Yazı dizisinde artık 15 Temmuz’a gelmiş bulunuyoruz.
Hulusi Akar, silah arkadaşlarını, ekibini, astlarını bir darbe yapacağı fikrine nasıl hazırladı?
Karargâhına yaydığı hava şöyleydi: “Tayyip Erdoğan bu memleketin başına gelmiş büyük bir bela. Bu ülkeyi bu beladan kurtarmak lazım. Ben bu işi kökünden çözerim aslında ama karargâhımda güçlü bir ekip yok. Balyozcular olsa bu işi 40 kere hallederlerdi. Benim kadromda iş yok. Destek olsanız ben bu işi hallederim.”
Bu tür serzenişlerini Karargâh’taki herkes duyuyordu.
Sık sık Tayyip Erdoğan aleyhine konuştuğu ve koridorlardan duyulacak şekilde ona sinkaflı küfürler savurduğu biliniyor.
****
27 Haziran 2014 tarihinde “Karargahta 40 paralel paşa” manşeti ile çıkan Akşam’da, “Bir kuvvet komutanı paralel yapıyla çok yönlü işbirliği içinde” deniyordu.
Kastedilen isim elbette dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Hulusi Akar’dı.
Bilginin kaynağı MİT’ti. MİT içerisinde Cemaat’i çalışan fişleme ekibinin dolaşıma soktuğu bir bilgiydi bu.
Genelkurmay bir yazılı açıklama ile bu haberi yalanlamıştı ama Akar’la ilgili bir algı da oluşmuştu: “MİT’in ve AKP’nin hedefindeki komutan!”
Aynı zamanda elbette şunları da ilave etmek gerekir: “TSK içindeki paralelcilerin başı! Eğer toplu bir paralel temizliği yapılacaksa en başta onun görevden alınması lazım!”
****
Hulusi Akar bir yandan Cemaat’e, “Merak etmeyin, ben varım” mesajı verirken diğer yandan da ‘paralelci’ yaftasından kurtulmaya çalışıyordu.
Yazı dizisinin daha önceki bölümlerinde değindiğim gibi, bir yandan Erdoğan’ın gözüne girmeye ve üzerindeki ‘Cemaatçi’ algısını değiştirmeye çalışıyor, diğer yandan da etrafına Erdoğan’dan kurtulmak gerektiği fikrini pompalıyordu.
Birinci boyutu ile başlarsak…
Hulusi Akar, ne yaparsa yapsın bu yaftadan kurtulamıyordu. Erdoğan onu böyle etiketlemişti. Çünkü onu geçmişten bugüne tanıyor, ilişkilerini biliyordu.
TSK arazilerini hükümete peşkeş çeken düzenlemeye imza atmasına rağmen, yine de Akar’ın üzerindeki kotayı kaldırmıyordu.
Bu sayede onu sürekli kontrolde tutuyor ve istediği kıvamda bekletiyordu.
Abdullah Gül her zaman onu kollasa da, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la ileri boyutta ikili ilişkileri olsa da Erdoğan’ın gözünde damgalıydı.
Ve işin kötüsü, önemli olan Erdoğan’ın ne düşündüğüydü. O ne derse öyle oluyordu.
Abdullah Gül’ü partiden tasfiye etmişti. Davutoğlu’nun listesinden milletvekili olmak için görevinden istifa eden Hakan Fidan’a küsmüş ve bir açıklaması ile onu tekrar MİT’in başına döndürmüştü. Ama yine de aralarında bir güvensizlik başlamıştı.
Zaten 15 Temmuz’dan 2 ay önce Davutoğlu da bir Pelikan Darbesi ile alaşağı edilecekti.
****
Akar da “Sıra bana geliyor” duygusuna kapılmıştı.
Ne yaparsa yapsın üzerindeki etiketi atamamaktan şikayetçiydi. En azından etrafına karşı bu havayı veriyordu.
2016 Ağustos Şurasında üzerinin çizileceği korkusu ile yaşıyordu. Yandaş medyada, Erdoğan’ın talimatıyla TSK’da ‘darbeci avı’na çıkıldığı, 3 ay boyunca çalışma yapan özel bir ekibin, 40 general ve amiralin ‘paralelci’ olduğunu tespit ettiği yazılıyordu. “Temizlik, Yüksek Askeri Şura’da” deniyordu.
