Şuna inanırım; bilmek ile bilmemek arasına kainat sığar.
Bir şeyi bilmiyor olabilirsiniz. Ayıp değildir. En fazla öğrenmemenin utancını yaşarsınız.
Fakat biliyorsanız…
Artık sizin için dünya, bir an öncesine göre başka bir yerdir.
Artık o bilgi ile donanmış durumdasınız. Beyninizde ve kalbinizde olduğu kadar artık o yeni bilgi, omuzlarınızdadır da…
Size yüklediği yeni mesuliyetler ya da kattığı fazladan bir izzet vardır. Bilgiye göre değişir.
Ama artık dünya, sizin için eskisi gibi olmamak gerektir. Bir şeyi bilip de bilmediği ana göre kendinde hiç bir değişiklik olmayan insan, meşhurdur, afedersiniz yük dolu merkeplere benzerler.
Diğer taraftan, bir şeyi duyar duymaz fevri tepkiler veren de, yine çok afedersiniz ama, akılsız merkeplere benzerler.
****
Demek bir denge söz konusu.
Neyi, nasıl yapmak gerekir?
“Bilmeyene yazıklar olsun, bilip de yapmayana yetmiş defa yazıklar olsun” diye bir söz var. Sanırım ashabdan Ebud’d Derda’ya ait.
Tabi ki her bilgi her yerde ve her zaman kullanılmaz. Bunun takdirini kişi kendisi yapabilir. Fakat kendisinde hiç bir değişiklik olmamasını anlayamam. Hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam etmesini de…
****
Önce siz ne olduğunuzu bileceksiniz ki dünya da sizin ne dediğinizi bilecek.
Ne olduğunuzu bilmeye hakkınız var.
Aslında öyle olduğunu zannettiğiniz ama olmadığınız bir hayatı yaşayamazsınız. Bu yalan bir hayatı yaşamaktır.
Eşinizin ya da ortağınızın sizi aldatıp aldatmadığını bilmeye hakkınız olduğu gibi. Ondan sonra bu yuvayı yıkıp yıkmama ya da ortaklığı sürdürüp sürdürmeme kararı size kalmıştır. Fakat bilmek hakkınızdır. Bunu sizden saklayan dostlarınızı da muhtemelen bir daha arkadaş listenizde tutmazsınız.
Aradaki sözleşmeye aykırı bir şeyler yapılıp yapılmadığını bilmelisiniz. Resmi olsun gayrı resmi olsun, her bir ilişki kendi içinde yazılı veya yazılı olmayan bir sözleşmeye dayanır. Siz bu mutabakata dayanarak ve onay vererek bir ilişkiyi başlatırsınız.
Üyesi olduğunuz yardımlaşma derneği lokalinde geceleri kumar oynatılıyorsa bunu bilmeye hakkınız vardır. Bunun sizden gizlenmesi hem içinizdeki iyilik duygularına hem de şahsiyetinize vurulan bir darbedir.
Bilmeniz halinde sizin bu dernekten ayrılacak olmanız, haberdar edilmemenize bir gerekçe değildir. Çünkü zaten sizin üyesi olduğunuz dernek aslında o dernek değildir. Siz buna onay vermemişsinizdir.
Aksi takdirde burada işlenen her suça ortak olduğunuz gibi sizin topladığınız yardımlar ve dağıttığınız iaşeler de birilerinin zırhı haline gelebilir.
****
Ama bir denge vardır dedik.
Mesela, kadına eşinin kendisini aldattığını söylersiniz ama ölüm döşeğinde iken değil.
Ortağınızın sizi dolandırdığını söylersiniz ama dükkan yanıyorken değil.
Bir akıl vardır; ne yapacağınızı düşünürsünüz.
İrfan vardır; nasıl yapacağınızı düşünürsünüz.
Hikmet vardır; ne zaman yapacağınızı düşünürsünüz.
Sabır vardır.
İlm-i siyaset vardır.
Yol vardır, yordam vardır.
Evet, hepsine eyvallah.
