Nazi dönem filmlerinde görmüşsünüzdür onları.
Toplama kamplarında, kendi Yahudi soydaşlarına eziyet ederken…
Kapo deniyordu onlara.
Naziler tarafından göreve getirilmiş Yahudi kamp bekçileri…
Hitler’in SS subayları ile anlaşma yapan, onlar tarafından diğer ‘mahkumların’ başına gardiyan olarak verilen ‘sivil onbaşılar’…
Kamplarda kendi ırkdaşlarına, kendi dindaşlarına eziyet eden ‘fonksiyonel Yahudiler’…
‘Onlardan’ olmadıklarını ispatlamak için milletine yer yer SS’lerden daha gaddar davranan işbirlikçiler…
Çünkü Holokost‘un mimarlarından Heinrich Himmler, bunu özellikle tercih etmişti.
Çünkü ‘aralarından’ birilerini seçtiğiniz takdirde insanlıktan nasıl çıkabileceklerini teorik olarak çok iyi biliyordu. Bunu, Kapo’larla ilgili yaptığı bir konuşmada açıkça dile getirmekten de çekinmemişti.
Biliyordu çünkü.
Sistem, kurbanı kurbana ezdirmek üzere tasarlanmıştı.
Böylece hem maliyetleri düşürüyorlar hem daha kesin sonuçlar elde ediyorlar hem de birbirlerine vurduruyorlardı.
Gaz odalarına gönderileceklerin isimlerini Kapo’lar belirliyordu örneğin.
Listeler yapıyorlardı.
Sırf canları bağışlansın diye veya bir tas fazladan yemek, bir paket fazladan sigara, bir kat fazladan kışlık kıyafet, bir şişe şarap veya aklınıza gelebilecek diğer ayrıcalıklar için…
Ve bu imtiyazın devamını sağlayabilmek adına tutsakları öldürmek dahil her türlü iğrenç yola başvuranlar oldu.
****
Kelimenin kökeni ile ilgili İtalyancadan, Fransızcadan ve Almancadan farklı yorumlar var. Ancak genel olarak sivil kamp polisi anlamına kullanılıyor.
Bugün artık herkesçe kabul ediliyor ki, eğer Kapo’lar olmasaydı Naziler bu kadar çok kampın yönetimini sorunsuz bir şekilde sürdüremeyecekti.
Ancak yine de tarihsel olarak onların da çoğu artık ‘kurban’ olarak kabul ediliyor.
Çünkü çoğu Naziler tarafından zorla seçilmiş ve işbirliğine zorlanmıştı. Suça bulaştırılmışlar ve ölümle Kapo olmak arasında tercihe itilmişlerdi.
Bir de düşük karakterlerinden dolayı gönüllü olarak bu işi yapanlar ve daha çok yarışanlar vardı.
Bizim asıl konumuz onlar.
****
İnsan değişmiyor çünkü…
Korkuları ile menfaat hesapları arasında… Zayıflıkları, küçük çıkarları, beklentileri ve ilkel dürtüleri ile insan hep aynı insan.
Her devirde ve her toprakta değişik dilde Kapo’lar bulabilmek mümkün.
Diktatörlerin olduğu her yerde var olacaklar.
Bir yerde kolektif ceza ve kolektif cezalandırma varsa orada bu tür ‘fonksiyonel cadı’lar da çıkacaktır.
Her devirde ve her toprakta değişik renkte Kapo’lar bulabileceksiniz.
Bizimkiler ‘AK Kapo’lar…
Adı AK ama kendi kara bu sürecin kapkara Kapo’ları…
Onlar bir zamanlar Cemaat’in içinde yer alan veya Cemaat’ten nemalanan kamu görevlileri olup bugün zulm edenler…
Listeler yapıyorlar, listeler veriyorlar, işkenceler yapıyorlar, adam öldürüyorlar, cadı avını sürdürüyorlar.
****
“Gökten ne yağar da yer kabul etmez?” diyen bir Cumhurbaşkanı ile AKP’ye katılıp katılmayacağını bile 2 kez Fethullah Gülen’e soran bir İçişleri Bakanı’nın yönettiği bir kitlesel kıyım sürecinde elbette en ön saflarda ‘Kapo’lar’ olacak.