Necdet Özel’in görev süresinin uzatılacağı, kendisinin emekli edileceği veya bu olmazsa Abdullah Atay’ın Genelkurmay Başkanı yapılacağı iddialarından fazlasıyla etkileniyordu.
Hatta bir ara Yaşar Güler’in Genelkurmay Başkanı olacağı söylentisi bile çıkmıştı. Bu bilginin kaynağının MİT’in ‘Paralel Yapı ile Mücadele Masası’ olması, Akar’ı daha da panikletmişti.
Sadece bu isimlerle de sınırlı değil. Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal’ın, tarihin ilk havacı Genelkurmay Başkanı olacağı kulisleri de ayyuka çıkmıştı. Buna, Akar’ın Ünal’ı takip ettirdiğini ve MİT’e ait bir araçla gizlice Saray’a gidip Cumhurbaşkanı Erdoğan’la kapalı görüşmeler yaptığını tespit ettiğini de ekleyin.
Bu yazı dizisinin başından beri kişiliğini analiz ettiğim Hulusi Akar tipinde bir adamın bu psikoloji içerisinde neler yapabileceğini düşünün.
Bu noktada bir kez daha Akar’ın 2013 yılında Cemaat’i bitirmek üzere Erdoğan’la anlaştığı yönündeki fişleme belgesini hatırlatayım..
O fişlemenin ulusalcılarca yapıldığını da özellikle not edeyim.
****
Öyleyse şimdi de ikinci boyutuna bakalım. Yani, Erdoğan’dan kurtulmak gerektiği fikrini pompalamasına…
Akar, Karargâh içerisinde nasıl bir oyun oynadı?
Her fırsatta Erdoğan’ı eleştiriyordu.
En basitinden, “Başbakanlığı bırakmamalıydı, her şeyi mahvetti,” diyordu.
15 Temmuz’a sadece aylar varken, “Yaptığı her şeyi bir bir mahvetti. Ben ona ısrarla dedim, ‘Cumhurbaşkanı olmayın başbakan olarak kalın, işin başında siz olun, siz cumhurbaşkanlığında yapamazsınız’ diye. Dinlemedi, yanlış yaptı, her şeyi mahvetti,” eleştirilerini yöneltiyordu.
Hatta daha da ileri gidiyordu.
Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler’in de olduğu bir ortamda, “Ben bu meselelerin hepsini bitirirdim, her şeyi hallederdim, her şeyi hallederdim ama benim karargahım, J başkanlarım benim istediğim gibi değil. İlhan’la (Personel Başkanı İlhan Talu), Mustafa’yla (İstihbarat Başkanı Mustafa Özsoy), Salih’le (Plan Prensipler Başkanı Salih Ulusoy) olmaz. Eğer Balyozcular olsaydı bunların yerinde, ben şimdiye kadar bu meseleyi çoktan halletmiştim,” diye dert yanıyordu.
Bu sözlerin canlı şahidi olan eski danışmanı ihraç Kurmay Albay Orhan Yıkılkan, 15 Temmuz çatı davasında, bu konuşmanın devamını şöyle aktarıyor: “Sonra arkasından dedi ki, ‘Bunlarla bu iş olacak gibi değil. Siz gidip bir planlama yapın, bir plan yapın, bir program yapın, getirin. Ben bana düşen rolü oynarım’. Bakın o andaki, yani Mart 2016 itibariyle söylediği bu. Benim açımdan bu inanılmaz bir şeydi. Ben o güne kadar böyle bir yaklaşımını görmedim. Ama Mart 2016’da, o Abidin Ünal görüşmesinden sonraki yaklaşım, bu yaklaşımdı. Ben de işin doğrusu buna ne emredersiniz dedim ne bir şey dedim, dosyalarımı topladım, çıktım odasından. (…) Bakınız o gün itibariyle aklıma bizim 15 Temmuz gibi bir şeye geleceğimiz de gelmedi. Ama bu söylem, aynı söylem bitmedi de… Bakın bunların hepsi şahitli konuşmalar. Şahidi olan kim mesela? Yaşar Güler’in şahit olduğu konuşma. ‘Cumhurbaşkanı her şey benim olsun istiyor. Ama böyle giderse bir anda elindeki her şeyi kaybedebileceğinin farkında değil,’ dedi. Şimdi anladım ki ben, mesele kafada bitmiş değil. Veya böyle bir yola girme noktasında kafada oluşan düşünce artık etrafa taşmaya başlamış. Sadece bu da değil. Ben yakınındaki, sağda soldaki gittiği her yerdeki şeyleri duyuyorum. Paylaşmadım kimseyle ama bakıyorum ki her yerden buna benzer şeyler geliyor. Gittiği her yerde benzer şeyleri… Ne mesela? Başka birine söylediği; ‘Anlaşıldı ki biz Cumhurbaşkanı ile aynı yolda yürümüyoruz.’ Bakın ben konuşmanın diğer kısımlarını anlatmıyorum ama anahtar şeyleri… Bunun gibi bir çok şey. Ben anladım ki bir şey var. Bir kafada bir değişiklik var.”
