Dün uzun süre bu sorunun cevabını düşündüm.
Üzerinden tam 5 sene geçti…
Geriye ne kaldı sahi?
Elde avuçta ne var?
****
Hem her şey yerli yerinde duruyor…
Hem de hiç bir şey aynı değil.
Hemen hiç bir şey.
Bu tarihi kavşak noktasının bütün taraflarına bakalım: AKP, cemaat, bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti, bir derin devlet yapılanması olarak Ergenekon ve bir millet olarak Türk halkı, bir ülke olarak Türkiye…
Neredeydiler, ne oldular?
****
Bir kere koca bir ülke darmadağın oldu.
Kör topal, yarım-yamalak bir ‘demokrasimsi’miz vardı; onun da fişi çekildi, mevta oldu.
Şöyle böyle, ağır aksak bir ‘hukukumtrak’ vardı; siyasete köpek oldu.
Bir kısım-mir kısım ama gene de iyi-kötü bir medyamız vardı; yandı bitti kül oldu.
Rövanş peşinde koşan sosyal gruplardan oluşuyorduk zaten; ama baba oğula, karı kocaya, kardeş kardeşe, komşu komşuya düşman, bir acayip millet-i müteferrik oldu.
Kurumların içi boşaldı, kıtipiyoz bir teneke dekora döndü.
Devlet hep çeteydi ama haydutluğu hepten beynelmilel sokağa döktü.
Değerler tepetaklak oldu, memleket büsbütün Flash TV stüdyosuna döndü.
2018 model, Türk tipi bir diktatörlüğümüz oldu.
Dünyanın en nefret edilen, en kirli adamlarından biri, ‘ümmete lider’ diye baş tacı oldu.
Başkanlığı getirdi, huzuru götürdü.
5 yılda Türkiye, bir daha alnından silemeyeceği utançların yurdu oldu.
****
Peki 17 Aralık yolsuzluk dosyası, halen yerinde durmuyor mu?
Evet, bütün sahiciliği ile yerinde.
Ne olursa olsun, bütün İstanbul depremlerine meydan okuyan Dikili Taş gibi orada duracak.
Çünkü sapasağlam ve tamamı gerçek.
Sonuna kadar da haklı bir soruşturmadır.
Bakanları önüne yatıran adam, New York’daki davada itirafçı oldu, AKP’li bakanlara verdiği rüşvetleri anlattı.
Amerikan kuruluşu The Foundation for Defense of Democracies (Demokrasileri Savunma Vakfı), Zarrab operasyonlarına imza atan FBI görevlilerine ödül verdi.
Zarrab’ın bütün çikinovalarını pazara çıkaran Türk polisi Yakub Saygılı ise o sırada 4 yıldır hapishanedeydi. Bir gün o da ödülünü alacak, hem de bizzat kendi halkından.
O içeri girdiğinde hamile olan eşi Esra Saygılı da şu an tutuklu.
Operasyonları yapan mali ve organize şube polislerinin neredeyse tamamı içeride.
Çoluğuna çocuğuna varıncaya kadar kendilerinden intikam alınıyor.
****
4 yıldır bu polisler, rejimin elinde. Yargı, Saray’ın bekçi köpeği olmasına rağmen haklarında aleyhte tek bir delil ortaya konamadı. Yolsuzlukların iftira, delillerin sahte, mahkeme kararı ile toplanan ses kayıtlarının montaj olduğuna ve paraların sonradan konulduğuna dair tek bir delil ortaya konmadı. Oysa ‘hükümete darbe’den alındılar ve tutuklandılar. Dosya, başından sonuna kadar adli süreçlere uyularak hazırlanmış, dört dörtlük bir yolsuzluk soruşturması idi.
Yakub Saygılı, geçen sene 12 Ocak 2018 tarihinde, eski yardımcıları Yasin Topçu ve Kazım Aksoy ile birlikte yeniden sorgulanmak üzere cezaevinden alınarak Vatan Emniyet’e götürülmüştü. Eşlerin tutuklanmasının 2 ay sonrasıydı. Saygılı ve beraberindeki diğer polislere Vatan’da işkence yapıldığı yönünde şayialar çıkmıştı. Avukatı Murat Erdoğan bir açıklama yapmak zorunda kalmış ve iddiaları yalanlamıştı.
