2015 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan ayrılıp Genelkurmay Başkanlığı’na geçerken devir teslim töreninde yaptığı konuşmada, “Ekmeksiz yaşarım ama hürriyetsiz yaşayamam,” diyordu.
Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna otururken Said Nursi’nin bu ünlü meydan okumasına atıf yapmasının bir anlamı vardı.
Sair bir zamanda söylenmiş olsaydı, belki üzerine başka manalar giydirilemeyecek cümleler olabilirdi.
Çünkü aynı konuşmada, Nazım’dan “Yaşamak, bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine…” dizelerini de okumuştu.
Fakat o gün için anlam çarpanı büyüktü bu sözlerin.
Çünkü tavanıyla tabanıyla Cemaat’in, içinden geçilmekte olan o ateşîn günlerde en sık alıntıladığı aforizmalardan biri buydu.
Erdoğan iktidarının başlattığı ‘cadı avı’na karşılık, boyun eğmemenin ve sonuna kadar direnmenin bir ‘parolası’ gibiydi.
Cemaat’ten birilerinin çoktandır adeta ‘kendilerinden gibi’ gördüğü Hulusi Paşa, ordular komutanlığına otururken böylesine ‘güçlü’ ve ‘açık’ bir jestle, “Sakın kuşkunuz olmasın,” diyordu adeta.
15 Temmuz’a 1 yıldan daha az bir süre vardı…
****
Hulusi Akar ve Cemaat konusu, üzerine akademik çalışmalar yapılacak ve kitaplar yazılacak evsafta bir başlık.
Soru tam olarak şu: Yazı dizisinin bu bölümüne kadar çizdiğim profildeki bir adam nasıl oldu da Cemaat’in karar alıcılarını kendine bu ölçüde inandırabildi?
Nasıl olmuştu da Cemaat, bu karakterde bir adamı, adeta Mesiyanik bir beklenti ile bekler hale gelmişti?
Filistinliler’in bir zamanlar Komutan Fevzi el-Kavukçu’yu beklediği gibi bekliyordu Cemaat’ten birileri Hulusi Akar’ı.
“Kavukçu gelecek, onların hepsini yenecek”ti.
Peki öyle mi oldu?
Hayır, tam tersi.
Hulusi Akar, tarihin görüp görebileceği en büyük pusulardan birini kurdu.
Bu allogreft ilişkide son anda bir doku uyuşmazlığı olmuş gibi görünüyorsa da aslında her şey doğasına uygun gelişmiş ve öyle sonuçlanmıştı.
****
Bu ilişkinin bir kaç boyutu var.
Hulusi Akar’ın kişiliğine bakan yönü.
Akar’ın siyasi hesaplarına bakan yönü.
Cemaat’in yapısına, kimyasına, tarihsel köklerine, inançlarına, kodlarına, işleyiş tarzına bakan yönü.
Cemaat yönetiminin ihtiyaçlarına bakan yönü.
Cemaat’ten bazı imamların kendi şahıslarına bakan yönü.
Cemaat’le Akar arasında bağ kuran insanlara bakan yönü.
****
Ve bunların hepsini ayrı ayrı ele almak lazım.
Bunların ilk ikisi, yazı dizisinin şu ana kadarki bölümünde işlendi zaten.
Yani Akar’ın politikacılığı, kariyer hesapları, keskin öngörüleri, analitik zekası, her zaman kazananın yanında olabilme yeteneği, güçlü ikili ilişkileri, kolay ittifaklar kurabilme kabiliyeti, karşısındakini tesir altına alabilme marifeti, kurnazlığı, vefasızlığı, entrikacılığı, oyunculuğu, satıcılığı ve acımasızlığı her şeyi açıklıyor zaten.
Burada asıl cevabını bulmaya çalışacağım sorular, Cemaat’e bakan tarafları.
Cemaat, Hulusi Akar’a inandı, çünkü bütün faaliyetleri içerisinde asıl odak noktası askeriyeydi. Devlette yapılanmak, bütün kritik mevkilerde söz sahibi olmak esastı. 40 yıl boyunca bu hedef ve motivasyonla hareket etti.
