HABER YORUM
“Dosya boş, köpürtmemiz lazım” başlıklı ilk bölümde, 15 Temmuz Malatya davasında suçlanan 7. Ana Jet Üs Komutanlığı’ndaki bazı komutanlarla ilgili fabrikasyon deliller üretildiğini yazmıştım. Bu, bizzat mahkeme dosyasına giren itiraflarda vardı. Savcı ve MİT Bölge Başkanı’nın darbe girişiminden 11 gün sonra üssü ziyaret ederek, “Elimizde delil yok, dosyaları kabartmamız lazım” dediği anlatılıyordu. Dosyadaki kanıt yoksunluğu, telkinlerle verilen bazı ifadelerle doldurulmaya çalışılmıştı. Bazı subayların, tutuklanan komutanlar aleyhine ifade vermesi ve “Darbe yanlısı hareket ettiler” demelerinin söylendiği itiraf ediliyordu.
Bu ifşaatlar, aynı şeyin 2. Ordu Komutanlığı’ndaki sanıklar için de geçerli olup olmadığını akıllara getiriyor. 15 yıl hapse mahkum edilen ve Yargıtay tarafından cezası az bulunan eski 2. Ordu Komutanı Adem Huduti aleyhindeki ifadeler örneğin. Huduti hakkındaki en önemli suçlamalardan biri, eski 2. Ordu Kurmay Başkanı Avni Angun ve eski Malatya 7. Ana Jet Üs Komutanı Emin Ayık’a, “Ne yaptınız çocuklar, beni de yaktınız” dediğine dair tanık ifadeleriydi.
İddianameye göre dönemin 2. Ordu Komutanı Adem Huduti, 23 Temmuz 2016 tarihinde Malatya Cezaevi’nden Düzce T Tipi Cezaevi’ne nakli sırasında Düzce Ceza İnfaz Kurumu girişi mahkum kabul bölümünde karşılaştığı Angun ile Ayık’a hitaben böyle seslenmişti. Ayık’ın, “Olmadı işte komutanım, başaramadık” dediği, Avni Angun’un da “Biz ve siz…” gibi bir şeyler söylediği ileri sürülüyordu. 3 isim de savunmalarında aralarında böyle bir diyalog geçmediğini, tanık beyanlarının uydurma olduğunu dile getirdiler. O ana ilişkin bir kamera görüntüsü de mahkemeye sunulamadı. Bu diyaloğa dair tutanağın 3 gün sonra tutulmuş olması da soru işaretleri oluşturdu. Emin Ayık’ın avukatı Ali Hamamcı, “Algıyı pekiştirmek için oluşturulmuş, manidar bir tutanak bu” yorumunda bulundu.
Avni Angun, yargılama sonucu beraat ederken Adem Huduti, darbe teşebbüsüne destek verdiği suçlaması ile 15 yıl hapse mahkum edildi. Ayık da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
Gerekçeli kararda, bu diyaloğa da yer verildi ve mahkeme tarafından gerçek olarak kabul edildi. Kararda, sanıkların darbe girişiminden sonra ilk kez bu nakil sırasında birbirlerini gördükleri öne sürülerek, “Sanığın darbeyi yapmaya çalıştıklarını ancak başaramadıklarını beyan etmekle, üzerine atılı suçu tevilli olarak ikrar ettiği anlaşılmıştır.” denildi.
****
Söz konusu iddia, 3 tanığın ifadelerine dayanıyor. Bu tanıklardan biri Malatya Cezaevi Bölük Komutanı Savaş Kocahan, bir diğeri cezaevi personeli Başçavuş Ramazan Portakal, üçüncüsü de yine cezaevi personeli olan Uzman Çavuş İdris Mahti.
Tutanağa geçen ve sonra savcılığa verilen ifadeleri şöyle:
İdris Mahti: “Cezaevi personeli olarak görev yapıyorum. Adem Huduti, Avni Angun ve Emin Ayık’ı Düzce’ye götürdük. Düzce Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda 2. Ordu Komutanı indikten sonra kelepçesini açtım. Kelepçesi açıldığı esnada diğer iki tutukluya bakarak ‘Ne yaptınız çocuklar, beni de yaktınız!’ dedi. Hava üs komutanı Emin Ayık da ‘Olmadı işte komutanım, başaramadık’ ifadesini kullandı. Kurmay Başkanı da ‘Siz ve biz’ gibi bir şey söyledi. 2. Ordu Komutanı elinin tersi hareket yaptı. Kurmay Başkanı da (Avni Angun) kafasını yere eğdiğini. Eliyle yaptığı bu hareket ile konuşmayı kesti.”
