Bir önceki bölümde, yakın tarihin en önemli kırılma noktasının 7 Haziran 2015 seçimleri olduğunu; bu seçimin ardından Türk siyaseti balanse edilirken Gülen Cemaati’nin de içeriden dizayn edildiğini yazmıştım.
Bu dizi, dönemin Cemaat ayağına yoğunlaştığı için oradan devam edeceğim.
Bitirirken, “O süreçte çeşitli kelleler alınıyor, kurbanlar veriliyor,” demiştim.
Onlarca önemli isim tasfiye edildi evet, ama daha majör değişiklik yapısal planda oldu. Esas kurban edilen, yeni başlamış bir süreç, bir yöntem, bir proje, hatta belki bir çıkış ihtimaliydi.
Hani geçen bölümde demiştim ya; “O süreçte, Cemaat içerisinde aslında iki ayrı yaklaşım, iki ayrı zihniyet, iki ayrı tarz karşı karşıya geldi. Bunlardan biri tasfiye olurken diğeri galip geldi,” diye…
İşte tam ondan bahsediyorum.
****
Şöyle açayım…
7 Haziran’dan çok önce bizzat Fethullah Gülen’in direktifiyle başlatılmış bir yeniden yapılanma projesi vardı.
Altyapısı 2 yıldır hazırlanan ve bir çok toplantı ile zenginleştirilen proje, tam da 2015 yazında fiilen uygulamaya sokulmuştu.
Cemaat’i kısmen daha denetlenebilir, daha hesap verebilir bir Hareket’e dönüştürecek ve aynı zamanda Türkiye merkezli olmaktan çıkarıp enerjiyi dünyaya dağıtacak bir dönüşüm yönelimiydi bu.
Merkezi yönetim zayıflatılırken, birimlere kendi içinde özerklik tanıyan, gücü dağıtan ve görece olarak daha etkin bir iç denetim mekanizmasının kurulmasını hedefleyen bir formata geçilecekti.
En azından söylenen buydu.
Başta askerî mahrem birimler olmak üzere Cemaat’in bütün üniteleri denetlenebilir ve hesap sorulabilir olacaktı. Mahrem birimler ortadan kaldırılmıyor ama denetim altına alınıyordu.
Projenin başında da Abdullah Aymaz ile merhum M.Ali Şengül vardı.
Camiada herkesin hürmet edip itibar ettiği bu iki isim, adeta eşbaşkan gibi hareket edecek ve Cemaat’i gerekli dönüşüme hazırlayacaktı.
****
Almanya’da yaşayan bu iki ‘büyük ağabey’, bu çalışmalar için ara ara Türkiye’ye gidiyor, toplantılar yapıyordu.
Detaylarında şunlar vardı:
Öncelikle, Türkiye’deki 5’li bölge yapısı ortadan kalkacaktı. Çünkü o gün için Cemaat’in ülke yapılanması, beş yönetim bölgesinden oluşuyordu. Bunlar; İstanbul, Ankara, İzmir, G.Antep ve Erzurum’du.
Başlarında birer ‘bölge abisi’ vardı.
Bu bölgelerin içinde kalan bütün iller ve o illerde yürüyen bütün birimler de kendilerine bağlıydı.
Merkezi kasaya aktarılanlar dışındaki toplanan para da o bölgenin uhdesindeydi.
Hepsinin üstünde de Barbaros Kocakurt vardı. Sekreteryayı o yürütüyordu çünkü.
****
Aymaz ve Şengül’ün üzerinde çalıştığı reorganizasyon projesine göre bu yönetim modeli sil baştan değişecekti.
5’li yapı ortadan kalkacak, birimler özerkleşecekti.
Mahrem üniteler de bölgelerden ayrılacak, her biri kendi içinde bağımsız olacak ve kendi kendilerini yönetecekti.
Dışarıdan sivil imamlar gelmeyecekti. Meslek dışı yapılanmalar ortadan kalkacaktı.
Kasaları da ayrılacak ve paraları kayıtlı hale gelecekti.