Benim ulaştığım bilgilere göre, bir savcı Vatan Emniyet’e gelerek Yakub Saygılı’ya hazır bir ifade metni imzalatmak istedi. Kağıtta, 17 Aralık operasyonunun bir kumpas olduğu, asıl amacın hükümeti devirmek olduğu, emrin Fethullah Gülen ve ABD’den geldiği yazıyordu. Yakub Saygılı’ya, “İmzayı at, buradan çık git. Eşin de serbest kalacak. Yurt dışına gider, yeni bir kimlikle yepyeni bir hayat kurarsın” vaadinde bulunulmuştu.
Fakat Saygılı, “Siz bana ‘Kendi kendini inkar et, kendi mesleğine ihanet et, arkadaşlarını sat, bu milletin ve yetimin haklarını başkasına peşkeş çek’ diyorsunuz. Hayır. Bu operasyonu ben yaptım. Bütün detayları, çalınan paraları, yenilen rüşvetleri, bu devletin satılan menfaatlerini en iyi ben biliyorum. 17 Aralık, cumhuriyet tarihinin en büyük ve en sağlam rüşvet operasyonudur. Ben bedelini göze alarak polislik mesleğimin gereğini yerine getirdim. Bunları zaten öngörmüştüm. Bundan sonra da ne kendi kendimi ne de bu gerçekleri inkar ederim. Ayrıca bu dünyanın üç beş günlük çilesi ya da zevkü sefası karşılığında milletime, mesai arkadaşlarıma ihanet ederek ya da başkalarına iftira atarak ahiretimi de mahvedemem.” karşılığını verdi. Kağıdın altını imzalamadı. 1 haftalık sorgunun ardından tekrar Silivri’ye gönderildi.
****
Peki ya cemaat?
Yakub Saygılı, 4 yıl önce polislere yönelik operasyonlar başlamadan önce bazı arkadaşları ile sohbet ederken bir temennisini dile getirmişti. “İnşallah ben gözaltına alındığımda adliye önüne gelip cevşen okunmaz. Çünkü o zaman bu operasyonu cemaat yapmış gibi bir görüntü oluşur. Halbuki ben bir cemaat operasyonu yapmadım, bir polis operasyonu yaptım.” demişti.
Fakat buna gerek bile kalmamıştı. Cemaat zaten her yönüyle 17 Aralık’ı sahiplenmişti. Yolsuzlukla Mücadele ve Temiz Türkiye sloganları ile sahaya inen gönüllüler, seçimler için kapı kapı gezmişti. Bundan 1 sene sonraki millitvekili seçimlerinde 17 Aralık’ın iki emniyet müdürü Saygılı ve Nazmi Ardıç da bağımsız aday olacak, cemaat onlar için de kapı kapı oy isteyecekti.
Ancak nedendir bilinmez, Sayın Fethullah Gülen’in 15 Temmuz’dan hemen 2 gün sonra, aralarında CNN’in de bulunduğu bazı yabancı medya kuruluşlarına yaptığı bir açıklama, cemaatte hiç konuşulmadı. Gülen, 15 Temmuz ihanetinden hemen sonra sözü 17-25 Aralık operasyonlarına getiriyor ve “Sempati duyan insanlar size sormadan bir yerde bir yanlışlık yapıyorlarsa şayet, onlar farkına varmadan bu davaya, bu hizmete ihanet ediyorlar. Yani 17 Aralık’ta da 25 Aralık’ta da bu işi yapanlar size sempati duyanlarsa şayet, farkına varmadan Türkiye’nin birliğine ve beraberliğine kastediyorlardır. Bir de size sempati duyanlardan içlerinde olanlar olabilir. Eğer böyle bir şey yapıyorlarsa, bir darbe girişiminde bulunuyorlarsa onlar da Türkiye’nin birliğine ve beraberliğine zarar veriyorlar, toplumu ayrıştırıyorlar.” diyordu.
Cemaat bu açıklamaları tartışmadı. Üzerinde durmadı.
Oysa cemaatin 40 yılda elde ettiği kazanımları bir bir kaybetmeye başlayacağı tarihi noktanın mebdei burasıydı.
Milyonlarca hayatın alt üst oluşunun başlangıcı da burasıydı.
Bu cümleler Hareket içinde çok büyük ses getirmeliydi.