Bilhassa askeriye, adeta kızıl elma gibi bir şeydi.
Feda edilemezdi.
Geri kalan diğer bütün hizmetler bir yana, “omzu kalabalıklar” bir yanaydı.
“Bir gün gelecek, kahraman ordu dizginleri ele alacak”tı.
Çünkü “nihai aşamada devlet kudreti elinde olmaksızın bayrağını taşıdığı idealler, dünyanın en yüksek burçlarına dikilemeyecek”ti.
“Bu davanın sahibi Allah”tı ve “Allah, nurunu tamamlayacak”tı.
“Gayretullah’a dört parmak kalmış”tı.
****
Gülen Cemaati, belirgin bir şekilde romantik bir cemaattir.
Bir yönüyle reel hareket etse de her alanda var olan o ‘dualite’, burada da karşımıza çıkar. Bazı yöntemleri rasyonel olan hareketin ruhu fevkalade mistik ve romantiktir. Hatta yer yer ezoteriktir.
İşaretler, bişaretler, alametler, rüyalar, harikuladelikler hayret uyandıracak derecede önemli bir yer tutar.
Bilhassa gidilen yolu doğrulamaya ve geleceği muştulamaya dönük aktarımlar, çıkarımlar, yorumlar, hesaplamalar sanki bir pusula gibi yola ‘ışık’ tutar.
Bu tür inanışları, 17-25 sürecinden sonra Gülen Hareketi içerisinde baskın bir şekilde görüyoruz.
Hatta neredeyse Cemaat yönetimini tamamen ele geçirdiğini bile söyleyebiliriz.
O pencereden bakarsak…
“Bütün alametler belirmiş”ti.
“Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye ayaklar altında çiğneniyor, bütün mübarek müesseselere giriliyor, Hizmet erleri zindanlara tıkılıyor”du.
“Esbâb bil-külliye sukût etmiş”ti.
“Allah’ın yardımı ne zaman?” ayeti sıkça söylenir olmuştu.
Beklenen bir şey vardı.
“İyi bilin ki Allah’ın nusreti yakın”dı.
****
Ama bu nasıl olacaktı?
Ne zaman ve ne şekilde?..
Bir şey olacaktı ama ne?..
Tabanda bir bilinmez necata bel bağlanıp umutla dualar edilirken onların hiç tanımadığı, bilmediği yerlerde başka birileri/veya kimi abileri, bambaşka kıpırtılar içindeydi.
Epeydir Hulusi Akar ismi etrafında bir çeşit mistifikasyon süreci başlamıştı.
Ya da başlatılmıştı…
Bediüzzaman’ın ilk talebelerinden Hulusi Efendi, bir albaydı.
O yüzden Hulusi Akar’a da Cemaat içinde “Hulusi-i Sâni” yani “İkinci Hulusi” nazarı ile bakanlar vardı.
“Nasıl Üstadımızın bir Albay Hulusi’si varsa, Hocamızın da bir Hulusi’si var,” gibi bir mistik söylem, dar dairede dolaşıyordu.
Ya da özellikle üretiliyordu, kim bilir.
Kimilerine göre o, ahir zamanda zuhur edeceği ve Mehdi’nin yolunu tutacağı rivayet edilen ‘Kahtani’ idi.
Cemaat tepe yönetiminin böyle düşünüp düşünmediğini bilmiyorum, ancak bazı alt ünitelerde bu şekilde bir fısıltının yaygınlaşması bile bir şeylere delalettir.
“Kahtan’dan bir adam çıkıp insanları asasıyla sevk ve idare etmeden kıyamet kopmaz,” şeklindeki bir Hadis’e dayanarak oluşturulan bu beklenti, nedense birilerince Hulusi Akar’a işaret edecek şekilde konuşlandırılıyordu. Elindeki asa da silahın remziydi.
İkili sohbetlerin ‘mahrem’ konusuydu.
