Gol kralı eski milli futbolcu ve AKP Milletvekili Hakan Şükür’ün “En çok güvendiklerim beni dolandırdı” açıklaması, aslında cemaat içerisinde 3 yıldır var olan ama yenden dışarı çıkmayan önemli bir gerçeğin perdesinin aralanmasına neden oldu.
15 Temmuz’dan bu yana farklı ülkelerde bu şekilde onlarca milyon dolar para batırıldı veya dolandırıldı.
Detaylarına geleceğim.
Bu aslında sadece cemaate özgü bir olgu değil.
Sadece Türkiye’ye ve Türk insanına mahsus da değil.
Bu, insana dair bir fırsatçılık ve açgözlülük hikayesi…
****
Sizi şimdi 2. Dünya Savaşı Hollanda’sına götüreceğim.
Elbette birebir örnek değil.
Tıpatıp bir benzetmede bulunmayacağım.
Yalnız bir yönüyle yaşanan bu süreçle benzerliği var.
Çoğunuz filminden tanır: Bernardus Andries Riphagen.
Nazi işbirlikçisi bir gangsterdi.
Nazilerin istihbarat teşkilatı Sicherheitsdienst (SD) ile anlaşmalı olarak Hollanda’da yaşayan Yahudilerin yakalanıp teslim edilmesi için çalışıyordu.
Ama onun asıl amacı farklıydı. Süreci nasıl paraya tahvil edeceğinin yolunu bulmuştu.
Çaresiz haldeki Yahudilere ulaşıyor, bir şekilde güvenlerini kazanıyor, süreç bitinceye kadar muhafaza etme sözüyle paralarını ve mücevherlerini topluyor, sonra da bu kişileri Nazilere teslim ederek mal varlıklarının üzerine konuyordu.
Topladığı bu değerli varlıkları İsviçre’deki bir bankaya aktarıyordu.
Savaş bittikten sonra da kendine ölü süsü verip bir çok Nazi gibi Arjantin’e kaçacaktı.
Yönetmen Pieter Kuijpers, bu arsız hırsızı “Riphagen” adıyla 2016 yılında beyaz perdeye taşıdı.
‘Hollandalı Al Capone’un sonraki hikayesi de ayrı bir film konusu ama şimdilik mevzumuzun dışında.
****
İnsanoğlu değişmiyor.
Hukuksuzluklar, zulümler, kıyımlar, kırımlar, soykırımlar…
Farklı zamanlarda, farklı topraklarda yeni Riphagen’ler doğurarak dünyayı karartmaya devam ediyor.
Şu bizim kara sürecin kaç tane Riphagen’i olduğunu bilen var mı?
Hem AKP hem cemaat saflarından kaç tane Riphagen çıktı?
Hırsızın, arsızın, zorbanın, faşistin hiç eksik olmadığı bu ülkede?
Hele bir de hukuk bütünüyle ortadan kalkınca, sis-pus her yana ulaşınca, ‘emniyet’ çetelere kalınca, ‘adalet’ tutanın elinde kalınca, bir de zavallı nice insanın tutunacak dalı kalmayınca memleketimin ne çok Riphagen’i varmış, ayan beyan gördük.
İşin kötüsü ne biliyor musunuz?
Adliye saraylarında, emniyet binalarında, hakim olarak, savcı olarak, polis olarak karşımıza çıkıyorlar.
Diğer tarafta ‘abi’ olarak veya ‘abi referansı’ ile…
Bu devrin kurbanları, çift taraflı olarak yiyorlar darbeyi.
Bir o taraftan, bir bu taraftan…
****
Türkiye’deki “FETÖ borsasını” duymayan kalmadı.
Masum insanları gözaltı ile, tutuklama ile korkutarak veya tutuklulara tahliye vaad ederek milyarlarca liralık bir pazar oluşturdular.
Bir de cemaat mensuplarının mallarına çökenler, hisselerini gaspedenler, miras paylarına el koyanlar, evlerine oturup para vermeyenler, dükkanlarını işgal edip ‘Seni FETÖ’cü diye ihbar ederim’ diye tehdit edenler vs…
‘Kurbanları’ aralarında pay ediyorlar.
