Bu bölümde size bu fotoğraftan bahsedeceğim.
70’li yıllar olmalı…
Siyah-beyaz bir kare…
Sanırım gazeteci buluşması gibi bir şey.
Daha doğrusu ‘dava gazetecileri’ buluşması…
Hepsinin bir davası var çünkü. Onun için gazete çıkarıyorlar.
Bugün bir çoğu hayatta değil.
Arka sıra sol başta Aykut Edibali hemen tanınıyor. Şimdi Millet Partisi Genel Başkanı. 1970’te Otağ Yayınevi ve matbaacılık tesislerini kurmuştu. Burada haftalık siyasi dergi Yeniden Millî Mücadele’yi, aylık edebiyat dergisi Pınar’ı ve üç aylık araştırma-inceleme dergisi Gerçek’i çıkarıyordu.
Bugün ‘Yeniden Milli Mücadeleciler’ olarak anılan, o devirde ‘Mücadele Birliği’ olarak bilinen hareketin de lideriydi.
Onun yanında Türkiye’de ve Dünyada Sabah isimli gazetenin sahibi Mehmet Arıkan bulunuyor. O devirde şimdiki gibi plazalar ve holding sahibi medya patronları yok.
Arıkan’ın solunda, 1970’te kurulan Yeni Asya gazetesinin sahibi Mehmet Kutlular var. Aynı zamanda Yeni Asya Cemaati’nin lideri.
Onun solunda, NATO bursuyla okuduğu İtalya’dan döndükten bir kaç yıl sonra Hakikat gazetesini çıkarmaya başlayan ve sonra gazetenin adını Türkiye olarak değiştiren Enver Ören duruyor. O da daha sonra kayınpederi Hilmi Işık’ın vefatı ile birlikte Işıkçılar olarak adlandırılan cemaatin lideri oldu.
En sağda ise o sırada Tercüman yazarı olan Babıâli Yayınevi sahibi Ergun Göze duruyor. Göze, daha sonra uzun yıllar Enver Ören’in Türkiye gazetesinde yazacaktı.
Gelelim ön sıraya…
En sağda Bizim Anadolu gazetesinin sahibi Mehmet Emin Alpkan oturuyor.
Sağında, o sırada Doğu Türkistan’ın Sesi isimli dergiyi çıkaran Uygur Türklerinin sembol ismi İsa Yusuf Alptekin var.
Onun diğer tarafında Sait Bilgiç görünüyor. 1944-45 yıllarının meşhur Irkçılık-Turancılık Davası’nda Nihal Atsız, Alparslan Türkeş ve Fethi Tevetoğlu gibi isimlerle yargılanmış, daha sonra Demokrat Parti’den Isparta Milletvekili seçilmiş ve 27 Mayıs darbesinin ardından Yassıada’da idamla yargılanmış bir siyasetçi. En sağdaki Mehmet Emin Alpkan’la birlikte Türk Milliyetçiler Derneği’nin kurucularından. Merhum Mehmed Niyazi Özdemir’in tabiri ile Alpkan’ın “ahretliği”…
Hatta Alpkan’ın çıkardığı Bâb-ı Âli’de Sabah isimli gazetede yazılar da yazdı. Bir ara Aydınlar Ocağı başkanlığı yaptı. Süleyman Demirel’in daveti ile Adalet Partisi’ne girdi ve milletvekili adayı oldu. En son MHP’ye katıldı. Aynı zamanda Türk Ocağı genel başkanlığı ve Türk Yurdu dergisi yöneticiliği yapmış olan Emin Bilgiç’in de (Ekmeleddin İhsanoğlu’nun kayınpederi) kardeşi kendisi. Adalet Partisi’nin ilk kongresinde Süleyman Demirel’e karşı aday olup kaybeden ‘Koca Reis’ lakaplı merhum Sadettin Bilgiç’in de ağabeyi. AKP’de 5 dönemdir milletvekilliği yapan, şu anda da TBMM Başkanvekili olan Süreyya Sadi Bilgiç’in ise amcası.
Önde en solda, İrfan Atagün yer alıyor. Ergun Göze ile beraber Amca Matbaası’nı kurmuşlardı.
Mehmet Emin Alpkan’ın yayınladığı Bizim Anadolu gazetesinde yazılar yazıyordu. Yine Alpkan’la birlikte Türkiye Gazete Sahipleri Sendikası‘nın kurucu ve yöneticilerinden oldu. Daha sonra Ömer Öztürkmen’le beraber Ortadoğu gazetesini kurdular. Ölmeden önce Enver Ören’in Türkiye’sinde yazıyordu. Aynı şekilde Alpkan da ömrünün son dönemlerinde Türkiye’deydi. Her ikisi aynı zamanda Enver Ören’in danışmanlığını yaptılar.