Bütün hepsini denetlemek üzere de bağımsız müfettişlik birimleri kurulacaktı.
Bireylerin ve birim sorumlularının inisiyatif alanı daraltılıyor; katılımcı, ortak akla dayalı karar alma mekanizmalarının kurulması amaçlanıyordu.
****
Her ne kadar kısmî ve çok geç kalmış bir uygulama olsa da Hareket en azından kendini yenilemek üzere bir girişim başlatmıştı.
Geniş çaplı toplantılar yapılıyor, hem Cemaat içi hem de dışından görüşler alınıyordu.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) ile vakfın o zamanki başkanı Mustafa Yeşil de aktif bir şekilde bu çalışmanın içindeydi.
Başlarında bu insanların bulunduğu bir ‘yenilenme projesi’ ne kadar gerçekçi bir yenilenme olur, orası ayrı bir tartışma ama en azından bir arama çalışması vardı.
Gruplar halinde yapılan müzakerelerden çıkan sonuçlar, ilk olarak 2015 ilkbahar aylarında Güney Afrika’da yapılan büyük bir toplantıda masaya yatırıldı.
Toplantıya, Mustafa Özcan hariç Cemaat’in tepesinde yer alan hemen hemen bütün isimler iştirak etti. Ünitelerden ve mahrem birimlerden de temsilciler katılarak görüşlerini ilettiler.
Çıkan kararlar, Gülen’le de paylaşıldı.
Sonrasında bir kaç toplantı daha yapıldı ve yeni model yaz aylarında uygulamaya kondu.
****
Meselenin bir başka önemli boyutu daha var.
O gün için siyaseten tutulan yolla ilgili de farklı görüşler vardı.
Bu başlayan dönüşüm çalışmalarında görev alanların önemli bir kısmı, AKP ile bir savaşa girmektense stratejik kararlar alınması doğrultusunda bir eğilime sahipti.
Tıpkı 28 Şubat sürecinde “Gerekirse okulları size devredelim” dendiği gibi AKP için de “Bırakalım, hangi kurumda gözleri varsa alsınlar, biz hizmetleri dünyaya dağıtarak işimize devam edelim,” şeklinde bir inisiyatif belirmekteydi.
2014 yılından itibaren, başta Bank Asya olmak üzere kurumların kapatılması, yurtdışına taşınabilenlerin taşınması, satılacakların satılması ve bundan sonra Türkiye merkezli değil de yurtdışı ağırlıklı bir Hareket’e dönülmesi gibi öneriler hazırlanıyordu.
Hareket’in siyasetle ve devletle ilişkileri yeniden tanımlanacak ve tarif edilecekti.
****
Peki ne oldu bu yeniden yapılanma projesine?
Başladıktan bir-iki hafta sonra, Ağustos 2015‘te lağvedildi.
Neden?
Ve nasıl?
Onu anlatayım…
Önce iki hatırlatma yapacağım.
Bir; O sırada 7 Haziran sonrası oluşan kaos yoğun bir şekilde devam etmekteydi.
İki; Kara Kuvvetleri Komutanı Hulusi Akar, YAŞ kararları ile Genelkurmay Başkanı olmuştu.
Bu hatırlatmalardan sonra devam edelim. Bu yapılar nasıl lağvedildi?
Önce küçük ama etkili olandan başlayalım; yani ‘mahrem hizmetler’den…
Yukarıda, burası için “Bağımsız bir müfettişlik birimi kurulacaktı” demiştik.
Kuruldu da…
Bütün ‘hususî birimlerin’ bir üst danışma kurulu gibi hareket edecek olan bu heyette 4 kişi vardı.
Bu 4 kişi; o sırada boşta olan ‘Eski Hava Kuvvetleri İmamı’ Namık müstear isimli Adil Öksüz, ‘Eski Kara Kuvvetleri İmamı’ Hacı Murat müstear isimli A. S., ‘Eski Emniyet İmamı’ Bahadır müstear isimli Ç. Ö. ve ‘Eski Dış Medya İmamı’ Macit müstear isimli N. C.’di.