“O zaman biz neyin mücadelesini verdik? Biz neyin bedelini ödüyoruz? O halde neden Hocaefendi en baştan böyle konuşmadı? Biz neden savaş ilanına topyekün savaşla karşılık verdik?” soruları sorulmadı.
****
Peki Gülen ne demek istemişti?
Doğrusu ben de bu röportajı ilk seyrettiğimde, darbe girişiminin sıcaklığı ile daha çok 15 Temmuz’la ilgili mesajlara yoğunlaşmıştım. Fakat zaman geçip de bir şekilde cemaatin içine yuvalanmış karanlık tipleri öğrendikçe, 24 Haziran cezaevi isyan tezgahı, 15 Temmuz komplosu ve geriye doğru yakın tarihin bazı önemli dönemeçlerindeki kirli rolleri öğrenmeye başladıkça bu açıklama daha bir anlamlı hale geldi benim için.
Acaba Gülen, 15 Temmuz’dan sonra 17-25 Aralık sürecini sorgulamaya mı başlamıştı? 15 Temmuz akşamı bir tuzağa düşürülmüşlük hissiyatı ile yakın geçmişteki bütün dönüm noktalarına yeniden projeksiyon tutma ihtiyacı mı hissetmişti?
Söylendiği gibi, 17 Aralık’ta gerçekten de cemaat içerisinden birileri, “Biz bu operasyonlara destek olmayalım” derken başka birileri eldeki bilgilerle Gülen’i farklı bir istikamete mi yönlendirmişti?
Ya da Gülen’in kendisi zaten en başta 17 Aralık’ı bütün her şeyi ile desteklememiş miydi?
3 yıl sonra ne değişmişti de bu operasyonlar için bambaşka ifadeler kullanmayı tercih etmişti?
Acaba sürecin başında böyle bir netice öngörülmemiş miydi?
Türk halkının, Türk devletinin böyle bir utancı taşıyamayacağı ve bir şekilde AKP iktidarının devrileceği düşünülmüştü de gelinen noktanın hayal kırıklığı ile farklı değerlendirmeler mi başlamıştı?
Bu kara sürecin bu noktalara geleceği öngörülse farklı bir tutum mu takınılırdı?
Değilse Gülen neden 15 Temmuz’un hemen ertesinde o açıklamayı yapmıştı?
****
Bir de işin Türk halkı vechesi var…
Bırakalım İzlanda’yı Almanya’yı, yolsuzluklara rıza göstermeme anlamında bir Romanya halkı kadar dahi olamayan Türk halkının temel argümanı neydi: “Bu bir yolsuzluk soruşturması değil, ‘hukuk’ kılıfı altında hükümete darbe girişimidir!”
Bana göre bu hissiyatı en iyi özetleyen cümleler, Bekir Berat Özipek’in 1 Mart 2014 tarihinde yazdığı, “Kasetler iktidarı neden devirmez?” başlıklı yazısındaydı. “Değil başbakanın ses kasetini, altın dolu küpleri bahçeye gömerken çekilen görüntülerini servis etseniz faydası yok.” diyordu. Yazının devamı şöyleydi: “Fazlasını yaparsanız toplum da onun arkasında safları daha fazla sıklaştıracak. Hakikaten size tuhaf görünüyor değil mi? Daha önce parti liderini götüren kaset, şimdi beklediğiniz etkiyi yapmıyor. Kasetler montaj olduğu ve toplum da bunu anladığı için değil. Toplum bu kasetlerle yapılmak isteneni anladığı için olmuyor. (…) Açık söyleyeyim, yenileceksiniz. Çünkü bu toplum, ne yapmak istediğinizi çok iyi anlıyor. (…) Ben de bir demokrat olarak ne yapılmak istendiğini görüyorum ve yolsuzluk söylemiyle beni hizaya getirmeye çalışanlara karşı restimi çekiyorum. ‘Yoksa sen yolsuzluğa karşı değil misin’ söylemiyle ezilip, siyaseti vesayete teslim etmiyorum. Yolsuzluğa karşı olmam, çok daha büyük bir yolsuzluğa, seçilmiş meşru hükümeti yargıçla polisle, kasetle masetle alaşağı etme girişimine karşı durmamı engellemiyor. Siyasi kavganın göbeğindeki muhterem yargıçlara falan da güvenemediğim için, kararı en büyük jüriye, halka ve onun hakemliğine bırakıyorum. O suçlu bulursa, DSP-MHP Koalisyonu’nu hatırlayın, en çok oyla başa getirdiğini indiriyor. İndirmiyorsa, anlayın işte, sizi daha kötü görüyor demektir. Yarın çıkaracağınız başka kaset de fikrimi değiştirmeyecek. Gerçek bile olsa değiştirmeyecek. Çünkü bu kavganın asıl konusunun yolsuzluk olmadığını hepimiz biliyoruz. ‘Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.’ Mecellede böyle yazar, diyor hukukçu dostum Yaşar Atılgan. Maksadı görüyorum ve reddediyorum.”