Ramazan Portakal: “Düzce Cezaevine iki araç olarak gittik. Evrakları alarak cezaevi idaresine teslim ettim. İşleri halledip çıktığım sırada İdris uzman 2. Ordu Komutanını içeriye götürdüğünü, diğer iki kişinin eşyaları ile uğraştığını, onları geçtikten sonra 2.Ordu Komutanının ‘Ne yaptınız, beni de yaktınız’ diye bir sözünü duyduğunu, geri döndüğünü, karşıdan hava üs komutanının ‘oldu’ ya da ‘olmadı’ gibi bir söz söylediğini, cümlesinin sonunu komutanım diye bitirdiğini söyledi. Çıktıktan sonra Savaş Üsteğmen ne söylediklerini sordu. Ben de duyduklarımı anlattım. Konuşmaları bittikten sonra Avni Angun’un bir şey söylediğini duymadım.”
Savaş Kocahan: “Düzce’ye kadar 2 araç ayrı ayrı gittik. Aralarında gerilimli bir konuşma olduğunu hissettim. Birbirlerine baktıklarını, personel çıkınca Ramazan Başçavuşa ne söylediklerini sordum. ‘Ne yaptınız çocuklar, beni de yaktınız’ demiş. Ancak Emin Ayık’ın ne dediğini tam anlayamamış. ‘Oldu’ ya da ‘Olmadı komutanım, başaramadık’ dediğini söyledi. İdris’in orada olup olmadığını sordum. O da oradaymış. İdris’e ne duyduğunu sordum, onun da ‘Ne yaptınız çocuklar, başaramadık’ diye Ordu Komutanının böyle söylediğini, Emin Ayık’ın ‘Olmadı işte Komutanım, başaramadık’ diye cevap verdiğini, Avni Angun’un da ‘Bizi ve sizi’ gibi bir şey söylediğini beyan etti. Bu konuşmaları duymadım ancak gördüm.”
****
Görüldüğü üzere, iddia edilen konuşmayı duyan kişi aslında sadece İdris Mahti. Diğer iki asker, ondan duyduklarını aktarıyor.
Sanıklardan Emin Ayık, ilk savunmasının alındığı duruşmada buna atıfla, “Elle tutulur tek kişinin ifadesi söz konusu olup bununla da bir sonuca varılamaz. Ayrıca birisi orgeneral olmak üzere 3 generalin hiç tanımadıkları bir ortamda, hiç tanımadıkları kişilerin yanında, kendilerini çok zor durumda bırakabilecek konuşmaları yapmayacakları da düşünüldüğünde söz konusu konuşmanın vuku bulduğunu izah edebilmek hiç de kolay değildir. Böyle bir konuşma asla olmamıştır.” dedi.
****
Adem Huduti de 9 Mart 2017 tarihli savunmasında, bu konuya ilk kez şöyle değindi: “İddianamede darbeyi desteklediğime dair tek bir delil yoktur. Şahsıma yapılan suçlamalar Vali, Emniyet Müdürü, İl Jandarma Alay Komutanı ve Cumhuriyet Başsavcısının kanaatlerinden oluşan tutanak ve ifadelerinde yer alan maddi bir delile dayanmayan suçlamalar ile Malatya Düzce Cezaevleri arasında naklimiz esnasında gerçekleşen personelin tuttuğu tutanaktır. Darbeyi engellemek için bütün gece benimle birlikte hareket eden kurmay başkanıma ‘Çocuklar ne yaptınız, benim de başımı yaktınız’ demek makul ve mantıklı değildir. Aramızda böyle bir konuşmanın geçmiş olabileceğini hatırlamıyorum. Kaldı ki tutanağı tutan 3 şahsın ifadeleri bile birbirleri ile örtüşmemektedir.”