“Hulusi Akar Cemaatten mi?” diye sorulduğunda, imalı gülücüklerin fısıltıyla “İyi biri” referanslarına dönüştüğü bir ‘beklenen’di o.
Ona bir müstear isim bile verilmişti: Halis.
****
Cemaat yönetiminin ihtiyaçlarına bakan yönü de bu beklentiyi körüklemiştir.
Bilhassa 17-25 Aralık’tan sonra başlayan tasfiye, tedhiş, tutuklama, el koyma, şeytanlaştırma, insandışılaştırma, yok etme süreci ile beraber, ‘bir kurtarıcı el’ beklentisi ayyuka çıkmıştı.
“Hocaefendi mülaaneyi yaptı, geri sayım başladı” şeklinde kabaca ifade edilebilecek bir inanış vardı. “Üç vakte kader mülaane tutacak ve herkes her şeyi görecek”ti.
“Bu dava Allah’ın davası olduğuna göre, Allah bu bayrağı yerde bırakmayacak”tı.
****
Bu zihnî ve inançsal arkaplana bir de psikolojik durumu eklemek gerekir.
Cemaat yönetiminin ihtiyaçları, bu noktada bir ‘kurtarıcı’ya dört elle sarılmayı kolaylaştırıyordu.
Zira herkesin çok iyi anımsayacağı gibi AKP, adına Ergenekon denilen derin bir yapı ile ittifak kurarak Cemaat’in kökünü kazımak üzere and içmişti.
Cemaat, elindeki yargısal kozları oynadıktan sonra milletin desteğini alamayınca Erdoğan’ın intikam operasyonlarına tamamen açık hale geldi.
Tam tersine aranan desteği Erdoğan buldu. Açıkça Cemaat’i yok etmek için milletten destek istedi ve seçmenin çoğunluğu, Erdoğan’a bu noktada arka çıktı. O da hukuku çiğneyerek olağanüstü şartlar oluşturdu. Cemaat müesseselerine el konmaya, okullar kapatılmaya, kurumlara ve şirketlere kayyımlar atanmaya başlandı.
En önemlisi de kamudan tasfiyeler hızlandı. Başta Emniyet İstihbarat olmak üzere Cemaat’in önem verdiği kurumlarda toplu görevden almalar ve tutuklamalar yaşanıyordu. HSYK seçimlerinin kaybedilmesi ile birlikte Cemaat önemli bir mevziyi daha kaybetmişti. Tahliye kararına imza atan hakimlerin bile tutuklanır olduğu bu yeni keyfî dönemde, Cemaat artık iyiden iyiye kendini çaresiz ve sıkışmış hissediyordu. Çünkü karşısındaki güç, devlet olmakla kendini bağladığı her türlü hukuk kuralından sıyırmış, adeta ipini koparmış bir boğa gibi saldırıyordu. Devletin her türlü sindirim gücünü alabildiğine kullanıyor ama onu hukukla sınırlayan diğer tüm mekanizmaları devre dışı bırakıyordu. Geriye sadece acımasız bir mafya düzeneği kalıyordu.
İnsanlarda her sabah gözaltına alınma ve tutuklanma korkusu başlamıştı.
Ülkeyi yöneten tek kudret olarak Erdoğan günde 5 kez Cemaat’i şeytanlaştıran konuşmalar yapıyor, ekranlar nerdeyse 24 saat boyunca bu konuşmaları çevirip duruyordu.
Tehdit, hakaret, baskı, korkutma, aşağılama ve şantaja bağlı psikoloji, ortalama bir Cemaat mensubunun günlük hayatını tamamen esir almıştı.
Şeytanlaştırma tam gaz devam ediyordu.
Ve ortalama bir Cemaat gönüllüsünün dilinde “Allah’ım yardımın ne zaman?” duası vardı artık.
****
Diğer yandan Cemaat’in yönetici kademesi için artık 40 yıllık kazanımları tamamen kaybetme korkusu başlamıştı.