****
Ama bilmediğimiz şey, bizi yatağa düşüren zehrin ya da dükkandaki yangının kaynağının bizzat bu bilgisizliğin kendisi olduğudur. Yanı başınızda göz yaşı dökenin, ilk fırsatta solunum cihazınızı kapatacak olmasıdır. Hemen oracıkta.
İşte onun için, bilmeniz gerekir.
Tanımanız gerekir.
Bilip de söylemeyenin sorumluluğu, en az ihanet edenin kendisi kadardır.
Ben her şeyi bildiğimi iddia etmiyorum. Mesela “Cemaat 15 Temmuz’un neresinde?” yazı dizisini yaptığımda bana gönderilen, “Ahmet Dönmez ne ile mücadele ettiğini bilmiyor. Bilse idi bu işlere hiç girmezdi!” şeklindeki mesajın ifade ettiği gerçekte olduğu gibi…
Ama en azından artık ne ile mücadele ettiğimi biliyorum. Onun nerede, neyi yaptığını detayları ile bilmiyorum belki. Ama varlığından haberdarım. Giderek hakkında daha fazla şey öğreniyorum. Öğrendikçe daha fazla dehşete kapılıyorum. Bunları aşama aşama paylaşacağım. Teyid ettiğim ve emin olduğum, gerçekliği sabit olan şeyleri…
Ama belki bazıları için alçakça devam eden bu zulmün bitmesini bekleyeceğim. Süreç bu kadar kahpece gitmese, suçlu ile suçsuz ayrımı yapılsa, insanların anaları babaları, eşleri çocukları, kardeşleri, ortakları, arkadaşları cezalandırılmasa farklı hareket ederdim.
Bilip de susmanın vebali mi yoksa şimdi konuşmanın vebali mi daha büyük, zaman gösterecek.
****
Ne dedik zamanında; “Eğer bu yolsuzluklara en başka AKP’liler, şike iddialarına ilk başta Fenerbahçeliler, Ergenekon’a ilk başta Kemalistler, PKK şiddetine en başta Kürtler itiraz edebilse Türkiye bambaşka bir yer olurdu. Demokratikleşir, temizlenir ve güçlü bir toplum, güçlü bir devlet haline gelirdi.
O zaman sergilenen kabileci, aşiretçi refleksleri bugün cemaat ortaya koymamalı.
Biliyorum, arada çok çok büyük bir fark var. Bugün cemaate bir soykırım uygulanıyor. Yukarıda dediğim gibi, ana rahmindeki bebeğe varıncaya kadar, suçsuz oldukları biline biline, yüzbinlerce insana Allahsızca, kitapsızca eşedd-i zulm ediliyor. Haydutların elindeki devlet gücü ile, savaş hukukunda bile olmayan insanlık dışı yöntemlerle, ölçüsüz ve orantısız bir gaddarlıkla hücum ediliyor. Kabul ediyorum.
Ortada, bir fiske vurulmayı bile haketmemişken yeryüzünün en ağır zulm dönemlerinden birinin muhatabı olmuş averdide bir topluluk var. Üstelik kadınına, kızına, bebeğine bile ilişilirken bir kez bile elini kaldırıp karşılık vermeyen, kat’a şiddete başvurmayan, bunu aklından bile geçirmeyen bir akvam-ı mazluma var. Bu yönüyle aslında bu mücadeleyi çoktan kazanmış, vakur duruşunu tarihin görkemli çerçevelerine asmıştır.
Bu yüzden, üzerinde fikir yürüttüğüm, kalem oynattığım zeminin ne denli bıçak sırtı, ne denli ölümcül, hazim bir keskin kılıç olduğunu biliyorum. Canı ile, evladı ile, rızkı ile imtihan olan insanlara, “Haydi kalk biraz da şu evindeki kötü kokuyu temizle” demenin sevimsizliğini biliyorum.
Hayır, benim sözüm onlara değil zaten. Muhatabım onlar değil.