Emniyette, askeriyede, yargıda, bürokraside ve dahi mahallelerde dahi baş rolü onlar üstlenecek.
Herkesten daha çok onlar taş atacak, herkesten daha hızlı onlar vuracak ve herkesten daha fazla onlar bağıracaktır.
Oluşturulan ‘FETÖ borsası’ düzeneğinde de en fazla parsayı onlar toplayacak, ceplerini en fazla onlar dolduracaktır.
****
Bu dizide sizinle bazı isimler paylaşacağım.
Temel ölçütüm; geçmişte kendisi de Cemaat’le bağlantılı olup bu süreçte sırf Cemaat’ten diye suçsuz insanlara zulmediyor olmak. Sırf Cemaat gönüllüsü diye insanlara işkence yapıyor, ayrımcılık ve nefret suçu işliyor, hukuk ve vicdan dışı muamelelerde öne geçiyor olmak…
Şunun farkındayım: Bu konuda ne yazarsam yazayım ve ne kadar örnek verirsem vereyim, eksik kalacak.
Sadece isimlerin fazlalığından değil, yaşadığımız pespayeliğin derinliğini tarifte de aciz kalacağımdan ötürü…
****
Öncelikle “Kimse bizden acıma beklemesin” diyerek her türlü insandışılığa ‘yetki’ veren bu devrin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya bir bakalım. Onun Cemaat bağlantılarını bir hatırlayalım…
Çünkü ‘Oberkapo’ yani ‘baş Kapo’ ûnvanını hak edecek bir karakter o.
Bir zamanlar Cemaat sohbetlerine katılıyordu. Daha doğrusu Cemaat onun için özel bir sohbet grubu tesis etmişti. Sohbet abisi de Gülen’in ‘başmollası’ sayılan, Adil Öksüz’ün de eniştesi olan Cemal Türk’tü.
Gazeteci ve Yazarlar Vakfı’nın gediklileri arasındaydı.
Demokrat Parti’nin liderliğinden ayrıldıktan sonra farklı şehirlerde gerçekleştirdiği 2010 anayasa değişikliği referandumu toplantılarından 10 tanesini Cemaat finanse etti. Ayrıca kendisine Cemaat kasasından para da veriliyordu.
****
Referandum sonrası Gülen’i ziyarete Pensilvanya’ya da gitti.
Detaylarını, “Hazım Sesli, AKP içi iktidar savaşına mı kurban gitti? (2)” ve “Soylu, AKP’ye geçmeden önce Gülen’e danıştı” başlıklı yazılarda anlatmıştım.
Buna göre Soylu, Gülen’le yediği öğle yemeğinde kendisine, “Efendim buraya herkes gelmek istiyor. Böyle güzel hizmetlerin başındaki zâtı, âhir ömrümde görmeden ölseydim eksiklik sayardım bunu kendime,” ifadelerini kullanıyor.
Kısa süre önce Hacca gittiğini anlatırken, “Orada sizin arkadaşlara da rastladım, gözyaşları içinde size dua edenleri gördüm,” diyor.
Karşılıklı hediyeleşmeler oluyor.
Orada bir gece misafir edilen Soylu, AKP’ye katılacağı zaman da iki kez Fethullah Gülen’in fikrini soruyor, adeta ondan izin istiyor.
AKP’ye katıldıktan sonra da dersanelerin kapatılmaması için elinden geleni yapacağına dair söz veriyor.
Fakat tutmuyor.
Çünkü devlet içerisindeki eğilimi çok iyi kavramış ve gidişatı çözmüştür.
Artık onun için yeni bir pozisyon alma vakti gelmiştir.
Bir gün ‘devlet’, Cemaat’in tepesine bineceği zaman en önde o olacaktır.
15 Temmuz’un hemen ardından başlayacak toplu kıyım devrinin içişleri bakanı olarak onun seçilmesi anlamsız değil.
Çünkü kendi geçmişini kapatmak için en acımasız o olacaktır.
****
Onun başında olduğu bakanlık ve kendisine bağlı polis teşkilatı, Cemaat mensuplarına toplu operasyonlar yapıyor.
