıyan insanların hesabını sadece hükümettekiler mi verecek, onca kul hakkına girenler vermeyecek mi???
Han-ı Yağma
Bu sofracık, efendiler – ki bekler yutulmayı
Huzurunuzda titriyor – şu milletin hayatıdır
Şu milletin ki acılı, şu milletin ki can çekişir!
Fakat sakın çekinmeyin; yiyin, yutun hapır hapır.
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler, pek açsınız, bu çehrenizde bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün yarın kalır mı, kim bilir?
Şu nimetler sofrası bakın, gelişinizle övünür
Bu hakkıdır gazânızın, evet, o hak da elde bir…
Yiyin efendiler yiyin; bu iç açıcı sofrası sizin;
Doyunca, tıksırınca. çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün hu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say:
Soy sop, şeref, gösteriş, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır kolay kolay…
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı, yok zarar;
İhtişamın gururu var, intikamın sevinci var.
Bu sofra iltifatınızdan işte böyle ısınır ve ışıldar
Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…
Yiyin efendiler yiyin; bu can katan sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir ne varsa malını,
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayâlini,
Olanca rahatını, gönlünün tüm dileğini,
Hemen yutun, düşünmeyin harâmını, helâlini…
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!
Bugün ki mideler sağlam, bugün ki çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
Yiyin efendiler yiyin; bu cümbüşlü sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bal tutan parmağını yalar.
Bu sofracık, efendiler – ki bekler yutulmayı
Huzurunuzda titriyor – şu milletin hayatıdır
Şu milletin ki acılı, şu milletin ki can çekişir!
Fakat sakın çekinmeyin; yiyin, yutun hapır hapır.
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Efendiler, pek açsınız, bu çehrenizde bellidir;
Yiyin, yemezseniz bugün yarın kalır mı, kim bilir?
Şu nimetler sofrası bakın, gelişinizle övünür
Bu hakkıdır gazânızın, evet, o hak da elde bir…
Yiyin efendiler yiyin; bu iç açıcı sofrası sizin;
Doyunca, tıksırınca. çatlayıncaya kadar yiyin!
Bütün hu nazlı beylerin, ne varsa ortalıkta say:
Soy sop, şeref, gösteriş, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır kolay kolay…
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı, yok zarar;
İhtişamın gururu var, intikamın sevinci var.
Bu sofra iltifatınızdan işte böyle ısınır ve ışıldar
Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…
Yiyin efendiler yiyin; bu can katan sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Verir zavallı memleket, verir ne varsa malını,
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayâlini,
Olanca rahatını, gönlünün tüm dileğini,
Hemen yutun, düşünmeyin harâmını, helâlini…
Yiyin efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çatırdayan ocak!
Bugün ki mideler sağlam, bugün ki çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
Yiyin efendiler yiyin; bu cümbüşlü sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Tevfik Fikret
Ahmet Bey Merhabalar,
Yazilarinizi duzenli olarak takip eden birisi olarak, bu kismin zayif kaldigini dusunuyorum. Somut orneklere, isimlere, kurumlara yer vermemissiniz.
Ben yazının hicbir yerinde somut, delillendirilmiş bir iddia görmedim. Adı geçen şahısların parayı zimmetine geçirdiği de söylenmiyor. Aksine ‘para hırsı yoktu’ deniliyor. Hal böyleyken bu ‘yiyin efendiler yiyin’ zırvası niye? Klasik Ahmet Dönmez aforizması içi boş iddialarla dolu bir yazı işte. Yazık ettin kalemine Dönmez.
O kadar içi boş iddialar olduğumuzdan eminseniz siz delillerle bu iddiaları boşa çıkarınız. Yoksa sizde mi kampa giremem korkusuna kapılıp Ahmet Dönmez e saldırıyorsunuz?