****
Bu kurulun oluşturulmasını isteyen de bu isimleri belirleyen de Fethullah Gülen’di.
Abdullah Aymaz ve M.Ali Şengül’ün yürüttüğü diğer projenin bir alt ünitesi gibiydi bu ve ondan daha önce devreye girmişti.
Ne var ki, yapı kurulduktan kısa bir süre sonra bazı mahrem imamlar Gülen’le görüşmeye gidip itirazda bulunuyorlar.
Bunların başında da 17-25’in ardından Adil Öksüz’ün yerine ‘Hava Kuvvetleri İmamı’ olan Kemal Batmaz ile ‘Kozanlı Ömer’ olarak bilinen Osman Hilmi Özdil’in yerine ‘Emniyet İmamı’ olan Kasım müstear isimli H. S. gelmektedir.
Bahsi geçen heyetin kurulmasına itiraz ederler.
İlginç olan, Adil Öksüz’ün adeta gölgesi gibi olan, sözünden asla çıkmayan ve bizzat onun tarafından önerilerek ‘Hava Kuvvetleri İmamı’ olması sağlanan Kemal Batmaz’ın bu işe önderlik etmesidir.
Üst kurulda Öksüz olmasına rağmen Batmaz’ın böyle bir girişimde bulunması dikkat çekicidir.
****
Gülen’le yaptıkları görüşme neticesinde, bu 4 kişilik danışma kurulunun lağvedileceği yönünde haberler çıkar.
Bu haberlerin doğru olup olmadığını netleştirmek isteyen 4 kişilik heyetse, “Bir de biz gidip Büyüğümüz’le (Fethullah Gülen) görüşelim, mevzunun ne olduğunu öğrenelim,” derler.
Kamp‘ta Gülen‘le görüşmek üzere kendi aralarında bir gün ve saat belirlerler.
Ancak o saat geldiğinde Adil Öksüz ortalarda yoktur. Kendisine ulaşılamaz.
Diğer 3 kişi, Öksüz olmaksızın Gülen’le görüşmeye gider. Ancak tam onlar kapıya vardığında Adil Öksüz’ün içerden çıktığını görürler.
Öksüz, “Ben Büyüğümüz’le görüştüm. Kararı net. Bu konu kapanmıştır. Soracak bir şey yok, bu yapı lağvedilmiştir,” der. Artık bu saatten sonra diğer 3 kişinin de içeri girip görüşmesinin edepsizlik olacağını söyler.
Bunun üzerine diğerleri Öksüz’e, neden kendilerini beklemediğini, tek başına içeri girip görüştüğünü ve böyle bir fiili durum oluşturduğunu sorarlar. Aralarında tartışma çıkar. Hatta kendisine yönelik ağır ifadeler de kullanılır. “Sen bizim arkamızdan ne dolaplar çeviriyorsun?” diye çıkışırlar.
Ancak nihayetinde oradan ayrılırlarken 4 kişilik mahrem danışma heyeti ortadan kaldırılmıştır.
Başlamadan biter yani…
Kemal Batmaz’ların bu heyete neden karşı olduğu, Adil Öksüz’ün neden Gülen’le tek başına görüştüğü, neden heyetteki diğer 3 kişi ile ayrı düştüğü, Gülen’in kendi istediği ve isimlerini kendi belirlediği bu yapıyı neden dağıttığı gibi soruların cevapları halen verilmiş değil.
Fakat ileride yaşanacak bazı gelişmeler, bazı cevaplar bulmamıza yardımcı olacaktır.
Onları sonraki bölümlerde okuyacaksınız.
****
Gelelim asıl şemsiye projenin, yani Abdullah Aymaz ile M.Ali Şengül’ün koordine ettiği yeniden yapılanma çalışmalarının akamete uğratılmasına…
Hatırlayalım, yukarıda, “7 Haziran sonrası Türkiye’ye paralel olarak Cemaat de dizayn edildi. Cemaat içinde de önemli dönüşümlere imza atıldı,” demiştik.