İşkence ve kötü muamele rutine bağlanmış durumda.
Göreve getirdiği müdürler de organizasyonun baş failleri konumunda.
Örneğin en yakın adamlarından kaçakçılık ve organize suçlardan sorumlu Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Resul Holoğlu, geçmişte Cemaat’le bağlantıları olan bir isim.
Onu, Sedat Peker’in paylaşımlarından anımsayacaksınız. Özellikle Sezgin Baran Korkmaz’ın Süleyman Soylu tarafından Ankara’ya çağrılarak yurtdışına çıkması yönünde baskı uygulanması sürecinde ismi geçmişti.
Soylu’nun takımında en kilit isimlerden biri.
Gizli tanık ‘Garson’, yani Cemaat’in en önemli mahrem imamlarından Turgut Çapan’ın verdiği listeler içerisinde onun da adı geçiyor. Listelerde Holoğlu’nun, Cemaat’le iltisaklı emniyetçiler arasında zikredildiğin iddiaları var.
Bu listelerin elde edilmesinin ardından 12 bin kişi KHK ile ihraç edilip bir o kadarı tutuklanırken operasyonların başındaki isimlerden biri Resul Holoğlu’ydu.
Fakat Cemaat içi kaynaklardan edindiğim bilgilere göre kendisi de geçmişte Cemaat’le temas halindeydi. Ülkücü bilinen bir polis müdürü ama Cemaat’le de arasını hep sıcak tuttu.
İddialara göre Holoğlu, Ramazan Akyürek’in İstihbarat Daire Başkanlığı’ndan alınmasının ardından yeni başkanın atanma sürecinde Cemaat kadrolarının lehinde çalıştığı 4 isimden biriydi.
O dönem Daire Başkanı olarak atanan Ömer Altıparmak, Cemaat’in listesindeki bir isim değildi mesela ama Altıparmak daha sonra tutuklanırken Resul Holoğlu’na bir şey olmadı. Tam tersine Holoğlu, gözaltı emirlerini veren taraftaydı.
Ayrıca Bylock kullandığı ve Bank Asya’da hesabının olduğu yönünde bilgiler var. Bunu, teşkilatın en tepe yöneticilerinin dahi bildiği ve zaman zaman kendisine karşı kullandıkları iddiaları ile karşılaştım.
Fakat onlar, sırf bu gerekçelerle binlerce insanın hayatını karatttılar.
Hatta Garson’dan ele geçirilen listelerde oynama yaptıkları, bu listelerde yer alan bazı isimleri çıkardıkları veya kategorilerini değiştirdikleri ileri sürülüyor.
Bu fişleme listeleri, Emniyet ve İçişleri’ndeki bütün memurları kapsıyordu. Cemaat’in mahrem birimi, isim isim bütün memurları fişlemişti. Cemaatten olsun, olmasın, herkesi eşleri ve çocuklarına varıncaya kadar excel tablolarına kaydetmişlerdi.
Burada isimler Cemaat bağlılıklarına veya karşıtlıklarına göre kodlanmış ve sınıflandırılmıştı.
Onlara derecelerine göre farklı numara ve kodlar verilmişti. O kadar teferruatlı çalışılmıştı ki onlarca farklı kod kullanılmıştı. Neredeyse her durum için ayrı bir başlık açılmıştı.
Resul Holoğlu’nun ‘C’ kategorisinde, yani daha önceden sohbetlere katılmış ama sonra irtibatını kesmiş olanlar arasında zikredildiği öne sürülüyor.
Ancak Soylu ve ekibi listeler üzerinde oynamalar yaparak Cemaat iltisaklı bazı kişileri ‘menfi’ ya da ‘zararlı’ kategorisine kaydırmışlardı.
Bu yüzden de ‘menfi’ kategorisinde olup da Bylock kullandığı tespit edilen 1255 kişi çıkabilmişti. Fakat onlara dokunulmadı. Konunun üzeri kapatıldı.
Bunların çoğu, bu süreçte görev alan ‘işlevsel Cemaatçiler’ yani ‘Kapo’lar’dı.
****
Bir diğer isim Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz.