Ayrıca duruşmada savcı ile aralarında şu diyalog geçti:
“Savcı: Gözaltına alındıktan sonraki süreçte kurmay başkanınız Avni Angun, Emin Ayık’la ilk defa cezaevine teslim olmadan önce mi görüştünüz, aranızda nasıl bir konuşma geçti hatırlıyor musunuz?
Adem Huduti: Gözaltına alınma süreci içerisinde aynı mekanlarda bulunduk, emniyette ve adliyede. İlk burada karşılaşmadık.
Savcı: Tam olarak iddianameye de yansıyan ‘Ne yaptınız çocuklar, beni de yaktınız’…
Adem Huduti: Aramızda böyle bir konuşmanın geçmediğini hatırlıyorum. Çünkü biraz önce ifade ettim. Tümgeneral Avni Angun akşamdan sabaha kadar, gözaltına alınana kadar benimle birlikte darbeyi engellemek için mücadele etti, gözümün önünde. Bile bile ‘Beni de yaktınız, ne yaptınız çocuklar’ demem herhalde makul ve mantıklı da değildir benim kanımca.
****
Söz konusu 3 tanık, yargılamanın yapıldığı Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada da tanık sıfatıyla duruşmaya katılıp sanıklarla yüzleştiler.
10 Kasım 2017 tarihli 22. Celseye katılan tanıklardan İdris Mahti, daha önceki ifadesini tekrarladı.
Eski kurmay Başkanı sanık Avni Angun’un avukatı Burak Haybat’ın sorusu üzerine Mahti, “Zaten en yakın bendim. Ben kelepçesini açtım 2. Ordu komutanı’nın böyle söylediğini net ve yüzde yüz duydum. Kurmay Başkanı ‘Siz ve biz’ diye bir ibare kullandı ve o anda zaten kafasını yere eğdi. Bunu net duydum. Ben duyduğumu ve gördüğümü şu anda Mahkeme heyetine söylüyorum” dedi.
Sanık Adem Huduti’nin avukatı ve aynı zamanda oğlu olan Ersu Oktay Huduti’nin sorusu üzerine de (Duruşma zaptında bu soruların ne olduğu yer almıyor) şöyle konuştu: “Ben 2. Ordu Komutanının kelepçesini Cezaevi mahkum kabul denilen yerde, kapı altı deriz biz eski tabirle, burada indirdik ve kelepçesini açtık. Burası mahkumun kabul edildiği yerdir. Mahkumun orada kelepçesi açılır ve mahkum teslim alınır. Burası binanın içindedir. Mahkumu teslim alanlar da gardiyanlardır. Gardiyanlar o sırada evraklarla mı uğraşıyorlardı bilmiyorum. Kaç tane gardiyan olduğunu görmedim, ancak 4-5 tane gardiyan vardı. O anda yanımda gardiyan olduğunu hatırlamıyorum. Ancak mahkumlar arasındaki ifadeleri net olarak hatırlıyorum. 2. Ordu komutanı sert bir tonla ‘Ne yaptığınız çocuklar, beni de yaktınız’ dedi, diğer iki generale bakarak. Kamera kayıtlarında böyle bir görüntünün nasıl olmadığını bilemiyorum. Cezaevi Jandarma Bölük Komutanlığı’nın doğrudan savcılık ile yazışıp yazışmadığını bilmiyorum.”
Eski üs komutanı Emin Ayık’ın avukatı Ali Hamamcı, “Beyana katılmıyoruz, gerçek dışı. Kendisine bir sorumuz da yoktur.” dedi.
Avukatların ardından sanıklar da söz aldı. Adem Huduti, “Benim tanığa sorum yok. Böyle bir konuşma geçmedi aramızdı. Çünkü 3 gün ben Avni ve Emin ile beraber aynı mekânda, aynı ortamlarda bulundum. İlk defa orada karşılaşmıyoruz. İnsan bir merhaba, nasılsınız der önce. Beni de yaktınız demez.” ifadelerini kullandı.
Emin Ayık da “Aynı şekilde söylüyorum” dedikten sonra tanığa hitaben şöyle devam etti: “Olmadı işte komutanım, başaramadık bu şekilde miydi ifade, çok mu emin bundan? Diğer ifadelerde bizim, bu 3 kişinin orada ilk defa karşılaştığımız belirtiliyor. İlk defa karşılaşmadık ki orada. Daha öncesinden görevde idik. Biz o konuşmayı yapacak olsak oraya mı bırakırız?”