Benim muhatabım yurtdışında olan, yönetimde söz sahibi, her şeyi bilen ama susan, gereğini yapmayan, kapalı kapılar ardında bazı şeyleri itiraf edip kamuoyu önünde başka bir ağız kullananlardır.
****
İnsanların bilmeye hakkı var. Çünkü baştan söylenmeyen, rızası sorulmayan, onayı alınmayan işler bunlar. Birileri Afrika’da kuyu açarken, erzak dağıtırken, kimileri Moğolistan soğuğunda öğretmenlik yaparken, bazıları Avrupa’da parlamenterlerle diyalog kurmaya çalışırken, birileri de Ankara’nın, İstanbul’un karanlık dehlizlerinde cemaat adına suç işliyorsa, sistemli ve örgütlü bir şekilde yasa dışı işler yapıyorsa bunun bilinmesi gerekir. Öteki birilerinin, bu birilerini bilmesi şarttır.
Cemaatin yüzde 99’unun bilmediği, haberinin olmadığı, duysa bile inanmayacağı yüz kızartıcı işler bunlar. Ama bu yüzde 1 için yüzde 99 feda oluyor. Alman medya organları Der Spiegel ve Report Mainz’ın ortak haberinde dediği “Hareketin komplocu bölümü sert hiyerarşik bir yapı arz ediyor ve organize bir suç örgütünü andırıyor” dediği bu. Ya da Ahmet Şık’ın “Bir cemaat var bir de FETÖ” diye kastettiği şey…
****
Şunu demiyorum: Cemaat, hataları ya da günahları yüzünden bu süreci yaşıyor.
Hayır.
Doğu Perinçek, canlı yayında gerine gerine AKP’lilere, “28 Şubat’ta hedef siz değildiniz, Erbakan Hoca değildi, Kuran kursları değildi. Asıl hedef Fethullah Hoca cemaati idi” diyorsa ve o tarihten bu yana bunun için planlar yapılmışsa burada aslolan başka bir şeydir. Keza Dursun Çiçek de aynı şeyi söylemişti. 28 Şubat’ta ‘irticadan kastın aslında sadece Gülen Hareketi olduğunu itiraf etmişti. Sonra, bugün derin devlet aktörlerinin hemen tamamı Erdoğan’a teşekkür ediyor ve “O olmasa biz cemaati bitiremezdik” diyorsa, orada asıl odağı şaşırmamak gerekir.
Burada hedef, cemaatin bizatihi kendisi idi. Bu net. Sebeplerini belki bir başka yazıda tartışabiliriz.
****
Peki öyleyse neden şimdi cemaat içindeki bir ‘paralel yapıyı’ sorguluyorum. Buna iki ana neden göstereceğim.
Bir; çünkü adı üstünde bir suç örgütü. Bilerek, isteyerek, tasarlayarak, sistemli ve örgütlü bir şekilde yasa dışı işler yapmışlardır. Hangi amaç için olursa olsun. Eskilerin ‘mazarratı menafia mezc etme’ dedikleri, hayırlı hizmetlere necis işleri karıştırarak ulvi hedeflere gidilebilir mi? Birileri gitmeye çalışmış. Hem de kafilenin geri kalanına haber vermeden. Güya onlar adına…
“İyi yapmışlar, bu işler ancak böyle olur” diyen varsa, buyursun devam etsin.
Kendiniz için gösterdiğiniz anlayışı o zaman AKP’ye de gösterecektiniz.
O zaman ne diye bu kavgaya girdiniz? Ne diye bunca acı çekildi? Bu kadar bedel ödendi?
17 Aralık sonrası yaşananlar bir fazilet mücadelesi değil miydi? Eğer öyleyse aynı fazilet mücadelesini niye kendi içinizde vermiyorsunuz?
Yoksa bu bir güç mücadelesi miydi? Kabileler arası bir savaş mıydı? O zaman yenilince ağlamayacaksınız.