İçeride yüzmilyonlarca lira para, AKP çetesi içinde üleşilirken dışarıda da bir o kadarı cemaat kanallarında dolandırılıyor, batıyor, batırılıyor veya birileri tarafından iç ediliyordu.
İşte Hakan Şükür’ün “Bizi en güvendiğimiz insanlar tokatladı” derken sözünü ettiği kişiler bunlar.
Bir tek Hakan Şükür yaşamadı bunu.
ABD’de, İngiltere’de, Almanya’da, Polonya’da ve diğer başka ülkelerde bir çok kişi cemaat içinden güvendiği şahıslarca dolandırıldı.
Ya da iş bilmezlikler ve acemilikler yüzünden büyük paralar batırıldı.
****
Bu süreçte dünyanın dört bir tarafına dağılan cemaat gönüllüleri arasında tabi ki küçük ve orta ölçekli esnaflar, işadamları da vardı.
Bir de evini arabasını satıp, elindeki üç beş kuruş birikimini alıp çıkabilenler…
Bir çoğu dil bilmeyen, yurt dışında yatırım tecrübesi olmayan kişilerdi bunların.
Elindeki avucundaki tek parayı akıllıca kullanmak ve makul bir işe yatırmak isteyen, bu sayede hiç bilmediği bir dünyada, hiç bilmediği sularda hayatta kalmayı başarabilmek, çoluk çocuğunun rızkını temin etmek isteyen insanlardı…
Tabiri caizse tek atımlık barutu olan ve bunu heba etmek istemeyen yüzlerce, binlerce cemaat gönüllüsü, kendine güvenli sığınaklar arıyordu.
O adres de elbette ki en iyi bildikleri, düne kadar her şeylerini emanet edecekleri cemaatteki arkadaşları, ‘ağabeyleri’ idi.
En sağlamı da cemaat hiyerarşisi içerisinde vazifeli olan ve yıllardır bulunulan ülkelerde yaşayan abiler, esnaflar ve mütevellilerdi.
Kendileri ‘muhacir’, muhatapları da ‘ensar’dı.
“Hicret’te bir muhacirin bir ensardan başka kimi vardı ki?”
Ona güvenmeyecekti de kime güvenecekti?
****
“Hocam benim bir miktar param var. Paramızı nereye yatırsak mantıklı bir iş olur?” gibi sorularla ‘ağabeylerine’ danıştılar.
İşte bu tür ortamlar, hangi görüşten ve hangi meşrepten olursa olsun, Riphagen’lerin sahneye çıktığı bulanık ortamlardır.
Bir çok ülkede şu tür tavsiyeler verildi: “Filanca arkadaşımız x sektöründe başarılı işler yapıyor. Kendisi ortak arıyor. Birlikte iş yapabilirsiniz.”
Ya da şöyle: “Burada iş yeri açabilmeniz için vatandaşlığı olan biri ile ortak olmanız gerekir. Eğer isterseniz dükkanı falanca arkadaşımızın üzerine açabilirsiniz, oradan size de bir hisse verilir… Kağıt üzerinde ortak olursunuz, sadece kendisine belli bir komisyon ödersiniz, işin kârı sizin olur.”
Bazıları da bu ‘yatırımcılara’ kendileri ulaşıp birlikte iş yapmayı teklif ettiler.
Böylece farklı ülkelerde yüzlerce ortaklıklar kuruldu.
Bazı yerlerde yatırımcı esnafların paralarını bir havuzda toplayıp kendilerine göre iş yapan organizasyonlar da kuruldu.
Ancak kısa süre sonrasında bu paraların çoğu battı.
‘İşler ters gitti, iflas ettik’, ‘zarar ettik’ gibi açıklamalar yapıldı. Paraların üzerine bir bardak soğuk su içilecekti…
Fakat bu şekilde batırılan kişilerin çoğu, ‘hileli iflasa’ başvurulduğunu, paraların arka kapıdan çıkarılıp başka şirketlere aktarıldığını iddia ediyor. Farklı ülkelerde mağdurlarla cemaat yöneticileri arasında sert kavgalar yaşandı.