Seçimlerden sonra, Ağustos başlarında Mustafa Özcan takımı, Aymaz ve Şengül’ün yürüttüğü bu proje için, “Havuza düştüler” iddiasını ortaya atıyor.
İşte şimdi yeniden geliyoruz ‘havuza düşme’ meselesine…
O geçmişteki bölümleri niye yazdığım da böylece daha iyi anlaşılacaktır.
‘Havuza düşmek’ ne demek, hatırlayacaksınız.
29 Mart 2021 tarihli ve “Mustafa Özcan’ın bütün adamları (3)” başlığını taşıyan 9. bölümde bahsetmiştim. Bir ‘Cemaat jargonu’ olarak ‘havuza düşmek’, devletin istihbarat havuzuna düşmek demekti. Emniyet veya istihbarat güçleri tarafından tespit edilmiş ya da deşifre edilmiş olmak anlamına geliyordu. Gizliliği kalmayan, görevi tespit edilen, takibe alınmış olan, böylece yaptığı bütün faaliyetlerin ve ilgilendiği bütün resmî kişilerin deşifre edileceği endişesi duyulan kişiler için kullanılıyor.
Fakat zamanla bu olgu, Cemaat içi bir tasfiye aparatı olarak da kullanılıyor. Çünkü Gülen’in en hassas olduğu noktalardan birisi burasıdır. Gizliliğe ve mahremiyete aşırı derecede titizlik gösteren Gülen, deşifre olanı derhal görevden alıyordu.
Bundan dolayı Mustafa Özcan, istemediği, engel olarak gördüğü ve tasfiye etmek istediği kişiler için ‘havuza düştü’ iddiasını dolaşıma sokuyor ve Gülen tarafından görevden alınmasını sağlıyordu.
Bu olgudan bahsettiğim o yazıyı da şu cümlelerle tamamlamıştım:
“Diziye devam ederken lütfen bu yazıyı hatırdan çıkarmayın. Çünkü dizinin sonlarında dev bir ejderha gibi karşımıza yeniden çıkacak.O zaman tek tek bireylerin değil, bütün bir camianın nasıl ‘havuza düşürüldüğünü’ veya ‘havuza nasıl itildiğini’ okuyacaksınız.”
****
Şimdi işte orayı okuyorsunuz.
Mustafa Özcan ve ona yakın kişiler, “Hocam, MİT bu yeniden yapılanmayı deşifre etmiş. Proje havuza düştü,” deyince onca çalışma, hazırlık, emek, masraf ve kadro çöpe atılıyor.
Yeni yapılanma lağvediliyor.
Aslında ilk kriz, paranın yönetimi üzerine patlıyor. “Bu sistemde paranın kontrolü kimde olacak?” sorusu, beraberinde homurdanmaları da getiriyor.
Çünkü yeni model, her birimin kendi kasasını tutması ve kendi kendini finanse etmesi esasına dayalıdır. Denetime girecek ve hesabı verecek olanlar da bu birimlerin yöneticileri olacaktır. Dolayasıyla yetki de onlarda olacaktır.
Fakat o güne kadar kasayı elinde tutan, istediği yere istediği kadar harcayan, örtülü ödeneği yöneten ve kimseye hesap vermeyen Mustafa Özcan, bu durumdan rahatsız oluyor.
Ayrıca projenin hiçbir yerinde olmaması ve çalışmalara katılmaması da önemli bir faktördür. Çünkü kendi devrinin tamamen kapanacağı düşüncesine kapılmıştır.
Gülen’e, yakın arkadaşı Enver Altaylı’dan geldiğini söyleyerek bir MİT belgesi götürüyor, ki Altaylı ile ilişkisinden dizinin 5. bölümünde bahsetmiştim.
İşte Altaylı’dan geldiği söylenen bu belgeye göre, sözünü ettiğim bu yeni model gizli servis tarafından haber alınmıştır.
Mustafa Özcan, Türkiye’nin Kazakistan elçiliğinden de aynı istihbaratı aldıklarını söyler. Aynı zamanda bir Kırgız vatandaşı olan Özcan’ın bu bölgede ne kadar etkin olduğunu Cemaat’te bilmeyen yoktur.