****
Bu resmi yaprak yaprak açarsak büyük oranda yakın tarih Türk sağının hikayesini elde edebiliriz.
Bir kaç eksiğiyle beraber…
En azından belli bir tarihe kadar.
Sonrasını da zaten bu yazı dizisi ile bir yere bağlayacağım.
Bu fotoğraftan Ülkücü Hareket’e, MHP‘ye, DP-AP-DYP geleneğine, Yeniden Milli Mücadele Birliği’ne, Yeni Asya’ya, bazı dini cemaatlere ve siyasi hareketlere yollar çıkıyor.
Sonra hepsi tek bir karede yeniden birleşecek.
****
Buradan özellikle bir isme odaklanacağım: Mehmet Emin Alpkan.
Onun için ‘Türk sağının karakutusu’ deniyor.
Ki bunu fazlasıyla hakediyor.
M.Emin Alpkan milliyetçi-muhafazakar camianın halen büyük bir minnetle andığı bir ‘mücadele insanı’.
Türkeş’le de Demirel’le de Erbakan’la da aynı anda iyi ilişkileri olan çok ilginç bir portre.
Elbette askerlerle de…
50’li, 60’lı, 70’li yıllarda kurulan ne kadar milliyetçi dernek, kurum, kuruluş varsa hepsinde bir şekilde o var.
“Komünizmle mücadele” cephesinin içinde ve daima en sadık neferlerinden…
O dönemin ‘komünizmle mücadele’ oluşumlarının ne manaya geldiğine, “Soylu’nun babası Mehmet Ağar’ı tokatlamıştı” başlıklı bir önceki bölümde yüzeysel olarak değinmiştik.
Soğuk Savaş yıllarında ABD ve NATO, solun güçlendiği bütün ülkelerde komünizme karşı operasyonlar yapmıştı. En önemli ülkelerden birisi Türkiye idi. Sovyetler‘in komşusu Türkiye’de de çok sayıda Komünizmle Mücadele Derneği kurulmuştu. Bunların finansmanı, MİT üzerinden CIA tarafından karşılanıyordu.
Bunun için özellikle mütedeyyin, muhafazakâr, milliyetçi kesimlerin önü açılıyordu. Yeni dernekler, gazeteler, dergiler, şirketler, partiler kurduruluyordu.
Gerçekten milli, manevi değerlerle bu mücadelenin içinde yer alan binlerce insan, başında devlete çalışan bir takım insanlar eliyle organize ediliyordu.
“Moskof tehlikesi”ne ve devrin “dinsizlik ceryanlarına” karşı “İslam’ın ve Türk milletinin varlığı için” gece gündüz “mücadele” ediyorlardı.
Alpkan da işte o gençlerin ‘Mehmet Emin Abi’si idi…
1917 Konya Taşkent doğumlu.
Ahmet Davutoğlu onun hemşehrisi oluyor. Zaten babası Mehmet Davutoğlu onu sık sık ziyaret edermiş. Alpkan’ın, çocukluğunda Ahmet Davutoğlu için ‘Küçük Adam’ dediği rivayet olunur.
İddialara göre Davutoğlu ilk yazısını henüz ilkokuldayken onun sahibi olduğu Bizim Anadolu gazetesine yazmıştı.
****
İstanbul Yıldız yokuşunda bir bakkal dükkanı vardı. Adı ‘Milli Bakkal’a çıkmıştı.
Neden mi?
Devrin ne kadar milliyetçi-muhafazakâr askeri, askerî öğrencisi, üniversitelisi, kültür adamı, yazar-çizeri varsa bir şekilde yolu oraya düşermiş.
1940’ların ikinci yarısında açılan bu bakkal, 1957 yılında Barbaros Bulvarı’nın yapılışında yıkılıncaya kadar bir çok hatıraya konu olmuş.
M. Emin Alpkan’ın, Ali Fuat Başgil’den Nurettin Topçu’ya, Ahmet Kabaklı’dan İsmail Hami Danişmend’e sağın önde gelen bütün düşünce ve fikir adamları ile yakın dostlukları vardı.
Yolu oradan geçen bazı isimlerin anılarına bakılırsa bakkal dükkânının müdavimleri arasında farklı hükümetlerde görev yapmış çok sayıda bakan da bulunuyordu.