Özellikle Amerika’da bu duruma isyan edip mahkemelere başvuranlar, dolandırıcılık davası açanlar bile oldu.
****
Burada cemaat gönüllüleri için asıl yıkıcı olan, ortaklık kurulan kişilerin çoğunun bulunulan yerdeki sorumlu cemaat yetkilisinin yönlendirdiği ve bizzat kefil olduğu kişiler olmasıydı.
Amerika’da ve İngiltere’de bunun çok fazla örneği mevcut.
Mesela Amerika’da ‘hiyerarşi’ halinde dolandırıldığını öne süren yatırımcılar var. Hiyerarşideki bu ‘abilerin’, yerli esnafla kurulacak ortaklıklar için kendilerinden komisyon aldığını söyleyenler bile var.
Hatta bu durumu bizzat Fethullah Gülen’e götüren ve şikâyet edenler de olmuş.
Ancak yine de durum değişmemiş.
İsmini vermek istemeyen bir mağdur esnaf, “Burada bir şebeke kurulmuş. Türkiye’den az-çok sermaye ile gelmiş arkadaşları vampir gibi emiyorlar. Ne yaparsanız yapın, kime giderseniz gidin onlara bir şey olmuyor.” iddiasında bulunuyor.
Bir başkası, “Beni dolandıran kişiyi bizzat kamptaki (Gülen’in ikamet ettiği Pensilvanya’daki çiftlik evi) en büyük abilere şikayet etmeme rağmen kendisini defalarca Hocaefendi’nin yanı başında sohbet dinlerken gördüm.” diyor.
Biri, “Beni bizzat buranın işadamları derneği başkanı dolandırdı” derken bir diğeri “esnaf mesulünü” suçluyor.
Bu tür hayalkırıklıkları sonrası cemaate küsen, kenara çekilen, kimseyle görüşmeyen, kendi başının çaresine bakmaya çalışan yüzlerce mağdur yatırımcı var.
Amerika’da özellikle California, Virginia, New York, Teksas, Atlanta’da farklı örnekler mevcut.
California’daki hadisenin dört dörtlük bir nitelikli dolandırıcılık olduğu, Siracettin Murzaev isimli Tacikistan kökenli bir cemaat sempatizanının iş makineleri satacağı vaadi ile onlarca kişinin parasını toplayıp kayıplara karıştığı anlatılıyor.
****
İngiltere’de ise hadise çok ama çok trajik bir hal aldı.
20 yıldır Londra’da ticaretle uğraşan, ülkenin önde gelen mütevellilerinden olan ve çok üst düzey referansları olan bir işadamı, 15 Temmuz sonrası 2 yıl içerisinde yaklaşık 6 milyon sterlin topladı. Cemaatin en tepe noktasındaki bazı isimler kendisine kefil olduğu için bir çok kişi gözü kapalı olarak parasını yatırdı. Yaklaşık 30 kişi otel ve inşaat işlerine ortak olmak amacıyla kendisine para verdi. Fakat o da kısa süre içerisinde paraları batırdı. Mağdurlar ‘dolandırıldığını’ iddia ederken, işadamı “İşler kötü gitti, iflas ettik. Hepinizin paralarını ödeyeceğim.” dediyse de buna fırsatı olmadı. Çünkü bir kalp rahatsızlığı sonucu geçtiğimiz yıl Almanya’da bir hastanede hayatını kaybetti. Yakınları, bilhassa da karşılaştığı suçlamadan kaynaklı olarak yaşadığı üzüntünün işadamını ölüme sürüklediğini düşünüyor.
Ancak işin diğer dramatik tarafına bakılırsa parası batan ailelerden de bana “İntihar etmeyi düşündüm” diyenler oldu.
Neresinden bakarsanız bakın ağır bir travma.
Sürgün içinde sürgün.