Keza Özcan’a bağlı hareket eden başka mahrem bir imam da Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’ndeki kaynaklarından aynı bilgiye ulaştığını aktarır (Burada iki ayrı iddia olduğu için ismini yazmadım. Bir bilgiye göre o mahrem imam, Sezai müstear isimli İ. K.’ydı, diğer bir bilgiye göre de o yıllarda Kokuroğlu’nun ABD şubesi gibi çalışan Z. P. idi.)
3 farklı yerden aynı istihbarat gelince Fethullah Gülen, henüz başlamış olan sistemi lağveder.
(Burada adı geçenlerin, daha önce yazdığım “Mustafa Özcan’ın bütün adamları” başlıklı bölümlerde zikredilen isimler olduğunu hemen anımsamışsınızdır. Dolayısı ile bu tarihi dönemeçte olanları anlamak için, başta o ilişkiler iyi anlatmak gerekiyordu.)
****
Mustafa Özcan’ın sunduğu bir MİT belgesi var mıydı, varsa bu belge gerçek miydi, yoksa üretilmiş sahte bir delil miydi, burası da muamma.
Eğer belge gerçekse, bu projeyi Cemaat içinden birileri mi ‘havuza düşürmüştü’, yoksa gerçekten MİT mi istihbar etmişti, bu da bir soru işareti.
Fakat bütün bunların ötesinde, burada ilginç bir paradoks var aslında.
Zira bu yeni modelin ‘havuza düşmesi’nin sakıncalı görünmesi gibi bir durum sözkonusu.
Neden?
Halbuki tam da Cemaat’in daha demokratik, daha katılımcı ve daha şeffaf bir sisteme geçtiği iddia olunuyordu.
Yani bunun MİT tarafından haber alınmasında nasıl bir mahzur olabilirdi ki?
Zaten Cemaat, artık kendisinin yönetim sistemi haline gelmiş devasa bir değişikliğin kimse tarafından haber alınamayacağını mı düşünmüştü?
Yani ‘deşifre oldu’ diyerek bir şeffaflaşma operasyonunu lağvetmek; Cemaat’in baştan beri var olan o en büyük handikapı, yani ‘dualitesini’, o iflah olmaz ikircikli kodlarını açığa çıkaran bir oksimorondan başka bir şey değil.
****
Elbette ‘havuza düşme’ bir bahane de olabilir.
Yapının lağvedilmesinin asıl sebebi başka da olabilir.
Onu bir önceki bölümdeki şu satırlarda da arayabilirsiniz:
“Bir kere o beklenti oluşturulduktan sonra artık Gülen’den çeşitli taleplerde bulunulmaya başlanacaktır.
“Efendim, planlarda bir değişiklik yok. Halis uygun zamanı bekliyor,” dendiğinde yine içinizde bir umut belirecektir.
Çünkü öyle olmasını istiyorsunuzdur. Başka çare yoktur.
“Hocam Hulusi Paşa bir şeyler yapacak ama kimlere güvenebileceğimi bilmem lazım diyor, falanca arkadaşları istemiyor,” dendiğinde, “Peki!” diyeceksinizdir.
“Hocam Hulusi Paşa şu şu şu arkadaşların hain olduğunu tespit etmiş, onlar uzaklaştırılmadan bu işi yapamayacağını söylüyor,” dendiğinde gereğini yapacaksınızdır.
“Hocam şu şu abiler Pakraduni’ymiş,” dendiğinde en yakınınızdaki yol arkadaşlarınızı bile sorgulayacaksınızdır.
Diyorum ya, bir kere o raya girmişsinizdir artık.
Bir tercih yapmışsınızdır.
Artık bununla uyumlu kararlar vereceksinizdir.”
****
Kaldığımız yerden devam edersek…
Aynı süreçte Abdullah Aymaz ve M. Ali Şengül için de “Havuza düştüler. Operasyon hazırlığı var. Türkiye’ye girip çıkmaları sakıncalı. Her an başlarına bir iş gelebilir,” istihbaratı getirilir.
