‘Abi Oto’ üzerinden bir dolandırıcılık hikayesini anlattığım bir önceki yazının başlığında “cemaat içi” ifadesini kullandığım için çok fazla alınan oldu.
Bazı şahıslar arasındaki bir uyuşmazlığın veya sahtekârlık olayının neden cemaatin geneline mal edildiğini, neden “cemaat içi” olarak adlandırıldığını soran çok okuyucu var.
Öncelikle bu ikisini birbirinden ayırarak başlayayım. Cemaatin geneline mal etmek ile “cemaat içi” ifadesi birbirinden oldukça farklı olgular.
Birincisini reddediyorum. Böyle bir cümlem veya iddiam yok. Olamaz da. Bu, aklı başında hiç bir insanın, hiç bir gazetecinin yapmaması gereken bir yanlışlık. Genellemecilik bir kere kendimin de muhatabı olmaktan çok şikâyetçi olduğum bir hastalık.
Zaten “Bu sürecin Riphagen’leri” başlıklı ilk yazıya girerken, “Bu aslında sadece cemaate özgü bir olgu değil. Sadece Türkiye’ye ve Türk insanına mahsus da değil. Bu, insana dair bir fırsatçılık ve açgözlülük hikayesi…” demiştim.
Buna rağmen bazıları ısrarla neden cemaatin bütününe sahtekârlık isnad ettiğim algısı ile hareket ediyor, anlamıyorum.
****
İkincisine, yani “cemaat içi” ifadesine gelince…
Olay tam da bu ki…
Bunun nesine itiraz edildiğini de anlamış değilim.
Başlıkta bu ifadeyi özellikle kullandım ve tırnak içine aldım.
Çünkü yaşanan olayın karşılığı tam da bu.
Şöyle bir anekdot aktarayım: Siracettin Murzayef imzalı bu dolandırıcılık olayı ayyuka çıktığında, cemaatten birileri Amerikalı bir emekli savcıdan fikir alma ve ne yapılması gerektiği konusunda kendisine görüş sormak istiyor. Yaşananları anlatıyorlar. Amerikalı savcının ilk tepkisi şu oluyor: “Siz hangi cemaatsiniz? Bu tam da cemaat içi bir soygun modeline uyuyor.”
Neden böyle düşünüyor?
Çünkü bu savcı, Amerikalılar için, bilhassa da Yahudi cemaati için halen travmatik etkisi devam eden Madoff olayını çok iyi biliyor da ondan.
Nedir bu Madoff olayı?
Gelin oradan başlayalım.
Belki Riphagen benzetmesini çok ağır bulanlar, Madoff yakıştırmasını biraz daha makul bulabilirler.
****
Bernard Lawrence Madoff, eski bir borsacı. Nasdaq borsası başkanlığı yapmış, ünlü bir finans kompetanı. Eski bir muhasebeci, yatırımcı ve danışman.
Hatta ‘kusursuz itibara sahip bir Wall Street sakini’ olarak görülüyordu.
Ancak onu dünyaca ünlü yapan, bu özellikleri ve itibarı olmadı.
Bugün ABD tarihinin en büyük mali dolandırıcısı olarak tescillenmiş durumda.
Aynı zamanda Yahudi olan ve Amerikan Yahudi cemaati içerisinde tanınmış bir figür olan Bernie Madoff, ‘yatırım danışmanı’ olarak bir çok Yahudi işadamı ve Yahudi kuruluşunun paralarını ‘çalıştırıyordu’.
Aslında perde arkasında bir dolandırıcılık düzeneği kurmuştu. Kimilerine göre 90’ların başından, kimilerine göre daha da eski bir tarihten itibaren bu paraları ‘ponzie yöntemi’ ile saadet zincirine çevirmeye başlamıştı.
Yani aslında sisteme son girenden aldığı paraları, ilk girenlere kâr payı olarak veriyor, böylece yüksek kazançları duyan başkaları da sisteme dahil oluyordu. Bu kâr paylarının belli hisse senetleri veya borsadan kazanılan paralar olduğu sanılırken aslında herkesin parasını birbirine veriyordu. Yüksek kârlar nedeniyle de zincir her geçen gün genişliyor, verilen miktarlar da sürekli şişiyordu. Çünkü ne kadar çok verirseniz, kazancınız o kadar artıyordu.
Bahsedilen rakamlar ise milyar dolarlar.
Sistem, 2008 yılında patladığında ortaya çıkan paranın büyüklüğü tam 65 milyar dolardı. Hiç var olmayan hisse senetleri üzerinden hayali kazançlar sağlamıştı.
Polis, 2008 yılında Madoff’a operasyon yaptı. 10 milyon dolar kefaletle serbest kalan ünlü borsacı, mahkemede suçunu kabul etti ve 150 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
****
Bu olay hiç şüphesiz ki ‘cemaat içi’ bir dolandırıcılık olayıyıdı.
Madoff, geçmiş statüsü, para konusundaki kabiliyeti ve saygınlığı ile Yahudi cemaatinin ‘güvenini’ kazanmış biriydi.