Avni Angun, “Ben olay gecesi sabaha kadar, Emniyet’te de 2 gece ordu komutanı ile beraberdim. Söyleyecek bir şey olsa orada söylerdim. Böyle bir konuşma geçmedi aramızda.”
Burada Emin Ayık tekrar söze girerek, “Öbür tarafta bunun hesabını versin, yalan söylüyor, ahlaksız adam!” diye tepki gösterdi.
****
Daha sonra tanık kürsüsüne, Savaş Kocahan geldi. İlk ifadesini tekrar ettikten sonra şöyle detaylar verdi: “Bu arada onlar içeri doğru girdiklerinde ben belimde silah olduğundan kapı içerisine girmedim. Arada 5-6 metre, 1 oda kadar mesefe var. Onun arkasında mahkum ediliyor mahkumlar. İçeriye girmedim, o kapıdan gözlüyordum. Orada gergin bir hal vardı. Normalde 1 yılda 5-6 bin kişi sevk ediyoruz. Genelde dikkatimizi çekmez, dinlemeyiz ama kişilerin konumları da biraz şey olunca dikkatimizi çekti. Gerilimli bir durum vardı, bir konuşma vardı. Birbirlerine baktılar, personel çıkınca Ramazan başçavuşa ne söylediklerini sordum. Onlar da duyduklarını anlattılar. Orada kelepçe açıldığından bizim personel dışarı doğru çıktı. Orada bunların not alınmasını söyledim, dönünce tutanağa bağlattım. Sıralı amirlerime, sevkten sorumlu cumhuriyet savcısına bilgi verdim. Aradan bir hafta geçtikten sonra ifadeye çağırıldık ve olanları orada anlattık.”
Ardından avukatların sorularına geçildi. Avni Ongun’un avukatı Burak Haybat, kendisine o günkü hava sıcaklığını sordu. Bu, “Yaktınız beni çocuklar” demişse eğer, sebebinin hava sıcaklığı ve aracın içindeki sıcaklığı kastetmiş olup olamayacağına yönelik bir soruydu. Kocahan, hatırlamadığını söyledi.
Huduti’nin avukatı Ersu Oktay Huduti’nin bir sorusu üzerine de şunları kaydetti: “Tutanakta geçen konuşmaları duymadım, konuşmaları gördüm. Gergin bir ortam vardı. Tutuklanıp geldikten sonra cezaevinde (Malatya E Tipi Cezaevi) müşahade denilen tek kişilik odalara bu kişiler konulmuştu. Cezaevinde bu 3 kişi ayrı ayrı kalıyordu. Tutuklanıp geldikten sonra ilk kez orada (nakil sırasında) görüştüler. Bizim dikkatimizi çekme sebebi de orada Emin Ayık’ın sert durması idi. En azından orada birbirlerini gördüklerinde tokalaşmalarını ya da bir şey yapacaklarını düşündüğüm için ilgimi çekti. Adem Huduti el hareketi yaptı ve Avni Angun’un konuşmasına ve yaklaşmasına izin vermedi. Ben o hareketinden onu yaptığını anladım. Avni Angun’un Adem Huduti’ye yaklaşıp yardım etmeye çalışır bir hali vardı. Gardiyanlar içeride evrak kayıt bölümünde giriş işlemleri ile uğraşıyorlardı. Parmaklıklı bölüm olduğu için onların o anda bulunduğu yerde gardiyan yoktu. İdris Mahti o anda Adem Huduti’nin kelepçesini açıyordu. Yani Adem Huduti’ye en yakındı. Diğerlerinin aralarında mesafe vardı. Bir cezaevinin kapısı var, bir de parmaklıklı bölüm var. Parmaklıklı bölüme girerken bu olay oluyor. Zaten kelepçeler açıldıktan sonra bizim personel dışarı çıktı. Konuşmalar devam ediyor. Sonradan ne konuştular, konuşmadılar onu bilemem. Hatta ifade verirken savcıdan kamera kayıtlarını istetmesi için kendim talepte bulundum. Kamera kayıtlarının olup olmadığını bilmiyorum.”