Yazıyorsun ama okumuyorsun, kardeş, muhatapların sorulara cevap vermesi lazım ki biz de aydınlanalım, eğer Ahmet D yalan söylüyor ise o zaman onunla hesaplaşırız…
Bir de şöyle ‘Karanlıklar Prensi’ falan demen yok mu? Yazıyı soslamalar falan…Yahu Allah’ın aşkına adamın attığı her adımı yazmışsın, yaptığı her işi öğrenmişsin güya…Eğer doğruysa bu adam nasıl karanlıklar prensi oluyor? Herşeyi açıktan yapmış. Ya doğru değilse….Vay haline Dönmez…
Ya doğruysa vah senin haline
Elbette bu yazılanlar bir iddia. Muhatapların cevapları ile beraber okunmalı.
Gazeteci, fikr-i takip yapar, yapmalı da.
Sonra ne mi olur?
Iyi insansa biri, dünyada hatası ortaya çıkar.
Ben bi Tacikistanli olarak cemaatin Tacikistanda herhangi bir AVM olmadi, buna neye binayen soylediginizi bilmiyorum ve bu yazinizda kanit olarak hicbirsey gormedim.
Artık iftiraya başlamışsın kullanılıyorsun gibime geliyor.
Yazılan hususların yenilir yutulur şeyler olmadığı için hazmedilmesi zor. Saf arkadaşlarda savunma mekanizması çalışmış.Anlaşılmayacak birşey yok. Birileri cemaat içinde karanlık odalarda kendinden menkul planlar yapmış belli ki.. Derin Devlet bu odalara da sızmış ve bu şahısları kullanmış. Hesabını da garip gurabaya kesmiş. Bu şimdi bir şekilde deşifre ediliyor. Hizmet etme amacı taşıyan tabanın -meğer birilerinin farklı işleri ajandası da varmış- dendiğinde onca travmatik olandan sonra bunu kabullenmesi zor. Yoksayması ise kolay zira kabul etse yaşadığı travma ağırlaşacak.
Ahmet Bey’in yazdıklarının bazı kısımları yıllar önce olmuş ve ben dahil insanların kulaklarına gelen şeyler; ancak birçoğunu da yeni duyuyoruz. Ancak yazı dizisinde tek kanıt yok, delil, belge yok. Hemen hemen tamamı söylenti veya yazıda ifade edildiği şekliyle “konuşulanlara göre”. Bu arada bazı nüanslardan anlaşıldığı üzere konuşanların, bir çoğu da bir dönem Hizmet ile teması olmuş ama sonradan yollarını ayırmayı tercih etmiş insanlar; satır aralarından anlaşıldığı üzere genelde de çok da iyi ayrılmamışlar. Bir olayı yazarken kaynaklarınızın bir çoğu bir kişi ile (kurum da olabilir) kavga ederek ayrılmış birileri ise, yanlış yönlendiriliyor olma ihtimaliniz çok yüksek olur. İnsanların hakkına giriyor, belki daha önemlisi (belki de farkında olmayarak) hakikatı eğip büküyor olabilirsiniz. Böylesi hassas olan konularda çok daha fazla dikkatli olmak gerekiyor.
Ayrıca Ahmet Bey’in iddiasına göre Hocaefendi’ye gidebilecek tüm haber kanallarını yönlendirip sadece kendi istedikleri bilgilerin gitmesinin sağlanması durumu Ahmet bey için de geçerli olabilir mi acaba? Ahmet bey, kendisinin Hocaefendi’den daha müdakkik, zeki ve tecrübeli olduğunu düşünüp, “ben bunların farkındayım, ama ben yutmam böyle numaraları” diye düşünüyor olabilir.
Özetle:
Birsürü iddiada bulunacaksın, iddialarla alakalı kaynakların suçladığın kişi veya kurumlar ile kavgalı insanlar olacak. Ortaya bir tane bile somut belge (belge diyorum, “söz” değil) koymayacaksın. Sanıyorum böyle olmamalı!
Böyle olursa, istediğiniz her kişiyi yerin dibine de sokabilir, arş-ı alaya ya çıkarabilirsiniz.
Ayrıca ben ‘duyduklarımı’ yazarım, varsa cevabı göndersin, onun da uygun kısımlarını yine yayınlarım demek de ahlaki değil! Birşeyi iddia ediyorsan, kusura bakma ispat edeceksin. İspat edemiyor isen yazmayacaksın!