Rahmetli fikir adamı, tarihçi yazar Mehmed Niyazi Özdemir, “İnanılmaz bir idealist” başlıklı yazısında, Alpkan’ı şöyle anlatıyordu: “Bizler üniversiteye geldiğimizde Mehmet Emin Alpkan matbaacı idi; Milli bakkal olduğu dönemi bilmiyoruz. Bir subay Mehmet Emin Ağabeyi şöyle tarif ediyordu; ‘Biz evvela bakkal Mehmet Emin’e peynir ve zeytin almaya gidiyorduk. Sonradan baktık ki biz ondan peynir ve zeytin almıyor, meğer ondan fikir alıyormuşuz.’ Bakkalı Yıldız’da idi; pek çok subay onun müşterisiydi. Mehmet Emin Ağabey’in iki lafından birisi vatan ve millete dair idi; çevresini hep milli ruhla ışıklandırıyordu. Alpaslan Türkeş’le de çok yakın arkadaştı.”
****
Müşterileri arasında çok subay vardı, çünkü o zaman Harp Akademisi, Yıldız Sarayı’nın içindeydi.
Dükkân da oraya çok yakındı.
Mehmed Niyazi‘nin aktardığı gibi, Türkeş‘le de yakın arkadaştı.
Alparslan Türkeş, 1994 yılında Sabah Gazetesi‘nden Hulusi Turgut’a anlattığı anılarında (Daha sonra ‘Şahinlerin Dansı’ isimli bir kitaba da dönüştü), Turgut Özal’la Alpkan’ın bakkalında tanıştıklarını söylüyor.
Türkeş, bu tanışıklığı şöyle paylaşıyordu okuyucularla: “Kendisi ile 1950’lerde başlayan bir dostluğumuz vardı. Harp Akademisi’nde okuyordum. O tarihte Harp Akademileri Yıldız Sarayı’ndaydı. Ben de Yıldız’da üç katlı küçük bir apartmanın bodrum katını kiralamıştım. Maaşım 220, evin kirası 95 liraydı. Evimin karşısında bir gecekondu vardı. O gecekonduda da, oraya yakın bir yerde küçük bir bakkal dükkânı olan Mehmet Emin Alpkan oturuyordu. Komşu olunca tanıştık, Mehmet Emin Bey’le dostluğumuz başladı. Üniversiteli gençler de onun bakkal dükkânına gelip toplanıyorlardı. Bu gençlerin arasında Turgut Özal, Korkut Özal, Faruk Sükan, Ferruh Bozbeyli, Sadettin Bilgiç, Rüknettin Tözüm, Mehmet Satoğlu, Hasan Kahraman, Bekir Berk, Şadi Pehlivanoğlu gibi üniversite öğrencileri vardı. Hepsi Türk milletinin millî ve manevi değerlerine sahip çıkan gençlerdi bunlar. Kendileriyle tanışıklığımız orada başlıyor.”
****
Oğlu Dr. Latif Ruhşat Alpkan’ın, babasını anlattığı ‘Milli Dava Adamı-Mehmet Emin Alpkan’ isimli kitapta, Alparslan Türkeş’le dostluklarının musalla taşına kadar devam ettiği yazıyor.
Ailece çok yakınlardı.
Merhum Alpkan’ın kızı Zeliha Ruhşen, çocukken Türkeş’in kızları ile çok yakın arkadaş olduklarını ve sabah akşam bir arada olduklarını anlatıyor.
Alparslan Türkeş’in evlerine sık gelip gittiğini yazan Latif Ruhşat Alpkan, bu ziyaretlerden birinin 27 Mayıs’tan bir ay öncesine denk geldiğinden söz ediyor. Darbe sonrasında da ilişkileri aynı sıcaklıkta devam etmiş. Alpkan, Türkeş’i makam odasında defalarca ziyaret etmiş.
Zeliha Ruhşen, “1960 ihtilalinin ardından garip bir trafik başladı gecekondumuzda. Babamın Türkeş’le dostluğunu duyanlar sırada… Kimi valilik istiyor, kimi terfi kovalıyor… Babam hiç birini kabul etmedi tabii.” diye anlatıyor.
12 Eylül’den sonra da iyi görüşmüşler. Son güne kadar…
M. Emin Alpkan 1990 yılında vefat ettiğinde en ön safta tabutu sırtlayanların başında Alparslan Türkeş geliyordu.
****
Merhum Alpkan’ın tanıştığı tek kudretli subay Türkeş değildi. Oğlunun kaleme aldığı kitapta ilginç bir anı daha var. Babası, 27 Mayıs darbesinin ardından askerlerce gözaltına alınır. Sorgusu sırasında onu, 1957 yılında ‘9 Subay’ olayına adı karışmış olan ve darbenin de en önemli isimleri arasında yer alan Yarbay Faruk Güventürk görür. “Hayırdır Mehmet Bey, burada ne işiniz var?” diye sorar. Alpkan, “Askerler beni aldılar, buraya getirdiler” cevabını verir. Güventürk de kendisinden özür diler ve derhal askerlere “Beyefendiyi aldığınız yere tekrar bırakın” emrini verir.