****
Burada altı çizilmesi gereken bir kaç nokta var.
Hulusi Akar, etrafı tarafından açıkça darbe hazırlığı olarak algılanacak ifadeler kullanıyor. Başta en yakın danışmanı Yıkılkan olmak üzere kimse bunları zikretmek bile istemiyor. Konuyu kapatıyorlar. Fakat Hulusi Akar bunu her yerde konuşuyor. Farklı farklı kanallardan hep aynı konuşmalar, benzer ifadeler geliyor.
Derken bir de 2016 Şurası’na doğru yaklaşılırken 3 ayrı anket firması ile görüşmeler yapmaya başlıyor. TSK’ya duyulan güveni ölçmesi bir yana, asıl siyasetin nabzını tutması önemli burada. Liderlere ve partilere duyulan güveni, oy oranlarını, toplumdaki eğilimleri, politikalara bakışı izliyor. İki farklı kurmay ekip üzerinden düzenli raporlar alıyor.
Emekli paşalarla toplantılar yapıyor ve etrafa titreşimler gönderiyor. Bazı generaller bunu kötüye işaret olarak yorumluyor, “Bir hazırlık var galiba,” yorumları yapılıyor.
****
Diğer taraftan yakın çevresine, “Ben bu işleri kökünden çözeceğim” diyordu.
Bunu kime söylemişti mesela? Dönemin Kara Kuvvetleri Personel Başkanı Tümgeneral Ömer Şevki Gençtürk’e. TSK içinde ‘Cemaatçi’ bilinen ama MİT’in ilgili birimine sürekli ‘Cemaatçi’ listeleri taşıyan Gençtürk’e…
“Ben bir şey yaparsam Salih Zeki (Çolak) arkamda durur mu?” diye nabzını yokladığı Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’ın personel başkanına yani…
Gençtürk, bu konuşmayı Akar’ın başdanışmanı Albay Yıkılkan’la paylaşıyor. Yıkılkan’ın “Nasıl çözecek ki? Ne yapacak, Komutan darbe mi yapmayı planlıyor?” sorusuna ise sadece “Bilmiyorum,” cevabını vermekle yetiniyor. Oysa 15 Temmuz akşamı hal ve tavırlarına bakılırsa bunu en iyi bilenlerden birisi de kendisiydi.
****
Nisan 2016’da, dönemin ABD Genelkurmay Başkanı Ash Carter‘a bağlı 5 kişilik bir ekip, Türkiye’nin gidişatı üzerine çalışıyordu. 1 Kasım 2015 seçimleri sonrası oluşturulan bu ekipte yer alan ABD Savunma Bakanlığı yetkilisi DeSoto, Türkiye’nin Amerika’daki askeri ateşesine şu soruyu yöneltiyor: “Mevcut iktidar gün geçtikçe Türkiye’yi Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet değerlerinden uzaklaştırıyor. Buna paralel olarak Türkiye de Amerika Birleşik Devletleri’nden ve Batı değerlerinden uzaklaşıyor. TSK’nın bu konuda tavrı olacak mı? Türkiye’nin bu durumu devam eder de Cumhuriyet’in kurucu değerlerinden daha da uzaklaşma söz konusu olursa böyle bir durumda Hulusi Akar’ın ve Silahlı Kuvvetler’in tavrı ne olur?”
TSK askeri ateşesi şu cevabı veriyor: “Genelkurmay Başkanımız Atatürk’ün temel değerlerine bağlıdır. Biz de gidişattan rahatsızlık duymaktayız. Daha da ileri gidilirse, Akar buna müsaade etmez ve müdahale eder.”
