Reza Zarrab ya da doğru ifadesiyle Hakan Atilla davası, milli bir dava mı?
Hedef Türkiye mi?
Bu soruya cevap aramaya devam ediyoruz.
Reza Zarrab’ın kendisi ABD’deki davada rüşvetleri açık açık itiraf ettiğine göre, 17 Aralık fezlekesinde belgelenen bu olayları da hatırlamak şart.
Bakalım ne kadar ‘milli’ ne kadar ‘şahsi’ davaymış bu görelim.
***
Tarih 13 Eylül 2012…
Iİstanbul Cumhuriyet Savcılığı, Reza Zarrab suç örgütüne karşı harekete geçer. Savcı Celal Kara, bu tarihte soruşturmayı başlatır.
4 gün sonra da İstanbul 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nden ‘dinleme’ izni talep edilir. Mahkeme, bu talebi onaylar ve İstanbul Emniyeti Mali Şube Müdürlüğü dinlemelere başlar. Böylece 15 ay sonra yapılacak 17 Aralık operasyonunun fitili de ateşlenmiş olur.
Henüz daha 5 gün geçmiştir ki polis ve savcılık, bomba gibi bir gelişmeyle karşılaşır. 21 Eylül günü saat 11.45’te Ekonomi Bakanlığı özel kalemini arayan Reza Zarrab, Zafer Çağlayan’la görüşmek istediğini söyler.
O gün en güvenilir kuryesi Sadık’ı (Mohammad Sadegh Rastrgarshishehg) Ankara’ya göndermiştir. Havaalanı CIP Salonu’nda Sedat isimli biriyle görüştürüyordur. Polis ilk önce bunun ne manaya geldiğini anlamaz. Bu şahıslar arasında nasıl bir ilişki döndüğünü, Sadık ile Sedat’ın neden buluştuğunu bilmemektedir.
Ancak soruşturmanın ilerleyen safhasında Reza Zarrab’ın tuttuğu rüşvet Excel tablosunu ele geçirdiklerinde bu bağlantıyı çözeceklerdir. Bilindiği gibi Zarrab, kime ne kadar para verdiğinin hesabını tutmakta idi. Bunu de bir Excel tablosuna kaydediyordu. Nitekim bu bilgiyi, ABD’deki davada da teyid etti.
Reza’nın sağ kolu Abdullah Happani, daha sonra bir ihtiyaç anında Zarrab’ın ‘riza_sf@hotmail.com’ e-posta adresine bu tabloyu mail atacak, teknik takipte bulunan polis de bu tablodan haberdar olmuş olacaktı. İşte bu tabloya baktıklarında, 21 Eylül 2012 tarihinin karşısında, dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a gönderilen Euro’ların tutulduğu ‘CAG EUR’ isimli dosyada ‘2.000.000,00 Euro’ yazıyordu. Kuryeler için tutulan Excel tablosunda da aynı tarihte yapılan 2 milyon Euro’nun karşısında ‘Sadık’ yazıyordu. Yani aynen telefon dinlemesine takıldığı gibi, Sadık o gün Ankara Esenboğa Havalimanı CIP salonunda Çağlayan’ın adamı Sedat ile buluşarak parayı teslim etmişti.
Bu, soruşturmanın başlamasının ardından polisin takibine takılan ilk rüşvet olayıydı. Reza’nın kara para trafiğini ortaya çıkarmak için soruşturmaya başlayan savcılık ve emri altındaki polisler, ilk kez işin içerisinde bir siyasinin de olduğunu tespit etmiş oluyordu.
***
3 hafta sonrası…
13 Ekim 2012…
Saat 16.30…
Reza Zarrab, yine Sadık’ı arayarak Ankara’daki ‘25’li dost’tan bir kâğıt alıp gelmesini ister.
Nedir bu 25? Ve kimdir 25’li dost?
Yazı dizisinin daha önceki bölümlerinde değindiğim gibi Reza Zarrab, Zafer Çağlayan’a sık sık yeni telefon ve hatlar gönderiyordu. Bunlar güvenilir, ‘birebir’ hatlardı. Kendi aralarında da bu hatlara kod rakamlar veriliyordu. “11’e geç” dediklerinde 11 kod adı verilen hat üzerinden konuşuyorlar ve sonra bu telefonu ve hattı imha ediyorlardı.
Burada bahsedilen 25’li dost ise 25 numaralı hattı kullanan Bakan Zafer Çağlayan’ın oğlu Salih Kaan Çağlayan’dı.