Kızı Zeliha ise bu gözaltı hadisesini şöyle anlatıyor: “Babam Allah’a emanet olun diyebildi, o kadar. Bermutat Ayet’el Kürsi okurdu, yine dudakları kıpırdadı. Duanın bereketi işte, tam kışla kapısında Faruk Güventürk Paşa ile karşılaşıyorlar. ‘Hayrola Mehmet?’ diye soruyor. Babam, ‘Bilmem, size sormalı paşam’ diye cevaplıyor. İsmail Hami Danişmend’in evindeki toplantılardan tanışıyorlar. Nihal Atsız, Nurettin Topçu, Serdengeçti, Bekir Berk ve İsmet Tümtürk ile bir arada bulunmuşlar. Paşa, ‘Mehmet Bey’i evine götürün’ diyor. Gittiği gibi geldi ama bu kez Türkeş Bey Amca ile ilgili endişelerimiz başladı, Ondörtler’e sürgün çıkmıştı zira…”
****
M. Emin Alpkan, okul okumamış biri.
Daha doğrusu fukaralıktan okuyamamış.
Henüz 2 yaşında babasını kaybetmiş. Taşkent’te fakir bir köylü olan annesi de onu okutacak para bulamamış.
Buna rağmen gençliğinde kitapçılık yaparken bol bol okuma fırsatı buldu.
1950’lerin başından itibaren hep matbuat hayatının içinde yer aldı.
Komünizme karşı çıkarılan bütün yayınlarda doğrudan ya da dolaylı adı var.
Bakkal dükkânının yıkılmasından sonra kısa bir süre Topbaş’lara ait Bahariye Mensucat’ta çalıştıktan sonra 1959’da matbaacılığa başlıyor.
Nasıl ki 50’lerde bakkal dükkânı buluşma yeriyse 60 ve 70’lerde de Cağaloğlu’ndaki matbaası Mücadele Birliği’nden Milli Türk Talebe Birliği’ne bütün milliyetçi, dindar gençlerin uğrak yeri olur.
Sonradan ülkücü, milliyetçi kadrolarda yer alacak isimler de Milli Görüş çatısı altında siyaset yapacak isimler de o zaman aynı kavşakta duruyordu. Ortak düşman olan komünizme karşı bir aradaydılar.
O yüzden en iyi ziyaretçilerinden biri, dönemin Milli Türk Talebe Birliği Başkanı, daha sonra TBMM Başkanlığı yapacak olan İsmail Kahraman’dı.
Alpkan, Recai Kutan’la da Necmettin Erbakan’la da tanışıyordu. Kutan, Komünizmle Mücadele Derneği Şube Başkanlığı yaptı. Mücadelede öne çıkan bir diğer isim Mehmet Şevket Eygi idi.
Ergun Göze, matbaanın ziyaretçilerinden birinin de Erbakan olduğunu anlatırken, “Rahmetli Alpkan onu Konya’ya götürmüş, sevdiklerine takdim etmişti” diyor.
Ancak daha sonra bir nedenden araları açılmış.
****
M. Emin Alpkan, bir çok gazete ve derginin basılmasına önayak oluyordu.
Bunların bazıları (belki de çoğunluğu) devletin örtülü ödeneğinden finanse ediliyordu.
Örneğin 1965 yılında Bâb-ı Âli’de Sabah gazetesini Demirel’in gönderdiği parayla çıkarıyor.
Burada ilginç olan, 1964 yılında Ragıp Gümüşpala’nın ölümünün ardından yapılan Adalet Partisi’nin ilk kongresinde Demirel’e karşı Sadettin Bilgiç’i desteklemiş olmasına rağmen Alpkan ile Demirel arasında sağlam bir ilişkinin varlığı.
Kongreden sonra Süleyman Demirel İstanbul’a gelip Alpkan’ı matbaasında ziyaret ediyor. Daha sonra Eyüp Sultan’da muhafazakâr çevrelerle Demirel’i buluşturan, Alpkan’ın tavsiyeleri olacak.
“Mücadeleciler: Mücadele Birliği (1964-1980)” isimli kitabın yazarı Ekin Kadir Selçuk, Alpkan’ın damadının, “Demirel, 12 Mart muhtırasından sonra sık sık Mehmet Emin Bey’in kütüphanesine gelir, Kur’an meali ve tefsiri okurdu.” dediğini naklediyor.
****
Mücadele Birliği ile Demirel bağlantısını kuran da Mehmet Emin Alpkan’dı.