Artık muvazzaf askerlere de gözaltı operasyonlarının başlayacağı konuşuluyor, 2016 şurasında çok sayıda askerin ihraç edileceği yönünde haberler dolaşıyordu.
Böyle bir sıkışmışlık, hatta Murat Belge’nin İngilizce’den soktuğu şekliyle söylersek “Frustration hali (çaresizlik, sıkışmışlık, hüsran, umutsuzluk)” içerisinde Cemaat yönetimi, kendilerini bu durumdan çıkaracak her ne ve her kim olursa ona sarılmaya hazırdı.
Hulusi Akar da zaten epeydir göz kırpıyor, sinyaller veriyor, dolaylı mesajlar iletiyordu.
Karargâh koridorlarında bağıra bağıra Tayyip Erdoğan’a küfrettiğini, hükümetten rahatsızlığını her vesile ile dile getirdiğini, dar dairede de “Bu adamdan kurtulmak lazım,” minvalinde konuşmalar yaptığını çok kişiden dinledim.
Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak için “Ben bir şey yaparsam arkamda durur mu?” diye nabız yoklaması da hep “müdahale” niyetine hamledildi.
Bu süreçte devreye giren birileri, Cemaat yönetiminin bu çaresizlik psikolojisi ile başarı ile oynadı. Hatta kedinin fare ile oynaması gibi oynadı.
Zaten mistik ve romantik bir yapıydı, çok kolay bir şekilde kıvama geldi.
****
Cemaat’ten kimi imamların kendi şahıslarına bakan yönü ile de elverişli bir zemin vardı.
Bu noktada bilhassa Adil Öksüz’e odaklanacağım.
Çünkü 15 Temmuz öncesi Cemaat’in Türkiye’deki en önemli aktörü Adil Öksüz’dü. Silahlı Kuvvetler’e bakan en yetkili isim oydu. Kısa bir süre öncesinde ekibini de tamamen kendi istediği şekilde dizayn etmişti.
Cemaat’in lideri Fethullah Gülen adeta onun ağzına bakıyordu desek yalan olmaz.
Adil Öksüz de aslında fıtraten ve zihniyet olarak Cemaat’in müşahhas hali gibiydi.
Bir ilahiyatçı olarak zihni hep Pakradunilik, Sabetaycılık, Kabala gibi konularla meşguldü.
Biraz ezoterik, biraz komplocu, hayalperest ve hırslı bir insan olduğu anlatılıyor.
Kendisini yakından tanıyanlardan öğrendiğim kadarıyla, o da “bu davanın kurtarıcılığı” fikrine kendini iyiden iyiye kaptırmıştı. “Kahraman” olacaktı.
Ya da etrafına bu havayı veriyordu.
****
Kimi iddialara göre Hulusi Akar’ı ‘Hulusi-i Sani’, kendisini de Said Nursi’nin işaret ettiği ‘sarıklı genç’ gibi görüyordu.
Nursi, 28. Mektup’unda talebelerinden birinin rüyasını tabir ederken, “(…) Sarıklı, küçük, genç bir zat ise, Hulûsi’ye omuz omuza verecek, belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzettir. Bazılarını zannederim, fakat kat’î hükmedemem. O genç, kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zattır,” der.
İşte kendisini yakından tanıyan bazı eski dostları, Adil Öksüz’ün burada haber verilen ‘sarıklı genç’ olmak istediği ve bunun için de “Hulusi ile omuz omuza vermek” üzere mistik bir motivasyonla hareket ettiğini söylüyor.
****
Bunu besleyen ve destekleyen bir diğer unsur da yine Risale’lerde geçen Hava Kuvvetleri’ne ilişkin satılar.
Said Nursi’nin Tarihçe-i Hayat isimli eserinde şöyle bir pasaj vardır: “Yine bir gün vaktiyle Eskişehir’de, tayyareciler ve subaylar ve askerlere de aynen şu dersi vermişti: ‘Bu tayyareler (uçaklar), bir gün İslâmiyete büyük hizmet edecekler. Farz namazlarınızı kılsanız, kılamadığınız zaman kaza etseniz, asker olduğunuz için her bir saatiniz on saat ibadet; hususan hava askeri olanların bir saati, otuz saat ibadet sevabını kazandırır. Yeter ki kalbinde îman nuru bulunsun ve îmanın lâzımı olan namazı ifa etsin.”