Bu ‘itibar’ ona sadece bireylerin değil, Yahudi hayır kurumlarının dahi kapılarını açmıştı. Parası batanlar arasında bir çok tanınmış sima ve uluslararası saygın kuruluşla karşılaşacaktık. Kabarık listede işadamlarının yanı sıra futbolcular ve aktörler de vardı.
Ünlü yönetmen Steven Spielberg’in Wunderkinder Vakfı, 1986 Nobel Barış Ödülü sahibi Elie Wiesel’in vakfı ile en büyük uluslararası Yahudi kuruluşlarından biri olan Amerika Kadın Siyonist Örgütü Hadassah da kurbanlar arasındaydı.
Yahudi federasyonları ve hastaneleri milyonlarca dolar kaybederken Yahudi gençlerin İsrail’e seyahatini organize eden ırkçı yardım kuruluşu Lappin Vakfı gibi onlarcası da kapanmak zorunda kalacaktı.
Aynı zamanda İsviçre, İngiltere, Fransa, İspanya, İtalya, Japonya gibi bir çok ülkeden bankalar, fonlar, kredi kuruluşları ve holdingler yüzmilyonlarca dolar kaybetme riski yaşadı.
Skandal, uluslararası krize yol açtı.
****
Bugünlerde sağlık sorunu nedeniyle tahliye talebinde bulununca yeniden gündeme gelen Bernie Madoff’un imza attığı bu ‘güven istismarı’, bir ‘Yahudi Felaketi’ olarak adlandırılıyor.
Kendisi de Yahudi kökenli olmasına rağmen Yahudileri iğneleyen bir çok filme imza atan ünlü yönetmen Woody Allen, bu olayı da bir kara komediye dönüştürdü. 2013 yapımı Blue Jasmine filmi, bu dolandırıcılık öyküsünü konu alıyor. Filmde Manoff’un karısı Ruth Madoff’u canlandıran Oscar ödüllü Avustralyalı aktris Cate Blanchett, bu olay için “finansal Holokost” tanımlamasında bulunmuştu.
Ayrıca HBO da başrolünde Robert de Niro’nun olduğu ‘The Wizard of Lies’ (Yalanlar Sihirbazı) isimli bir dizi ile bu skandalı ekranlara taşımıştı.
2008 yılında skandalın patlak vermesinin ardından gerek İsrail gerekse Amerikan basınında büyük bir tartışma başladı. “Neden bu kadar çok Yahudi, Madoff’un kurbanı oldu?” sorusuna cevap aranıyordu.
Bu soruya verilen cevaplar, işte Siracettin Murzayef’in nasıl olup da bu kadar çok cemaat mensubunu tuzağa düşürebildiğini de anlamamıza yarayacak.
Örneğin ünlü Amerikan dergisi The Atlantic’in bu soruya cevap aradığı bir yayınının spotunda, “İnsanların aynı etnik, ırksal ve politik gruplarda başkalarına karşı güven hissetme eğilimi, onları dolandırıcılar için kolay hedefler haline getiriyor.” deniyor.
Yani bunca uyarıya rağmen nasıl olup da bu kadar çok insanın bu ağa düştüğü sorusunun cevabı burada gizli. Bu yüzden de uzmanlar hadiseye ‘A Riot of Red Flags’ (Kırmızı Bayrakların İsyanı) tanısını koydular.
The Atlantic’teki makalenin yazarı Harold A. Pollack, kültürel yakınlık ve camia içerisine girişte ‘sosyal kabul edilmişlik’ olmaksızın böyle bir dolandırıcılığın mümkün olamayacağı görüşünde. Mesela Hadassah’ın dolandırılmasının, ‘insanın anneannesini dolandırması gibi’ bir şey olduğunu ifade ediyor. “Bu, Amerikan tarihinin en büyük ‘yakınlık/akrabalık dolandırıcılığı (affinity fraud) olayıdır.” diyor ve bunun iç karartıcı bir şekilde oldukça yaygın olduğuna dikkat çekiyor.
****
Şimdi bu özetten sonra emekli Amerikalı savcının sorusuna geri dönelim. California’daki Siracettin Murzayef kurbanlarına ilk ne demişti: “Siz hangi cemaatsiniz?”
Yani dava, ideoloji, etnisite dayanışması veya sıkı bağ gerektiren herhangi bir grupsal aidiyet olmaksızın bu denli bir güven istismarının, bu denli bir ‘yakınlık dolandırıcılığının’ olamayacağına atıf var burada.
Tekrar hatırlayalım: Murzayef, Tacikistan’daki bir cemaat lisesinden mezun ve rahmetli Hacı Kemal Erimez’in talebesi olarak tanıtılan biriydi. California’da bulunduğu yıllarda da hep cemaat sosyal ağı içerisinde yaşayan, himmetlerini, burslarını veren, evinde sürekli misafirler ağırlayan, sosyal çevresini çok büyük oranda cemaatten isimlerin oluşturduğu genç bir girişimciydi.
O civardaki herkes kendisini tanıyor ve ona güven duyuyordu.