Avukat Ersu Oktay Huduti, babası Adem Huduti’nin yaptığı el hareketinin eşyalarının taşınması ile ilgili olabileceğini dile getirdi. Eski kurmay başkanı Angun’un komutanının eşyasını taşımak istediği için Huduti’nin de “Avni sen bırak ben yapıyorum, ben kendi eşyalarımı alırım” gibisinden böyle bir hareket yapmış olabileceğini ifade etti. Bu tür durumlarda Adem Huduti’nin nasıl davrandığının sorulması için eski emir subayı Sedat Kaya’nın dinlenmesini istedi.
Bunun üzerine Sedat Kaya huzura alındı. Kendisi de sanıklardan biri olan Sedat Kaya, “Emir subayı eşyaları taşımak ve bunları ayrıştırmak hususunda görevlidir. Ancak komutan eşyalarına benim bile müdahale etmeme izin vermez, kendi ayrıştırırdı.” şeklinde tanıklıkta bulundu.
Avukat Ersu Oktay Huduti, tutanağın neden 3 gün sonra tutulduğu sorusunu da yöneltti. Kocahan, “Düzce’den 1 gün sonra döndük. Notlarımızı aldırmıştık. Konuşma olduğu tarih ayın 23’ü olduğu için tutanak tarihini o şekilde düzenledik.” dedi. Aynı soruyu Emin Ayık’ın avukatı Ali Hamamcı da sordu. Kocahan, “Sevk esnasında tutanak nerede tutacağım? Bilgisayarımız falan yoktu. Notlarımızı aldık. Devriye faaliyeti bitince bunu tutanağa bağladık. 3 gün sonra tutulmuş olsa ne olacak ki?” cevabını verdi.
****
Son olarak tanık Ramazan Portakal kürsüye geldi. O da eski ifadesini yineledi. Avukat Ersu Oktay Huduti, sevk aracında klima olup olmadığını sordu. Portakal şunları anlattı: “Ben kimin Adem Huduti olduğunu biliyordum. Avni Angun ve Emin Ayık’ı tam olarak bilmiyorum. Kıyafetlerinden o anda tanıdım. Zaten pilot kıyafeti vardı hatırladığım kadarı ile ilk geldiğinde. İki araçtık. Ben hangi araçta olduğumu tam hatırlamıyorum. Biz araçta Savaş Asteğmen ile birlikteydik ve 7 kişi idik biz, sanırım araçta bir şüpheli vardı ama net olarak hatırlamıyorum. Aracımız Transit idi, klimayı çalıştırmışızdır mutlaka.”
Avukat Huduti bu kez, “Tam olarak duyduğunuz şey ‘Ne yaptınız çocuklar, beni de yaktınız’ mıydı, ‘Ne yaptınız çocuklar yaktınız beni’ miydi?” sorusunu sordu. Portakal cevaben şöyle konuştu: “Hatırladığım kadarı ile 2. Ordu komutanı ‘Ne yaptınız çocuklar, beni de yaktınız’ idi. Ben başka bir şey konuştuklarını görmedim, el hareketlerini de görmedim. Benim sırtım dönüktü çünkü. Bu kelimeyi duyunca refleks olarak döndüm.”
Emin Ayık tanık Portakal’a, “Biz üçümüz de sivil kıyafetlerle gittik. Üzerimizdeki kıyafeti hatırlamayan biri konuştuğumuz sözleri nasıl bu şekilde net hatırlıyor. Biz cezaevine geldiğimizde zaten sivil kıyafetle gelmiştik. Uçuş kıyafeti olduğunu tanık nereden çıkartıyor, ‘Üzerinde pilot kıyafeti vardı’ diyor. Takdirinize bırakıyorum. Benim üzerimdeki kıyafet ile ilgili uçuş komutanı olmam nedeniyle bir yorumla ve tahminle yorumda bulunan birisinin ifadelerine ne düzeyde dikkat edilmesi gerektiğini de burada hep beraber anlamış olduk.”
Ayık’ın avukatı Ali Hamamcı, “Emin Ayık’ı üzerindeki tulumdan tanıdığını söylüyor, referansı o. Dolayısı ile beyanları gerçeği yansıtmıyor, bu çelişkiyi belirtmek istiyorum.” vurgusu yaptı.
****
Bu diyalogla ilgili bütün detayları bu şekilde paylaşmış oldum.