15 Temmuz’dan kısa bir süre öncesine kadar Cemaat’in Hava Kuvvetleri imamı olduğu bilinen Adil Öksüz’ün, bu satırlara kayıtsız kaldığını düşünmüyorum.
O fıtratta ve inanışta birisinin, burada işaret edilen mevhuma kalben bağlandığına eminim.
****
Aynı zamanda güçlü egosu olan, heyecanlı, romantik ve hırslı bir insanın bu ‘işaretlerden’ yola çıkarak ‘kahramanlığa’ soyunduğu iddiası, gerçekçi duruyor.
İşin tabiatına da uyuyor, olan bitenle de örtüşüyor.
İşte o Adil Öksüz’ün, 15 Temmuz’dan 1 yıl önce Hava Kuvvetleri’ni bir başkasına devredip bütün TSK’nın imamlığına ‘terfi’ ettiğini de göz önünde bulundurursak Cemaat’in nasıl olup da Hulusi Akar’ın peşinden bu uçuruma yuvarlandığını biraz daha anlayabiliriz.
“Hava kuvvetleri İslam ordusuna hizmet edecek”ti.
****
Yine Said Nursi’nin Sikke-i Tasdik-i Gaybi eserinde bahsettiği ‘üç mesele’ de önümüzdeydi.
Bu üç mesele; ‘iman, hayat ve şeriat vazifesi’ idi. Bir yoruma göre ‘iman’ aşaması Bediüzzaman ile tamamlanmış, ‘hayat’ aşaması Fethullah Gülen ile yaşanmaktaydı.
Üçüncü aşamaya mı geliniyordu?
“Var olan şiddetli baskı ve zulüm süreci, bu karanlık gecenin döl yatağı, kader planında yeni bir gündüze dayelik mi yapıyordu?”
Belki de her şey daha önceden vaad edilmiş işaret ve beşaretlere uygun ilerliyordu.
Tarihdenk nokta gelmişti.
-DEVAM EDECEK-
Öncelikle 15 temmuz öncesi türkiye ile sonrası kıyaslanamaz bile, ortalama bir cemaat mensubunun 15 temmuz öncesi ne zaman gelecek bu allahın yardımı dediğini pek düşünmüyorum, o kadar kötü bir ortam yoktu. 15 Temmuz sonrasına kıyasla ise cennet gibi bir ülke vardı. Alt düzey belli polis ve savcıların içeri girdiği doğrudur, akıllı olanları ise elinde bavulla kaçıyordu. 15 Temmuz sonrası içeri giren 1 milyon insana göre toplasan 100 kişi mi ne etkilenmiş öncesinde. Cemaat tabanı o yüzden seçimlerde AKP’nin kaybedeceğini düşünüyordu. Çaresiz bir şekilde allahım yardım et demiyordu.
Mistik ve romantik olan cemaat tabanıdır, yönetiminin bu şekilde olduğunu düşünmüyorum. Eğer yönetim de bu şekildeyse gerçekten tabanı uyutmak için değil de inandığı için yolun kaderi, kahtani gelecek, rüyalar buna işaret ediyor, Allah nurunu tamamlayacak vs diyorsa o zaman cemaat yönetimi de kukladır üstünde daha başka bir akıl vardır. Yok bir deli taş attı 40 akıllı çıkaramadı hiçbir akıl yok, bir avuç aptalın halt yemesiyse bunlar Türkiye devleti de tüm istihbarat teşkilatlarıyla muz cumhuriyettidir o zaman. Cemaat yönetiminin rasyonel hareket edip o rasyonalite sayesinde tabanı uyutmak için onlara mistizm anlattığını düşünüyorum. Mahremlerin başı Reşit Haylamaz mesela gerçekten inandığı için mi o yazılar ile mahrem hizmetlere fetva veriyor yoksa devleti ele geçirmek için o fetvaları vermeleri gerektikleri için inanmasalar da veriyorlar mı? Hz. Abbas’ın ajan misyonunu inandığı için mi anlatıyordu?