Bu diyaloğu aktaran kişi de Orhan Yıkılkan. Nereden biliyor? Çünkü o ateşenin nerdeyse her gün kendisini arayıp Akar’a rapor ilettiğini söylüyor. Bu kadar sık görüştüğü ateşe, bu diyaloğu da Yıkılkan’a anlatmıştı. Yıkılkan da Akar’a rapor etmişti.
Mahkemedeki savunmasında “Ateşe bu sözleri Akar’ın bilgisi, onayı dışında mı söyledi?” sorusunu yönelten Yıkılkan, kendi sorusunu şöyle cevaplıyordu: “Öyle olsa, o kişi bir gün duramaz orada.”
****
Peki sonuçta ne oldu?
15 Temmuz akşamı birliklere darbe ve sıkıyönetim emirleri geçilmeye başlandığında, askerlerden “Galiba Komutan aylardır söylediği şeyi yapıyor” düşüncesine kapılanlar oldu. Zaten 1 yıldır sinyal verip duruyordu. “TSK emir komuta içerisinde yönetime el koyuyor,” zannedenler çıktı.
Korumaları ve ekibi ile birlikte elini kolluna sallayarak Akıncı’ya giderken darbenin lideri gibiydi adeta.
“Ben darbeciyim. Darbe yapma kastıyla hareket ettim. Ama FETÖ’cü değilim,” diyen Eski Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş, mahkemedeki savunmasında ne demişti: “Görünmeyen kralın emriyle ben darbe yaptım. Bana emri veren adamın makamına güvendim. Ben vatan millet için yaptığımı sanıyordum. Emri verenler arkamızda durmadı. İyi ki darbe olmamış!”
Kendisine 11 Temmuz’da darbe olacağı bilgisi geldiğini söylemişti. Tabii Hulusi Akar’ın emriyle olacağı da…
Bu yüzden 15 Temmuz yargılamalarında, kendisini kralı tarafından ihanete uğramış William Wallace’a benzeten Sönmezateş, şu ifadeleri kullanmıştı: “11 Temmuz’dan bugüne, emir komuta zinciri içerisinde olduğuna inandırıldığım bir işin içinde oldum. Birileri bizi 4 saat orada bekletti. Bu birileri sivil falan değil, asker. Bir tane film var, ‘Cesur Yürek’ diye. İskoçya’nın kurtuluşu ile alakalı ve William Wallace diye bir adam var. Kralıyla konuşuyor ve İngilizlerle savaşma kararı alıyor. İngilizlerle savaşa çıktıklarında birkaç grup Wallace’i savaşta yalnız bırakıyor. Buna rağmen savaşa devam ediyor. Savaşın bir bölümünde bir İngiliz ile savaşırken İngiliz’in maskesi düşüyor ve maskenin altındaki kişinin kendi kralı olduğunu görüyor. Uğruna İngilizlerle savaşa girdiği kralın kendisine karşı savaştığını görüyor. Benim durumumu soruyorsanız, ben de aynı durumdayım.”
Kral kim mi?
Çıplak değil mi?
-DEVAM EDECEK-
Sönmez ateş’e 11 temmuz’da darbe olacağı bilgisini bir sivil mi bir asker mi vermiş. Asker verdiyse o askere tsk hiyerarşisi gereği mi güvenmiş yoksa gülen cemaati referansı sayesinde mi güvenmiş. Sönmez ateş bana semih terzi emir verdi diyor bu arada. Yıldıray Oğur’un ateşle ilgili bir yazısı var cemaat bağlantılarına değinmiş. Bir general nasıl bu işe ikna edilir hem de en kritik operasyon görevini üstlenirsin. 4 gün önce emir gelecek hemen işin içine gireceksin, kime güvenerek? Mehmet dişli hulusi ile yıllardır kanka, sönmez ateş hangi amiriyle bu ilişkisi var da ona güvenmiş, semih terzi’ye güvendim diyor ki terzi onun üsttü bile değil. Terzi zaten cemaatten gibi(cemaatçileri sahipleniyor twitter’da tabana da bu söylem yayılmış) sen nasıl atatürkçü oluyorsun o zaman bu lafın doğruysa.
hocam konudan bağımsız bir şey söyleceğim. biz nasıl bir ülkede yaşıyoruz? her taraftan her partiden her oluşumdan hain fırlıyor. yani akpsi mhpsi chpsi hdpsi hepsi ayrı bir dert ve fiyasko. çok şaşırıyorum