İmtihan içinde imtihan.
Karanlık içinde karanlık.
****
Polonya’daki dolandırıcılık iddiaları ise mafyalık oldu.
Paraları topladığı iddia edilen kişinin mafyanın eline düştüğü, borçlandığı, borcunu ödeyemediği, Türkiye’den gelenlerden topladığı paraları mafyaya vermek zorunda kaldığı iddia ediliyor. Konuşulan rakamlar, 5-6 milyon dolar civarında.
****
Arada bir de Türkiye’deki ailesini çıkarma karşılığında kişilerden para alıp kaybolanlar, ‘muhacirlerin’ Türkiye’deki parasını kendi banka hesabı üzerinden transfer edip de bir daha vermeyenler ya da zamana yayanlar, pasaport ayarlayacağını söyleyip parayla birlikte kayıplara karışanlar, yatırım için aldığı paralarla cemaatin borçlarını kapatıp daha sonra da parayı iade edemeyen ‘abiler’ var. Bu tür mevzi örnekleri de eklerseniz mağduriyetlerin sayısı ve çeşidi daha da artıyor.
****
Bunlar, cemaat içerisinde hemen herkeste biliniyor. Fakat bu kişilerin hiç birini röportaj yapmaya, adı ile sanı ile konuşmaya ikna edemedim. “Sen ne yapmaya çalışıyorsun?”, “Bunları yazmak neyi çözecek? Kime ne faydası var?”, “Belki ben mağdur oldum ama bunları açık açık yazmak Hizmet’e zarar verir.”, “Bu kadar bedel ödedikten sonra bir de Türkiye’deki tanıdıklara, akrabalara, düşmanlarıma böyle bir haberle ‘oh olsun’ dedirtmek, maskara olmak istemiyorum.” gibi gerekçelerle konuşmayı reddediyorlar.
Çoğunun haklılık payı da var.
Ama sonuçta yine kol kırılıyor, yen içinde kalıyor.
****
Bazılarındaki suskunluğun bir başka nedeni daha var.
O da yaşanan finansal mağduriyetin başka bir sebebine işaret ediyor.
Bazı vak’alarda paralar resmî yollardan ilgili ülkeye getirilmiş değil. Ortak olunan şahsa da resmî kanallardan transfer edilmemiş. Yani ortada bir para var ama resmiyette görünmüyor. Dolayısıyla elinde bir kayıt veya delil de yok. Haliyle ne mahkemeye gidebiliyor ne de polise…
Bir diğer faktör, iş bilmezlik. Bazı esnaflar ya da yatırımcılar işin kolayına kaçıp, “Senin çalışmana gerek yok. X arkadaşımızın işleri zaten çok iyi gidiyor. Yeni yatırımlar yapacak. Ona ortak ol. Her ay düzenli olarak şu kadar para cebinde olacak.” dendiğinde kabul ediyor. Yani bir koyup üç alacağı veya üç koyup bir alacağı vaadi ile düşünmeden parasını yatırıyor. Ticarette bu tür kârlar olmayacağını bilse bile karşısındakine duyduğu güvenden dolayı kolayca kanıyor. Fakat sonuçta bütün parası batırıldığında da şikayet edecek hali kalmıyor.
Hâsılı, işin kolaya kaçma, tembellik ve kısa yoldan para kazanma boyutu da söz konusu.
****
Yaşanan bütün bu vakalara bütüncül bir açıdan bakacak olursak; o ya da bu nedenle şu süreçte milyonlarca dolarlık servet yurtdışında batmış oldu.
Sadece maddi birikim değil güven sermayesi de ağır darbeler yedi.
Hem yurt içinde hem de yurt dışında binlerce muhtaç aile varken, kuruşa bile ihtiyaç duyuluyorken, yüzlerce insana iş verilebilecekken veya mağdurlara el uzatılabilecekken bir sebeple paraların buharlaşması, sadece maddi açıdan değil manevi açıdan da korkunç bir sefaleti doğuruyor.