Ekin Kadir Selçuk, “Mücadeleciler’in lideri Aykut Edibali’yle yaptığım görüşmede, kendilerini Demirel’le yakınlaşmaya Alpkan’ın iknâ ettiğini söylemişti.” diyor.
Mücadeleciler’le iç içeydi.
Dergilerini basıyor, her türlü desteği veriyordu.
Hareket, zaten Komünizm’e karşı doğmuştu.
Mensupları arasında Necmettin Erişen, Aykut Edibali, Yavuz Aslan Argun, Cemil Çiçek, Taha Akyol, Melih Gökçek, Reşat Petek, Ahmet Taşgetiren, Hüseyin Gülerce, Atilla Yayla, Altan Tan, Burhan Özfatura, Ali Müfit Gürtuna, Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, Ömer Vehbi Hatipoğlu, Halil Şıvgın, Mustafa Ruhi Şirin, Hamza Türkmen, Gaffar Yakın ve Necmettin Turinay gibi isimler vardı.
12 Mart’tan sonra ‘Ordu-Millet Elele’ mitingleri düzenlemişlerdi.
O yıllarda Mücadeleciler, adeta Adalet Partisi gençlik kollarını oluşturuyordu.
Ancak Yeniden Milli Mücadeleciler, tarihleri boyunca ‘istihbarata çalışmak’ suçlaması ile karşılaşacaktı.
İlk ayrılanlardan biri olan Cemil Çiçek, bunu teyid ediyor mesela.
16 Haziran 2002‘de Yeni Şafak’a verdiği röportajda şunları söylüyor: “68 şartlarında o soğuk savaş döneminde devletin yakın ilgisi ve bilgisi dahilinde çalışma yapan kuruluşlar olduğu anlaşılıyor bunların. Ben orada belli bir süre bulundum ve neticede bazı şeyleri de görüp en erken ayrılanlardanım. Kuruluşta devletin ilgisi ve bilgisini görüyorum. Benim böyle bir şeyim var. İster kabul edin ister etmeyin, görebiliyorum bunu. (…) O neviden gruplar, günün soğuk savaş şartları altında kıymet-i harbiyesi olan gruplardı zaten. (…) Şimdi bu devletin garip tarafı. Bu nevi kuruluşları kurduruyor sonra da ‘buraya niye girdin’ diye sorguluyor.”
Röportajı yapan Mustafa Karaalioğlu’nun “O teşkilatı devlet mi kurdurdu yani?” sorusu üzerine, önemli bir cevap veriyor Çiçek: “E, onun bilgisi ve ilgisi dahilinde dediğim şeylerdir. Ama bu gizli kapaklı bir şey de değildi. Şunu unutmamak lazım: Türkiye Cumhuriyeti devleti güçlü bir devlettir. Onun bilgisi dahilinde olmayan hiçbir kuruluş da yoktur zaten.”
****
Burada zikretmemiz gereken önemli bir isim daha var: Ziya Uygur.
Isparta Senirkent doğumlu olmasına rağmen baba tarafından aslen Konya Taşkentli idi.
Yani o da M. Emin Alpkan ile hemşehri.
Gerçi ondan 5 yaş büyüktü.
Yüzbaşı rütbesinde iken askerlikten ayrılmıştı.
Bir zamanlar ‘siyonizm’’, ‘masonluk’, ‘komünizle mücadele’ denince akla ilk gelen isimlerden biriydi.
Ancak askeri istihbaratla çalıştığı şayiası onu hep bir gölge gibi takip etti.
Eski talebelerinden olan ve 1977-80 arasında Adalet Partisi Afyon Milletvekilliği yapmış olan Mehmet Özutku, Ekin Kadir Selçuk’a yaptığı açıklamada, “Zaten sonradan istihbaratın elemanı olduğunu öğrendik.” diyecekti onun için.
Uygur, Mücadele Birliği’nin de fikir babalarından biri olarak gösteriliyor.
Mücadelecilerin lideri Aykut Edibali’yi yetiştiren oydu.
Bu ilişki nasıl başlıyor?
Uygur, askeriyeden ayrıldıktan sonra 1947’de Senirkent’te talebe yurdu müdürlüğü yapmıştı. Malum, Edibali de Afyon’lu. Gerisini, Ziya Uygur’un akrabası olan Yazar Sami Noğay’dan dinleyelim: “Afyon’da Senirkent Talebe Yurdu müdürü iken Sayın Aykut Edibali’nin babası ile tanıştığını biliyoruz. 1960’lı yılların başında İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Sayın Edibali, İstanbul’da fSayın Kemal Cabioğlu’nun işyerinde merhum Ziya Uygur’la tanışır. Ve bildiğimiz kadarı ile Sayın Aykut Edibali’nin de içinde bulunduğu 4–5 kişilik bir arkadaş grubu ile 5–6 yıl seminer yaparlar. Ziya beyin 5–6 yıllık seminer çalışmasının sonunda ‘Mücadele Birliği’ derneği kurulur.”