Yönetim ne kadar rasyonal hareket etse bile Hulusi onları o rasyonalite içinde bile kandırmaya başarmış gözüküyor. Cemaat yönetimi tuzağa düşmemek için önlemler almış mıdır? Rasyonelse almıştır. O önlemleri de bertaraf etmiş gözüküyor Hulusi.
Adil Öksüz gerçekten Pakraduniliğe inanıyor mu mesela, Polis imamı Kozanlı Ömer’in de yusuf gezgin müstearıyla dolu pakraduni Sabetaycı yazıları var. Kısaca stv senaryoları bu adamlarının zihnini mi yansıtıyor yoksa bu adamların halkı kandırmak için uydurduğu şeyler mi? Erdoğanlar gerçekten Gülen’in annesinin yahudi olduğunu mu düşünüyordu yoksa propoganda mı yapıyorlardı? Son sorunun cevabı propoganda. O açıdan bakınca cemaatin kendi yaptığı propogandayı inanarak yaptığının delili nedir?
Hırslı denilen adil öksüz Prof olacak yaşta ama hala yrd. doç’tu. Öksüz’ün kafaladığı adamlara sorunca abimiz ezoterik diyebilir, üstündeki insanlara sormak lazım tabi üstüne(Gülen, Barbaros, Hamdullah Öztürk) ulaşılabilirse. Aslında çok rasyonel biriydi şu ezoterik hikayeleri altına anlat dediğimizde çok itiraz ederdi diyebilirler.
Bu adamların hepsi küçük Gülen’dir. Adil Öksüz de olup da Gülen de olmayan tek bir özellik ya da inanış var mı? Gülen Nursi’den atıf yaptığınız yerleri farklı mı yorumluyor sanki. 40 yıllık birikim söz konusuyken Gülen Adil Öksüz’e sen bilirsin adilcim sana güveniyorum mu dedi gerçekten. Bu adam kaç senedir hava kuvvetleri imamıydı. Bu havayken üstündeki genel kurmay imamı kimdi. Genel kurmay imamı demek Gülen ile doğrudan görüşen kişi mi demek yoksa arada başkaları var mı. Adil hava kuvvetleri imamı iken Gülen ile doğrudan görüşebiliyor muydu, eğer görüşemiyorsa 2015’ten sonra Gülen doğrudan görmediği bir asttına karar alma mekanizmalarını bırakır mı? Sen bilirsin adilcim der mi? Bir önceki GK imamına der. O senelerdir çünkü o işi yapıyordur.
Tabi birkaç teori var Gülen cemaatinin taşeron olduğuna dair arkasındaki aklın yabancı istihbarat olduğuna dair, onlar belki başarısız darbeyi istiyordu zaten istediklerini aldılar. Ya da bu cemaat hep böyle irrasyoneldi, ama türkiye de muz cumhuriyeti olduğu için biraz askeri hiyerarşi(kışla disiplini) biraz organizasyonla buralara kadar gelebildi. Mit tırları, 17-25, Fidan’ın ifadeye çağrılması da berbat hamleler. Öncesindeki ergenekon-balyoz operasyonları bomboş operasyonlar kimse yemedi, inanmadı cemaat tabanı hariç. Selam tevhid operasyonu gene stv dizileriyle msj verilen içi bomboş dosya. Bylock, Sendika, Bankasya hamlelerini gerçekten tabanı gözden çıkardıları için yapmadılarsa, beyinsiz birini yapacağı hamleler. Noldu peygamber rüyada herkese ifşa olan bylocku yükle mi dedi acaba yada sendikayı ikinci kez kurun mu dedi, çünkü rasyonel değil bu hamleler. Üst düzey yönetimden kaynak lazım gerçekler için.