Sadık, Ankara’ya gidecek ve Bakan’ın oğlundan bir ‘kâğıt’ alacaktı. Bu, Reza için önemli bir belgeydi.
Sadık ilk uçağa atlayıp Ankara’ya gitti. Aynı gün saat 19.10’da Ankara’dan Reza’yı arayıp, “Ben geldim” diye haber verdi. Ancak ’25’e ulaşamıyordu. “Bunu (Salih Kaan Çağlayan) aradım, bu dedi ‘Diğer şeyden, diğerinden ara’… Telefonu bende yok, onu bana mesaj atar mısın?” talebinde bulundu Reza’dan. Zarrab bunun üzerine, “Numara 25 nerdedir? 25 yazan?” diye sordu. Sadık, “Kendindedir, bende yok ki telefonu bende” karşılığını verdi. Zarrab şaşırarak, “Numara 25 verdim sana, vermedim mi?.. Dur gideyim eve atayım bekle” dedi. Sonra bunun yerine özel hattan Kaan Çağlayan’a mesaj yazdı. Bakan’ın oğlu, 45 dakika sonra Eskişehir yolu üzerindeki Gordion AVM’ye randevu verdi. “Gordion alışveriş merkezine gelsin, orda tuvalette falan görelim birbirimizi” diye yazmıştı.
Polis takipteydi.
Saat 20.25…
Tuvaletteki buluşmayı İstanbul’dan Reza Zarrab organize ediyordu. Oğul Çağlayan’la yazışıyor, sonra Sadık’ı bilgilendiriyordu. Kaan, “Badyshop’un yanındaki tuvalette hazır olalım, iki dakikaya ordayım” yazdı. Zarrab, Sadık’a, “Bir tane kâğıt verecek, al” dedi.
Ertesi gün…
Saat 12.13… Patronu Reza’yı arayan Sadık, belgenin elinde olduğunu hatırlattı. Reza, “Dursun, o yarın lazım olacak.” diyerek beklemeye aldı.
Neydi bu ‘kâğıt’?
17 Aralık fezlekesine göre 2 milyon Euro karşılığında Ekonomi Bakanı’ndan alınan bu belge, uluslararası işlemlerini kolaylaştırmak amacıyla Bakanlık tarafından Zarrab’a imtiyaz sağlayan bir belgeydi.
O zaman burada biraz durmamız gerekiyor.
Sorulması gereken sorular var.
E hani bu bir milli davaydı?
Madem ki bu milli dava, bir kara para tüccarına imtiyaz sağlayan bakanlık evrakı neden gizlice bir tuvalette teslim ediliyor?
Neden gizliliğe ihtiyaç duyuluyor?
Bu neyin davası?
Nasıl bir milli dava oluyor bu?
Biz neden şimdi Zafer Çağlayan için, oğlu Salih Kaan Çağlayan için, Reza Zarrab için ülke olarak kendimiz feda ediyoruz ki?!
Bunu “25’li dostlarımız” düşünsün, hesabını onlar versin, öyle değil mi?!
ÇAĞLAYAN’A KARDEŞİ ÜZERİNDEN 2.4 MIİLYON TL
Bu kadarla sınırlı değil tabi ki…
Sonuç itibariyle Zarrab’ın New York’ta mahkeme huzurunda “Sadece Euro olarak 45 ila 50 milyon Euro arasında rüşvet verdim” dediği Zafer Çağlayan’dan bahsediyoruz.
2 hafta sonrası…
31 Ekim 2012…
Saat 08.01… Yurtdışında bulunan Abdullah Happani, akrabası Cemalettin Happani’ye bir mesaj attı. Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın kardeşi Mehmet Şenol Çağlayan’ın Bank Asya’da bulunan hesabına ait IBAN numarası yazıyordu. Bir dakika sonra Cemalettin, Abdullah’ı arayıp, “Bu nedir?” diye sordu. Abdullah, “O hesaba şey göndereceksiniz, Simay’dan iki milyon dört yüz, böyle seksen bin küsür falan TL gönderin” talimatı verdi.
Simay, Zarrab’ın paravan şirketlerinden biriydi. Abdullah Happani, bu şirket üzerinden gönderilecek para karşılığında da altın alınmış gibi fatura kesilmesini istedi.
Bu konuşmalar, polisin dinlemesine takılıyordu.