****
Evet, genel kabul gören argüman buydu.
Eğer ki hakemliğine müracaat edilen halk, gerçekten adaletle hüküm verseydi, belki Özipek haklı olabilirdi. Türk milleti, hakikaten de kendisine atfedildiği gibi feraseti ve kiyaseti ile tarihe geçebilirdi.
Diyelim ki AKP tabanı gerçekten de operasyonların bir darbe girişimi olduğunu düşündü ve cemaate geçit vermek istemedi…
Olabilir. Kabul.
Fakat yolsuzluğun gerçek olduğunu da adı gibi biliyordu. Herkes biliyordu.
Sözde “darbeyi” savuşturduktan sonra yolsuzlukların da hesabını sorabilseydi, Erdoğan’a, “Halkımız sandıkta 17 Aralık’ı oyladı ve yolsuzluk iddialarını reddetti” deme fırsatını tanımasaydı, evet, belki Türk halkı için bir destan yazılabilirdi.
Ama öyle olmadı.
Yüzleşmedi.
Tam tersine, ortaya saçılan utancın ortaklığını yaptı.
Himayesine aldı.
Paydaşı haline geldi.
Haramı çoğalttı.
Ne istediyse verdiler Erdoğan’a. Cumhurbaşkanlığı istedi, verdiler. Başkanlık istedi, verdiler. Diktatörlük istedi, verdiler.
Her defasında biraz daha ödüllendirdiler. Biraz daha cesaretlendirdiler. Biraz daha güçlendirdiler.
Daha fazla zulmetmek istedi, sonuna kadar yetki verdiler.
Hukuku çiğneyeceğini, mahkemeleri kendine bağlayacağını, adaleti gömeceğini vaat etti; bile bile destek oldular.
“Acımak yok” dedi, acımadılar.
“Jurnalleyin” dedi, jurnallediler.
“Vurun” dedi, vurdular.
Türk halkı; bir diktatör, bir leşçilin ölü hayvan bedenini tiftiklemesi gibi ülkesini paramparça ederken alkış tutmuş bir halktır. Yarın bir gün, bugün imza attığı insanlık ayıpları ile torunları huzurunda yüzleşecek olandır.
****
17 Aralık’tan geriye başka ne kaldı?
Derin devlet mi?
Savcının “Ergenekon diye bir örgüt yoktur” mütalaasına rağmen mi soruyorsunuz bunu?
5 yıl sonra 17 Aralık’a yeniden bakıldığında en yalın gerçek bu: Herkes kaybetti, bir tek onlar kazandı!..
Ama şu da bir başka gerçek: 17 Aralık dosyasının kapağı, gerçek bir yargılama oluncaya kadar açık kalacak!…
Yazı tamamen teoriden ibarettir. Ve açık kaynak istihbaratı olarak teyit edilebilir. Kısaca detaylara girmeden, kabaca ana hatları ile yazıp bırakacağım.
17-25 Aralık sürecinden ve gezi olaylarından da önce, Perinçek kanadı yolsuzluk ile ilgili dinlemeleri ve belgeleri haberleştirip paylaşmaya başlamıştı. Bu büyük bir sıkıntı idi. Çünkü sosyalist ve ulusalcı cenahtan böyle büyük bir kalkışma başlarsa, abd’nin bütün kazanımlarının ve planlarının suya düşme ve hatta iktidarı kaybetme ihtimali vardı.