Bu yüzden de ‘kırmızı bayraklar’ suya indirilecek ve ‘yakınlıktan kaynaklı güven duygusu’, ikazların yerine geçecekti.
Sonuç ortada.
Bundan dolayı bu hadise, bir “cemaat içi” dolandırıcılık olayıdır.
Bundan gocunmaya gerek yok.
Önemli olan, gerekli dersleri çıkarmak ve aynı hataları tekrarlamamaktır.
Burada çözüm, güven duygusunu askıya almak, bundan böyle hiç kimseye güvenmemek, kimseyle ortak iş yapmamak değildir.
İlk Riphagen yazısını yazdığımdan beri o kadar çok mail, mektup ve mesaj aldım ki…
Farklı ülkelerden, farklı şehirlerden gelen benzer hikayeler, ihbarlar ve şikayetlerden sonra çıkardığım sonuç şu oldu: Ne yaparsanız yapın, her işinizi kayıtlı yapın. Her anlaşmayı yazılı hale getirin. Babanızla bile iş yapıyorsanız, mutlaka ama mutlaka her şeyi açık, seçik ve net olarak kayda geçirin.
Çıkarılacak sonuç; ‘herkese güvensizlik yaşamak’ değil, ‘güven esaslı hareket etmemek’tir.
Güvensizlik ve tedbirsizlik aynı şeyler değil çünkü.
Riphagen’lerin ve Madoff’ların olmadığı hiç bir yer yok. Önemli olan sizin onların kurbanları arasında olmamak için “kırmızı bayraklara” ne kadar dikkat ettiğinizdir.
Dinine imanına o kadar önem veren İnsanlar, http://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=2&ayet=282 bu ayeti ve diğerlerini bilmiyor olamazlar.
Öyleyse ‘uygulamada’mı bir sıkıntı var acaba.?
Önemli olan, gerekli dersleri çıkarmak ve aynı hataları tekrarlamamaktır. Uyarılarınız için teşekkür ederim.
Bu meseleler imamların nezaretinde devam ediyor. Amerika’da bir Üzeyir tari olayı var Buda dolandırıcının kıralı. İmamlar koruyor kolluyor maalesef
Şimdi de Almanya da dolandırıyor bu adam.
ahmet bey; tedbir için alkol alabilirsin talimatını da işleyin lütfen. ayrıca cemaatten olmayan askeri öğrencilerin maruz kaldığı iğrençliklerden de kesinlikle bahsedin.
gülen bu CEMAATİN başından gitmedikçe ve yolumuza (sivil yoplum yapılanması )HİZMET HAREKETİ olarak gitmedikçe halimiz karga misalidir ve bu tip olayların asla sonu gelmeyecektir.o zat Allah tan önce “milyonları dinden ve diyanetten soğuttuğu için ve bu kadar fitne ve fesada sebebiyet verdiği için” daha önceki Beddua Seansı gibi bir seansla önce kendine inanan biz saflardan sonrada bütün dünya insanlarından ÖZÜR dilemelidir. Kral Çıplak ama PUTUMUZU FEDA ETMEK İSTEMİYORUZ o milyonları yola döküp feda etse bile.Öyle kolay değil Putu feda etmek hala ayakta ve bir müşrik masalı olan Yolun Kaderi masalları ile bizi avuturken ve Allah’a iftiralarına inanırken.
Liderlik sorumluluk almaktır suçu yolun kaderi diyerek Allah a yüklemek, oğlu gibi tanıdığı molla Adil Öksüz için mit yalanına sarılmak değildir.
Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.Şûrâ Suresi – 30 . Ayet
Ey iman edenler! Haktan yana olup var gücünüzle ve bütün işlerinizde adaleti gerçekleştirin. Allah için şahitlik eden insanlar olun. Bu hükmünüz ve şahitliğiniz isterse bizzat kendiniz, anneniz, babanız ve yakın akrabalarınız aleyhinde olsun. İsterse onlar zengin veya fakir bulunsun; çünkü Allah her ikisine de sizden daha yakındır. Onun için, sakın nefsinizin arzusuna uyarak adaletten ayrılmayın. Eğer dilinizi eğip bükerek gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün şahitlikten kaçarsanız, iyi bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa suresi 135. ayet
Üzeyir Tari bu dolandırıcıların ağa babasıdır. Defalarca imamlara bu adamın dolandırıcı olduğunu söylediğimiz halde hiçbir şey yapılmadı. Ve hala insanları dolandırmaya devam ediyor. Hizmet hareketi ve imamlar samimi olsalardı bu kadar dolandırılma şikayetinden sonra en azından insanları Üzeyir Tari ve onun gibi geçimini insanları dolandırmak ile sağlayan kişilere karşı uyarılardı. Imamlardan biri hiç unutmuyorum birkeresinde dolandırılan arkadaşın şikayetinden sonra şöyle demişti “biz Üzeyir abi den hizmet olarak razıyız, verdiği burslar ve himmetlere bakarız. Ticareti bizi ilgilendirmez”.
Böyle abi kılıklı heriflerin yüzünden bu hale geldik zaten
Çalıyorlar ama çalışıyorlar