Polise göre, gönderilecek para herhangi bir ticari ilişkiye dayanmadığı için böyle bir yönteme başvuruluyordu. Bankadan para göndermek durumunda kalmalarının sebebi ise Abdullah Happani’nin yurt dışında olmasıydı. Özellikle küsuratlı bir fatura isteme nedeni de sanki gerçekten bir alışveriş yapılmış gibi, inandırıcı olma çabasıydı
Sonuçta, 25 kilo altın karşılığı 2 milyon 465 bin liralık bir fatura kesildi. Nitekim o meşhur Excel tablosunda, bu tutar Bakan Çağlayan’a gönderilen rüşvet listesinde de görülecekti. Reza’nın ‘kara kaplı’ defterinde, 31 Ekim 2012 tarihinde Simay isimli firmanın banka hesabından M. Şenol Çağlayan’ın hesabına 2 milyon 465 bin TL para gönderildiği görülüyordu.
17 Aralık’tan sonra TBMM bünyesinde 4 bakan için kurulacak Soruşturma Komisyonu, bu ödemeyi de inceledi. Muhalefet partilerine mensup milletvekilleri, bu olayla ilgili önemli bir bilgiyi kayıtlara geçirecekti. Komisyon, Şenol Çağlayan’ın hesabına yatan bu yaklaşık 2.5 milyon TL’nin, 2 gün sonra Zafer Çağlayan’ın kendi hesabına aktarıldığını tespit etti.
Bu transfer, Komisyon tarafından Zafer Çağlayan’a da sorulacak ve eski Bakan şu cevabı verecekti: “Milletvekili seçildikten sonra ortağı ve yöneticisi olduğum şirketteki hisselerimi kardeşim Şenol Çağlayan’a devrettim. Kardeşim de hesabıma yapılan ödemeyle bana şirket devrinden dolayı borcunun bir bölümünü ödemiş, tüm bu işlemler resmi kanallarla, yani banka aracılığıyla yapılmıştır.”
GAZETECİYE 1000 TL’LİK BANK ASYA SORGUSU
Burada bir parantez açıp başka bir noktaya parmak basmak zorundayım.
Malum olduğu üzere Bank Asya üzerinden binlerce insanın hayatı karartılıyor. Yasal bir banka olan Bank Asya’da hesabı olduğu veya belli tarihlerde para yatırdığı için ‘terör örgütü üyeliği’ ile suçlanan binlerce insan var. Bundan dolayı hapis yatıyorlar.
Bir küçük örnek vereyim:
Deneyimli gazeteci Cumali Çaygeç (43), 361 gündür özgürlüğünden mahrum. Ankara Sincan Cezaevi’nde tutuklu. S Haber’de muhabirlik, TRT Şeş kanalında haber müdürlüğü yapmış, TRT Haber’de çalışmış 22 yıllık bir televizyoncu. Kendisine yöneltilen suçlamalardan biri, Bank Asya’ya 2014 yılında bin TL yatırmak.
3 çocuk babası Cumali Çaygeç, bu bin TL için hesap vermek zorunda kaldı. Emniyetteki sorgusunda kendisine, “18 Mart 2002 tarihinde Bank Asya’da hesap açtırdığınız, 2014 yılında bu hesaba 1000 (bin) TL para yatırdığınız tespit edilmiştir.” diye soruldu. Çaygeç, şu cevabı verdi: “Babam son 2 yıldır hastaydı. Öleceğini düşünüyordu. Cenaze masraflarını karşılamam için verdi bu parayı. ‘Faizsiz bir bankaya yatır’ dedi. Ben de faizsiz olmasından dolayı bu bankaya yatırdım. Babam vefat etti. O sırada bu parayı çekip cenaze masraflarında kullandım.”
Birilerini yarın bir gün utançtan yerin dibine batıracak on binlerce hikâyeden sadece bir tanesi… Ne kadar acı ki, babanızın kefen parasını yasal bir bankaya yatırdığınız için ‘terör örgütü üyeliği’ ile suçlanıyorsunuz.
Fakat diğer taraftan size bu suçlamayı yönelten siyasi iktidarın en muteber adamlarından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat önüne baraj kurduğu Zafer Çağlayan, 2012 yılında bu banka üzerinden 2.5 milyon TL civarında bir rüşvet alıyor… Evet doğal olarak buradaki suç, o bankayı kullanmış olmak değil; rüşvetin kendisi. Fakat Türkiye’de rüşvetin kendisi değil, devletin yasaları ile güvence altında olan bir bankaya bin TL yatırmak suç olarak görülüyor.
İşte sadece bu bile Reza Zarrab konusunun ne derece milli, ne derece şahsi bir dava olduğunun cevabıdır.
Düşünebilenler ve vicdan sahibi olanlar için…
TR7/24
http://www.tr724.com/avm-tuvaletinde-gorulen-turkiyenin-milli-davasi/