Alternatif olarak, “Öyleyse bu toplantıları yurtdışında yapalım. Türkiye’deki arkadaşlar yurtdışına çıksınlar,” teklifi getirilince de “Çıkarken havaalanında gözaltına alınacaklar,” denir.
Ayrıca bu proje ile birlikte Cemaat’in ‘dönüştürüleceği’, siyasi iktidara peşkeş çekileceği ve diz çöktürülmüş olacağı şikâyetleri dillendirilir.
“Bu kadar hengame içerisinde böyle bir değişiklik, vifakı-ittifakı bozar,” derler.
“Niye geri adım atalım ki, Tiran’ın (Tayyip Erdoğan) bir fiskelik canı var,” benzeri görüşler ortaya atarlar.
Kendilerine aşırı güveniyorlardır.
****
Yeni modelden rahatsız olan bir diğer isim de Barbaros Kocakurt’tur.
Çünkü yukarıda dediğim gibi, Türkiye’deki 5’li heyetin başında o vardır. Her ne kadar “Türkiye imamlığı” gibi bir makam yoksa da o sırada fiilen o rolde Kocakurt bulunuyordur.
Ayrıca ona bağlı bir kasa da vardır ve harcamaları istediği gibi kullanıyordur. Tıpkı Süleyman Soylu’ya ödenen paralar gibi…
Kocakurt’un bu projenin akamete uğratılmasına oynadığı rol, Mustafa Özcan’dan geri kalır değil.
Anlatacağım…
Yeni modelin lağvedildiğinin konuşulduğu günlerde, bu yukarıda sözünü ettiğim 5 bölgenin imamı ile 6 ünite imamı, Zaman Gazetesi’nin Yenibosna Kalender Sokak’taki eski binasında bir toplantı yapar.
Kendi aralarında bir heyet oluşturarak Gülen’le görüşme kararı alırlar. 5 bölge imamını temsilen 3 kişi, 6 ünite imamını temsilen de bir kişi; toplam 4 idareci Amerika’ya giderek Gülen’e doğrudan bu fesih kararını soracaktır.
Çok enteresan bir şekilde, daha önce Adil Öksüz’ün içinde olduğu 4’lü mahrem heyetin yaşadığının bir benzeri burada da cereyan edecektir.
Tek fark, burada 3 kişinin 1 kişiyi by-pass edecek olmasıdır.
O da şöyle oluyor: Bu 4 kişilik ekibin Gülen’le görüşmesinin öncesinde Barbaros Kocakurt, Kamp’ta 3 bölge imamı ile gizli bir görüşme gerçekleştiriyor. Onlar zaten kendisine bağlı imamlardır ve yeni modelle birlikte ellerindeki gücü bırakmak istemeyen kişilerdir.
Üniteleri temsilen dördüncü kişi olarak heyete katılan S. K.’ya haber vermezler. Çünkü S.K. ve üniteler, yenilenmeden yanadır. Zira artık özerk olacaklardır.
Bu yüzden diğerleri Kamp’ta ondan habersiz olarak bir araya gelir.
İddialara göre Barbaros Kocakurt, 3 bölge imamına, “Büyüğümüz’le görüştük. Abdullah Hoca’ların başlattığı yapı lağvoldu. Artık siz kendiniz Büyüğümüz’le doğrudan görüşeceksiniz,” der.
Bir de mektup getirmiştir. Gülen’den geldiği söylenen bu mektupta da eski sistemde yola devam edileceği yazmaktadır.
Ardından bu 3 kişi, S. K.’ya, “Biz Hocamızla görüştük. ‘Efendim bize bir mektubunuz iletildi. Kanaatiniz nedir?’ diye sorduk. Hocaefendi de ‘Artık o yapı yok. Üniteler tekrar size bağlandı. Siz senede iki defa geleceksiniz, bana doğrudan bilgi vereceksiniz’ dedi. Karar kesin,” derler.