İçişleri Bakanı Soylu’ya en yakın isimlerden biri olarak biliniyor. Sedat Peker onu, “Süslü Süleyman’ın manevi evlatlarından” şeklinde nitelemişti.
Ülkücü bilinen bir polis şefi ancak öğrenciliğinde Cemaat’le temasının olduğu anlatılıyor. Cemaat mahrem kaynaklarından edindiğim bilgilere göre, öğrenciliği sonrası meslek hayatında da sohbetlere gelip gitti. 17-25 sonrası bile sohbetlere katıldığı öne sürülüyor.
Onun adının da Garson’un fişleme listelerinde ‘eski Cemaatçi’ olarak yer aldığı iddiasını not edelim.
Şu anda Cemaat’e yönelik operasyonlarda çok etkili. İşkence yaptığı yönünde bilgiler de olan Yılmaz’ın, bazı coplu işkenceleri kayda alıp Resul Holoğlu, İstihbarat Daire Başkanı Sabit Akın Zaimoğlu gibi isimlerle kahkaha atarak izledikleri yönünde anlatımlar var. Hatta bir iddiaya göre bu görüntüleri Bakan Soylu’ya da izletip hep beraber gülmüşlerdi.
Mağdurun kimliğini şimdilik gizli tutuyorum.
Servet Yılmaz, bu yılın başında, “Ankara Emniyet Müdürlüğü kadrosundan bu tarihe kadar kritik ve operasyonel şubelerde yuvalanmış 3 bin 99 personelin terör örgütü FETÖ üyeliği tespit edilerek adli ve idari işlem yapılmış, ilişikleri kesilmiştir” açıklaması yapmıştı.
Gerçi bu işlemlerde kullanılan kriterler kendisine de uygulansa onun da bugün ihraç ve cezaevinde tutuklu olması gerekirdi.
****
Bu bölümde yer vereceğimiz bir diğer isim istihbarattan sorumlu İstanbul İl Emniyet Müdür Yardımcısı Ömer Faruk Ataş.
O da hem Soylu’ya hem de Servet Yılmaz’a en yakın müdürlerden biri.
O da Sedat Peker’in paylaşımlarında yer almıştı. Sezgin Baran Korkmaz’ın yurtdışına çıkışında onun da etkili olduğu iddiası vardı.
Polis kolejinde ve akademide okuduğu yıllarda Cemaat evlerine gidip geldiği bilgisini edindim. “Cemaat’in ekmeğini yedi, suyunu içti. Ülkücü meşrep geçinirdi ama bütün çevresi Cemaattendi,” deniyor.
Bugün ‘Kapo’lar’ arasında, çünkü duruma göre vaziyet alma yeteneği üst seviyede, ‘konjonktürel’ biri olarak tanınıyor.
1998’den beri kesintisiz olarak istihbaratta çalışan bir polis. İlk olarak ülkücü kadrodan ve Cemaat düşmanı Emniyet Müdürü Osman Ak’ın referansıyla İstanbul İstihbarat’a girmiş. Ancak devamlı Cemaat’le temas halinde olmuş. Emniyet’teki Cemaat kadroları da onu hep korumuş ve kollamış. Ona zarar gelmemesi için elinden geleni yapmış.
Ergenekon dahil, geçmişteki istihbarat operasyonları süreçlerinin de tam ortasında yer alan bir isim Ömer Faruk Ataş.
Ayrıca, Selam-Tevhid soruşturması çerçevesinde yapılan dinlemelerde onun da imzasının olduğu belirtiliyor. Sırf bundan dolayı yargılanan ve hapis cezası alan onlarca polis ve yargı mensubu var. Ancak Ataş’a dokunulmadı.
****
Diyarbakır’da görev yaptığı yıllarda da yine istihbaratta görev yapmış, dönemin Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven’in prensi olarak nam salmış bir istihbaratçı. Bugün Güven, ‘en etkili FETÖ’cüler’ arasında anılırken Ataş, onun peşindeki emniyetçilerden biri.
17-25 Aralık sonrası polislerin tutuklandığı günlerde, büroda herhangi bir nedenle gülen memurları bile azarladığı ve “Abileriniz gözaltına alınırken utan mıyor musunuz gülmeye, kahkaha atmaya?” diye bağırdığı anlatılıyor.