Dolandırılan kişiler ise hem Türkiye’deki despot rejimin hem de kendi camiası içindeki güvendiği kişilerin darbesini yiyerek çift taraflı bir imtihan yaşamış oluyor.
Hakan Şükür’ün sözlerini yeniden hatırlayalım: “Amerika’da yaşarken çok güvendiğiniz arkadaşlarınızla dolandırılmaya varan şeyler yaşadım ben. Bunun ismi onlar adına dolandırma mı? Onlar ticaret diyorlar, ben dolandırma diyorum. Yani bir işi bilmemek veya bir işin sıkıştığı anda parasını kullanmak dolandırıcılıktır. Ben buraya kendi çapımda çocuklarımın sigortasını bozarak, İsviçre’de biraz da birikimimizi getirmiştik. Bunların hepsini biz kaybettik. Esnaflık bilmediğimiz için lisan bilmediğimiz için bazı hatalar yaptık, yanlışlar yaptık kaybettik. Bunların içerisinden çıkabilmek çok zor. Yani bir tarafta ciddi sıkıntılar yaşıyorsunuz, Türkiye’den gelmişsiniz, ayakta kalmaya çalışıyorsunuz, güvendiğiniz insanlarla bir şey yapalım derken bir de onlardan tokadı yiyorsunuz. Sınav içerisinde sınav derler ya öyle bir şey. Bunları yaşamak beni ve aileme tabi ki çok yıprattı. İçe kapandık. Kimseyle görüşmüyoruz. Çocuklarımızın eğitimine kendimizi adadık.”
*****
Peki buradan ne çıkar?
Bu bahsedilen örneklerin özellikle ilk 2 yıl yaşandığını öğreniyoruz.
Şu anda insanlar yaralarını sarmaya, kendilerine yeni yollar açmaya çalışıyor.
Böyle düşe kalka, kaybede kaybede, kazık yiye yiye insanlar yurtdışında ticaretin kurallarını da öğreniyor.
Yeni ortaklıklar kuruluyor.
Yeni iş yerleri açılıyor.
Yeni yatırım sahaları bulunuyor.
Dil öğrenme zorluklarının da geride kalmasıyla birlikte 5-10 yıl sonra bu insanların bazıları bireysel başarı hikayeleri yazmaya başlayacak.
Ancak Riphagen’ler hiç unutulmayacak!
Ticaret ihtilaflarda öğrendiğim en büyük hakikat ihtilafın iki tarağıyla görüşmeden hüküm vermemek. Bir taraf hiç şüpheye yer vermeyecek şekilde anlatıyor tamam diyorsun. Ama diğer tarafı da dinleyince Halil Cibran gibi diyorsun cinayette makyül de masum değilmiş. Keşke gitmeseydiniz. Ticari hayatı tecrübe etmemiş hiçbir insan tam anlayamaz bunu.
Hakan Şükür ve pek çok kişi aylarca çok uçuk miktarlarda ödemeler aldılar ve hiçbir şikayetleri yoktu bu durumdan. Ellerindeki tüm parayı o orta asyalı adama verdiler. Amerika şartlarında mümkün olması çok zor yüzde yetmişlere varan senelik karpaylarını hiçbirşey emek ortaya koymadan aylarca, kimileri ise senelerce aldılar. En sonunda deniz bitince adamdan şikayetçi oldular. Sülün Osman’ın “Benim Dolandırdığım İnsanlar Dolandırıcıydı Aslında” ifadesi aklıma geliyor böyle vakaları gördükçe. Yazınız Hakanı ve onun durumundakileri tamamen aklar nitelikte olmuş, size yakıstıramadım.
Bir de genel olarak böyle kar-zarar ortaklıklarında para veren hiçkimse zarar bölümünü düşünmüyor. Paraları toplayan adamlar “zarar ettik bu ay kar dağıtamıyoruz” dese herkes boğazlarına yapışırdı herhalde. Halbuki bu işler kar zarar ortaklığı değil mi? Yoksa faiz almak için mi para vermişler acaba? Son olarak cemaatler de türkiyeden çıkma bir oluşum. İyi-kötü türkiye ortalamasında birşeyler beklemek ve kutsamamak lazım cemaatcileri.