S. K. ise “İyi de siz niye bensiz içeri girdiniz ki? Ta Türkiye’den bunun için hep beraber gelmedik mi? Birlikte görüşecektik ve cevaplarına hepimiz şahit olacaktık,” diye tepki gösterir. Muhatapları, “Durum öyle iktiza ettirdi,” anlamına gelen şeyler söyleyince S. K., “Ben kendim Hocaefendi’ye bir daha soracağım,” der.
Diğer 3 imam Türkiye’ye dönerken S. K., Kamp’ta kalır ve Gülen’le görüşür. Kendisine, diğer 3 arkadaşının anlattıklarını aktarır.
İddialara göre, aldığı cevap şöyledir: “Ben böyle bir şey söylemedim.”
****
Bu, Cemaat içerisinde o kadar çok karşılaşılan bir durum ki…
Bir örneğini, dizinin 13. bölümünde vermiştim. 2011 yılında Gülen’in Osmanlıca el yazısı ile yazdığı bir atama mektubu sonrası yaşananlar, bunların bir başka versiyonuydu. Orada da Gülen’le her görüşen, kendilerine farklı konuşulduğunu ileri sürüyordu.
Peki sonuçta ne oluyor?
Süreç, o 3 bölge imamının dediği gibi ilerliyor.
Mustafa Özcan ve Barbaros Kocakurt’un istediği gibi oluyor yani…
O 3 imam Türkiye’ye döndüğünde, “Hocaefendi bize yeni yapının lağvedildiğini ve göreve eskisi gibi devam edeceğimizi tebliğ etti,” diyorlar.
Nitekim Fethullah Gülen de Abdullah Aymaz ve M. Ali Şengül’ü projenin başından alıyor ve yenileşme çalışması başlamadan sona eriyor.
****
Şu yaşananlar, Cemaat’te aslında işlerin nasıl yürüdüğünü, kararların nasıl alındığını, bir muğlaklık hamurunda o kararların nasıl istenen yöne doğru sündürülüp çekiştirildiğini ve sonradan nasıl istendiği gibi şekil verildiğini gösteren tipik hadiseler.
“Hocaefendi öyle mi dedi, böyle mi dedi?..”
“Büyüğümüz size öyle demiş ama bize de şöyle dedi…”
“Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi…”
“Hanimini hüppen denzigi banna rap rap!”
“Alavere dalavere kim ala da kim vere rap rap!”
****
Yenileşme çalışmalarını yürütenler marş marş yerlerine giderken, diğer şahin kanat da “Raptiye rap rap zaptiye zap sap” uygun adım, kıt’a yürüyüşüne geçiyor.
15 Temmuz’a adım adım!..
Ünitelerin bağımsızlaştırılması, yeni müfettişlik kurumlarının hayata geçirilmesi, mali işlerin bölünmesi ve denetlenebilirliği gibi çalışmalar da gayet tabii rafa kalkıyor.
Aymaz ve Şengül köşesine çekilirken diğer aktörler sahneye çıkıyor.
Tabii hamleler bununla sınırlı kalmayacaktır.
Bu yeni projenin akamete uğraması sürecini tamamlayacak şekilde bir büyük tasfiye operasyonu daha olacaktır.
Cemaat içerisinde “19’lar olayı” olarak bilinen bu tasfiye dalgası ile beraber 1 Kasım seçimlerinden önce Cemaat’te büyük bir temizlik yapılacaktır. Sonra onu da başkaları takip edecektir.
Onun detaylarını da bir sonraki bölüme bırakalım.
-DEVAM EDECEK-
%70ten fazlası beraat eden TSK personelinin ağzını burnunu kıranlar kimin talimatıyla adilÖksüz’e 1fiske bile vurmadı?¿
AliİsanSarıkoca’nın adilÖksüz’le GİZLİCE GÖRÜŞMESİni deşifre eden SelçukÖzdağ’a yapılan saldırı kurcalama GÖZDAĞI mı?
HKKnı abidinÜnal’ın ModaDenizKlübü ve AKINCI üssü görüntüleri a.ü.ın %100darbeci olduğunun delili değil mi?