Yok eğer bunu bir erdemli direniş olarak görüyorsanız, kendi içinizdeki ‘haram yiyenlere’ de sessiz kalmayacaksınız. Yoksa AKP’ye de ‘ahlak’ üzerinden söyleyebileceğiniz tek bir söz yoktur.
İkinci nedene gelince; bu şebeke, 15 Temmuz sonrası derin devlet aklının “40 yıllık emeklerini 10 saatte bitirdik” dediği zaafın ta kendisidir. Evinizde soğan çürürse sinekler de üşüşür. Siz onu temizlemedikçe larvalarını da bırakır ve çoğalırlar. Eviniz sinekten geçilmez olur.
Üşüştüler. Larva da bıraktılar. O çürükten yararlanarak çok kolay bir şekilde içeri girip tuzağa düşürdüler. Erol Mütercimler ne demişti: “Cemaatin devlete sızdığı yalan; asıl devlet cemaate sızmıştır!”
Biz bu larvaları 15 Temmuz’da gördük. Uzun zamana yayılmış, sabırlı ve akılcı bir planla işi bitirdiler.
Hadiseyi tek onlara indirgemiyorum tabi ki. Bir de hiç bir entelektüel derinliği olmayan, romantik sanrıları aklının yerini almış, zamanla güç manyağı haline gelmiş bir şebeke vardı. Her şeye hükmettiğini zannederken tepetaklak gitti. Bunun, ilahi boyutunu teologlara bırakıyorum. Bir gazeteci olarak benim işim değil. Dini bir cemaatin bunun metafizik karşılığını tahlil edecek evsafta yığınla akil adamı vardır. Fakat onların kendi güç vehimleri ile koca bir masum kitleyi kendi iktidar savaşlarının peşinden sürüklemesini de izah etmeleri gerekir.
****
Dolayısıyla 15 Temmuz’u aydınlatmak da buna neden olan çeteyi sorgulamak da öncelikle Hizmet Hareketi’nin kendi meselesidir.
Cemaat içinde ince ayrımı başkası yapmayacak. Yapmıyor da. ‘Şuna değdi, buna değmedi’ diye hassas tartmayacaklar. Tartmıyorlar da… Vicdanın kırıntısı yok. O vahşet makinesi, enkaza dalmış hafriyat kamyonu gibi önüne geleni katıp götürüyor.
Ayrışmayı sağlayacak olan Hareket’in kendisidir.
Ben kimseye evi terket demiyorum. Evdeki kötü kokuyu ve çürük soğanları at diyorum. Buna neden olan oda şartları ne ise onu yok et diyorum. Hareket’in yüzde 95 güzel işleri olmuşsa, bunları kurtarmanın yolu, geri kalan yüzde 5 yozlaşmış yapıyı söküp atmaktır. Elmanın geri kalanını kurtarmak istiyorsanız kurdu çıkarıp atmanız ve kurtlu yerleri kesmeniz lazımdır. Burada kastım şahıslar değil. Tam tersine, sistemsel bir anomali var. Onun silbaştan değişmesi gerekir. Dürüst ve şeffaf yeni bir sözleşme ile…
****
Ben ‘ya mağdurlara sahip çıkacaksın ya da içerideki hatalarla mücadele edeceksin’ şeklinde keskin bir ayrım görmüyorum. “Üçüncü bir yol yoktur” anlamında ‘tertium non datur’ bir durum değil bu.
Bir yandan soykırıma direnirken diğer yandan kendini yenileyebilirsin. Mağdurlara sahip çıkarken içerideki çeteyi de sorgulayabilirsin.
Bir yandan AKP ve Erdoğan’ın işlediği suçları, yok ettiği hayatları, cinayetleri dünyaya haykırırken diğer yandan da kendini arındırabilirsin.
Sen kadere hükmedemezsin. Sadece doğru ile yanlış arasında, iyi ile kötü, haklı ile haksız arasında bir seçim yaparsın. Sonrasının nasıl gelişeceği iç ve dış milyonlarca faktöre bağlıdır. Ama hiç kimse ‘doğru’dan yana kullandığı bir reyden dolayı mesul tutulamaz.