Avukatla hazırlanan sözleşmeye aykırı davranarak, ortağının bilegisi dışında sahte imzalarla dükkana hipotek koydurmak ne zaman ticaret oldu.
900 bin dolarlık dükkanı sahte evrakla 2,5 milyon dolara aldık demek ne zaman ticaret oldu ……. söyletecek çok şey var. Hapsi boyladıklarında anlarsınız.
Hocam Polonya’da dolandırılanların bazıları ilk geldiğinde aman efendim nasıl mağdur olduk elimizde avucumuzda bir şey kalmadı diye önce bize kendilerini acındırarak dolandırdı. Sonra ise duyduk ki bu adamlar onbinlerce avroyu bu Sebahattin denen dolandırıcıya kaptırdı. Yalnız durum böyle olsa yine iyi. Bu adamların çocukları vistula üniversitesinden hizmet bursu alırken asıl mağdur ailelerin çocuklarına burs bile verilmedi. Ben yıllardır hizmetin içinde parası olana vay canım, olmayana yallah efendim muamelesini görüyorum. Bu düzeltilmediği müddetçe daha çok Riphagen’lar çıkar..
Yazarın, hadiseleri okurken ki durduğu yer çok dikkate değer!
“Abiler”, “ağabeyler”!!!
Anladığım ‘Eğer olmasalar ne iyi olacaklarmış’ değil mi?
Yazıda (bence) dikkate değer ve ciddi araştırılması gereken en önemli (belki de tek) husus: “vazifeli bir kişinin komisyon aldığı” iddiası. Ama araştırılıp teyit edilemden bunun da iddia edilen bir husus olmasından başka bir hükmü yok.
California’daki hadise de 50’den fazla mağdur var. Kaçıyla görüştünüz de isim vererek haber yapıyorsunuz? Görüştüyseniz niye görüştüm diye yazmıyorsunuz? Bu mu gazetecilik? Herşeyi bildiğini zannediyorsun Ahmet bey.
Mağduriyetleri anlatmaları ve röportaj yapmaları lazım mağdurların.. yen içinde kalan kollar çok acı verir, eğer vaktinde tedavi edilmezse..
Tespit ve röportajlardan oluşan yazınızı okudum. Açıkçası durum tespitinden sonra yazının sonuç bölümünde Birde bunların tekrarlanması için yapılması gereken yada asla yapılmaması gereken maddeler ekleseydiniz o zaman takdir ederdim. Çünkü durum tespitini herkes yapabilir. Biraz çevreniz ve paranız varsa röportaj da yaparak zenginlestirebilirsiniz. Ama çözüm için adımlar yoksa tespitten öteye gitmez. Keşke bir dahaki yazınız sorun ve çözüm önerileri şeklinde olsa. O zaman farkınız ve katkınız olur. Ben de Amerikaya 2,5 sene önce gelen bir küçük esnafım. Paramı kaptırmamak ve işimi kopyalatmamak için bin dereden geçtim. İsterseniz Birde benimle konuşmayı deneyin.
Memet Bagci 9173690744
Dediklerinizin hepsi doğru bile olsa. Bildiğimiz doğruları kendi hayatımıza tatbik etmezsek daha büyük sorunlarda yaşayabiliriz. Sebepleri yerine tam olarak getirdikten sonra gerisi Allah’a kalıyor. Her işimizi akit ve şahitlerle beraber yapmalıyız. Eğer yapmıyorsak bizden istenileni tam olarak yerine getiremiyoruz demektir. Kim olursa olsun. Yanlış ve hata yapan er Veya geç hesabını verir.