-İlk önce gezi olayları devreye sokuldu (aradaki ve öncesindeki olayları atlıyorum) halkın enerjisi ve öfkesini boşaltması sağlandı. Olaylar büyümeye, ALEVİler de sahaya inmeye başladığında da, ABD tarafından PKK kartı kullanılarak PKKnın uzantıları sahaya sürüldü ve bu sayede 40 yıldır çalışan mekanizma yine başarılı bir şekilde çalıştı. Gezi olayları bitti ve halk ümitsizlik duygusuna sevk edildi. (Halk PKK veya uzantılarını nerede görürse görsün farketmez anında çoğunluk desteğini keser. Pkknın kuruluş amaçlarından biri de budur. ABD, marjinalize etmek istediği her sosyalist vs. grubun yanında bunların görüntü vermesini sağlar.)(Not: Şu anda gülenistler ile görüntü veriyorlar. “BELA is coming”)
-Perinçek kanadının daha önceden üzerine gitmeye başladığı yolsuzluklar ile ilgili, ABD uzantıları tarafından kontrollü kaos ile 17-25 Aralık süreci başlatıldı. Ve bu sürecin gülenistler tarafından yapıldığı tüm medya kanallarında imalı veya direkt bilinçli olarak işlendi, halk tarafından bilinmesi sağlandı, zaten bu süreçte gülenistler de ilginç bir şekilde kendilerini deşifre etmişti. (Bu olayın sosyokültürel çözümlemesine hiç girmeyeceğim.)
-ABD uzantıları tarafından, MİT Müsteşarına kontrollü kaos tarzında bir operasyon yapılması sağlandı ve final, olay bir anda halkın gözünde MİLLİ bir meseleye dönüştü.
-Süreç tamamlandığında, kim yolsuzluk veya hırsızlık derse artık vatan haini bir fetullahçı idi.
-ABD, AKPsini gülenistler ile yıkadı, akça, pakça yaptı. Aynı zamanda bir dahaki seçimlerde de kazanabilmesi için AKPye, halkın gözünde vatan haini bir düşman kazandırdı.
*Bu mevzu örümcek ağı gibi başka birçok olay ile bağlantılı. Eski Müsteşar Emre Taner’in soğuk savaş döneminin argümanlarının değiştirileceği, terk edileceği ile ilgili konuşmasını bulup okumanızda fayda var.
Kanımca; ulusalcı denilen cepheye saldırı(ergenekon) , Kozmik odada bulunan seferberlik planların deşifre edilmesi, gülenistlerin tasfiye edilmesi süreci(o ana kadar isimleri devlet tarafından resmi yollarla bilinmeyen birçok insan, dershane olayları ile bankaya para yatırma talimatı verilmesiyle ve bylock kullanması sağlanarak ismen deşifre olması sağlandı. Ve 15 Temmuz ile beraber hepsi teker teker meyve toplar gibi kolluk güçleri tarafından toplanabildi) vb. gibi olaylar bu konuşma ile ilintili. ABD=NATO, zannederim ki soğuk savaş döneminde yaptırdığı planları ve kurdurduğu bütün birimleri lağv ediyor, aynı zamanda imha da etmeye çalışıyor, artık bunlara bir ihtiyacı kalmadı, ve kendisi için bunları bir tehdit olarak görüyor.
F. Gülen şu anda 17-5 Aralık operasyonunu yürütenlere “hizmete ihanet ediyorlar”, Türkiye’nin birliğine ve beraberliğine zarar veriyorlar, toplumu ayrıştırıyorlar.” dese de 27 Ocak 2014 tarihli BBC mülakatında 17-25 Aralık aktörlerine sahip çıkıyordu:
“Böyle rüşvetler, irtikâplar, ihtilaslar, bu mevzuda adam kayırmalar, ihalelere fesat karıştırmalar bunlar şimdiye kadar hep suç sayılıyormuş.
Dolayısıyla, yani kendilerine böyle bir şey verilmiş, siz başkalarının üzerine gidin bu mevzuda, bilmeyerek onlar da, biraz evvel bahsettiğim gibi, gayri mütecanis o yapı, adli yapı, emniyet yapısı, bunların üzerine gitmişler.
Bilememişler yani o mevzuda bunların suç olmaktan çıkarıldığını bilememişler ve yapmışlar bu meseleyi.”
Kaynak: https://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/01/140126_fethullah_gulen_roportaj_guney