****
“Bir Uyanışın Anatomisi-Mücadele Birliği” isimli kitabın yazarı olan, hareketin kurucularından İrfan Küçükköy, devletle olan bağlantıları için şunları söylüyor: “Bazı arkadaşlarımızın bazı istihbaratçılarla yakınlığı olabilir. Bu Mücadele Birliği üzerinde istihbarat organlarının etkili olduğu anlamına gelmez. (…) Nitekim rahmetli bir arkadaşımızın Hiram Abas ve Mehmet Eymür ile yakın ilişkisini öğrendim. Bu durumu öğrendiğimde hayli şaşırmıştım. MİT eski yöneticisi Mehmet Eymür, ‘Beni Abdullah Çatlı ile falan kişi, 1976’da tanıştırdı’ diyormuş. Bunu işitince çok ürperdim. Çünkü adı geçen kişi, bizim şimdi rahmetli olan eski bir arkadaşımız.”
İşte burada adı geçen Eski MİT Kontr-Terör Daire Başkanı Mehmet Eymür‘ün çok önemli bir açıklaması var. Diyor ki; “Mücadele Birliği’ni dağıtmamızla Türkiye çok şeyi kaybetti.”
****
Peki Mehmet Emin Alpkan bu ilişkinin neresindeydi?
Oğul Latif Alpkan, “Çocukluk dönemimden hatırımda kalan babamın arkadaşlarından Ziya bey amcanın yeri bir başkadır.” diyor.
Yukarıda 27 Mayıs’tan bir ay önce Alparslan Türkeş’in Alpkan’ı evinde ziyaret ettiğinden bahsetmiştik. Oğlu Latif Alpkan’ın verdiği bilgiye göre işte o sırada evde olanlardan biri de Ziya Uygur’du.
Aslında bir çok Mücadeleci genç ile Ziya Uygur’u buluşturan ismin M. Emin Alpkan olduğu belirtiliyor.
Bir de yukarıda adı geçen Kemal Cabioğlu var.
Hani Sami Noğay’ın yazısında zikredilen…
Noğay, Ziya Uygur ile Aykut Edibali’nin Afyon’da Kemal Cabioğlu’nun işyerinde buluştuğunu anlatıyor.
Ekin Kadir Selçuk’un aktardığına göre aynı Sami Noğay, işte Mücadeleci gençlerle Kemal Cabioğlu’nu tanıştıran kişinin de Mehmet Emin Alpkan olduğunu ifade ediyor.
Selçuk, “Sami Noğay, Alpkan’ın Mücadeleci gençlerle tanıştırdığı Kemal Cabioğlu’nun ölünceye kadar istihbarata hizmet ettiğini, bunu bizzat kendi ağzından dinlediğini söyledi.” diyor. (Sami Noğay, bu yazının yayımlanmasının ardından 2 Mayıs 2020 tarihinde tarafıma gönderdiği açıklamada, şöyle bir düzeltme yapıyor: ‘Söylediğim sözün aslı şudur: Kemal Cabıoğlu hakkında ‘istihbaratla ilgisinin olduğunu’ iddia eden kişiler var.)
Kemal Cabioğlu, 12 Eylül’den önce MHP’de GİK üyeliğinde bulunmuş ve başbakanlığı sırasında Demirel’e danışmanlık yapmış bir isim.
O da Alparslan Türkeş’in yakın arkadaşıydı. Türkeş İstanbul’a geldiğinde onun evinde kalıyordu. Cabioğlu aynı zamanda Özal’la da yakındı.
****
Sami Noğay, 2010 yılında yazdığı bir yazıda Yeniden Milli Mücadele grubunun dağılmasında istihbaratla ilişkilerin ortaya çıkmasının etkili olduğunu ifade ediyor. Ancak Ziya Uygur üzerinden değil, tam tersi açıdan: “Mücadele Birliği derneği 1970’li yılların başına kadar Ziya Bey’le birliktelik devam eder. Sonra Ziya Bey, kimin talimat verdiği hakkında yorum yapmayı uygun görmediğim, o tarihte Tuzla’da askerlik yapan iki ‘Mücadeleci’ yedek subay tarafından tartaklanarak ‘Yeniden Milli Mücadele grubundan uzaklaştırılır. Bütün teşkilata Ziya Uygur ile görüşülmesi ve selam verilmesi yasaklanır. Burada şunu belirtmemde fayda var. Sayın Ziya Uygur, 87 yıllık ömrünün her döneminde bilgisinden faydalanmak isteyen herkese kapısını açmış ve yardımcı olmuştur. Bugün üniversitelerde onun bilgisinden faydalanarak yetişen pek çok profesör ilim adamımız ve hatta bazı siyasilerimiz vardır. Ancak Sayın Aykut Edibali ve arkadaşları örgütlenerek bir kadro hareketi başlatmıştır. Netice alamamalarının sebebi bence merhum Uygur’dan uzaklaştıktan sonra hareketi sürükleyecek bilgi birikimi azlığı ve hareketin başının derin güçlerin tesirinde kalmış olabileceği ihtimalidir.”