Merhaba
Ben de Ingiltere deki olayın bir kısmını biliyorum. Rahmetliyi çok uzun yıllardır tanırım. 20 yıla yakın memurluğunu bir sözle bırakıp ingiltere de tırnağı ile kazıyarak bir yere gelmişti. Ingilteredeki hizmetlere en büyük desteği yıllarca verdi. Izdırabını çok iyi biliyorum. Parasını gizlice getirip, 1 koyup, 3 almak için abiye paralarını verdiler. Özellikle Ingiltetenin EU dan çıkma kararının da etkisi ile ve ortak çalıştıkları birinin darbesiyle işleri toparlayamadı.(detayı bilmiyorum, ama sizden daha çok biliyorum, lütfen siz de araştırın) önceleri çok varlikliydi, borç sürecinde 30 €’nun hesabını yaptığına şahidim. Dert ve üzüntüden kalp krizi geçirip 4 ay koma da kalıp vefaat etti. Asla aldığı paraları başka yerlere aktarmadı. En az 35 yıl hep önlerde koşturdu. O benzetme yaptığınız Riphagen le bu insanları aynı kefeye koymak çok yakışıksız olmuş. Araştırıp öyle yazsanız. En azından farklı kişilerden. Kisa yoldan zengin olma hayali güzel. Ama bazen işler istendiği gibi gitmiyor. Hainlik var mı yok mu ayırmak lazım. Yatirim yapacak olan da işe biraz ticaret gözüyle baksa. Abi dedi diye milyon dolar verilir mi? Hırsızın hiç mi suçu yok misali.(Teşbihte hata olmaz, lütfen yanlış anlaşılmasın.) Bunlar biliniyor 2,5 yıldır ama yine yeniden duyuyoruz bu hadiseleri. Rabbim basiret versin hepimize. Şark kurnazlığı tutmuyor Avrupa da, Abd de. Yok öyle 3 kuruşa 5 köfte. Paranıza sahip çıkın. 5 ülke abiligi yapsa da insan, ticaret farklı mevzuu.
Bahsi geçen şahsı ben de cok iyi tanıyorum hem de Ingiltere geldiği ilk günden beri. Öncelikle Allah rahmet eylesin ve günahlarını affetsin. Ancak bu şahıs nasil tırnakları ile kazıyarak bir yerlere geldiğini iddia ediyorsunuz anlayamıyorum. Bahsi geçen şahıs ülke abisinin referansı ile hayatinda bir sefer bile ticaretle ugrasmamis olmasina rağmen “esnaf abi” diye tanıtıldı İngilterede tanıtıldı. Gene ülke abisinin referansı ile dünyanın dört bir tarafındaki cemaat esnafından vadeli mal alarak ticaret yapmaya çalıştı ve büyük bir kısmını batırdı (borçlar geri ödemedi). Tırnakları ile kazıdı dediginiz merhum şahıs cemaat mağdurlarından topladığı paralar ile Londra’nin malikaneleri ile meşhur bir semtinde havuzu ve tenis kortu olan super lüks bir evde yaşadı. Kendi kredisi hic olmadığı icin başkalarının üzerinden hem kendine hem hanımına hem çocuklarına lüks arabalar kiraladı. Herkese parmak ısırtacak bir hayati tamamen başkalarının paraları ile yaşadı. Hizmete olan sevginizi ve bağlılığınızı anlıyorum ancak bu uğurda sırf hizmeti savunmak adına, nasıl bir hayat yaşadığını cok iyi bildiğiniz bir dolandırıcıyı savunmanız cemaat mensupları için sarf edilen “körü körüne bağlılık” iddialarını malesef doğruluyor. Allah ıslah etsin ne diyelim…
O C daha önce Orta Asya’da ve Ankara’da görev yapmış ingiltere’ye bir lokması bir hırkası ile gelmiş ama kısa sürede Londrada havuzlu villada yaşamaya başlamış! Bütün ailesi ve kendisi son model lüks arabalara binen! Hizmetin ingilteredeki en önde abilerinden biridir. ilginçtir bu hızlı zenginleşmede yakın arkadaşları onu hep aklamış. ilk defa 2010 lu yıllarda yolsuzluğu/dolandırıcılığı ortaya çıkmış ama dönemin büyükleri! (hala da görevlerine devam ediyorlar) olayı kapatmış. O C’nın esas ticareti ve zenginleşmesi kendidine emanet edilen hizmetin parası ile tefecilik ve ticaret (bunu da genel olarak hizmet içi satın almalarda kendi paravan şirketi ile hizmete yapıyor) ve bir-iki şirketi.