“İyi de 15 Temmuz oldu. 15 Temmuz’la birlikte her şey değişti. Önceden Cemaat sempatizanı olsa bile darbe girişimi ile birlikte bir sürü insanın tavrı değişti,” şeklinde itirazlar gelecektir.
Doğru ama aynı pozisyonda olup da hapislerden çıkamayan binlerce insan var.
Ve onlara bu muameleyi reva görenler de yine Ömer Faruk Ataş gibi adamlar. Emniyet İstihbarat’taki ‘FETÖ Masası’nı o yönetiyor.
****
Bu arada kendisi hakkında bir ihbar mektubu da var.
2 Ağustos 2016 tarihli ve 8576 numaralı ihbar formunu dolduran kişi, Ataş’ın akrabası olduğunu söyleyen Mehmet Başkan.
İhbar formunda şu iddiaları ortaya atıyor: “Kendisi akrabamdır fakat vatan sevgim her şeyden önce gelir. İstanbul Terör Müdür Yardımcısı Ömer Faruk Ataş, kripto paralelcidir. 17 Aralık darbesi yapılana kadar paralelci olduğunu gizlemezdi, çünkü o zamanlar işine gelirdi. Şimdilerde FETÖ ile mücadele ediyorum görüntüsü altında kendini kamufle ediyor. Bayrampaşa MEB’de çalışan Murat isimli sivilin ayarladığı evde ayda bir defa abisiyle görüşme yapıyor. Terör büronun FETÖ’yle mücadele dosyalarını sızdırdı. Darbe olduktan sonra evinde panikle temizlik yaptı, kendini temizlemeye çalıştı. Akrabalarının bir çoğu da ABD’de Fethullah Gülen’e hizmet ediyor. Şimdilerde bir de kendini saklamak için ülkücüyüm modunda takılıyor. Ömer Faruk benim akrabam, tutuklanması ağırıma gider, çoluk çocuğu var ama en azından o görevden alsanız vicdanen rahat olabilirim.”
****
Bu süreçte, hasetinden akraba çocuklarını ihbar eden çok insan oldu. Belki bu mektup da böyle bir kıskançlığın neticesidir, bilemeyiz. Fakat kesin bildiğimiz şu ki, hakkında bunun dörtte biri kadar bile ihbar olanlar hapislerde çürüyor. Kendini anlatana kadar yıllarını dört duvar arasında geçiren, sağlığından ve canından olanlar var.
Benim ulaştığım bilgilere göre İstanbul Valiliği ve İstanbul Emniyeti bu ihbarı işleme almadı, üzerini kapattı.
Ancak aynı Ömer Faruk Ataş’ın, İçişleri Bakanı Soylu’ya, “Efendim, Emniyet teşkilatının en az yarısı bunlardandı. 300 bin personelimiz varsa en az 150 bin kişinin atılması lazımdı. Biz sadece 75 bin kişi attık,” diye yakındığı ileri sürülüyor.
Şu anda en fazla eziyeti yapanlardan birisi kendisi. İşkenceci. İşkenceyi hak ve gerekli bir yöntem olarak gören polislerden.
****
Denebilir ki, bir zamanlar Türkiye’de Cemaat’e temas etmeyen mi vardı? Bir şekilde sohbetlere veya evlere gidip gelmiş olabilir, nimetlerinden yararlanmış olabilir, bu onun Cemaatçi olduğu anlamına gelir mi? Ya da daha önemlisi, bu bir suç mu?
Evrensel hukuka göre değil. Olmamalı da… Fakat bizzat Ömer Faruk Ataş’ların, Servet Yılmaz’ların, Resul Holoğlu’ların, Süleyman Soylu’ların uyguladığı ‘hukuka’ göre, yani ‘Kapo hukukuna’ göre suç. Bunun suç olduğunu da bizzat kendileri söylüyor ve cezasını da bizzat kendileri kesiyor.
En önlerde onlar var.
Listeler onların ellerinden geçiyor.
Yaptıkları hukuksuzluklardan da tatmin olmayıp, “Yetmez, daha da fazlasını yapmalıyız,” diyorlar.