Burada işaret ettiği kişi yine Aykut Edibali’dir.
Mehmet Emin Alpkan ise 1969 yılında kurduğu Bizim Anadolu gazetesini, 1974’te Edibali ve arkadaşlarına devretti. Zaten o tarihe kadar da hep Mücadele ekibinden gençlerin taşıdığı bir gazete olmuştu.
Yazının girişinde paylaştığım o ilk fotoğraf da tam bu sıralarda çekilmiş olmalı.
Peki bütün bunların Süleyman Soylu ile ne ilgisi var?
Bu kadar şeyi niye anlattım, değil mi?
Onu da bir sonraki bölümde ele alalım.
çok güzel yazı. çok güzel.
ömrüm gözümün önünden aktı-geçti.
neler düşündürdün dönmez ahmet arkadaş, neler?
57 yaşımdayım. -maalesef- ortaokul 2 talebesiyken “ülkücülükle” başladım politik kariyerime. bu illetten kurtuluşum uzun sürmemişti. 4-5 sene belki de.
eh sonrası da yine maalesef “nurculuk”. bu illetten kurtuluşumsa çeyrek asrı geçmiştir.
yani:türkiye sağının bir ferdiydim.
natoculuk, abd’cilik (bknz. 6.filo ve kore savaşı), sermayeden yanacılık, sendika düşmanlığı, dindârlık(aslında dincilikten farksızmış), muhafazakarlık ( aslında tutuculuğun maskeli haliymiş), ..
yazınızdaki isimlerin neredeyse tamamına, konuların da yarıya yakınına vakıftım.
ama bu bilgilerimi, geçmişimi; 1 fotoğraf karesine, 1 bakkal dükkanına, 1 komşuluğa, 1 matbaaya indiremezdim. geriye doğru bu kadar kusursuz bir yolculuk yapamamıştım. yapmadım.
dedim ya: çok iyi. çok çok iyi.
ellerinize sağlık, zihninize sağlık.
teşekkür ediyorum.
saygılarımla.
Gerçekten güzel bir yazı
Dediğiniz gibi burdan türk sağı hikayesi çıkar
Devamını 4 gözle bekliyorum
Sayın Ahmet Dönmez yazınızda bazı düzeltmeler yapmanızı rica ediyorum.
1) Kemal Cabıoğlu’nun iş yeri Afyon’da değil İstanbul’dadır. Senirkent Talebe Yurdu Senirkent’te değil Afyon’dadır.
Uygur, askeriyeden ayrıldıktan sonra 1947’de Senirkent’te talebe yurdu müdürlüğü yapmıştı. Malum, Edibali de Afyon’lu. Gerisini, Ziya Uygur’un akrabası olan Yazar Sami Nogay’dan dinleyelim: “Afyon’da Senirkent Talebe Yurdu müdürü iken Sayın Aykut Edibali’nin babası ile tanıştığını biliyoruz. 1960’lı yılların başında İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Sayın Edibali, Afyon’da Sayın Kemal Cabioğlu’nun işyerinde merhum Ziya Uygur’la tanışır. Ve bildiğimiz kadarı ile Sayın Aykut Edibali’nin de içinde bulunduğu 4–5 kişilik bir arkadaş grubu ile 5–6 yıl seminer yaparlar. Ziya beyin 5–6 yıllık seminer çalışmasının sonunda ‘Mücadele Birliği’ derneği kurulur.”
2) Kemal Cabıoğlu’nun iş yeri Afyon’da değil İstanbul’dadır. Afyon’da sözü İstanbul’da olacak.
Nogay, Ziya Uygur ile Aykut Edibali’nin Afyon’da Kemal Cabioğlu’nun işyerinde buluştuğunu anlatıyor.
3) Aşağıdaki cümle yanlış benim söylediğim aşağıdaki gibidir. Kaldı ki Sayın Ekin Selçuk’la görüştüğümde Sayın Cabıoğlu sağdı. Gidip görüşebilirdi. Ben Mehmet Emin Alpkan’ı tanımam onunla ilgili bir yorum yapmam söz konusu değil.