Kendi yorumuma gelince: Emin Ayık’ın da dediği gibi üç generalin, 15 Temmuz’un o sıcak günleri içerisinde, yanlarında başkaları varken ve aleyhlerine olacağını bile bile böyle bir konuşma yapma ihtimali çok akla yatkın gelmiyor.
Buradaki kilit, gerçekten darbe girişiminden sonra ilk kez bir araya gelip gelmediklerinde düğümleniyor. Sanıklar, gerek darbe gecesi ve sabahı gerekse de daha sonra Emniyet’teki gözaltı sürecinde bir arada olduklarını ve dolayısıyla ilk kez nakil esnasında karşılaşmadıklarını belirtiyor. Mahkeme kararında ise tam tersi yazıyor. Burada da sanıkların söyledikleri daha makul görünüyor. Çünkü hakikaten de Adem Huduti’nin böyle bir tepki vermek için daha önce çeşitli fırsatları olmuştu. Bilhassa darbe gecesi ve sabahı bu cümleleri rahatlıkla sarfedebilirdi. Emniyetteki gözaltı işlemlerinde de beraberdiler.
Denebilir ki, ‘Henüz olayların ne yöne evrileceği belli olmadığı için Huduti ilk anda böyle bir reaksiyonda bulunmamış olabilir. 23 Temmuz’da, yani 1 hafta sonraki nakil işlemi sırasında artık neyin ne olduğu belli olmuştu. Komutan da yeterince düşünme imkânı bulmuş, sonunda rahatsızlığını bu şekilde ortaya koymuş olabilir.’
Bu görüş de ilk başta mantıklı gibi dursa da aslında değil. Çünkü bırakın 1 hafta sonrasını, 15 Temmuz’un daha ilk saatlerinde olayın aslında ne olduğu, nereye evrileceği aklı başında herkes tarafından görülmüştü. Bunun hemen ardından Türkiye’ye nasıl bir siyasi atmosferin hakim olacağı ve ne kadar büyük çapta tasfiyelerin geleceği netti. Adem Huduti gibi ordu komutanlığı seviyesine gelmiş birinin bunu ancak 1 hafta sonra idrak edebileceğini düşünmek biraz haksızlık olur.
Keza Emin Ayık’ın üzerindeki kıyafetle ilgili açıklamaları da tanıkların tutanağını zayıflatan unsurlardan.
Fakat salt duruşma zaptına baktığınızda sanıklar aleyhine görünen durumlar da söz konusu. Gerçekte mahkemede neler yaşandı, konuşma tonları ve vücut dilleri nasıldı, bilemiyoruz. Orada olmadan yorum yapmak son derece sağlıksız. Ancak düz metne baktığınızda, sanıkların tepkileri, kendi aleyhlerine böyle bir uydurma tutanak hazırlayan tanıklarla yüzleşmede verilmesi gereken tepkiler gibi durmuyor. Emin Ayık biraz kenarda bırakılabilirse de büyük bir iftiraya maruz kalanlara özgü insani tepkiler eksik. Fakat dediğim gibi, bunlar zabıt üzerinden yapılan yorumlar.
Bir de avukatların gerek hava sıcaklığı ve klimaya ilişkin soruları gerekse de Adem Huduti’nin kendi eşyalarını kendisinin alıp almadığını netleştirmeye dönük talepleri de ‘sanki bu türden bir diyalog yaşanmış olabilir ama sebebi farklı bir şey olabilirmiş’ gibi bir arayışa işaret ediyor. Uydurulduğu net olan bir tutanak tutulmuş olması halinde, bu yönde soruların da gelmemiş olması gerekirdi. Çünkü sanıkların da “Evet böyle bir diyalog geçti ama konunun darbe ile alakası yok. Bu sözler, şuna binaen söylendi. Önünü, arkasını bilmeden, bağlamından koparılan bir cümle ile algı oluşturuluyor.” gibi alternatif bir senaryoları yok. Onlar diyaloğu bütünüyle reddediyorlar.
Sonuç olarak: Dönemin Malatya savcısı ve MİT Bölge Başkanı’nın ‘delil bulma, dosyayı kabartma’ talepleri de göz önünde bulundurulduğunda mahkemenin kastettiği manada böyle bir diyaloğun yaşanmış olma ihtimali çok yüksek görünmüyor.