Bizzat kendi uyguladıkları ‘hukuka’ göre, bizzat kendilerinin de hapse girmesi gerekiyordu oysa.
Ne ki, onlar kitlesel kırımın öncü polis müdürleri olarak ‘baş Kapo’lar’ arasına isimlerini yazdırdılar.
-DEVAM EDECEK-
Cemaat omerta dan çıkmaz çünkü idare edenlerin ezici çoğunluğu idare ettiklerine insan gözü ile bakmaz, eleman veya aygıt olarak görür. Birçoğu gider yerlerine yenileri gelir.Onları düzenin devamı için din, vatan sevgisi, milyetçilik, ezilenlerin kurtuluşu vb argümanlarla oylarlar. Malesef kendini seçkin zannedenler teba ya böyle bakarmış. Aldandık ömür geçti. Ama ama ama bir yaprağın dahi habersiz ve sebepsiz düşmediğine inanmadıkları için en büyük aldananlar onlar. Onlara binlerce yazık iki dünyaları da rezil oldu kibir uğruna.
Bu yazınız çok bilgilendiriçi hh Hüsnü zanın kurbanı oldu birde Türk dedinmi hizmetin içinde bazı zavallılar için akan sular dururdu anladılar iş işten geçti birde halen deşifre olmamış brütoslarıda keşf edib yazarsanız oda çok iyi olur neyse çok felaket bir zamana denk geldik
Gülen kendi deyimiyle (Küçük Dünyam) 1956/1957 yıllarında Mehmet Kırkıncı, Osman Demirci ve Muzaffer Arslan sayesinde Risale-i Nur´lar ile tanışıyor.
Bediüzzaman Said Nursi ise 1960´da vefet ediyor. Yani Gülen´in Risale-i Nur´ları tanıdığı ve etkilendiği dediği seneden 3-4 yıl sonra ve Gülen Üstadın cenazesine katılmıyor.
Gülen kendisi anlatıyor: „Allah böyle bir dehayı niçin İslam’ın kılıcı olmuş Türklerin içinden değil de, Kürtlerden çıkarttı’ diye düşündüm. Türklük gururum Said Nursi’nin ziyaretine gidip elini öpmeme engel oldu…Bediüzzaman döneminde yaşadım ve adını da duydum, Risale-i Nurları da duydum. Ancak her Erzurumlu gibi bizde biraz Turancılık vardı. Onun için ziyaret etmedim Bediüzzaman’ı´.
Yine aynı hastalıklı ırkçılık kafası sebebinden dolayı Bediüzzaman´ın cenazesine yüzbinler insan katılmasına rağmen Gülen katılmıyor.
“Allah böyle bir dehayı niçin İslam’ın kılıcı olmuş Türklerin içinden değil de, Kürtlerden çıkarttı’ diye düşündüm. Bu ifadesi ile haşa Allah’a ve Allah’ın icraatlarına küstahça kafa tutmaktadır.
Gülen o kadar hasta bir kafatascıdır ki Mahrem hizmetler de özelikle Doğu ve Güneydoğulu (Kürt) ve Yunanistan, Selanik ,Bulgaristan yada Balkanlar göçmeni kökenli kişileri bulamazsınız. Özellikle bu ırkcılık soslu husus Mahremin=Gülenin Kırmızı Çizgisidir.
Saf Türk Köken mahremde önemlidir vesselam.
https://youtu.be/qBIzxz5Gqo4
Fethullah Gülenin İran a karşı duyduğu nefret
Bu kafa herkese düşman demekki.Cennete girmiş beyimiz yolu irandan geçtiği için başka yerden geçiş varmı diye sorarmış.
Vay vay vay Allah bilememiş de beyimiz efendimizin cennetinin yolu üzerine iran ı koymuş bu beyimizde yolu beğenmemiş bu ne küstahlık bu ne fantazi bu ne kibir ki cenneti kendine farz kılıyor birde yolunu beğenmiyor.
Allah akıl versin bu kibir abidesine.
Bu derece ırkçılık illeti ruhunda iken cennete girebileceğini düşünüyor.Hala müşrik zihniyeti olan kavimcilik illetinden kurtulamamış.