Selçuk, “Sami Nogay, Alpkan’ın Mücadeleci gençlerle tanıştırdığı Kemal Cabioğlu’nun ölünceye kadar istihbarata hizmet ettiğini, bunu bizzat kendi ağzından dinlediğini söyledi.” diyor.
4) Söylediğim sözün aslı aşağıdadır.
Kemal Cabıoğlu hakkında “istihbaratla ilgisinin olduğunu” iddia eden kişiler var.
Saygılarımla
Sayın Ahmet Dönmez yazınızı aşağıda verdiğim metinler göre düzeltme yapmanızı rica ediyorum.
EKİN KADİR SELÇUK’UN KİTABINDA BENİM ADIMIN GEÇTİĞİ BÖLÜM:
Ziya Uygur “la yakın akraba olan ve Mücadele Birliği’nin çalışmalarında yer alan Sami Nogay, Afyonlu gençleri Ziya Uygur ‟la tanıştıran Kemal Cabıoğlu‟nun istihbaratın elemanı olduğunu ve ölünceye kadar da oraya hizmet ettiğini söylüyor. Sami Nogay, “Bizzat kendi ağzından dinledim. Kemal Cabıoğlu, Ziya Bey’e “sen milliyetçi mukaddesatçı bir kadro kurmak istiyordun, işte bu gençleri çekirdekten yetiştirelim‟ demiş ve o günden sonra Ziya Bey, Aykut Edibalilere her hafta eğitim vermiş,” diye konuşuyor.
10 MART 2010 TARİHİNDE HABERTARAF’TA YAYINLANAN YAZIMIN İLGİLİ BÖLÜMÜ
Afyon’da Senirkent Talebe Yurdu müdürü iken Sayın Aykut Edibali’nin babası ile tanıştığını biliyoruz. 1960’lı yılların başında İstanbul Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Sayın Edibali, aslen Senirkent’li (Afyon’dan evli olan) Sayın Kemal Cabıoğlu’nun işyerinde merhum Ziya Uygur’la tanışır. Ve bildiğimiz kadarı ile Sayın Aykut Edibali’nin de içinde bulunduğu 4–5 kişilik bir arkadaş gurubu ile 5–6 yıl seminer yaparlar. Ziya beyin 5–6 yıllık seminer çalışmasının sonunda “Mücadele Birliği” derneği kurulur. 1970’li yılların başına kadar Ziya Bey’le birliktelik devam eder. Sonra Ziya Bey, kimin talimat verdiği hakkında yorum yapmayı uygun görmediğim o tarihte Tuzla’da askerlik yapan iki “mücadeleci” yedek subay tarafından tartaklanarak “Yeni-den Milli Mücadele Gurubu”ndan uzaklaştırılır. Bütün teşkilata Ziya Uygur ile görüşülmesi ve selam verilme-si yasaklanır.
Burada şunu belirtmemde fayda var. Sayın Ziya Uygur, 87 yıllık ömrünün her döneminde bilgisinden faydalanmak isteyen herkese kapısını açmış ve yardımcı olmuştur. Bugün üniversitelerde onun bilgisinden faydalanarak yetişen pek çok profesör ilim adamımız ve hatta bazı siyasilerimiz vardır. Ancak Sayın Aykut Edibali ve arkadaşları örgütlenerek bir kadro hareketi başlatmıştır. Netice alamamalarının sebebi bence merhum Uygur’dan uzaklaştıktan sonra hareketi sürükleyecek bilgi birikimi azlığı ve hareketin başının de-rin güçlerin tesirinde kalmış olabileceği ihtimalidir.
Özel harp dairesi devletin kendisi derini değil !
Sonradan Avrasya ve NATO’cu diye ikiye bölünüyorlar.. Süleyman soylu’yuda akp’ye yerleştirilenlerde NATO’cular daha doğrusu eski NATO’cular ki NATO/ABD bunların yerine cemaati getirmişti sonra onları da attılar tabi. ..
Bahçeli’de NATO özel harp dairesi yerleştirmesidir. Ağar’da aynı ekiptedir.
siteniz baştan aşağı hz isa ve hırıstiyanlık reklamı ile dolu dinler arası diyoloğun sonunda gelinen nokta bu malesef biz baştan söyledik dinler arasında diyolog olmaz ALLAH indinde tek din islamdır …..
Site reklamlarını ben belirlemiyorum. Google, her kullanıcının kendi ilgi alanına göre otomatik olarak reklam gösteriyor. Her kullanıcıya özel ayrı reklam gösterimi var yani. Sizin önünüze sürekli Hristiyanlık reklamları çıkması, sizin bu konuya ilginizden kaynaklanıyor.