İngilterede O C’nın bildigim dolandırma yöntemleri; 1- para alıp sahte tapu ile ev satmış, 2- Türkiyede hapiste (bazıları zindanda) olan kisilerin ailelerine bakacağını vaad etmiş paralarını almış, 3-Türkiyeden parasını çıkarmak isteyen kişilere başka birinin banka hesap numarasını vermiş (adamla anlaşmalı bu adam beni dolandırdı diyor) 4- 30 yıllık arkadaslarına çok karlı bir işim var deyip evini barkını sattırmış, 5- bulundukları ülkeden İngiltereye getirme vaadiyle paraları almış (böyle bir girisimde hiç bulunmamış),6- İngilteredeki karlı şirketlerini gösterip yatırımcıları çekmiş o şirketleri çocuklarına ve partnerlerine devretmiş 7- ve hizmet içindeki konumu ve referansları ile kurduğu saadet zinciri (burdan faiz gibi para alan kişiler,abiler, var) (bir verip üç alan kesim) (Ailesi’nin kızgınlığı bu ticarette bulunmuş abileredir O C yı neden koruyup kolllamadıklarıdır) bu adamla ilgili konu açıldığında sadece bu kısım dile getirilip suç tüm mağdurlara atılıyor!
30 Euro ya muhtaçtı vs. söylemleri ne yazık ki doğru değil. “Yakınları, bilhassa da karşılaştığı suçlamadan kaynaklı olarak yaşadığı üzüntünün işadamını ölüme sürüklediğini düşünüyor.” tamamen yanlış yakınları O C’nın dolandırıcı olduğunu biliyorlardı. Kızdıkları kişiler hizmetin yöneticileridir nedeni de bu olayda tamamen yanlarında olmadıkları ve sessizce kapatmadıklarındandır!
Merhaba Ahmet bey
Polonya konusu ile ilgili bir noktayi duzeltmek istiyorum
Yazinizi ilgiyle okudum
Tum yazdiklarinizi ilgi ile takip ediyorum Muhtemelen kaynaklariniz bazi konularda sizi reel olarak bilgilendiremiyor
Polonya olayini cok yakindan biliyorum yaklasik 5-6 milyon dolarlik bir rakam dogru Yanliz bu rakamin maximum 1,5 2 milyon dolar civari hizmet mensubu kisilere aittir Bu 1,5-2 milyonluk rakamin yarisina yakinida o malum kisiye bu isi devreden firmanin kaybettgi parasidir
Kalan 3-4 milyonluk rakamida farkli kesimlerden ticaretle ugrasan turkiye kokenli esnaflar dolandirildiklarini iddia etmislerdir
Selamlar
[…] yazısının girişinde “Bu sürecin Riphagen’leri” başlıklı yazım, tahmin edilebileceği üzere cemaat içinde çeşitli tepkilere yol […]
Güzel ve ders alınası bir yazı
Vallahi bence kol kırılır yen içinde kalmasın merciii burası değil Ahmet bey … o şahısların muhatapları ile yapabileceği bir iş …bakın ne zamandır uğraşıyorsunuz …bence daha çok çam deviriyorsunuz hiç bi faydasını gördünüz mü yazdıklarınızın…? Bence dönün ve süreçle alakalı başka yazılar yazın da yazılarınızı doya doy okuyalım yoksa hep mişli konuşmalarda kalacak herşey… bana kardeşim diyorki abla eşimi abiler çok korkuttu o da dışarı çıktı çıkarken yakalandı.. ben de ne diyorum biliyor musunuz abileri korkutmakla suçluyorsa o da korkmasaymış diyorum ..artık o kadar çamur atma meyilli ki insanlar farkında olmadan çanak tutuyor olabilirsiniz niyetiniz ne kadar iyi olursa olsun …